6 Kasım 2013 Çarşamba

ILIMLI İSLAM DEĞİL, UYUMLU(KAPİTALİZMLE) İSLAM

Gündeme biraz “sorgulayan” olarak baktığımızda İslami duyarlılık üzerinden politika üretmenin güncel bir tercih olduğunun farkına varmaktayız.
Gündemin inanç duyarlılığı üzerinden yürütülmesi tarafında eskisinden farklı olarak bu defa AKP’yi görüyoruz.
Evet, cümle yanlış kurulmadı. Eskisinden farklı olarak AKP şu sıralar inanç üzerinden politikanın tetikleyiciliğini üstlenmiş durumda...
Aslında Türkiye’de uzun bir süreden beri İslam üzerinden politika yapılıyor, ama ilginç bir şekilde bu politika tarzından en çok nemalanan AKP bunun bayrakçılığını yapmıyordu.
Çünkü gerek duymuyordu. Onun adına, -hesapta karşı cepheden- İslamiyet ve inanç üzerinden o kadar fazla söylem yürütülüyordu ki…

Şöyle bir geriye baktığımızda sol muhalefet adına söylenenlerin önemli bir kısmı başörtüsünden yapılmış bir bohçada taşınılabilir olduğunu görürüz.
Bu süreç bu şekilde nasıl yaşandı, bu sürecin asıl mimarları kim?
Bilemiyorum, daha doğrusu sezgilere dayanan iddialarda bulunmak istemiyorum. Bence tam anlamıyla bir araştırma konusu...
Ama bu sürecin kazananının kim olduğunu hepimiz biliyoruz.

Yıllarca ”irtica tehlikesi” başlığında ve “başörtüsü” özelinde yapılan kısır muhalefet, AKP heyulasını besledi.
AKP de kendisine karşı yapılan bu vitamini bol, lezzetli ve besleyici muhalefet tarzının müptelası oldu. Gezi arifesinde; bu muhalefet tarzının olumsuz etkisi -bıktırıcılığı- AKP’den daha çok muhalefetin kendisinde(tabanında) hissedilmeye başlamıştı.
Nihayet Gezi Süreci ile birlikte İslamcılık yerine bizzat despotizmin kendisine karşı başkaldırıya dönüştü.
Aslında Gezi Sürecindeki isyanın bir kısmı bu muhalefet tarzına karşı idi…
Tabii, hemen kısaca belirtirsek; sadece başörtüsü ve İslamcılık üzerinden yapılan muhalefete değil aynı zaman da salt etnisiteler, ezilen kimlik, etik ve inanç özgürlüğü sınırlarında kalan solculuğa karşı da bir kalkışmaydı.
Şimdilik işin bu yönünü “bir başka yazıda inşallah” diyerek keselim.

AKP, artık hızı kesilen bu şifalı muhalefeti aynı noktaya çekmenin arayışında şu sıralar…
İşte 31 Ekim’de, Sütçü İmam olayının yıl dönümünde başörtüsü ile meclise girme kararını da bu arayışın yansıması olarak görüyorum.
Bir plan dahilinde Hacca da gidilerek gerekçe yaratıldı.
Sütçü İmam, namus, inanç gibi kavramlar üzerinden; hem muktedirken mazlumu oynayabilmeyi hem de gündemi kendi istedikleri yönde ilerletmeyi hedeflediler.
Neyse ki bu defa ülkenin muhalefet özürlü ana muhalefet partisi nasılsa bu oyuna gelmedi.
Yani artık AKP'ye muhalefet kanadından din üzerinden siyasi rant akışı kesildi gibi.
Oysa AKP'nin din üzerinden gelen bu siyasi ranta şiddetle ihtiyacı var.

Geçenler de Erdoğan'ın bir zamanlar Şeriatla ilgili söyledikleri, uzun süren görmezden gelme sürecinden sonra yeniden ısıtılıp, piyasaya sürüldü.
İki değişik başlıkta piyasaya sürülen bir videoda Erdoğan’ın Aziz Nesin'le tartışması yer alıyor. Videoda Hulki Cevizoğlu’nun “Ceviz Kabuğu” programından bir bölüm var.
Programın konuğu Aziz Nesin ve Erdoğan da telefonla bağlanıyor.
Bu video AKP’li internet medyası ve Sosyal sayfalarda “Erdoğan'ın Aziz Nesin'i nasıl mat ettiği” başlıkları ve tanıtım yazıları eşliğinde piyasa edilirken, muhalif sayfalarda ise ”Aziz Nesin'in Erdoğan'a haddini bildirdiği” yolunda başlık ve tanıtımlarla paylaşılıyor.
Oysa Videonun derlenişi belli ki aynı kaynaktan yapılmış.
Aslında videoda daha çok ve en son olarak Erdoğan konuşuyor. Öyle yerden başlatılıp, öyle yerde sonlandırılmış ki; başlığı ne olursa olsun videoyu izledikten sonra oluşan algı; Aziz Nesin’in yetersiz kaldığı yolunda...
Videoyu Erdoğan’ın nasıl mat olduğunu görüp “şöyle içimin yağı erisin” diye seyretmeye niyetlenenler video bitiminde içleri şiştiği ile kalıyor.
Bu yaygın bir propaganda taktiğidir. Bir ara irdelemek istediğim; dezenformasyon tekniklerinden biridir.
Ama videonun bir görevi daha var.
Benim bu yazıda irdelemek istediğim konu ile ilgili bir görev bu.
Bu videoda Erdoğan’ın iktidarının ilk zamanlarında pek dillenmesini istemediği geçmişteki düşünceleri bu defa AKP’li medyada piyasa ediliyor: “Eğer Müslüman’san şeriatçı da olmak zorundasın.
Bu tema şu sıralar AKP’liler tarafından twitter ve facebook’ta da işlenmekte.
Bir zamanlar Erdoğan’ın bu tür konuşmalarını gündeme getirip sosyal medyada paylaşanlar, “hala orada mısın?” gibisinden bir tavırla karşılanırdı.
Açıkçası benim de tepkim benzer tarzdaydı. O zamanlar Erdoğan’ın ağırlıklı özelliğinin İslamcı yanı olmadığını, ama bu niteliğinin de es geçilmemesi gerektiğini düşünüyordum.
Hala öyle düşünüyorum.

Ancak son zamanlarda(*) AKP’nin taban çalışmasında İslamcı öğelerin giderek daha ağır bastığı gözlemleniyor.
Buraya örnekleri alıp yazıyı çorbaya çevirmek istemiyorum ama şu facebook sayfalarını bir incelemenizi öneririm: “Osmanlı Geri Dönecek Kafirler Dize Gelecek”, “İslam Davetçileri”, “Yeniden Hilafetin Gelmesini İstiyoruz”, ”Yakın Tarih Gerçekleri”, “Müslüman Kardeşler”, ”Bağımsız Osmanlı Gençleri”, “Dindar Gençlik”.
Bu sayfalarda paylaşılan “NEYİN BAYRAMI?!.” başlıklı yazıdan kısa bir alıntı;
23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim ve benzeri günler neyin bayramlarıdır? Bunlar Müslümanlar için birer bayram günü değil, birer kara gündür. Zira:
1- „Devletin dini İslam’dır!“ maddesinin anayasadan kaldırılmasının;
2- Allah kanunlarını ve Kur’an hükümlerini kaldırmanın;
3- Şeriat’ı ve Şer’iyye Vekâleti’ni lağvetmenin;
4- Hilâfet’i kaldırıp, Ümmet-i Muhammed’i Halife’siz bırakmanın…
Yazı Cemalettin Kaplan’ın… Eski bir yazı yani. Ama paylaşım yeni…
İlginç bir şekilde bir zamanlar AKP ile zinhar ilişkilendirmeyen kesimler ve söylemler bu günlerde AKP’liler tarafından özellikle tercih ediliyor.
Daha önce bu tür ilişkilendirmelerde AKP yanlısı olanların “artık bunları aşalım” şeklinde özetlenebilecek tepkileri oluyordu.
Şimdi bu destekçilerin özellikle İslamcı liberalleri; AKP’nin despotik tavırlarını ve İslamcı argümanları giderek artan bir hızla, daha fazla kullanmasını -şimdilik- utangaçça da olsa onaylıyor. Aynı destek mutabakatının liberal ve sol liberal kesimleri ise sessiz kalıyorlar.
Oysa sözünü ettiğim evirilme basite alınacak bir gelişme değil.

Evet AKP’nin bu yeni tarzı yıllardır beslendiği, kendisine çok yarayan muhalefeti üzerine çekmek için seçtiği doğru...
Yani bir anlamda bir “Sazan Avı” olarak adlandırılabilir.
Ama bu, tek başına eşyayı tanımlamaya yetmiyor.
Bunu “zorunlu bir aslına rücu” olarak da değerlendirmek gerekir. Diğer bir tanımla “Gezi sendromu” da diyebiliriz.
Gezi birçok kesime olduğu gibi AKP’ye de “aslın da ne olduğunu” görebileceği bir ayna tuttu. AKP’nin -bazılarının çok yakıştırdığı- bana oldukça eğreti ve rüküş gelen demokrasi kılığı, Gezi’nin estirdiği o güçlü rüzgarla uçuştu. Üzerinde kalanlarının da ütüsü bozuldu, diz yaptı.
Şimdi AKP kendine daha yakıştırdığı, daha rahat ettiği iş elbisesini giymeye hazırlanıyor.

Aslında 4+4+4 eğitim sistemi, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkilerin Satışına ve Sunumuna İlişkin Yönetmeliğin değişmesi, AKP’nin Suriye meselesi süresince El- Kaide uzantılarıyla can ciğer kuzu sarması halleri ve Erdoğan’ın söylemlerindeki üslup değişikliği, bu gidişatın yüzleklerini veriyordu. Ama Gezi ile birlikte farklı bir ivme kazandığını da belirtmek gerekir.
Bu fark nedir? diye soracak olursanız; AKP’nin böyle bir kılığa bürünmeyi özellikle seçtiğini söyleyebiliriz.
Daha iyi taşıdığını düşünüyor bu kıyafeti…
Severek giyiyor.

Her şeye karşın olup bitenin temel parametresi İslamcılık değil.
Meselenin özü despotizm… Bildiğimiz despotizm yani…
Hani şu büyük çoğunlukla Kapitalizmi esirgemek adına çoğu kez yoksullara ve emekçileri karşı uygulanan despotizmden söz ediyorum.
Despotizm; yığınsal gösterilerin hedefi olmuş, kendisine karşı ayaklanılmış, isyanı ve biatı aynı anda görmüş her iktidarın ve liderinin doğal refleksidir.
İslamcılık bu ‘İş’in ‘Elbisesi’dir. Ortada İslami bir kalkışma yok. Tıpkı bir İslami yükseliş olmadığı gibi... Ortada yükselen şeyin birincil tanımı despotizmdir.
İslamcılık; yukarıda da bahsettiğim gibi bir aşinalık, kullanılması daha kolay gelen argümanlar katalogu…
Kendi mahallesinin geçerli argümanları üzerinden, kendi seçmen profiline, kendini kanıtlamaya çalışıyor.
Çünkü kanıtlaması gerekiyor. Çünkü bu mahallede satmaya çalıştığı salyangozlar mahalle sakinlerinin midesini bulandırmaya başladı.
Örneğin; -bir önceki Hakan Fidan olayı ile ilgili yazımda da belirttiğim gibi- İsrail’in bölgedeki endişe ve emelleriyle ile ruh ikizi bir dış politika ‘salyangoz’unu Müslüman mahallesinde pazarlamak için epeyce bir İslam sosu gerekmekte.
Bu salyangozun büyüklerinden biri de; yukarıda sözünü ettiğim “Dünya Bankası Küresel İslami Finans Geliştirme Merkezi”nin Borsa İstanbul bünyesinde açılacak olması.
İşte o başörtüsü ile illüzyon numaraları yapanlar başörtüsü ile örttükleri sihirbaz şapkasından Küresel Finans uyumlu bir İslam çıkarmaya hazırlanıyorlar.
Borsa İstanbul forum dizinlerinin ilkinin Washington'da yapıldığından bir önceki yazımda söz etmiştim.  Diğerleri İstanbul'da düzenlendi.
Sabah Gazetesinin Haberi;
“Borsa İstanbul, Dünya Bankası ile yapılan işbirliğinin sonucu olarak Banka'nın İslami Finans alanındaki ilk ve tek temsilciliği olan Dünya Bankası Küresel İslami Finans Geliştirme Merkezi'nin Borsa İstanbul bünyesinde açılacağını bildirdi.”
Dünya Bankası'nı bilirsiniz; hani şu meşhur 'Faiz Lobisi'nin küresel babası olur kendisi.

.
Peki, bu merkezde geliştirilmesi(!) düşünülen şey ne olabilir sizce?
“İslami Finans’ın geliştirilmesi” ne anlama geliyor?
Öncelikle belirtelim; burada geliştirilen işin “Finans” yanı değil, “İslami” yanı...
Uyumlulaştırılan demek daha doğru olur. Kapitalizmle olan bir uyumlulaştırmaktan söz ediyorum. Aslında İslamiyet’in kapitalizmle pek uyumsuzluğu yoktur. Ama o Bakara Suresinin 275. Ayeti yok mu!? İşte o noktada sorun çıkıyor:
“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, "Alış veriş de faiz gibidir" demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah'a kalmıştır. (Allah onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi kalacaklardır.

Özellikle Küresel Kapitalizmin 1980’lerden beri izlediği –izlemek zorunda olduğu- “monetarist” politika ile bu ayetin meali her türlü uzlaşma çabasını boşa çıkarıyor.
Ayet: “Bu, onların, "Alış veriş de faiz gibidir" demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. “ diyerek özellikle arkadan dolanmaların da önüne geçmiş.

1978’lerden beri sürmekte olan ara düzeltme çabalarının başarısız olmasının nedenini de bu ayet ve özellikle bu kısmı… Bu güne kadar “Katılım Bankacılığı” adı altında; Murâbaha, Mudârebe, İcâre (Kiralama, leasing), Selem ve İstisna, Teverruk, Sukuk gibi “hülle” teknikleriyle aşılmaya çalışıldı bu sorun. Ancak sonuçta mutlaka her para alışverişinde ortada bir mal olması gerekiyordu. Ve kazancın bizzat; edilen karın ve riskin paylaşılması şeklinde olması gerekliliği söz konusu. Bu durum, para ticaretinin temel alındığı, izlenen küresel bazdaki monetarist ekonomi açısından ve İslami Sermayenin Küresel Sermaye ile kaynaşması noktasında sorun çıkarıyor. Sıradan bir tüketicinin ev, araba ya da bir iş kredisinde sorun üç aşağı beş yukarı “helal” sınırlarında kalsa bile; bu katılım bankalarının mudisi olma heveslisi mütedeyyin yatırımcıların garantili 'helal faiz getirisi'ne ulaşmaları pek kolay olmuyor.

Nitekim 2012 Mart’ında Türkiye’deki katılım bankalarının “şeyhülislamı” konumundaki İlahiyat Profesörü, Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman'ın, Hazine'nin çıkardığı gelire endeksli senetlerin (GES) devlet tahvilinden farksız olduğunu yani faiz içerdiğini yolundaki fetvası, Katılım Bankalarının 1 milyar dolarını faizli para durumuna soktu. Benzeri durum küresel çapta da aynı… Yaklaşık 1,5 trilyon dolar İslami Sermaye, küresel sermaye ile “helal” bir izdivaç yapmak için hasretle beklemekte. Bu nikahı kıymak için gözü kara bir imam gerekli. Şöyle ufak tefek(!) meal ve tefsir sorunlarının üstesinden kolayca gelebilecek, başörtüsü, haremlik selamlık ve benzeri tartışmalarla, bilumum İslami argümanlarla donatılmış gündem karmaşasından da yararlanarak bu işi hallediverecek bir imam…

İşte, bu nikahı kıyma görevi; Borsa İstanbul nikah salonunda, AKP Hükümeti ve Dünya Bankası’ndan aldığı yetkiyle, Küresel İslami Finans Geliştirme Merkezi'ne düşüyor. Bu merkezde, Kuran’daki 6 ayet ve 100 civarındaki hadisin; net bir şekilde lanetlediği, faiz yiyen kimseyi annesi ile zina etmiş gibi kabul ettiği bir “haramı”, helal kılma çalışması yapılıyor.

AKP İslamcılığının en tipik özelliği işte burada beliriyor. AKP’yi “Ilımlı İslam” olarak tanımlamanın yanlışlığı da bu noktada düğümleniyor. Eğer AKP İslamcılığına bir ad verilecekse bunun adı “Uyumlu(Kapitalizmle) İslam” olmalıdır. Bu aynı zaman da AKP İslamcılığında “ılım” aramanın da yanlış olduğunun ifadesidir.  Bu İslamcılığın sınırını “ılım” belirlemiyor. Uyum belirliyor. Kapitalizmle uyumlu olduğu sürece sonuna kadar gitmekte bir beis görmeyen bir İslamcılık bu... Örneğin, okullar da başörtüsünün serbest bırakılmasının hemen ertesinde Abdullah Gül’ün “başörtüsünün serbest bırakılmasını provoke etme amaçlı çarşafla gelenler olacaktır” söylemindeki “turbana evet çarşafa hayır” mealinin nedeni ‘ılım’dan dolayı değildir. Turbanın kapitalizmle ‘uyumlu”, çarşafınsa uyumsuz olmasındandır. Çünkü tesettür modası üzerinden yürütülen ticaretin piyasa değerinden kimsenin vazgeçmeye, hepsinin üzerine çarşaf çekmeye kimsenin niyeti yoktur.

AKP’nin özgürlükler ve yaşam tarzı, demokrasi, kız erkek ilişkileri, işçi hakları, yoksulluk, inanç ritüelleri, muhafazakarlık vs. ile olan ilişkilerini de aynı temelde değerlendirmek lazım. Tüm bu konularda AKP’nin izlediği yolun zikzaklar ve gelgitlerle dolu olması da Kapitalizmin zikzak ve gelgitlerine endeksli olmasındandır. Son günlerde giderek daha fazla İslamcı argümanlar üzerinden kendini tanımlamasının nedeni, Kapitalizmin Küresel sıkıntılarının Türkiye yansımasındandır. AKP Kapitalizmin çıkar ve gereksinimleri doğrultusunda abdest bozdukça, daha fazla ve daha yüksek sesle besmele çekiyor.
Ortada İslamcı bir kalkışma yok demiştim. Doğru… Ama bu; İslamcı bir formatlama, Küresel Sermayenin istekleri doğrultusunda Osmanlıcılık, Halifelik İstemleri, İslami yaşam tarzı, kızlı, erkekli evler hassasiyeti gibi kavramlar üzerinden İslamcı bir kışkırtma olmadığı anlamına gelmiyor.

Küresel Sermayenin; içine düştüğü, bunca zamandır sadece öteleyebildiği krizi, yine en azından öteleyebilmesi yolunda ki güdüsel, ama bir o kadar da sofistike tekniklerle bezenmiş davranışları bir bütünlük oluşturuyor.
Biraz önce sözünü ettiğim Dünya Bankası Küresel İslami Finans Geliştirme Merkezinin Türkiye’de kurulması,
GATS’ın devamı niteliğinde TISA anlaşmaları,
Arap Baharına fiil müdahale, Suriye ve İran üzerindeki hesaplar,
Çözüm süreci ile birlikte dillendirilen “gerçek Misakı Milli”, Demokratik Federalizm ve -İslamcı bir argüman olarak görülse de aslında küresel Sermaye geçişkenliğinin alt yapısı anlamında pişirilen- Osmanlıcılık, Halifelik gibi kavramların hepsi arasında bir senkronizasyon var.
Bu senkronizasyon belki kendiliğinden oluşuyor belki de bir merkezden oluşturuluyor. Ama var…
Tüm bu uyumluluğun odak noktasında da AKP iktidarı var.
Önümüzdeki günlerde AKP ye karşı yapılacak muhalefetin nasıl olacağı, önümüzdeki günleri nasıl yaşayacağımızı belirleyecek.
Açıkçası tahmin edebilmek zor…

Nadi Öztüfekçi
6 Kasım 2013

(*) Yazının yazıldığı tarih kast ediliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.