İnternet ve sosyal medya ilk bakışta sonsuz bir özgürlük
alanı olarak düşünülse bile aslında her türlü argümanlarımızı karşı tarafa
emanet ettiğimiz bir algı arenasıdır. Çok uzaklara sesimizi duyurabiliyoruz ama
o kadar da sonsuz ve sınırsız bir hareket alanımız yok. Daha çok bu alanda
bizim için açılan koridorlarda hareket edebiliyoruz.
Örneğin; hemen her konuda yazabildiğimiz facebook'taki
kişisel sayfalarımızı düşünelim. Bu sayfa da olağanüstü çeşitlilikte
paylaşımlar yapabiliyor olsak da sayfanın formatı bizim dışımızda saptanıyor.
Yani bu olanağı bize sağlayanların formatını kabul etmek durumundayız. Sağ
tarafta sponsorlu reklamlar ya da haberler belki de sayfada yaptığınız
paylaşımlara tümüyle ters mesajları vermeye devam ediyor.
Diyelim ki anti-kapitalist mesajlar dolu bir yazı ya da bir
görsel paylaştınız ve ilgi de gördü. Beğen ve yorum trafiğinde yarattığımız
yoğunluk paylaşımlarınızın yanında yanıp sönen reklam spotlarının işlevselliğini
de arttırıyor. İster istemez kapitalizmin gelişimine yardım etmiş oluyorsunuz.
Hemen, yanlış anlaşılmadan açıklayım. Sosyal medyanın hiç
bir şekilde kullanılmamasını savunmuyorum. Hele hele internetin kullanılmasına
karşı olduğum anlamı çıkmasın bu söylediklerimden. İşaret etmeye çalıştığım
ironi göz ardı edemeyeceğimiz bir olgu...
Mesele sadece bununla bitmiyor.
Her birimizin karşı karşıya kaldığı algı saldırısını bir düşünelim. Titizlikle ve ustaca hazırlanmış, satır aralarına gizlenmiş ya da açıkça verdiği mesajları sistematik ve sürekli tekrarlayan yapıtların(!) kendi kişisel algılarımızda yaptığı rötuşları nesnel bir şekilde irdeledik mi? Bence irdelemeliyiz. Eğer bu konudaki bilimsel çalışmaların da yardımıyla kendi kişisel algılarımızı nesnel bir şekilde irdelersek, kafamızda kesinlik düzeyinde kabul ettiğimiz birçok düşüncenin, aslında vicdani ve mantık süzgecimizden fazla geçirmeden, sırf etkili ve yeterli sürede tekrarlandığından dolayı oluştuğunu görürüz. Ben kendi deneyimlerimden biliyorum. Üstelik ileri düzeyde “algı operasyonlarına takmış biri olarak” zaman zaman görüyorum ki bu tür operasyonların etkisinde defalarca kalmışım. Kendimce bu operasyonun bir parçası olmamak için aldığım tedbirse; kafamda oluşan düşünceyi bu sayfalarda paylaşmadan önce defalarca test etmek, karşıt yönleriyle araştırmak şeklinde oluyor. Elbette bu tedbir, benim bir parça güncelin gerisinde kalmamı getiriyor. Ama yanlışın yürümesine payanda olmaktansa biraz gerisinde de olsa doğrunun peşine takılmak bana daha etik geliyor.
Her birimizin karşı karşıya kaldığı algı saldırısını bir düşünelim. Titizlikle ve ustaca hazırlanmış, satır aralarına gizlenmiş ya da açıkça verdiği mesajları sistematik ve sürekli tekrarlayan yapıtların(!) kendi kişisel algılarımızda yaptığı rötuşları nesnel bir şekilde irdeledik mi? Bence irdelemeliyiz. Eğer bu konudaki bilimsel çalışmaların da yardımıyla kendi kişisel algılarımızı nesnel bir şekilde irdelersek, kafamızda kesinlik düzeyinde kabul ettiğimiz birçok düşüncenin, aslında vicdani ve mantık süzgecimizden fazla geçirmeden, sırf etkili ve yeterli sürede tekrarlandığından dolayı oluştuğunu görürüz. Ben kendi deneyimlerimden biliyorum. Üstelik ileri düzeyde “algı operasyonlarına takmış biri olarak” zaman zaman görüyorum ki bu tür operasyonların etkisinde defalarca kalmışım. Kendimce bu operasyonun bir parçası olmamak için aldığım tedbirse; kafamda oluşan düşünceyi bu sayfalarda paylaşmadan önce defalarca test etmek, karşıt yönleriyle araştırmak şeklinde oluyor. Elbette bu tedbir, benim bir parça güncelin gerisinde kalmamı getiriyor. Ama yanlışın yürümesine payanda olmaktansa biraz gerisinde de olsa doğrunun peşine takılmak bana daha etik geliyor.
Bu tür düşünsel gelgitleri birçok arkadaşımın da yaşadığını
düşünüyorum. Açıkçası bir gereklilik olarak da düşünüyorum. Bu olağanüstü
karmaşık ve girift günceli o kadar saf ve katıksız ve sıfır hata ile
algılayabildiğini düşünmek bana safdillik gibi geliyor.
Şimdi işimizin ne kadar zor olduğu da açığa çıkmış oluyor.
Yaratılan simülasyon ortamını yırtıp önce kendi algılarımızı kurtardıktan sonra
gerçek algıların oluşması için çaba sarf etmek zorundayız. Bunu yeteri kadar
başarabilir miyiz bilemiyorum. Ama gerçeğe karşı bir sorumluluğumuz gereği bu çabayı sürekli kılmamız gerekiyor.
Haksızlık ve sömürüye karşı, özellikle insan hayatına Dünya
ve doğaya yapılan saldırılara karşı eylemlilik içerisinde olan arkadaşlarıma
saygı duyuyorum. Elimden geldiğince de bu eylemliliğe katılmaya çalışıyorum. Sınıf kavgasının yılların sınanmışlığı ile yanında olduğum
tarafı seçerken çok da fazla “bir daha düşünmek lazım” noktasında değilim. Kendimce
yeteri kadar kafa yorduğum kanısında olduğum birçok konu var. Yani ülkenin özellikle
emekçiler açısından sürüklendiği uçurumları görüp de bir şeyler yapmak için “dur
bakalım” üstenciliğine ve ekabirliğine düşmeye hiç niyetim yok.
Ama bir sorumluluğumuzun da gerçeğin ortaya çıkması ve bunun
için de aranması noktasında olduğunu unutmayalım. Sosyal medya ve internet
ortamında paylaşımlarımızın etkisini de hiç küçümsemeyelim. Alacağımız beğeni
ve göreceği ilgiden daha çok “gerçeğe” yaptığımız olumlu ya da olumsuz katkının önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum. Yapılan bilimsel ve haber amaçlı
araştırmalar özellikle twitter’ın, RT ve
Tag savaşlarının gerek ticari gerekse siyasi manipülasyonlarda nasıl etkin
kullanıldığını bize gösterdi. Dolayısıyla “RT” ve “Beğen” reytinglerinin
cazibesine fazla takılmadan, “Beğen beni beğeneyim seni” hesaplarından uzak kalarak
tutarlı ve nesnel bir işlevsellikte olmak gerekir. Yoksa kendimizin de pek
istemeyeceği iğrenç algısal operasyonların bir aktörü olabiliriz.
Algılarımızı bağımsız kılabilmek, her türlü veri ve bilgiyi kendi
vicdanımızın, mantığımızın süzgecinden geçirerek yorumlayıp trendlerin, güdümlemelerin
etkisinden uzak kalmaktan geçiyor. Elbette saf katıksız bir “toplumsal sağduyu”
oluşturmak imkansızdır. Ancak yine de gerçeği ortaya çıkarmak yolunda bir
toplumsal sinerji oluşturmaya katkıda bulunabiliriz. Bu da ancak algılarımızı
güdümlemelerin etkisinden uzak tutabilmemizle mümkün olur.
Nadi Öztüfekçi
23 Ocak 2014
23 Ocak 2014