11 Ekim 2017 Çarşamba

BİR HAPİSHANE MEKTUBU ve DAHA FAZLASI...

Dün ağabeyimle birlikte annemin evini boşalttık.
Ölüm telaşıyla pek incelemeye fırsat bulamadığımız çantaları valizleri karıştırdık.
Anacım meğer neler saklamış.
Mesela 9 Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesinin bana gönderdiği “İlişiğiniz kesildi” yazısı… 
Sonradan inada bindirip Üniversite sınavına girmiş, İstanbul Hukuk fakültesini kazanmıştım. İlkinde kaydolamamış, ertesi sene yine girip aynı yeri bir defa daha kazanmış, kaydımı da yaptırmıştım.
Ama bu defa da –mahkemem sonuçlandığı için- bir gün bile devam edemeden kaçak duruma düşmüştüm.
İşte o kayıt olma hikayesinin bir anısı olarak İstanbul Hukuk Fakültesi öğrenci karnesi…
Annem o valizde benim ilk okul karnelerimi, benim de dahil olduğum TKP operasyonları haberlerinin yer aldığı gazete kupürlerini ve benim ona ceza evinden gönderdiğim mektupları da saklamış.
Dün o mektupları okurken çok duygulandım.
O mektupların birinde selam gönderip sözünü ettiklerimden beş kişi bugün hayatta değil.
Anneannem, Yengem, Dayım, İhsan Bey Amca ve o mektubu yazdığım annem de…
Hayatta olanlarsa, Eşim Hülya, Ablam ve Ağabeyim…
Ve her biri, benim aracılığımla ülkemizin yaşamak zorunda olduğu bir dönemle, 12 Eylül Faşist darbesi ile yüzleşmek zorunda kaldı.
Tıpkı o dönemin diğer 12 Eylül Mağdurları Yakınları -daha doğrusu mağdurları- gibi…

İlişikte söz konusu mektubun görselleri var.
Gerek fotoğraf kalitesi, gerekse benim olağanüstü kötü el yazım nedeniyle okunamaz kaygısıyla aşağıya mektubun metin halini de aldım.
Birkaç yazım hatasını düzeltmenin dışında görsellerini gördüğünüz orijinal metnini değiştirmedim.
Elbette parantez içine aldığım numaralar orijinal metinde yok.
O parantez içinde numaralar aşağıya aldığım yazının başlığında sözünü ettiğim "daha fazlasının"  açıklamalarına ait.

İşte mektup:

Sevgili Anneciğim,
Ne zamandan beri sana mektup yazmak istediğim halde bir türlü oturup yazamadım. Aslında yazmam gerektiği halde bir türlü yazamadığım bir sürü insan var.
Bu gece herkese yazmaya karar verdim. Önce senden başlıyorum.

Anneciğim sağlığın nasıl? Dilerim iyisindir. Kendine iyi bak ve benim için de fazla üzülme.
Bu zamana kadar sana yeterince dert oldum. Bundan sonra benim için üzülmeni hele hele hastalanmanı hiç istemem.

Benim durumum pek o kadar fena değil. Eninde sonunda burası bir hapishane yani güllük gülistanlık bir yer değil. Ama bir cehennem de sayılmaz.
Bu zamana kadar başıma gelen bunca dert, bunca sorunu hesaba katarsak burası onların yanında o kadar kötü gelmiyor insana.

Bu yüzden anneciğim kendini benim için üzmene gerek yok. Aslında hiçbir derdi kafana takmana gerek yok. Birçok sorun bizim dışımızda, kafamıza taksak da takmasak da var olmakta devam ediyor. Ve çoğu dert ne kadar üzülürsek üzülelim çözümlenemiyor. Önemli olan bu tür dertlerden en az zararla kurtulmayı bilmek.

İstersen sana buradaki yaşantımı biraz aktarayım. Sabahlarda erken saatlerde sayım oluyor. Herkes elbiselerini giyip yemekhanede toplanıyor. Sayımdan sonra kahvaltı oluyor. Genellikle çorba getiriyorlar. Kahvaltıdan sonra havalandırmaya çıkıyoruz.
Temiz havada biraz volta attıktan sonra herkes işinin başına oturuyor. Hapishane insana dışarıda yapmayacağı bir sürü şey yaptırtıyor. Koca koca adamlar oyuncak gemi yapıyorlar ya da ufak sazlar yapıyorlar.
Ben şimdilik el işi yapmıyorum. Şu sıralar yoğun bir şekilde İngilizce çalışıyorum. Bayağı ilerlettim sayılır. Yakında şakır şakır konuşamazsam da derdimi anlatabilecek düzeye gelirim. Burada ayrıca yaptıklarıma gelince;
Öğle yemeğinden önce salata yapıyoruz. 4-5 arkadaş birlikte yediğimizden ortak hazırlıyoruz. Salata hazırlamak benim hoşuma gidiyor. Bugün sabahtan çamaşır yıkadım. Pek o kadar iyi olmasa da yavaş yavaş öğreniyorum.

Anneciğim gördüğün gibi buradaki günler geçip gidiyor. Sağlığım da iyi. Arada bir spor yapıp iyi de besleniyorum. (1)
Kısacası en önemli sorunum sevdiklerime olan özlemim.

Bu ziyarette Hülya geldi. Buraya geldiğimden beri 3. Gelişi. Genelde pek şanslı sayılmazsam da bu konuda oldukça şanslıyım. Kızcağız benim için elinden geleni ardına koymuyor. Burada bir çok mahkum, yakınları tarafından terk edilmiş ya da pek ilgi görmüyor. (2)
Benim hiç olmazsa bu konuda pek sıkıntım yok. İnsanın sevdiği ve sevildiği yakınları olması büyük bir destek… İleride benim için yapılan tüm fedakarlıklara karşılık elimden geldiğince bir şeyler yapmak isterdim. Gerek sen gerek ablam benim için bir çok fedakarlıkta bulundunuz. Bunları ödemek imkansız biliyorum. Ve ben bu zamana kadar sizin için pek bir şey yapamadım. Zaman zaman bunları düşünüp üzülüyorum.
Örneğin ağbimin düğününde bile bulunamadım. Üstelik düğünün hemen ertesinde benim için koşturup durdu, üzüldü.(3) Bütün bunlar aklıma geldikçe üzülüyorum. Ama sen de bilirsin ki başınıza açtığım bunca derde rağmen bencil ve vurdumduymaz bir insan değilimdir.
Yaşamım boyunca dürüst olmaya çalıştım. Ne yaptımsa doğru olduğuna inandığım için yaptım. Kimseye zarar vermek istediğimden değil. Elbette bir takım hatalarım olmuştur. Ama iyi niyetimi hiçbir zaman bırakmadım. Neyse bütün bunlardan söz edip seni daha fazla üzmeyeyim.

Anneciğim Anneannem, Dayım ve Yengem nasıl iyiler mi? Onlara selam ve sevgilerimi iletiver.
Anneanneme söyle hastalanıp ölmesin. Çıkınca ona türkü söyleyeceğim. (4)
Yengemin sağlığı nasıl iyi mi? Ona da epeyi yük oldum. Ve bana oldukça anlayışlı davrandı. (5)

Anne, önümüzde günlerdeki bir görüşe geldiğinde getirmeni istediğim bazı şeyler var. Biliyorsun burada bir kez içeriye bir şeyler alıyorlar. O yüzden kışlık ve yazlıkları birlikte almak zorundayım.
Şu sıralar ihtiyacım olan şeyleri yazayım istersen. Bir eşofman, bir spor şortu, 2-3 tane yazlık gömlek, tişört ve kışlık giyecekler. Pek acelesi yok ama yakın zamanda getirebilirsen sevinirim.

Anneciğim mektubumu burada kesiyorum. Dilerim yazımı okuyabilmişsindir. Beni soran herkese selamlarımı ilet. Birçoğuna ben yazacağım zaten. Sen komşulardan soran olursa selamımı söylersin.
Hayriye Hanım teyze ve İhsan Bey amcaya (6) da selamlarımı ilet.

Şimdilik hoşça kal. Sevgi ve özlemle öperim.
Nadi


İşte daha fazlası;

(1)    Gerçekte iyi beslenemiyorduk. Burada annemin fazla üzülmesini istemediğim için yalan söylüyordum.
Aslında eşimin ve ailemin bana gönderdikleri parayla gayet iyi beslenme imkanım vardı.
Ama ben o parayı görmüyordum bile. Bir dilekçeyle komün saymanının bana gönderilen parayı çekmesini sağlamıştım.
O para komünde kullanılıyordu. Hiç parası gelmeyen ya da çok az gelen arkadaşlarımız vardı. Ben de komünden payıma düşenlerle beslenmek zorundaydım.
Elbette bu benim tercihimdi, kimse beni buna zorlamıyordu ve bugün de aynı şeyi yapardım. 
Ama ne yazık ki ceza evi komünleri bir dayanışma aracı olarak bir gereklilik olsa da suistimal edilmeye de çok açıktı. Bu suistimali komün yöneticileri ya da komün saymanları değil, sıradan komün üyeleri yapıyordu. Ailelerin gönderdikleri paranın bir kısmını başka arkadaşlarının üzerinden geçirip komüne çok azını veriyorlardı. Kimileri de ailelerine, “bana göndereceğiniz parayı hesabıma yatırın, çıkınca iş kurarım” diye mektuplar yazmış ve tespit edilmişlerdi. Sonuçta iş inada biniyor komün birkaç dürüst insanın parasıyla idare etmek zorunda kalıyor, doğru dürüst beslenemiyorduk. Ben dışarı çıktığımda karaciğerim büyümüş olarak çıkmıştım.
(2)    Eşim Hülya, bu süreç içerisinde bana fazlasıyla sahip çıkmıştı. Görüşe gelebilmesi için ceza evinde nikah kıymıştık. Bkz. : Bir Nikah Öyküsü
Yalova’da zorunlu hizmetini yaparken, hemen her görüş günü (açık görüşlerin hepsinde) ziyaretime gelirdi.
O ziyarete gelebilmek için gece acil nöbeti üstlenir, 24 saat uykusuzluktan sonra, nöbet izninde hiç uyumadan Çanakkale'ye gelirdi. Ziyaretten sonra tekrar Yalova’ya döner dinlenemeden göreve başlardı.
Sevgili eşim yaşantım boyunca bana destek oldu.
Ve bütün bunlar bir yazı altı notuna sığmayacak kadar fazla...
(3)    Ağabeyimin düğünü normal düğünler gibi olmamıştı. Benim mahkemem sonuçlanmıştı ve aranıyordum. Geceye benim aranıyor olmam damga vurmuştu. Elbette çoğu sıkıntılı, ama kısmen de gülünç durumlar yaşanmıştı.
Ben doğal olarak katılamadım. En az 10-15 polis düğüne davetsiz olarak katılmışlardı.
Sonradan anlattıklarına göre düğünün sonunda olan tebrik kuyruğuna bazı polisler de katılmıştı.
Ama hiçbiri takı takmamış.

Aramalar o kadar yoğunlaşmıştı ki ağabeyim ve eşi düğün gecesi bizim evde kalmışlardı. O ev benden dolayı gözetim altındaydı. Aslında iki yıl süren kaçaklığım süresince bütün yakınlarımızın evi açığa çıkmıştı. Başımı sokacak yer kalmamıştı.
O geceyi de ağabeyimin kayın pederinin evinde geçirmiştim. Ev karakolun bulunduğu caddeye paralel olan ana caddedeydi.
Sabah o evin de aranmak üzere olduğu bilgisi geldi.
Sıkıntı vermek istemedim, evden çıktım umutsuz ve plansız bir şekilde yürümeye başladım.
Bir iki dakika sonra yanımda bittiler.
Ağabeyime haber vermişler, düğün gecesinin ertesinde karakola gelmek zorunda kaldı. Polisler benim taksiyle gitmeme izin verdiler. Tanıdık bir taksici bizi, arkada iki polisin ortasında ben, ağabeyim de önde olmak üzere Buca ceza evine götürdü.
Ağabeyim izin verdikleri yere kadar bana eşlik etti.
Ben yakınlarıma verdiğim sıkıntının bitmiş olmasından dolayı biraz rahatlamış ama yepyeni bir maceraya atılmanın heyecanıyla, iki yıllık cezamın iki ayını geçirdiğim Buca ceza evinin kapı altından içeri girdim.
(4)    Bildiğim en kötü ses ve en kötü şarkı, türkü söyleyen kişi benim.
Ne var ki anneannemin kulakları ileri derecede sağırdı. Benim Türküleri yüksek perdeden ve adeta anons eder gibi söylememden hiç rahatsız olmazdı.
Aksine sözlerini de anlayabildiği için hoşuna bile giderdi. Ben de türkü söylerken yanımdan kaçmayan tek kişi olan anneanneme bol bol türkü söylerdim.
Anneannem, ben içeriden çıkıncaya kadar yaşamıştı.
Çanakkale'den kalabalık bir grupla Menemen'e geldiğimizde Anneannem ilk görüşmemizde mektupta onun için yazdıklarımı hatırlattı bana, "Ölmesin demişsin, bak ölmedim" dedi.
Gerçi ben çıkar çıkmaz, eşimin zorunlu hizmetini yaptığı yere, Yalova’ya gitmiştim.
Ama sık sık İzmir'e geliyorduk ve her geldiğimde, onun çok hoşuna giden bet sesimle bol bol türkü söyledim.
Ne yazık ki çıktıktan 7 ay sonra –tam da askere giderken- öldü.
O günden sonra kimse benden türkü dinlemedi.
(5)    Sevgili Yengem… Kaçaklığım boyunca olabilecek her türlü desteği vermişti. Evsiz kaldığımda birçok defa geç saatlerde giderdim.
O saatlerde uyumaz benim saniyelik zil sesimi duyar kapı otomatına basardı.
Bir gece yine dayımlara gidiyordum. Karşıdan gelen iki adamın konuştuklarına tesadüfen kulak kabarttım. Biri diğerine, “Birkaç günden beri o apartmanı gözlüyorlar, galiba birilerini yakalayacaklar” gibi bir şeyler söyledi.
Birden irkildim. Bu defa sokağın öbür başından yaklaşıp uzaktan dayımların apartmanına baktım.
Ya bana öyle gelmişti ya da tahminim doğruydu. Birkaç kişi apartmanı uzaktan gözlüyordu.
Riske girmek istemedim. Özellikle yakınlarımı zor durumda bırakamazdım.
Geri döndüm. O geceyi parkta geçirdim.
O günden bu yana kimseye bir şey söylemedim.
Yıllar sonra bir sohbet sırasında yengeme hem teşekkür edip bu olayı anlatmak istedim. Yengem lafı değiştirdi fırsat vermedi. Ne yazık ki Yengem de dayım da öldü.
Keşke bu yazımı okuyabilseydiler. Ama o zamanlar ben yazı yazmıyordum ki…

(6)    İhsan Bey Amca diye hitap ettiğim ağabeyimin kayın pederi…
Kızının düğün gecesinde evinde bir kaçak barındırmıştı. Damadının kaçak kardeşini…
Üstelik evi karakolunun çok yakınındaydı.
Az kaldı onun evinde yakalanacaktım.
12 Eylül Faşist Darbesi kimisini ateşiyle yaktı.
Kimisini de rüzgarıyla ürpertti...


Nadi Öztüfekçi
11 Ekim 2017







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.