ISO etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ISO etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Mayıs 2013 Cuma

KÜRESEL SERMAYE NEDİR? (2)

Aşağıda ki alıntı, uluslararası bir “Belgelendirme ve Denetim” şirketinin sunduğu hizmeti anlatırken yaptığı bir “Dünya ticaretinin küreselleşmesi “ tahlilinden…

“Günümüz koşullarında bilgi, teknoloji ve iletişim alanında yaşanan büyük gelişmeler toplumları kıyasıya bir rekabete ve her geçen gün yeni gelişmelerin yaşandığı ekonomik bir yarış içerisine sürüklemektedir. Dünya ticaretinin küreselleşmesi, rekabetin kapsam ve sınırlarını genişletmiş, yarışa katılanların sayısı giderek artmıştır. Üstelik bu yarışa katılanlar her geçen gün daha üstün nitelikli olmaktadır. Müşteriler artık daha bilinçli, daha bilgili hale gelmiş ve müşteri beklentileri en üst seviyeye ulaşmıştır. Artık müşteri beklentilerini karşılamak yeterli olmamakta müşteri beklentilerinin de ötesine geçmek gerekmektedir. Değişim hızı artmış, özellikle teknoloji alanında yaşanan gelişmeler önceden hayal bile edilemeyen uygulamaları mümkün kılmıştır. Artık değişime ve değişim hızına ayak uyduramayan kuruluşların ayakta kalabilmesi çok zordur. İşletmelerin ayakta kalabilmeleri ancak tüm sektörlerde müşteri ihtiyaç ve beklentilerine uygun mal üretiminin veya hizmetin sağlanmasıyla gerçekleşebilecektir.”

Bu yazıda sözü edilen “müşteri” sıradan bir son tüketici değil. Burada sizin ürününüzü, kendi ürününde bir yarı mamul olarak kullanması muhtemel, dünyanın herhangi bir yerindeki, belki de bir tanınmış markadan söz ediliyor. Yani “ticaretin küreselleşmesini dikkate alırsanız önünüz açık” deniliyor. Ama asıl yaptığı da aba altındaki sopa göstermek; “Eğer dikkate almazsanız da işiniz zor” diyor.
Ola ki benim sözümü dinlerseniz ve orta ölçekli bir işletme iseniz, bırakın ortayı, büyüğü sıradan bir işletme iseniz; “bu söylenenleri dikkate alın” derim.
Hemen belirteyim ki herhangi ölçekteki bir sermaye kuruluşu, bu söylenenleri ayakta kalma, kar etme ve büyüme güdülerinin onlara kazandırdığı en doğal algılarla, benim önerime gerek kalmadan zaten dikkate alır.
Devam edelim;
“Bu sebeple, kuruluşlarda, tasarım aşamasından başlayarak üretim, pazarlama ve satış sonrası hizmetlere kadar tüm aşamaları kapsayan ve sürekli iyileşmeyi hedefleyen Kalite Yönetim Sistemi'nin uygulanması olmazsa olmaz bir şart olmuştur. ISO 9000 Kalite Sistem Standartları, yayımlandığı tarihten (1987) itibaren en fazla ilgi gören ve uygulama alanı bulan milletlerarası standartlar haline gelmiştir. ISO 9000 Kalite Yönetim Sistemi Standartları Serisi, etkili bir yönetim sisteminin nasıl kurulabileceğini, dokümante edilebileceğini ve sürdürebileceğini göz önüne sermektedir.”

Aynı ile katılıyorum. Sermayedar iseniz ve ISO 9000 serisine yabancıysanız bir süre sonra artık sermayedar olmayabilirsiniz demektir.
Hemen ISO’nun ne olduğunu açıklayalım; ISO (International Organization for Standardization), yani Uluslararası Standartlar Organizasyonu… Şimdi, yukarıda belirtilen ISO 9000 serisi sıradan bir ürün kalitesi standartı değil. Şu cümleyi bir daha okuyalım “…ISO 9000 Kalite Yönetim Sistemi Standartları Serisi, etkili bir yönetim sisteminin nasıl kurulabileceğini, dokümante edilebileceğini ve sürdürebileceğini göz önüne sermektedir.” Yani ISO 9000 serisinden işkolunuza ve konumunuza uygun bir sertifika almanız, sizin ürettiğiniz ürününüzün kalitesini değil, işletim sisteminizin nasıl olduğu, ötesi nasıl olması gerektiğini standardize ediyor. Bunu dokümante etmenizi, yani belgelendirmenizi açıkçası üretim zincirinizin her aşamasının, ayrıntı ve belgesini istiyor. Müşteriniz olmasını umduğunuz, tanınmış markanın üreticisi eğer sizin mamullerinizi kendi ürünlerinde yarı mamul olarak kullanacaksa sizden aradığı; kendi üretim zincirini aksatmadan, onun “istediği kalitede”, (tırnak içerisine almamın nedenini ileride açıklayacağım) istediği zamanda, istediği miktarda tedarik edebileceğinizden emin olmak istiyor.

İş bununla kalmıyor. Biliyoruz ki teknoloji geliştikçe uzmanlık alanı daralıyor. Yani ürettiğiniz ürünün içerisinde kullandığınız birçok yarı mamul var ki başkaları bunu sizin maliyetinizden daha ucuza yapabilir. Yani “tedarikçiler” den söz ediyorum. Ham maddeye kadar uzanan tedarik zinciri… Alacağınız bir ISO 9000 serisi sertifikası sizin tedarikçi zincirinizi de sorguluyor. Daha doğru bir deyişle sizin sorgulamanızı istiyor. Nasıl sorgulamanız gerektiğini saptadıktan sonra da bunu yaptığınızı belgelemenizi istiyor. Yani kanıtlamanızı… Zira ISO standartlarına uymuyorsa sizin oradan tedarik edeceğiniz yarı mamullerle üreteceğiniz ürünler de ISO standardına uymayacaktır. Bir anda o zincirin bir halkası oluyorsunuz, ISO’nun adeta bir “misyoneri” oluyorsunuz. Sonuçları itibarı ile bakılırsa küreselleşmenin misyoneri, giderek de “mücahidi”…

Bütün bunları okurken ISO’nun uluslararası (küresel) bir organizasyon olduğunu sürekli hatırladığınızı umarım. Eğer unuttuysanız bence bir daha okuyun. Dolayısı ile Küresel Sermaye denilen şeyin yalnızca enternasyonal düzeyde sermaye alışverişinden ibaret olmadığını gözden kaçırmamış oluruz. Küresel Sermaye bir anlamda dünya çapında homojenize olma, aynılaşma sürecidir. Üstelik bunu yaparken “zor” unsurunu “çıkar” unsurunun arkasına o kadar ustaca gizler ki, sonuçta herhangi bir boyuttaki sermaye gurubu, bu sürece ikna olarak büyük bir şevkle katılır. Yazının ilerisinde Küresel Sermayenin bu niteliğinin-becerisinin- altını daha kalın çizgilerle çizmek istiyorum. Ama şu anda ISO 9000 serisinin ne mene bir şey olduğunu biraz daha irdeleyelim.

Bir kere, “ISO 9000 Kalite Yönetim Sistemi Standartları Serisi” tüketici odaklı bir kalite sistemi değildir. Yani son kullanıcıya çok fazla hitap etmez. Asıl amacı Dünya ticaretinin, üretimin aksamadan yürümesini sağlamaktır. Tedarikin “istenilen kalite” ve zamanda, istenilen miktarda alıcıya ulaşmasıdır. İşte “istenilen kalite” söylemindeki tırnak işaretlerinin açıklaması da burada yatıyor. Yani bir mamulün gerek insan sağlığı, gerek can güvenilirliği açısından gerekli kaliteyi taşıyıp taşımadığını sorgulamıyor. Müşterinin senden istediğini tam olarak tedarik edebilmeni sorguluyor. Eğer böyle bir belgen varsa, müşterinin senden istediklerini verip veremeyeceğini denetlemesi için uygun kalite yönetim sistemin ve dokümantasyonun da vardır. Yani belki de bir zamanlar kendi ürettiği bir yarı mamulü senin vasıtanla tedarik edebilmenin alt yapısını hazırlıyor. (Buraya tekrar dönülecek)

Burada gelişen teknolojiyi de devreye sokalım. Örneğin şu sıralar bol bol reklamı yapılan Turkcell “Akıllı bulut”, Vodafone M2M yani “makinalar arası iletişim” teknolojilerinin ne anlama geldiğini sorgulayalım. ISO 9000 serisi kalite standartlarının (Bundan sonra kısaca ISO 9000 diyelim) en önemli unsuru dokümantasyon, yani belgelemedir. Bu, denetim için birincil önem arz eder. İşte bu teknoloji (henüz başlangıcında olduğunu da düşünürsek) standardizasyonun uzaktan denetiminin (Remote Control) devrim niteliğindeki bir aşamasıdır. Buradaki “devrim niteliği” ile kast edilen; yaygınlaşması, daha erişilebilir olması, daha küçük sermaye gruplarının da giderek sisteme entegre olması, özdeşleşmesidir. Dağdaki çobanın elinde son teknoloji cep telefonu olmasında ki ironi, küçük sermaye birimlerinin son model “Remote Control” teknolojisi kullanabilmesindeki ironiyle aynıdır.

ISO 9000 Kalite Sistem Standartları -bir önceki yazımda belirttiğim- 80’li yılların başlangıcında, “paracı”(monetarist) politikaların tercihi ile başlayıp, giderek vücut bulan küreselleşme sürecinin bir gereksinimi olarak 1987 yılında yayınlanmıştır. Bu sürecin motor dinamiklerindendir. Adeta Küresel Sermayenin (kapitalizmin) kutsal kitabıdır.

Şimdi bu sürecin yani Sermayenin Küreselleşmesi ve ISO 9000 dinamiğinin işçi sınıfının mücadelesi açısından pratik sonuçlarının ne olduğu üzerine akıl yürütelim. Aynı zamanda yukarıda kullandığımız “…belki de bir zamanlar kendi ürettiği bir yarı mamulü senin vasıtanla tedarik edebilmenin alt yapısını hazırlıyor” cümlesinin açılımına da tekrar dönmüş olalım;

Gelişmeler göstermiştir ki teknolojinin, özellikle robot teknolojisinin gelişmesi, ‘bilim kurgu devrimcilerinin” umduklarının aksine emeğin işlevselliğini yok edememiştir. Bu o kadar kolay bir süreç de değildir. Küresel Sermaye elbette bunun çoktan farkına varmış, bu olguyu kabul ederek kendini konumlandırmaktadır. Bu olgunun kendisi için sorun olan kısmı, yıllardan beri değişmedi. İşçilerin sınıfsal dayanışması… Fabrikalarda aynı ortamda birbirleriyle kader ortaklığı yapan işçilerin en doğal refleksi olarak birlikte davranması, sermayenin de bu dayanışmayı kırma konusunda ki karşı reflekslerini geliştirmiştir. Kendisi açısından en mantıklı çözüm de işçi sınıfını atomize etme anlamına gelen “Taşeron Sistemi” dir. Aslında ISO 9000 serisinin en pratik işlevi de budur. Zira taşeron sistemindeki en önemli sorun, yukarıda da sözünü ettiğim gibi; tedarikin istenilen kalite ve zamanda, istenilen miktarda alıcıya ulaşmama riskidir. İşte ISO 9000 bu riski en aza indirebilme tekniğidir. Yukarıda kullandığımız “…belki de bir zamanlar kendi ürettiği bir yarı mamulü senin vasıtanla tedarik edebilmenin alt yapısını hazırlıyor” cümlesinin açılımı da budur.

Kapitalizmin “en fazla karı nasıl elde edebilirim?” ve “nasıl büyüyebilirim?” arayışları yalnızca teknolojinin gelişmesini değil, yeni tekniklerin de oluşmasını sağlar. ISO 9000 bu tekniklerden biridir. Bu yüzden bu süreç ve dinamiğin pratik sonuçlarından biri de sermaye aktarımıdır. Ucuz işgücünün yoğunlaştığı bölgelerde fabrika kurmak yerine ISO 9000 sayesinde istediği vasıfta yarı mamul elde edebilme olanağından yararlanmak birçok kez daha mantıklıdır. Bu da sermayenin yaygınlaşması anlamına gelir. Sermayenin tekelleşmesi, giderek daha az nüfusun daha fazla sermayeyi kontrolüne alması süreci ve sermayenin giderek yayılması, yeni yeni sermaye gruplarının Küresel Sermayeye katılması sürecinin aynı anda işlemesi, belki bizlerin tartışması gereken konular arasında olsa da, bu bir olgudur.

İdeolojik performans ve kapitalizme karşı mücadele azmini kapitalizmin yakında gireceği bunalımlar ve bunalımlardan doğacak “devrimci durum” inancıyla günümüzün olgularını nasıl irdeleyebiliriz? Ya da Kapitalizmin girdiği bunalımları gelişen teknoloji ve demokrasi kültürü sayesinde aşabileceği, ultra gelişmiş kapitalizmin sınıf çelişkisini ortadan kaldıracağını, kendiliğinden sınıfsız topluma ulaşılacağı gibi liberal ecstasy bağımlılığın dışında ve bugünün olgularının üzerinde yükselen gerçekçi bir bakışı nasıl yakalayabiliriz? Bütün bunlar tartışılması gereken konular…

Ama bu yazıda Küresel Sermaye konusundan uzaklaşmak istemiyorum. Yukarıda “Üstelik bunu yaparken “zor” unsurunu “çıkar” unsurunun arkasına o kadar ustaca gizler ki, sonuçta herhangi bir boyuttaki sermaye gurubu, bu sürece ikna olarak büyük bir şevkle katılır. Yazının ilerisinde Küresel Sermayenin bu niteliğinin-becerisinin- altını daha kalın çizgilerle çizmek istiyorum.” demiştim. Şimdi bu kalın çizgiyi çizelim. Bunu yaparken aynı zamanda Uluslararası Tekelci Sermayeden önemli bir farkını da vurgulayalım. Önceki yazımda UTS’ nin özelliklerinden söz ederken “Yönetim kurulları vardır. Tam denetimli yönelimleri ve yönlendirmeleri olur. Öncelikli olarak dar bir grubun (hissedarlarının) çıkarlarını, akabinde kapitalizmin genel çıkarları güderler.” şeklindeki tespitlerim, Küresel Sermaye için geçerli değildir.

Küresel Sermayenin bir yönetim kurulu yoktur. Öyle, Küresel Sermaye adına bir masanın etrafında “bugün Dünya’ya ne kötülük yapalım” diye toplantı yapan bir grup, bir kurul falan düşünmeyelim. Her türlü bilgi, deneyim, analiz, sentez ve gözlem gücü, yetenek, beceri ve imkanın, hiç bir, öfke, öç alma, korku duygusunun hiç bir ego ve kompleks etkisinde kalmadan, bir amaç için bir araya geldiği bir bilinçtir bu. Evet, “Dünya’ya ne kötülük yapalım” diye masanın etrafında toplananlar yoktur ama, bu bilinç; Küresel Sermaye’ nin gereksinmeleri doğrultusunda hiçbir kötülük yapmaktan da çekinmez. Çünkü Küresel Sermaye bilinci yukarıda sözünü ettiğimiz duyguların etkisinde kalmadığı gibi, merhamet, adalet, üzüntü, pişmanlık, endişe gibi duygulara da yabancıdır. Küresel Sermayenin ortak bilinci Uluslararası Tekellerin diğer sermaye gruplarının ortak uzlaşı alanıdır. Bu ortak iradeye -elbette kapitalizmin en genel çıkarları öncelliğinde - önderlik eder. Ama şu an için “kesin hakimiyetlerindedir” de diyemeyiz. . Küresel Sermaye, yani Dünya Kapitalizmi, yani Kapitalizm sermaye gruplarına isteklerini çoğu kez çelişerek değil, uzlaşarak yaptırır. Kar hırsı ve büyüme refleksinin oluşturduğu ortak bilinç, en şiddetli çelişkileri bile Kapitalizmin en genel çıkarlarında uzlaştırır.

Şu ana kadar tartıştığım ara başlıkların her biri başlı başına bir tartışma ve araştırma konusu… Öyle ki bu yazıyı yazarken her bir tartışma konusunun peşine takılıp yazının eksenini kaydırmaktan korktum.

Başarabildiğim ölçüde sırasıyla;

Küresel Sermayenin ortak bilincinin hemen hemen ilk ve en önemli yansıması olan ISO 9000 serisi standartlaştırma organizasyonunun nasıl bir uzun erimli formatlama operasyonu olduğunu anlatmaya çalıştım. Birkaç cümleyle geçiştirilemeyecek sınıfsal dayanışma ve sınıf mücadelesine karşı büyük bir çözeltme operasyonu olduğunu söyleyerek şimdilik bitirelim. Bu operasyonun ayrıntılarını ve bunu destekleyen Küresel Sermayenin ortak bilincinin ürünü diğer teknik ve organizasyonlarını başka yazılarda tartışabilmeyi umut ediyorum.

Yine devamında Küresel Sermayenin ortak iradesinin nasıl bir şey olduğu ve nasıl işlediğini tartışmaya çalıştım. Bu noktadan hareketle de Uluslararası Tekelci Sermayeden farkını bir yönüyle irdelemeye çalıştım. Elbette konunun hakkettiği derinliğe inemeden…

Bütün yazı boyunca da kendimce yaptığım tespitlerin aslında devam edegelen, etmekte olan bir sürecin unsurları olduğunu vurgulamaya çalıştım. Eğer yeteri kadar vurgulayamamışsam şimdi vurgulayayım. Evet, aslında Küresel Sermayenin kendisi, ne kadar süreceğini ve ne şekilde sonuçlanacağını ancak kestirebileceğimiz yani asla emin olamayacağımız süreçtir. Ama çok tartışmamız gereken belki de kendimizi birçok konuda yeniden konumlandırmamızı gerektiren bir süreç…

31 Mayıs 2013
Nadi Öztüfekçi

24 Mayıs 2013 Cuma

KÜRESEL SERMAYE NEDİR? (1)

Bir süre önce bir takım sorular sormuştum. Amacım belli konularda, kendimce ertelenen, göz ardı edilen meselelerde tartışma yaratmaktı. Çok samimi olarak, ama aynı zamanda bu ertelenmeyi de vurgulamak amacıyla “Bu soruların yanıtlarını bilmiyorum çünkü yeteri kadar tartışılmıyor. Konuşulmuyor bile... Bazen bulunduğum uzayı sorgulamak ihtiyacı duyuyorum.” şeklinde bir ifade kullandım.

Ne yazık ki samimiyet, birileri için eski hesapların güdülmesi adına koz olarak kullanılmaya çalışılabiliyor. Küçümseme, alay etme fırsatı olarak değerlendirilebiliyor. Bunda beis yok… Herkes hak ettiği cevabı alır. Aldı da zaten. Ama bu fesadı bir virüs gibi bulaştıranında kabul ettiği gibi bu güzel ve önemli sorular arada kaynadı. Bir tartışma momenti sönümlendirildi.

Aşağıdaki yazdıklarım, başına “Bence” yazılmış kocaman bir parantez içersine alınarak okunsun lütfen. Her türlü itiraza, tartışmaya hatta alaya, yaftalamaya açıktır. Kendimce göstermem gerektiğini düşündüğüm cesareti gösteriyorum. Çünkü “ne şeytanı gör ne salavat getir” zamanı değil. Kapitalizme olan kinimin maddeleşmiş halidir. Okunan her hangi bir kitaptan alıntı değildir. Copy-Paste değildir. Orijinal ve organiktir.

Bu bölümde “Küresel Sermaye nedir” i tartışmaya çalıştım. Sorunun ikinci bölümü “İyi midir, hoş mudur” cevabını şimdilik kısaca vereyim, Kötüdür. Şeytanın yeni yüzüdür. “Neden ve nasıl “ kısmını ise bir dahaki yazımda, fırsat bulursam tartışmaya açmayı düşünüyorum.



Küresel Sermaye yeni bir sermaye türü değildir. Dünyadaki mevcut tüm sermayenin birbiriyle giderek daha fazla iç içe girme sürecinin bugün vardığı noktadır. 80’li yılların başında monetarist politikaların giderek daha fazla rağbet görmesi, nihayetinde uluslararası bir tercih olmasının sonucunda sermayenin dünyadaki dolaşımının, mal değişiminin önündeki engellerin kaldırılması eğilimini de getirdi. Bu aynı zamanda krizin, beki de büyük bir çöküşün kıskacındaki kapitalizmin eğilimi olmaktan öte, ivedi bir gereksinimiydi de…

24 Ocak kararlarının, devamında 12 Eylül Darbesi’nin, o ünlü “bizim çocuklar başardı” söyleminin arkasındaki gerçek de, Dünya Kapitalizminin işte bu temel gereksinimidir.

Aynı dönemlerde iletişim ve bilişim teknolojilerinde ki büyük bir devrim yaratan gelişmeler sermayenin küreselleşmesinin ivme kazanmasına yol açmıştır.

Bilişim ve iletişim teknolojisinin olağan üstü gelişmesi “Küreselleşmeyi” bir olgu haline getirdi. Bu olguyu görmezlikten gelmenin bir anlamı yok. Ama bu küreselleşmenin öncelikle sermayenin küreselleşmesi olduğunu unutmayalım. Tüm Dünya’da sermayenin serbest dolaşımı, sermayenin daha organize olması, sermayedarların (kapitalistlerin) da keza…

Küreselleşme, iddia edildiği gibi emeğin küreselleşmesi anlamına gelmemektedir.

Küresel Sermaye Uluslararası Tekelci Sermayeden elbette farklıdır.

Uluslararası Tekelci Sermaye, BOSH, Philips, BP, CocaCola gibi birçok ülkede yatırım yapan, fabrikalar şubeler açan hemen her işkolundaki tekeller, büyük holdinglerdir. Saroz, benzeri uluslar arası finans kuruluşları, Microsoft gibi yazılım devleridir. Sermaye gücüyle devletleri, ülkeleri etkileyip yönlendirebilirler. Yönetim kurulları vardır. Tam denetimli yönelimleri ve yönlendirmeleri olur. Öncelikli olarak dar bir grubun (hissedarlarının) çıkarlarını, akabinde kapitalizmin genel çıkarları güderler.

Küresel Sermaye, Dünyadaki UTS leri de kapsayan, irili ufaklı tüm sermaye gruplarının birbirleri ile girift, organik, yönetsel veya sermaye ortaklığı yoluyla, giderek artan hızda bağ kurmasıdır. Özünde bir süreçtir. Hızla % 100’e yaklaşan ama hiçbir zaman varamayacak olan bir katışma sürecidir. Örneğin İzmir Pınarbaşı’ndaki orta büyüklükte bir plastik enjeksiyon fabrikasının Brezilya’da bir döküm fabrikasıyla ortak olmasıdır. Bu bağın illa sermaye ortaklığı şeklinde olması da gerekmiyor. Örneğin ürün, teknoloji takası şeklinde ya da ortak pazarlama stratejisi izleme şeklinde de olabilir.

Bu süreci tetikleyen unsurlara kabaca göz atarsak;

Finans kuruluşlarına, gerek uygun yasal ortamlar yaratılması, bilişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişimin az elaman çalıştırabilme ve denetim sağlayabilmekteki etkisi bu tip kuruluşların, çok geniş bir coğrafyada para alıp satması olanaklarını getiriyor. Dolayısı ile yine orta, hatta küçük bir işletmenin borç-kredi ilişkisi bile o şirketin küresel sermaye ile iç içe girmesi demektir.

Uluslararası ürün, işletim, hammadde kullanımı konusundaki standartların ve denetim tekniklerinin (ISO 9001 ‘den ISO 2200’kadar ISO serileri, OHSAS 18001 vb.) gelişmesi sonucu, örneğin büyük bir marka, pazarladığı ürünün bir parçasını Türkiye’de veya Dünyadaki herhangi orta ölçekte bir şirkete yaptırabilir. Çünkü fabrika gibi sabit yatırımlar yapmadan, tümüyle döner sermaye ile gelişmemiş ülkedeki ucuz işgücünden yararlanabilmesini sağlamaktadır. Bu da o ülkelerdeki irili ufaklı birçok işletmelerin Küresel Sermaye sürecine katılmasını getiriyor.

İnternet Teknolojisinin gelişimine uygun olarak e-ticaret yasalarının hızla (yaratacağı tüketici mağduriyeti gibi sorunları önemsemeden) geçirilmesi sonucu uluslararası ticareti ve daha minimize sermaye gruplarının uluslararası platformda birbiriyle iletişimini hızlandırdı. Bu durum Küresel sermayeye giderek daha küçük sermaye grupların dahil olmasını getirmekte.

Daha birçok tetikleyici unsur sayılabilir ama hepsini genel bir tanım yaparsak; Kapitalizmin işlerliğinin, derinleşmesinin, yaygınlaşmasının artmasıdır.

Kısacası Sermayenin küreselleşmesi giderek hız ve kütle kazanan bir çığ gibi gelişmekte.

Bu hiç birimizin inkar edemeyeceği bir gerçek. Hiçbir zaman ne emperyalizmin yerini aldı, ne de kapitalizmin özünü değiştirdi. Küresel Sermaye yeni bir sermaye türü değil, bildiğimiz sermayenin yeni güçler ve olanaklar edinmiş halidir. Emperyalizm hala var. Uluslararası tekeller hala var. Ve onların arasındaki rekabet te hala var.

Ancak her türlü niceliksel gelişmenin bir süre sonra niteliksel bir gelişmeye dönüştüğünü de unutmamak gerekir. Emperyalizmin günümüz yöntemlerinden birinin sermaye aktarımı olduğunu biliyoruz. Bunun o ülkedeki kapitalizmi geliştireceğini de biliyoruz. Bu gelişimin yeteri niceliksel gelişimi sağlaması durumunda bazı niteliksel değişimlere yol açmayacağını iddia edebilir miyiz?

Örneğin Türkiye’yi hala Emperyalizme bağımlı az gelişmiş bir ülke olarak tanımlayabiliyor muyuz? Ya da “Emperyalist ülkeler kendisine bağlı ülkelerin gelişmesini istemezler. Geri bırakırlar.” gibi bir tanım ne derece doğru olabilir? Artık bağımsız bir ülke kaldı mı? Peki, bütün bunlar ne anlama geliyor? Yani anti-kapitalist olmayan bir antiemperyalist kavga olamayacağının arkasındaki asıl gerçek nedir? Bugün Ulusal Burjuvaziden söz edemiyorsak bunu neyle açıklayabiliriz?

Bütün bunların arkasında sermayenin küreselleşmesi yatıyor. Ve bu sürecin giderek daha hızlanması hatta hızının da daha hızlı artacağı… Sermayenin küreselleşmesinin vardığı nokta da onu artık küresel sermaye diye tanımlamamıza yeter.

Nadi Öztüfekçi

24 Mayıs 2013

21 Mayıs 2013 Salı

Birkaç soru...

* Küresel Sermaye nedir? İyi midir, hoş mudur? Uluslararası Tekelci Sermayeden farkı nedir? Ne zaman ortaya çıkmıştır? Dünya, yaşam ve çevre üzerinde etkisi nedir? Ülkemizin ve bölgemizin yaşadığı süreçlerde ki dahli ne düzeydedir? Kendine özgü bir bilinci var mıdır? Küresel Sermayenin niceliksel ve niteliksel gelişimi, sınıf kavgasının özünü değiştirmiş midir yoksa bu kavganın yeni taktiklerle ve yeni savaşım biçimlerini geliştirmesi yeterli midir?
Peki, bu yeni savaşım yöntemleri ve yeni taktikler neler olabilir?

* Kapitalizmin gelişmesinin vardığı niceliksel boyut, niteliksel olarak da değişmesine yol açtı mı? Kapitalizmin içselleşmesi ne anlama gelir? Kar oranlarının eğilimsel düşüşü hala geçerli mi? Kapitalizmin bu sorununu atlatırken kullandığı gelişmiş ve gelişen teknoloji sorunu çözüyor mu, öteliyor mu?

İş gücüne bağımlılığın giderek azalması aynı zamanda geniş kitlelerin işsizleşmesine, dolayısı ile tüketebilme, satın alabilme yeterliliğinin de azalması anlamına gelmez mi? Bu durum onların varlıklarını ve öz kaynaklarını tüketim ihtiyaçlarını karşılamak üzere elden çıkarmalarına yol açmaz mı? Ekonomik büyüme ve yaşamın geometrik dizinsel yok oluşu arasındaki ilişki çözülebilir bir sorun mu? Yaşamsal kaynakların metalaşması, yaşamsal kaynakların tekelleşmesi, giderek yaşamın tekelleşmesi anlamına gelmez mi? Bu sorun ne kadar önemli? Yoksa hoş bir durum mudur?

* "Orta Sınıf" nedir? "Orta Sınıf" gerçekten sınıf mıdır? Ortak davranış özellikleri nedir? Burjuvaziye mi, İşçi sınıfına mı daha yakındır? Kendine özgü kültürleri var mıdır? Sınıf tanımında belirleyici olan üretim araçları ile olan ilişkinin nasıl olduğu mu yoksa gelir düzeyindeki birbirine yakınlık mıdır?

* Temcit Pilavı nedir?

Yukarıdaki soruların sonuncusu hariç hiç birinin yanıtını bilmiyorum. Deli gibi de merak ediyorum. Bu sorular hakkında tek bildiğim mensubu olduğum emekçi kesim için, can alıcı oldukları, aynı zamanda onlarca kategori ve bu kategorilere ait yüzlerce soru eklenebileceği..

Bu soruların yanıtlarını bilmiyorum çünkü yeteri kadar tartışılmıyor. Konuşulmuyor bile... Bazen bulunduğum uzayı sorgulamak ihtiyacı duyuyorum.

Temcit Pilavına gelince... "Erkeğini sahura bekleyen kadının, pilavı yanmasın diye ocağın üzerinden kaldırması ve soğumasın diye tekrar koyması" hikayesine dayalı, "Tekrar tekrar bahsedilen şey, daima öne sürülen madde. Mükerreren ortaya sürülen bahis, yahut söylenilen söz." diye tanımlanabilir.

Sizi bilmem ama benim ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan bu Temcit Pilavlarının o ağır, dibi tutmuş, yanık kokularından midem bulanmaya başladı. Sürekli yeni iddiası ile önümüze konan ustalıkla yapılan tariflerden hep aynı temcit pilavı çıkıyor. Burada ustalık aşçılıkta değil, o bayat pilavı yeniymiş gibi sunabilen illüzyonistlikte... Ama bu ustalık bile dibinden çıkan Ekim Devriminin değiştirilmez bir tarihsel realite olmasına duyulan kinin kokusunu gizleyemiyor.

Kapitalizmin o azgın seline 1917 Ekiminde çekilen setin bugüne yansıyan -ya bir daha olursa- korkusu, hırçınlık olarak yüzlek gösteriyor. O yüzden sadece Ekim Devrimi değil, onun etkisiyle filizlenen her şey, bu 'kutsal kin'in menzili dahilinde...

Elbette tarihsel gerçeklerin değiştirilemez olduğu biliniyor. Ama tarihsel gerçeklerin algılanması bulandırılabilir. İşte o "Temcit Pilavı" bellek formatlamanın en geçerli yöntemi... "Yeteri kadar tekrarlanırsa gerçek olarak algılanabilir" üzerinden, önce geçmiş aidiyetlere saldırılıyor. Geçmişle yüzleşmek adına tek yanlı bilgilendirmelerle zaman ve mekan kavramından kopuk, neden sonuç ilişkisini yok varsayarak, ayakları havada değerlendirmeler yapılıyor. Tarih bilimsel nesnellikte değil, günümüzün etik değerleri üzerinden, öznel algılarla incelenmeye kalkılıyor. Elbette ortaya "bilimsel bir irdeleme" değil "öznel bir didikleme" çıkıyor.

Geçmişle yüzleşmeyi, geçmişinden utanmak olarak algılayan, yeni aidiyetlerine kılıf arayan bir kesim oluştu. Adeta yaşadığı olumsuzlukları anne ve babasının zamanında evlenip, birlikte olmasına bağlayan trajikomik bir durum içindeler.

Artık sağlam bir karar verme zamanı… Rotamızı, geçmişin nesnel değerlendirilmesi sonucu çıkarılan dersler ışığında, günümüzü de bilimin öncülüğünde irdeleyerek mi saptayacağız? Yoksa geçmişten duyulan hicapla zihnimizi bulandırıp, bize sunulan mistik düşünce kalıplarına teslim mi olacağız?

Nadi Öztüfekçi
21 Mayıs 2013