“Günümüz koşullarında bilgi, teknoloji ve iletişim alanında yaşanan büyük gelişmeler toplumları kıyasıya bir rekabete ve her geçen gün yeni gelişmelerin yaşandığı ekonomik bir yarış içerisine sürüklemektedir. Dünya ticaretinin küreselleşmesi, rekabetin kapsam ve sınırlarını genişletmiş, yarışa katılanların sayısı giderek artmıştır. Üstelik bu yarışa katılanlar her geçen gün daha üstün nitelikli olmaktadır. Müşteriler artık daha bilinçli, daha bilgili hale gelmiş ve müşteri beklentileri en üst seviyeye ulaşmıştır. Artık müşteri beklentilerini karşılamak yeterli olmamakta müşteri beklentilerinin de ötesine geçmek gerekmektedir. Değişim hızı artmış, özellikle teknoloji alanında yaşanan gelişmeler önceden hayal bile edilemeyen uygulamaları mümkün kılmıştır. Artık değişime ve değişim hızına ayak uyduramayan kuruluşların ayakta kalabilmesi çok zordur. İşletmelerin ayakta kalabilmeleri ancak tüm sektörlerde müşteri ihtiyaç ve beklentilerine uygun mal üretiminin veya hizmetin sağlanmasıyla gerçekleşebilecektir.”
Bu yazıda sözü edilen “müşteri” sıradan bir son tüketici değil. Burada sizin ürününüzü, kendi ürününde bir yarı mamul olarak kullanması muhtemel, dünyanın herhangi bir yerindeki, belki de bir tanınmış markadan söz ediliyor. Yani “ticaretin küreselleşmesini dikkate alırsanız önünüz açık” deniliyor. Ama asıl yaptığı da aba altındaki sopa göstermek; “Eğer dikkate almazsanız da işiniz zor” diyor.
Ola ki benim sözümü dinlerseniz ve orta ölçekli bir işletme iseniz, bırakın ortayı, büyüğü sıradan bir işletme iseniz; “bu söylenenleri dikkate alın” derim.
Hemen belirteyim ki herhangi ölçekteki bir sermaye kuruluşu, bu söylenenleri ayakta kalma, kar etme ve büyüme güdülerinin onlara kazandırdığı en doğal algılarla, benim önerime gerek kalmadan zaten dikkate alır.
Devam edelim;
“Bu sebeple, kuruluşlarda, tasarım aşamasından başlayarak üretim, pazarlama ve satış sonrası hizmetlere kadar tüm aşamaları kapsayan ve sürekli iyileşmeyi hedefleyen Kalite Yönetim Sistemi'nin uygulanması olmazsa olmaz bir şart olmuştur. ISO 9000 Kalite Sistem Standartları, yayımlandığı tarihten (1987) itibaren en fazla ilgi gören ve uygulama alanı bulan milletlerarası standartlar haline gelmiştir. ISO 9000 Kalite Yönetim Sistemi Standartları Serisi, etkili bir yönetim sisteminin nasıl kurulabileceğini, dokümante edilebileceğini ve sürdürebileceğini göz önüne sermektedir.”
Aynı ile katılıyorum. Sermayedar iseniz ve ISO 9000 serisine yabancıysanız bir süre sonra artık sermayedar olmayabilirsiniz demektir.
“Bu sebeple, kuruluşlarda, tasarım aşamasından başlayarak üretim, pazarlama ve satış sonrası hizmetlere kadar tüm aşamaları kapsayan ve sürekli iyileşmeyi hedefleyen Kalite Yönetim Sistemi'nin uygulanması olmazsa olmaz bir şart olmuştur. ISO 9000 Kalite Sistem Standartları, yayımlandığı tarihten (1987) itibaren en fazla ilgi gören ve uygulama alanı bulan milletlerarası standartlar haline gelmiştir. ISO 9000 Kalite Yönetim Sistemi Standartları Serisi, etkili bir yönetim sisteminin nasıl kurulabileceğini, dokümante edilebileceğini ve sürdürebileceğini göz önüne sermektedir.”
Aynı ile katılıyorum. Sermayedar iseniz ve ISO 9000 serisine yabancıysanız bir süre sonra artık sermayedar olmayabilirsiniz demektir.
Hemen ISO’nun ne olduğunu açıklayalım; ISO (International Organization for Standardization), yani Uluslararası Standartlar Organizasyonu… Şimdi, yukarıda belirtilen ISO 9000 serisi sıradan bir ürün kalitesi standartı değil. Şu cümleyi bir daha okuyalım “…ISO 9000 Kalite Yönetim Sistemi Standartları Serisi, etkili bir yönetim sisteminin nasıl kurulabileceğini, dokümante edilebileceğini ve sürdürebileceğini göz önüne sermektedir.” Yani ISO 9000 serisinden işkolunuza ve konumunuza uygun bir sertifika almanız, sizin ürettiğiniz ürününüzün kalitesini değil, işletim sisteminizin nasıl olduğu, ötesi nasıl olması gerektiğini standardize ediyor. Bunu dokümante etmenizi, yani belgelendirmenizi açıkçası üretim zincirinizin her aşamasının, ayrıntı ve belgesini istiyor. Müşteriniz olmasını umduğunuz, tanınmış markanın üreticisi eğer sizin mamullerinizi kendi ürünlerinde yarı mamul olarak kullanacaksa sizden aradığı; kendi üretim zincirini aksatmadan, onun “istediği kalitede”, (tırnak içerisine almamın nedenini ileride açıklayacağım) istediği zamanda, istediği miktarda tedarik edebileceğinizden emin olmak istiyor.
İş bununla kalmıyor. Biliyoruz ki teknoloji geliştikçe uzmanlık alanı daralıyor. Yani ürettiğiniz ürünün içerisinde kullandığınız birçok yarı mamul var ki başkaları bunu sizin maliyetinizden daha ucuza yapabilir. Yani “tedarikçiler” den söz ediyorum. Ham maddeye kadar uzanan tedarik zinciri… Alacağınız bir ISO 9000 serisi sertifikası sizin tedarikçi zincirinizi de sorguluyor. Daha doğru bir deyişle sizin sorgulamanızı istiyor. Nasıl sorgulamanız gerektiğini saptadıktan sonra da bunu yaptığınızı belgelemenizi istiyor. Yani kanıtlamanızı… Zira ISO standartlarına uymuyorsa sizin oradan tedarik edeceğiniz yarı mamullerle üreteceğiniz ürünler de ISO standardına uymayacaktır. Bir anda o zincirin bir halkası oluyorsunuz, ISO’nun adeta bir “misyoneri” oluyorsunuz. Sonuçları itibarı ile bakılırsa küreselleşmenin misyoneri, giderek de “mücahidi”…
Bütün bunları okurken ISO’nun uluslararası (küresel) bir organizasyon olduğunu sürekli hatırladığınızı umarım. Eğer unuttuysanız bence bir daha okuyun. Dolayısı ile Küresel Sermaye denilen şeyin yalnızca enternasyonal düzeyde sermaye alışverişinden ibaret olmadığını gözden kaçırmamış oluruz. Küresel Sermaye bir anlamda dünya çapında homojenize olma, aynılaşma sürecidir. Üstelik bunu yaparken “zor” unsurunu “çıkar” unsurunun arkasına o kadar ustaca gizler ki, sonuçta herhangi bir boyuttaki sermaye gurubu, bu sürece ikna olarak büyük bir şevkle katılır. Yazının ilerisinde Küresel Sermayenin bu niteliğinin-becerisinin- altını daha kalın çizgilerle çizmek istiyorum. Ama şu anda ISO 9000 serisinin ne mene bir şey olduğunu biraz daha irdeleyelim.
Bir kere, “ISO 9000 Kalite Yönetim Sistemi Standartları Serisi” tüketici odaklı bir kalite sistemi değildir. Yani son kullanıcıya çok fazla hitap etmez. Asıl amacı Dünya ticaretinin, üretimin aksamadan yürümesini sağlamaktır. Tedarikin “istenilen kalite” ve zamanda, istenilen miktarda alıcıya ulaşmasıdır. İşte “istenilen kalite” söylemindeki tırnak işaretlerinin açıklaması da burada yatıyor. Yani bir mamulün gerek insan sağlığı, gerek can güvenilirliği açısından gerekli kaliteyi taşıyıp taşımadığını sorgulamıyor. Müşterinin senden istediğini tam olarak tedarik edebilmeni sorguluyor. Eğer böyle bir belgen varsa, müşterinin senden istediklerini verip veremeyeceğini denetlemesi için uygun kalite yönetim sistemin ve dokümantasyonun da vardır. Yani belki de bir zamanlar kendi ürettiği bir yarı mamulü senin vasıtanla tedarik edebilmenin alt yapısını hazırlıyor. (Buraya tekrar dönülecek)
Burada gelişen teknolojiyi de devreye sokalım. Örneğin şu sıralar bol bol reklamı yapılan Turkcell “Akıllı bulut”, Vodafone M2M yani “makinalar arası iletişim” teknolojilerinin ne anlama geldiğini sorgulayalım. ISO 9000 serisi kalite standartlarının (Bundan sonra kısaca ISO 9000 diyelim) en önemli unsuru dokümantasyon, yani belgelemedir. Bu, denetim için birincil önem arz eder. İşte bu teknoloji (henüz başlangıcında olduğunu da düşünürsek) standardizasyonun uzaktan denetiminin (Remote Control) devrim niteliğindeki bir aşamasıdır. Buradaki “devrim niteliği” ile kast edilen; yaygınlaşması, daha erişilebilir olması, daha küçük sermaye gruplarının da giderek sisteme entegre olması, özdeşleşmesidir. Dağdaki çobanın elinde son teknoloji cep telefonu olmasında ki ironi, küçük sermaye birimlerinin son model “Remote Control” teknolojisi kullanabilmesindeki ironiyle aynıdır.
ISO 9000 Kalite Sistem Standartları -bir önceki yazımda belirttiğim- 80’li yılların başlangıcında, “paracı”(monetarist) politikaların tercihi ile başlayıp, giderek vücut bulan küreselleşme sürecinin bir gereksinimi olarak 1987 yılında yayınlanmıştır. Bu sürecin motor dinamiklerindendir. Adeta Küresel Sermayenin (kapitalizmin) kutsal kitabıdır.
Şimdi bu sürecin yani Sermayenin Küreselleşmesi ve ISO 9000 dinamiğinin işçi sınıfının mücadelesi açısından pratik sonuçlarının ne olduğu üzerine akıl yürütelim. Aynı zamanda yukarıda kullandığımız “…belki de bir zamanlar kendi ürettiği bir yarı mamulü senin vasıtanla tedarik edebilmenin alt yapısını hazırlıyor” cümlesinin açılımına da tekrar dönmüş olalım;
Gelişmeler göstermiştir ki teknolojinin, özellikle robot teknolojisinin gelişmesi, ‘bilim kurgu devrimcilerinin” umduklarının aksine emeğin işlevselliğini yok edememiştir. Bu o kadar kolay bir süreç de değildir. Küresel Sermaye elbette bunun çoktan farkına varmış, bu olguyu kabul ederek kendini konumlandırmaktadır. Bu olgunun kendisi için sorun olan kısmı, yıllardan beri değişmedi. İşçilerin sınıfsal dayanışması… Fabrikalarda aynı ortamda birbirleriyle kader ortaklığı yapan işçilerin en doğal refleksi olarak birlikte davranması, sermayenin de bu dayanışmayı kırma konusunda ki karşı reflekslerini geliştirmiştir. Kendisi açısından en mantıklı çözüm de işçi sınıfını atomize etme anlamına gelen “Taşeron Sistemi” dir. Aslında ISO 9000 serisinin en pratik işlevi de budur. Zira taşeron sistemindeki en önemli sorun, yukarıda da sözünü ettiğim gibi; tedarikin istenilen kalite ve zamanda, istenilen miktarda alıcıya ulaşmama riskidir. İşte ISO 9000 bu riski en aza indirebilme tekniğidir. Yukarıda kullandığımız “…belki de bir zamanlar kendi ürettiği bir yarı mamulü senin vasıtanla tedarik edebilmenin alt yapısını hazırlıyor” cümlesinin açılımı da budur.
Kapitalizmin “en fazla karı nasıl elde edebilirim?” ve “nasıl büyüyebilirim?” arayışları yalnızca teknolojinin gelişmesini değil, yeni tekniklerin de oluşmasını sağlar. ISO 9000 bu tekniklerden biridir. Bu yüzden bu süreç ve dinamiğin pratik sonuçlarından biri de sermaye aktarımıdır. Ucuz işgücünün yoğunlaştığı bölgelerde fabrika kurmak yerine ISO 9000 sayesinde istediği vasıfta yarı mamul elde edebilme olanağından yararlanmak birçok kez daha mantıklıdır. Bu da sermayenin yaygınlaşması anlamına gelir. Sermayenin tekelleşmesi, giderek daha az nüfusun daha fazla sermayeyi kontrolüne alması süreci ve sermayenin giderek yayılması, yeni yeni sermaye gruplarının Küresel Sermayeye katılması sürecinin aynı anda işlemesi, belki bizlerin tartışması gereken konular arasında olsa da, bu bir olgudur.
İdeolojik performans ve kapitalizme karşı mücadele azmini kapitalizmin yakında gireceği bunalımlar ve bunalımlardan doğacak “devrimci durum” inancıyla günümüzün olgularını nasıl irdeleyebiliriz? Ya da Kapitalizmin girdiği bunalımları gelişen teknoloji ve demokrasi kültürü sayesinde aşabileceği, ultra gelişmiş kapitalizmin sınıf çelişkisini ortadan kaldıracağını, kendiliğinden sınıfsız topluma ulaşılacağı gibi liberal ecstasy bağımlılığın dışında ve bugünün olgularının üzerinde yükselen gerçekçi bir bakışı nasıl yakalayabiliriz? Bütün bunlar tartışılması gereken konular…
Ama bu yazıda Küresel Sermaye konusundan uzaklaşmak istemiyorum. Yukarıda “Üstelik bunu yaparken “zor” unsurunu “çıkar” unsurunun arkasına o kadar ustaca gizler ki, sonuçta herhangi bir boyuttaki sermaye gurubu, bu sürece ikna olarak büyük bir şevkle katılır. Yazının ilerisinde Küresel Sermayenin bu niteliğinin-becerisinin- altını daha kalın çizgilerle çizmek istiyorum.” demiştim. Şimdi bu kalın çizgiyi çizelim. Bunu yaparken aynı zamanda Uluslararası Tekelci Sermayeden önemli bir farkını da vurgulayalım. Önceki yazımda UTS’ nin özelliklerinden söz ederken “Yönetim kurulları vardır. Tam denetimli yönelimleri ve yönlendirmeleri olur. Öncelikli olarak dar bir grubun (hissedarlarının) çıkarlarını, akabinde kapitalizmin genel çıkarları güderler.” şeklindeki tespitlerim, Küresel Sermaye için geçerli değildir.
Küresel Sermayenin bir yönetim kurulu yoktur. Öyle, Küresel Sermaye adına bir masanın etrafında “bugün Dünya’ya ne kötülük yapalım” diye toplantı yapan bir grup, bir kurul falan düşünmeyelim. Her türlü bilgi, deneyim, analiz, sentez ve gözlem gücü, yetenek, beceri ve imkanın, hiç bir, öfke, öç alma, korku duygusunun hiç bir ego ve kompleks etkisinde kalmadan, bir amaç için bir araya geldiği bir bilinçtir bu. Evet, “Dünya’ya ne kötülük yapalım” diye masanın etrafında toplananlar yoktur ama, bu bilinç; Küresel Sermaye’ nin gereksinmeleri doğrultusunda hiçbir kötülük yapmaktan da çekinmez. Çünkü Küresel Sermaye bilinci yukarıda sözünü ettiğimiz duyguların etkisinde kalmadığı gibi, merhamet, adalet, üzüntü, pişmanlık, endişe gibi duygulara da yabancıdır. Küresel Sermayenin ortak bilinci Uluslararası Tekellerin diğer sermaye gruplarının ortak uzlaşı alanıdır. Bu ortak iradeye -elbette kapitalizmin en genel çıkarları öncelliğinde - önderlik eder. Ama şu an için “kesin hakimiyetlerindedir” de diyemeyiz. . Küresel Sermaye, yani Dünya Kapitalizmi, yani Kapitalizm sermaye gruplarına isteklerini çoğu kez çelişerek değil, uzlaşarak yaptırır. Kar hırsı ve büyüme refleksinin oluşturduğu ortak bilinç, en şiddetli çelişkileri bile Kapitalizmin en genel çıkarlarında uzlaştırır.
Şu ana kadar tartıştığım ara başlıkların her biri başlı başına bir tartışma ve araştırma konusu… Öyle ki bu yazıyı yazarken her bir tartışma konusunun peşine takılıp yazının eksenini kaydırmaktan korktum.
Başarabildiğim ölçüde sırasıyla;
Küresel Sermayenin ortak bilincinin hemen hemen ilk ve en önemli yansıması olan ISO 9000 serisi standartlaştırma organizasyonunun nasıl bir uzun erimli formatlama operasyonu olduğunu anlatmaya çalıştım. Birkaç cümleyle geçiştirilemeyecek sınıfsal dayanışma ve sınıf mücadelesine karşı büyük bir çözeltme operasyonu olduğunu söyleyerek şimdilik bitirelim. Bu operasyonun ayrıntılarını ve bunu destekleyen Küresel Sermayenin ortak bilincinin ürünü diğer teknik ve organizasyonlarını başka yazılarda tartışabilmeyi umut ediyorum.
Yine devamında Küresel Sermayenin ortak iradesinin nasıl bir şey olduğu ve nasıl işlediğini tartışmaya çalıştım. Bu noktadan hareketle de Uluslararası Tekelci Sermayeden farkını bir yönüyle irdelemeye çalıştım. Elbette konunun hakkettiği derinliğe inemeden…
Bütün yazı boyunca da kendimce yaptığım tespitlerin aslında devam edegelen, etmekte olan bir sürecin unsurları olduğunu vurgulamaya çalıştım. Eğer yeteri kadar vurgulayamamışsam şimdi vurgulayayım. Evet, aslında Küresel Sermayenin kendisi, ne kadar süreceğini ve ne şekilde sonuçlanacağını ancak kestirebileceğimiz yani asla emin olamayacağımız süreçtir. Ama çok tartışmamız gereken belki de kendimizi birçok konuda yeniden konumlandırmamızı gerektiren bir süreç…
31 Mayıs 2013
Nadi Öztüfekçi
İş bununla kalmıyor. Biliyoruz ki teknoloji geliştikçe uzmanlık alanı daralıyor. Yani ürettiğiniz ürünün içerisinde kullandığınız birçok yarı mamul var ki başkaları bunu sizin maliyetinizden daha ucuza yapabilir. Yani “tedarikçiler” den söz ediyorum. Ham maddeye kadar uzanan tedarik zinciri… Alacağınız bir ISO 9000 serisi sertifikası sizin tedarikçi zincirinizi de sorguluyor. Daha doğru bir deyişle sizin sorgulamanızı istiyor. Nasıl sorgulamanız gerektiğini saptadıktan sonra da bunu yaptığınızı belgelemenizi istiyor. Yani kanıtlamanızı… Zira ISO standartlarına uymuyorsa sizin oradan tedarik edeceğiniz yarı mamullerle üreteceğiniz ürünler de ISO standardına uymayacaktır. Bir anda o zincirin bir halkası oluyorsunuz, ISO’nun adeta bir “misyoneri” oluyorsunuz. Sonuçları itibarı ile bakılırsa küreselleşmenin misyoneri, giderek de “mücahidi”…
Bütün bunları okurken ISO’nun uluslararası (küresel) bir organizasyon olduğunu sürekli hatırladığınızı umarım. Eğer unuttuysanız bence bir daha okuyun. Dolayısı ile Küresel Sermaye denilen şeyin yalnızca enternasyonal düzeyde sermaye alışverişinden ibaret olmadığını gözden kaçırmamış oluruz. Küresel Sermaye bir anlamda dünya çapında homojenize olma, aynılaşma sürecidir. Üstelik bunu yaparken “zor” unsurunu “çıkar” unsurunun arkasına o kadar ustaca gizler ki, sonuçta herhangi bir boyuttaki sermaye gurubu, bu sürece ikna olarak büyük bir şevkle katılır. Yazının ilerisinde Küresel Sermayenin bu niteliğinin-becerisinin- altını daha kalın çizgilerle çizmek istiyorum. Ama şu anda ISO 9000 serisinin ne mene bir şey olduğunu biraz daha irdeleyelim.
Bir kere, “ISO 9000 Kalite Yönetim Sistemi Standartları Serisi” tüketici odaklı bir kalite sistemi değildir. Yani son kullanıcıya çok fazla hitap etmez. Asıl amacı Dünya ticaretinin, üretimin aksamadan yürümesini sağlamaktır. Tedarikin “istenilen kalite” ve zamanda, istenilen miktarda alıcıya ulaşmasıdır. İşte “istenilen kalite” söylemindeki tırnak işaretlerinin açıklaması da burada yatıyor. Yani bir mamulün gerek insan sağlığı, gerek can güvenilirliği açısından gerekli kaliteyi taşıyıp taşımadığını sorgulamıyor. Müşterinin senden istediğini tam olarak tedarik edebilmeni sorguluyor. Eğer böyle bir belgen varsa, müşterinin senden istediklerini verip veremeyeceğini denetlemesi için uygun kalite yönetim sistemin ve dokümantasyonun da vardır. Yani belki de bir zamanlar kendi ürettiği bir yarı mamulü senin vasıtanla tedarik edebilmenin alt yapısını hazırlıyor. (Buraya tekrar dönülecek)
Burada gelişen teknolojiyi de devreye sokalım. Örneğin şu sıralar bol bol reklamı yapılan Turkcell “Akıllı bulut”, Vodafone M2M yani “makinalar arası iletişim” teknolojilerinin ne anlama geldiğini sorgulayalım. ISO 9000 serisi kalite standartlarının (Bundan sonra kısaca ISO 9000 diyelim) en önemli unsuru dokümantasyon, yani belgelemedir. Bu, denetim için birincil önem arz eder. İşte bu teknoloji (henüz başlangıcında olduğunu da düşünürsek) standardizasyonun uzaktan denetiminin (Remote Control) devrim niteliğindeki bir aşamasıdır. Buradaki “devrim niteliği” ile kast edilen; yaygınlaşması, daha erişilebilir olması, daha küçük sermaye gruplarının da giderek sisteme entegre olması, özdeşleşmesidir. Dağdaki çobanın elinde son teknoloji cep telefonu olmasında ki ironi, küçük sermaye birimlerinin son model “Remote Control” teknolojisi kullanabilmesindeki ironiyle aynıdır.
ISO 9000 Kalite Sistem Standartları -bir önceki yazımda belirttiğim- 80’li yılların başlangıcında, “paracı”(monetarist) politikaların tercihi ile başlayıp, giderek vücut bulan küreselleşme sürecinin bir gereksinimi olarak 1987 yılında yayınlanmıştır. Bu sürecin motor dinamiklerindendir. Adeta Küresel Sermayenin (kapitalizmin) kutsal kitabıdır.
Şimdi bu sürecin yani Sermayenin Küreselleşmesi ve ISO 9000 dinamiğinin işçi sınıfının mücadelesi açısından pratik sonuçlarının ne olduğu üzerine akıl yürütelim. Aynı zamanda yukarıda kullandığımız “…belki de bir zamanlar kendi ürettiği bir yarı mamulü senin vasıtanla tedarik edebilmenin alt yapısını hazırlıyor” cümlesinin açılımına da tekrar dönmüş olalım;
Gelişmeler göstermiştir ki teknolojinin, özellikle robot teknolojisinin gelişmesi, ‘bilim kurgu devrimcilerinin” umduklarının aksine emeğin işlevselliğini yok edememiştir. Bu o kadar kolay bir süreç de değildir. Küresel Sermaye elbette bunun çoktan farkına varmış, bu olguyu kabul ederek kendini konumlandırmaktadır. Bu olgunun kendisi için sorun olan kısmı, yıllardan beri değişmedi. İşçilerin sınıfsal dayanışması… Fabrikalarda aynı ortamda birbirleriyle kader ortaklığı yapan işçilerin en doğal refleksi olarak birlikte davranması, sermayenin de bu dayanışmayı kırma konusunda ki karşı reflekslerini geliştirmiştir. Kendisi açısından en mantıklı çözüm de işçi sınıfını atomize etme anlamına gelen “Taşeron Sistemi” dir. Aslında ISO 9000 serisinin en pratik işlevi de budur. Zira taşeron sistemindeki en önemli sorun, yukarıda da sözünü ettiğim gibi; tedarikin istenilen kalite ve zamanda, istenilen miktarda alıcıya ulaşmama riskidir. İşte ISO 9000 bu riski en aza indirebilme tekniğidir. Yukarıda kullandığımız “…belki de bir zamanlar kendi ürettiği bir yarı mamulü senin vasıtanla tedarik edebilmenin alt yapısını hazırlıyor” cümlesinin açılımı da budur.
Kapitalizmin “en fazla karı nasıl elde edebilirim?” ve “nasıl büyüyebilirim?” arayışları yalnızca teknolojinin gelişmesini değil, yeni tekniklerin de oluşmasını sağlar. ISO 9000 bu tekniklerden biridir. Bu yüzden bu süreç ve dinamiğin pratik sonuçlarından biri de sermaye aktarımıdır. Ucuz işgücünün yoğunlaştığı bölgelerde fabrika kurmak yerine ISO 9000 sayesinde istediği vasıfta yarı mamul elde edebilme olanağından yararlanmak birçok kez daha mantıklıdır. Bu da sermayenin yaygınlaşması anlamına gelir. Sermayenin tekelleşmesi, giderek daha az nüfusun daha fazla sermayeyi kontrolüne alması süreci ve sermayenin giderek yayılması, yeni yeni sermaye gruplarının Küresel Sermayeye katılması sürecinin aynı anda işlemesi, belki bizlerin tartışması gereken konular arasında olsa da, bu bir olgudur.
İdeolojik performans ve kapitalizme karşı mücadele azmini kapitalizmin yakında gireceği bunalımlar ve bunalımlardan doğacak “devrimci durum” inancıyla günümüzün olgularını nasıl irdeleyebiliriz? Ya da Kapitalizmin girdiği bunalımları gelişen teknoloji ve demokrasi kültürü sayesinde aşabileceği, ultra gelişmiş kapitalizmin sınıf çelişkisini ortadan kaldıracağını, kendiliğinden sınıfsız topluma ulaşılacağı gibi liberal ecstasy bağımlılığın dışında ve bugünün olgularının üzerinde yükselen gerçekçi bir bakışı nasıl yakalayabiliriz? Bütün bunlar tartışılması gereken konular…
Ama bu yazıda Küresel Sermaye konusundan uzaklaşmak istemiyorum. Yukarıda “Üstelik bunu yaparken “zor” unsurunu “çıkar” unsurunun arkasına o kadar ustaca gizler ki, sonuçta herhangi bir boyuttaki sermaye gurubu, bu sürece ikna olarak büyük bir şevkle katılır. Yazının ilerisinde Küresel Sermayenin bu niteliğinin-becerisinin- altını daha kalın çizgilerle çizmek istiyorum.” demiştim. Şimdi bu kalın çizgiyi çizelim. Bunu yaparken aynı zamanda Uluslararası Tekelci Sermayeden önemli bir farkını da vurgulayalım. Önceki yazımda UTS’ nin özelliklerinden söz ederken “Yönetim kurulları vardır. Tam denetimli yönelimleri ve yönlendirmeleri olur. Öncelikli olarak dar bir grubun (hissedarlarının) çıkarlarını, akabinde kapitalizmin genel çıkarları güderler.” şeklindeki tespitlerim, Küresel Sermaye için geçerli değildir.
Küresel Sermayenin bir yönetim kurulu yoktur. Öyle, Küresel Sermaye adına bir masanın etrafında “bugün Dünya’ya ne kötülük yapalım” diye toplantı yapan bir grup, bir kurul falan düşünmeyelim. Her türlü bilgi, deneyim, analiz, sentez ve gözlem gücü, yetenek, beceri ve imkanın, hiç bir, öfke, öç alma, korku duygusunun hiç bir ego ve kompleks etkisinde kalmadan, bir amaç için bir araya geldiği bir bilinçtir bu. Evet, “Dünya’ya ne kötülük yapalım” diye masanın etrafında toplananlar yoktur ama, bu bilinç; Küresel Sermaye’ nin gereksinmeleri doğrultusunda hiçbir kötülük yapmaktan da çekinmez. Çünkü Küresel Sermaye bilinci yukarıda sözünü ettiğimiz duyguların etkisinde kalmadığı gibi, merhamet, adalet, üzüntü, pişmanlık, endişe gibi duygulara da yabancıdır. Küresel Sermayenin ortak bilinci Uluslararası Tekellerin diğer sermaye gruplarının ortak uzlaşı alanıdır. Bu ortak iradeye -elbette kapitalizmin en genel çıkarları öncelliğinde - önderlik eder. Ama şu an için “kesin hakimiyetlerindedir” de diyemeyiz. . Küresel Sermaye, yani Dünya Kapitalizmi, yani Kapitalizm sermaye gruplarına isteklerini çoğu kez çelişerek değil, uzlaşarak yaptırır. Kar hırsı ve büyüme refleksinin oluşturduğu ortak bilinç, en şiddetli çelişkileri bile Kapitalizmin en genel çıkarlarında uzlaştırır.
Şu ana kadar tartıştığım ara başlıkların her biri başlı başına bir tartışma ve araştırma konusu… Öyle ki bu yazıyı yazarken her bir tartışma konusunun peşine takılıp yazının eksenini kaydırmaktan korktum.
Başarabildiğim ölçüde sırasıyla;
Küresel Sermayenin ortak bilincinin hemen hemen ilk ve en önemli yansıması olan ISO 9000 serisi standartlaştırma organizasyonunun nasıl bir uzun erimli formatlama operasyonu olduğunu anlatmaya çalıştım. Birkaç cümleyle geçiştirilemeyecek sınıfsal dayanışma ve sınıf mücadelesine karşı büyük bir çözeltme operasyonu olduğunu söyleyerek şimdilik bitirelim. Bu operasyonun ayrıntılarını ve bunu destekleyen Küresel Sermayenin ortak bilincinin ürünü diğer teknik ve organizasyonlarını başka yazılarda tartışabilmeyi umut ediyorum.
Yine devamında Küresel Sermayenin ortak iradesinin nasıl bir şey olduğu ve nasıl işlediğini tartışmaya çalıştım. Bu noktadan hareketle de Uluslararası Tekelci Sermayeden farkını bir yönüyle irdelemeye çalıştım. Elbette konunun hakkettiği derinliğe inemeden…
Bütün yazı boyunca da kendimce yaptığım tespitlerin aslında devam edegelen, etmekte olan bir sürecin unsurları olduğunu vurgulamaya çalıştım. Eğer yeteri kadar vurgulayamamışsam şimdi vurgulayayım. Evet, aslında Küresel Sermayenin kendisi, ne kadar süreceğini ve ne şekilde sonuçlanacağını ancak kestirebileceğimiz yani asla emin olamayacağımız süreçtir. Ama çok tartışmamız gereken belki de kendimizi birçok konuda yeniden konumlandırmamızı gerektiren bir süreç…
31 Mayıs 2013
Nadi Öztüfekçi