29 Haziran 2019 Cumartesi

ÖCALAN'IN MEKTUBU REFERANDUM YA DA CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİNDEN ÖNCE YAYINLANSAYDI..!?

Öcalan'ın mektubu, "Kürtçü Siyaset" ve "Kürt Hareketi" (*) ile Tek Adam Rejimi arasında temel ve uzlaşmaz bir çelişki olmadığını, aksine her an işbirliğine dönüşebileceğini açığa çıkarmış oldu.
Doğal olarak AKP'nin oluşturmaya çalıştığı çoğu kez de başarıyla sürdürdüğü CHP-HDP-PKK işbirliği algısı da inandırıcılığını kaybetti.
Ortaya çıkan bu yepyeni bir gerçekliğe yığınlar sahip çıktı.
Tarihi farkın önemli etmenlerinden bir de buydu.
Bütün araştırmacıların ortak görüşü olan %4-5'lik farkı, iki günde %9'a çıkaran tetikleyici faktör bu mektup oldu.
Bu mektubun yazılmasından tutun, yayınlanmasına kadar tüm organizasyonunda devlet gücünü kullanan Erdoğan iktidarı birinci derecede rol oynadı.
O zaman akla şu soru geliyor; AKP'nin bu organizasyonu hatalı bir seçim taktiği miydi?


Öncelikle; asla bir seçim taktiği değildi.
Bu mektup, bir süre önce başlatılan, seçimler sonrasında da ivmelenerek yürütülecek olan yeni sürecin rutin bir adımı...
Yani bundan sonra da böylesi mektuplar olacak. Bu açıdan, buna "Mektup Açılımı" diyebiliriz.
Bu mektubun açıklanmasının zamanlaması için 'bir seçim taktiği' denilebilir ama, içeriğine baktığınızda uzun erimli, stratejik bir önerme olduğunu görebiliriz.
Mektubun, seçim sonuçlarını AKP aleyhine bu derece etkilemesi -belki- beklenmiyordu, ancak bu mektubun yayınlanmasıyla amaçlanan sadece seçim sonuçlarını etkilemesi değildi.
Rayından çıkan HDP tabanının ve bu tabanın etkisiyle HDP yönetiminin bir şekilde ve acilen zapturapt altına alınması gerekiyordu.
Mektup HDP yönetimi üzerinde beklenen etkiyi kısa sürede etkiledi o ana kadar İmamoğlu'nu desteklemekte çok kararlı olan HDP yönetimi ikircikli bir tutum aldı.
Ancak, ne Öcalan'ın mektupta ilettiği mesaj, ne de HDP yönetiminin ikircikli tutumu HDP tabanı üzerinde fazla etkili olmadı.
Bir başka kesim üzerinde yüksek etkisi oldu.
AKP'nin PKK üzerinden oylarını konsolide ettiği kesim, bu mektupla AKP ve Kürt Hareketi işbirliği gerçekliğini görmüş oldu.
Aradaki farkın 806.014'e ulaşmasında en büyük etmen bu gerçekliğin ortaya çıkmasıydı.
Osman Öcalan'ın mektubu da bu gerçekliği pekiştirmiş oldu.

Şimdi bir düşünelim; böyle bir mektup; ezkaza 16 Nisan Referandumu ya da 24 Haziran Seçimlerinin hemen öncesinde açığa çıkarılsaydı ne olurdu?
Tıpkı 23 Haziran öncesi gibi, o günlerde de var olan, AKP iktidarı ile Kürt hareketi arasındaki işbirliği gerçeğini açığa çıkarır, seçim sonuçları çok farklı olurdu.
Belki de bugün, "nasıl baş edeceğimizi kara kara düşündüğümüz", despotik bir Tek Adam Rejimin yönetimi altında olmazdık.
İşte bu yüzden, -esasen mektubun içeriği o günlerden beri görüşülüyor olsa bile- konjonktür gereği, böyle bir mektup asla açığa çıkarılmazdı.
Bu mektup Çözüm Sürecinin yeniden başlatılmasının ilanı anlamındaydı ve Tek Adam Rejimi oluşturulmadan Çözüm Sürecinin başlatılması düşünülemezdi.
Referandum ve cumhurbaşkanlığı seçimleri de zaten bugünkü Tek Adam Rejimini oluşturmak amacıyla yapılıyordu.
Aşılması gereken bir %50 vardı ve AKP iktidarının PKK ile görüştüğünün açığa çıkması bu %50 üzeri oy gereksinimini oldukça tehlikeye sokardı.
Aksine, bu işbirliğini gizlemek, hatta muhalefeti böylesi bir işbirliği içindeymiş gibi göstermeliydi.
Daha da ötesi aynı cephede gibi göstermek, mümkünse aynı cephede buluşturmak gerekiyordu.
AKP iktidarı bunu başardı. Erdoğan 1 Kasım seçimlerinden bu yana kendi karşı cephesini bizzat kendi dizayn etti.
Bu durumu yıllardır yazıyordum. Ayrıntısına girmek istemiyorum.
Ancak bir gerçeği vurgulamak gerekiyor; Tek Adam Rejimi; AKP ve Kürt Hareketi arasındaki işbirliği gerçeğinin ustalıkla gizlenmesi ve bu gerçeğin tam aksi bir algının yine ustalıkla yaratılması sayesinde oluşmuş ve sürdürülebilmiştir.
Bunda AKP ve Kürt Hareketinin ustalığı kadar, muhalefetin beceriksizliği ve Türkiye solunun aymazlığının da rolü olmuştur.
Türkiye Solu, AKP ve Erdoğan despotizmine karşı muhalefetin öncülüğünü, Kürt Hareketinin organik bir uzantısı olan HDP'ne gönüllü olarak vermiş, böylece Tek Adam Rejimi ile Kürt Hareketi arasındaki işbirliği gerçeği uzun süredir açığa çıkmamıştır.
Yani bu açıdan baktığımızda, "böyle bir mektup; ezkaza 16 Nisan Referandumu ya da 24 Haziran Seçimlerinin hemen öncesinde açığa çıkarılsaydı ne olurdu?" sorusu fantastik bir soru olmaktan öteye gitmiyor.
Soru fantastik olsa da cevabı çok somut ve net. İstanbul Seçimleri gibi olurdu.
O yüzden asla ortaya çıkarılmazdı. Böyle bir gerçeğin açıkça görüldüğü ve bilindiği bir siyasi ortamda Erdoğan bugünkü Tek Adam Rejimini oluşturacak kadar gücü biriktiremezdi.
Bu gerçeği açığa çıkarması gereken muhalefet ve bu muhalefete bilinç anlamında öncülük etmesi gereken Türkiye Soluydu.
Bunca zamandır görmezden gelinen bu gerçek, muhalefetin ve Türkiye Solunun hatır gütmeden, akıllı, ısrarlı , somut ve cesurca yapacağı teşhir çalışmaları ile çok önceden açığa çıkarılabilirdi..

Ancak ne var ki Türkiye Solu, Kürt Hareketinin algısal anlamda zapturaptı altındaydı. Hala daha öyle.
Türkiye Solu, Öcalan'ın Mektubunun, HDP'nin bu mektuba olan tepkisinin ortaya çıkardığı gerçekleri görmeye yanaşmıyor.
Mektupta sözü edilen Tek Adam Rejimi ile karşı cephesi arasında üçüncü yol stratejisini sessizce hazmetmeye hazırlanıyor.
"Kimle kimin arasında bir üçüncü yol?" diye sormadan, "nasılsa ileride uygun bir açıklaması olur" umuduyla sessiz bir biat içinde bekliyor.
Oysa Öcalan'ın mektubunda sözü edilen tarafsızlık İstanbul Seçimleri ile sınırlı değil.
Erdoğan'ın Tek adam Rejimi ile muhalefet arasında süren mücadeledeki bir üçüncü yoldan söz ediliyor.
Bu mücadeleyi, Türkiye Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana süregelen bir kutuplaşma ile, laiklik ve İslamcılık arasında süren mücadeleyle özdeştirip arada bir üçüncü yol çiziliyor.
Mektupta bir uzlaşıdan söz edilerek, Tek Adam Rejiminin yıkılabileceği potansiyelinden doğan bir endişe yansıyor.
Türkiye Solu ise mektubun içerdiği, adeta yol ayrımının ilanı anlamındaki bu ifadelere sessiz kalarak bu endişeye ortak oluyor.
Oysa bu mektubun uzun erimde verdiği mesaj derinlenmesine irdelenmesi ve tartışılması gerekiyor.
Galiba bu tartışma da Türkiye Solunun en örgütsüz bireyi olarak boyumu fersah fersah aşsa da bana kalıyor.

Nadi Öztüfekçi
30 Haziran 2019

(*)
PKK ve HDP;  aralarında organik bir bağ olmasına ve son tahlilde aynı amaçları taşısalar da  birbirinden ayrı yapılanmalardır.
Dolayıyla birbiriyle  farklı, hatta zaman zaman birbirleriyle ters işlevsellikleri olabilir.
Buna bağlı olarak; "Kürt Hareketi", "Kürtçü Siyaset, HDP'lilik, Kürt kimlikli seçmen ve Kürtler kavramları da ayrı anlamlar ve farklı unsurlar içerir.
Önceki yazılarımda bu kavram ve yapılanmaları farklı anlamlarda kullanmaya gayret ettim ise de aslında bu kavramların içeriklerinin -en azından benim kafamda- yeni belirginleştiğini de söylemek lazım.
Biraz daha olgunlaşınca her birini -kendimce- tanımlamak istiyorum.

2 yorum:

  1. Nadi emeğine sağlık.

    Bu düşüncelerini paylaşan, -belki onlar da bir örgütün içinde olmayan- geniş bir kesim var, dolayısı ile bir düşünsel örgütlülüğü olan.

    Bu çabaların düşünsel biraradalığı örgütlü bir yapıya taşımayı da sağlayacak inanıyorum.

    Hüseyin Güven

    YanıtlaSil
  2. AKP ve PKK niyetleri ,HDP analizi açısından tespitlerine katılıyorum.
    AKP'nin (TEK ADAM'ın) çözüm sürecinde samimi olduğundan şüpheliyim.Sadece hedeflerine ( Tek adam referandumu ve seçim kazanma ) ulaşma aracı olarak kullandığını düşünüyorum.
    Sanırım,kürt sorununun nasıl çözülebileceği,başka bir makalenin konusu.
    Araştırmalarında bağımsız kalman,(üst bakışın geliştirilmesi açısından ) daha yararlı olabilir.
    Sevgi ve selamlarimla.
    Mehmet Ali İdi

    YanıtlaSil

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.