Şimdi biraz sinir bozucu gerçeklere değinelim mi?
Kendi mahallemizin trendlerine aykırı olmasına aldırmadan, sadece ön plana çıkan-çıkartılan argümanlarla değil, kıyıda köşede kalmış argüman ve verileri de dikkate alarak günümüzü değerlendirmeye çalışalım.
Öncelikle; yakın zamanda meclisten geçirilen dokunulmazlıklarla ilgi geçici anayasa değişikliğinin amacı ile başlayalım işe.
Terörü önlemek bahanesini falan geçelim. O kısım zaten başlı başına hikaye.
Bu soruşturmaların teröre haklılık zemini yaratacağını, aksine arttıracağını herkes gibi kendileri de biliyor.
Bu geçici anayasa değişikliği terörü önlemek amacıyla olmadığı gibi birkaç muhalefet milletvekilini mahkum ettirmek için de değil.
İşte bunu herkes bilmiyor ya da bilmezlikten geliyor.
Tekrar edelim: BU GEÇİCİ ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİN AMACI BİR KAÇ MUHALEFET MİLLETVEKİLİNİ MAHKUM ETTİRMEK DEĞİL.
Çünkü bu yöntemle meclis aritmetiğini iktidarın işine yarayacak şekilde değiştirmesi imkansız.
Erdoğan’ın başkan olmak için meclis aritmetiğini bu şekilde değiştirmeye kalktığını savunmak safdillik ya da başka gerçekleri saptırmaktır.
Bununla yetinmeyip; bu yöntemle HDP’nin meclisteki varlığını silmek istediğini savunanlar var.
Bir kere bu teknik olarak imkansız.
Ayrıca Erdoğan iktidarının HDP’nin meclisteki varlığını silmek istediğini hiç sanmıyorum.
Kendisi de küresel bir proje olan Erdoğan böylesi bir konuda küresel güçlerle çelişmeyi göze alamaz.
Dolayısıyla bu yasa değişikliğinin nihai hedefinde HDP yok.
Ama buna karşın görünürde bu anayasa değişikliğinin hedefinde HDP varmış gibi hava estiriyor.
Esasen HDP bu projede yanıltıcı hedef.
Erdoğan kafasına uygun bir muhalefet cephesi oluşturmak istiyor.
Bunu biraz işleyelim.
Erdoğan-AKP iktidarı bunca zamandır HDP karşıtlığını, küresel egemenlerin kontrolünde, onların istediği dozda yürüttü. Türkiye’yi formatlamak için gerekli meclis gücünü elde edebilmek, var olanı kaybetmemek üzerinde ayarlı ve görsel ağırlıklı bir karşıtlık bu.
Esasen Küresel algı baronlarının yarattığı trendlerden, mahalle temayüllerinden arınarak düşündüğümüzde 7 Haziran Seçimlerine kadar Kürt Hareketi ve İslamcılar arasındaki ittifakı somut olarak görebiliriz.
Dolmabahçe mutabakatına kadar gelen sürecin Erdoğan’ın bilgisi ve inisiyatifi dışında olduğunu kim söyleyebilir?
Oslo görüşmeleri, Habur Kapısı şenlikleri ve Öcalan’ın konuşmasının hükümet gözetim ve desteğinde, yaygın ve yandaş medya tarafından ilk defa yayınlandığı Nevroz şenliklerini falan düşündüğümüzde Erdoğan’ın izlediği bu HDP karşıtı görünümlü yeni politika benim açımdan inandırıcı değil.
Nedir Erdoğan’ın izlediği yeni politikanın görünümü?
Dinci milliyetçilik üzerinden üniter devlet savunuculuğu…
“Tek bayrak, tek devlet, tek millet” gibi, bugüne kadar her başı sıkışan siyasetçinin kullandığı, bütün laçkalaşmışlığına karşın hala piyasa değeri olan bir kavram üzerinden siyasi rant edinme girişimi…
Erdoğan, Gezi Direnişine kadar, “milliyetçiliği ayaklar altına aldım”, “Baldıran zehri içmeye hazırım” söylemlerinin rantını yiyerek gelmişti.
Gezi Direnişinde bu zehrin ilk sendromunu, bir iç bulantısı şeklinde yaşadı.
7 Haziran Seçimlerinde ise bu zehrin etkisinin bir iç bulantısından öte bir şey olduğunu anladı.
Şimdi mümkün olduğunca bu zehrin etkisini yediği herzeleri kusarak, önceki tükürdüklerini yalayarak azaltmaya çalışıyor.
Kolay değil tabii, hatta imkansız. Çünkü zehir çoktan kana karışmış durumda.
Üstelik zehrin panzehiri yine aynı zehirde ve bunu herkesten çok kendi biliyor.
Erdoğan o baldıran zehrini semptomlarını azaltacak bir takım tedbirlerle de olsa içmeye devam edecek.
Esasen Erdoğan Küresel Kapitalizmin, emperyalizmin laboratuarlarında bu zehre uyumlu olması için genleriyle oynanmış bir GDO’lu ürün. Son kullanım tarihine kadar kullanılacaktır.
Erdoğan’ın bu yeni kılığı kimseyi aldatmasın.
Erdoğan’ın bu yeni kılığı Küresel Kapitalizmle ortak tuttuğu ajandada yazılanları bir bir yerine getirmesine engel değil.
Aksine bu görevlerini rahatça yerine getirmek için gerekli tek adam iktidarı pekiştirmek için kullandığı bir iş elbisesi.
Ancak Erdoğan yeni kılığını giyerken eskisini çıkarmadı, üzerine giydi.
O yüzden sırıtıyor. Çok belli oluyor.
İşte Erdoğan’ın handikabı da bu.
Bir yakın zamana kadar kendisine siyasi rant getiren Baldıran Zehri içme görevini bir süreliğine devredeceği bir kesim, bir kurum arıyor. O kadar da kolay olmuyor tabii.
Gözüne kestirdiği CHP bu konuda pek hevesli çıkmadı.
Dokunulmazlık yasasının meclis oylamasından beklentileri istediği oranda gerçekleşmedi. Şimdi bu yasayı kullanarak, CHP ve HDP’ye birlikte saldırarak karşısında bir cepheyi bizzat kendisi, kendi istediği formatta oluşturmaya çalışıyor.
Odak noktası Kürt Hareketi ve HDP mağduriyeti üzerinden kurulmuş bir cepheyi zorlayarak, "PKK terörünü savunan bir muhalefet" tarafından indirilmeye çalışılan Türkiye'nin birliğini bütünlüğünü savunan bir lider mağduriyetini edinmek istiyor.
Ancak dijital bellekler, toplumsal bellekleri de diri tutuyor. Erdoğan'ın bu siyasi Sülün Osman taktikleri bu defa çok etkili olmuyor.
Biraz dikkatli bakıldığında tutarsızlıklar sırıtıyor.
Geldiğimiz noktada sırıtan çok şey var.
Aslında yazının başında söylediğim, nesnel bakış açısıyla bakılmış olsaydı başından beri mantıksal tutarlılığı olmadığı çoktan anlaşılırdı. Ancak o zaman üzerine giydiği kıyafet bazılarına çok şık görünmüştü.
Bir zamanlar Erdoğan’ı desteklemenin felsefi alt yapısı çok iyi kurgulanmıştı. Art arda ortaya çıkan üretme paradigmalar, küresel destekli argümanlar, asparagas Polyanna hikayeleri ile o dönemlerde “Çok şükür, çok şükür bugünleri de gördük” şenlikleri ustaca sürdürülüyordu.
Ancak günümüze geldiğimizde; bu şenliklerin en coşkulu palyoçaları büyük pişkinlikle Erdoğan karşıtlığı saflarına geçtiklerinde aynı başarıyı elde edemiyorlar.
Yaşam kaçınılmaz olarak zamanın etkisinde kalıyor o palyoçaların makyajlarını akıtıyor
Yani eski padişah soytarılarının şimdiki “istemezük” hallerindeki samimiyetsizlik de sırıtıyor.
Peki, çok mu önemli bu samimiyetsizlik, vurgulanması illa gerekli mi?
Evet çok önemli ve gerekli…
Çünkü TÜRKİYE YENİ SİYASİ DOLANDIRICILIĞI KALDIRAMAZ!
Ne yazık ki şu sıralar Sülün Osman'ın ayakçıları ortalıkta cirit atıyor. Siyasi Sülün Osman'ın (RTE) sahte cephelerini pazarlanmasına ayakçılık yapıyorlar.
Daha önce Erdoğan baskıcı rejimini tohumlarını atmak üzere solcuları bir araya getirenler ya da en azından gelişen bugünkü iktidarını solcuların gözlerinden kaçırmayı başaranlar, büyük bir pişkinlikle bu yeni dolandırıcılığa destek oluyorlar.
Geçmiş sabıkalarının unutulmasını sağlamak için bunu Erdoğan karşıtlığı üzerinden yürüterek Erdoğan'ın istediği bir cepheleşmeyi pazarlıyorlar.
Erdoğan'ın tek adam rejiminin pekişmesinde en önemli engel olan yakın geçmişini, özellikle bugün yaşadığımız terördeki, fiili lideri olduğu AKP ile birlikte katkılarının gölgelenmesine yardımcı oluyorlar.
Erdoğan’ı yeni kılığıyla, kalıcı olarak bu ülke insanlarının başına musallat edecek bir cepheleşmenin lansman çalışması yapıyorlar.
Bu siyasi dolandırıcılığın bertaraf edilmesinin bir yolu var.
Erdoğan’ın istediği bir cepheleşmeye düşmeden DOĞRU, TUTARLI, İLKELİ BİR DEMOKRASİ CEPHESİ oluşturmak gerekiyor.
Böylesi bir cephenin ilkeleri ne olabilir?
Öncelikle, bu ilkeler böylesi bir yazıda madde madde sıralanmak üzere cebimde hazır olarak beklemiyor. Olsaydı da “en doğrusu benim cebimdekiler” demeyecektim.
Önerilmesi veya sorgulanıp tartışılması yasak tabular ve kutsallıkların olmadığı bir ortamda, hatır güdülmeden, geniş kesimlerce tartışılarak ortaya çıkan ilkeleri yeğlerim.
Örneğin “Ulusalcılık” yaftası mağduru olmaktan korkmadan ama Küresel Kapitalizmin gelişim ve içselleşmesinin vardığı noktayı hesaba katarak tanımlanmış, budunculuktan uzak bir ulusallığın, böyle bir cephedeki gerekliğini tartışmak isterim.
Küresel Sülün Osmanlarının ayakçılığını üstlenmiş ‘solcu’ yazar, ‘bilim’(!)adamlarının tabulaştırma çabalarına inat Yurtseverlik kavramı da bu cephenin bana göre olmazsa olmazıdır ve tartışmalarına katılmak isterim.
Bu ilkelerin kaçınılmaz sonucu olarak yine Kapitalizmin Küreselleşme ve içselleşmesinin vardığı noktanın dikkate alındığı antiemperyalist ilkenin böylesi bir cephede olmazsa olmazlığını tartışmak isterim.
Anti-Kapitalist ve emek eksenli, laik ve aydınlanmadan yana olması gibi tartışılıp içeriği doldurulması gereken temel ilkeleri olan bir demokrasi cephesi…
Daha birçok tartışılması gereken konu var böylesi bir cephe için.
Ancak tartışmaya hazır olsam da asla aksine ikna olamayacağım bir ilke var; Şiddete tüm taraflarıyla amasız, katıksız karşı olmak.
Böylesi bir ilkenin, Erdoğan'ın karşısında oluşturmak istediği muhalefet cephesi tuzağına düşmekten alıkoyacağını düşünüyorum.
Çünkü Erdoğan'ın kafasındaki muhalefet cephesinin bir ucu Türk-Kürt çatışmasına açılmakta.
En büyük tuzak da bu...
Haziran meclisleri -henüz yeteri kadar canlı ve işlevsel olmasa da- tabandan şekillendirilip yönlendirilecek bir demokrasi cephesi için örnek alınabilir.
Haziran Hareketi de böylesi bir cephede kendi bütünlüğünü bozmadan yer alabilir.
Son olarak; Erdoğan-AKP baskıcı yönetimi “demokrasinin cilvesi” olarak tanımlanacak siyasi bir pozisyon değildir.
Bu yönetime karşı mücadele, sadece yaptıkları ve yapıyor olduklarına değil, yapmak istediklerine de mücadele demektir.
Her şeye kaldığı yerden başlayacak küresel bir müdahale ya da askeri darbe çözüm olmayacaktır.
Bu baskıcı yönetimi yıkabilecek güç bu ülke potansiyelleri içinde mevcuttur.
Ne kaçınılmaz ne de vazgeçilmezdir.
Bunun için yaşananlara sadece bakmak yetmez, yaşananları görmek de gerekir.
Kendi mahallemizin trendlerine aykırı olmasına aldırmadan, sadece ön plana çıkan-çıkartılan argümanlarla değil, kıyıda köşede kalmış argüman ve verileri de dikkate alarak günümüzü değerlendirmeye çalışalım.
Öncelikle; yakın zamanda meclisten geçirilen dokunulmazlıklarla ilgi geçici anayasa değişikliğinin amacı ile başlayalım işe.
Terörü önlemek bahanesini falan geçelim. O kısım zaten başlı başına hikaye.
Bu soruşturmaların teröre haklılık zemini yaratacağını, aksine arttıracağını herkes gibi kendileri de biliyor.
Bu geçici anayasa değişikliği terörü önlemek amacıyla olmadığı gibi birkaç muhalefet milletvekilini mahkum ettirmek için de değil.
İşte bunu herkes bilmiyor ya da bilmezlikten geliyor.
Tekrar edelim: BU GEÇİCİ ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİN AMACI BİR KAÇ MUHALEFET MİLLETVEKİLİNİ MAHKUM ETTİRMEK DEĞİL.
Çünkü bu yöntemle meclis aritmetiğini iktidarın işine yarayacak şekilde değiştirmesi imkansız.
Erdoğan’ın başkan olmak için meclis aritmetiğini bu şekilde değiştirmeye kalktığını savunmak safdillik ya da başka gerçekleri saptırmaktır.
Bununla yetinmeyip; bu yöntemle HDP’nin meclisteki varlığını silmek istediğini savunanlar var.
Bir kere bu teknik olarak imkansız.
Ayrıca Erdoğan iktidarının HDP’nin meclisteki varlığını silmek istediğini hiç sanmıyorum.
Kendisi de küresel bir proje olan Erdoğan böylesi bir konuda küresel güçlerle çelişmeyi göze alamaz.
Dolayısıyla bu yasa değişikliğinin nihai hedefinde HDP yok.
Ama buna karşın görünürde bu anayasa değişikliğinin hedefinde HDP varmış gibi hava estiriyor.
Esasen HDP bu projede yanıltıcı hedef.
Erdoğan kafasına uygun bir muhalefet cephesi oluşturmak istiyor.
Bunu biraz işleyelim.
Erdoğan-AKP iktidarı bunca zamandır HDP karşıtlığını, küresel egemenlerin kontrolünde, onların istediği dozda yürüttü. Türkiye’yi formatlamak için gerekli meclis gücünü elde edebilmek, var olanı kaybetmemek üzerinde ayarlı ve görsel ağırlıklı bir karşıtlık bu.
Esasen Küresel algı baronlarının yarattığı trendlerden, mahalle temayüllerinden arınarak düşündüğümüzde 7 Haziran Seçimlerine kadar Kürt Hareketi ve İslamcılar arasındaki ittifakı somut olarak görebiliriz.
Dolmabahçe mutabakatına kadar gelen sürecin Erdoğan’ın bilgisi ve inisiyatifi dışında olduğunu kim söyleyebilir?
Oslo görüşmeleri, Habur Kapısı şenlikleri ve Öcalan’ın konuşmasının hükümet gözetim ve desteğinde, yaygın ve yandaş medya tarafından ilk defa yayınlandığı Nevroz şenliklerini falan düşündüğümüzde Erdoğan’ın izlediği bu HDP karşıtı görünümlü yeni politika benim açımdan inandırıcı değil.
Nedir Erdoğan’ın izlediği yeni politikanın görünümü?
Dinci milliyetçilik üzerinden üniter devlet savunuculuğu…
“Tek bayrak, tek devlet, tek millet” gibi, bugüne kadar her başı sıkışan siyasetçinin kullandığı, bütün laçkalaşmışlığına karşın hala piyasa değeri olan bir kavram üzerinden siyasi rant edinme girişimi…
Erdoğan, Gezi Direnişine kadar, “milliyetçiliği ayaklar altına aldım”, “Baldıran zehri içmeye hazırım” söylemlerinin rantını yiyerek gelmişti.
Gezi Direnişinde bu zehrin ilk sendromunu, bir iç bulantısı şeklinde yaşadı.
7 Haziran Seçimlerinde ise bu zehrin etkisinin bir iç bulantısından öte bir şey olduğunu anladı.
Şimdi mümkün olduğunca bu zehrin etkisini yediği herzeleri kusarak, önceki tükürdüklerini yalayarak azaltmaya çalışıyor.
Kolay değil tabii, hatta imkansız. Çünkü zehir çoktan kana karışmış durumda.
Üstelik zehrin panzehiri yine aynı zehirde ve bunu herkesten çok kendi biliyor.
Erdoğan o baldıran zehrini semptomlarını azaltacak bir takım tedbirlerle de olsa içmeye devam edecek.
Esasen Erdoğan Küresel Kapitalizmin, emperyalizmin laboratuarlarında bu zehre uyumlu olması için genleriyle oynanmış bir GDO’lu ürün. Son kullanım tarihine kadar kullanılacaktır.
Erdoğan’ın bu yeni kılığı kimseyi aldatmasın.
Erdoğan’ın bu yeni kılığı Küresel Kapitalizmle ortak tuttuğu ajandada yazılanları bir bir yerine getirmesine engel değil.
Aksine bu görevlerini rahatça yerine getirmek için gerekli tek adam iktidarı pekiştirmek için kullandığı bir iş elbisesi.
Ancak Erdoğan yeni kılığını giyerken eskisini çıkarmadı, üzerine giydi.
O yüzden sırıtıyor. Çok belli oluyor.
İşte Erdoğan’ın handikabı da bu.
Bir yakın zamana kadar kendisine siyasi rant getiren Baldıran Zehri içme görevini bir süreliğine devredeceği bir kesim, bir kurum arıyor. O kadar da kolay olmuyor tabii.
Gözüne kestirdiği CHP bu konuda pek hevesli çıkmadı.
Dokunulmazlık yasasının meclis oylamasından beklentileri istediği oranda gerçekleşmedi. Şimdi bu yasayı kullanarak, CHP ve HDP’ye birlikte saldırarak karşısında bir cepheyi bizzat kendisi, kendi istediği formatta oluşturmaya çalışıyor.
Odak noktası Kürt Hareketi ve HDP mağduriyeti üzerinden kurulmuş bir cepheyi zorlayarak, "PKK terörünü savunan bir muhalefet" tarafından indirilmeye çalışılan Türkiye'nin birliğini bütünlüğünü savunan bir lider mağduriyetini edinmek istiyor.
Ancak dijital bellekler, toplumsal bellekleri de diri tutuyor. Erdoğan'ın bu siyasi Sülün Osman taktikleri bu defa çok etkili olmuyor.
Biraz dikkatli bakıldığında tutarsızlıklar sırıtıyor.
Geldiğimiz noktada sırıtan çok şey var.
Aslında yazının başında söylediğim, nesnel bakış açısıyla bakılmış olsaydı başından beri mantıksal tutarlılığı olmadığı çoktan anlaşılırdı. Ancak o zaman üzerine giydiği kıyafet bazılarına çok şık görünmüştü.
Bir zamanlar Erdoğan’ı desteklemenin felsefi alt yapısı çok iyi kurgulanmıştı. Art arda ortaya çıkan üretme paradigmalar, küresel destekli argümanlar, asparagas Polyanna hikayeleri ile o dönemlerde “Çok şükür, çok şükür bugünleri de gördük” şenlikleri ustaca sürdürülüyordu.
Ancak günümüze geldiğimizde; bu şenliklerin en coşkulu palyoçaları büyük pişkinlikle Erdoğan karşıtlığı saflarına geçtiklerinde aynı başarıyı elde edemiyorlar.
Yaşam kaçınılmaz olarak zamanın etkisinde kalıyor o palyoçaların makyajlarını akıtıyor
Yani eski padişah soytarılarının şimdiki “istemezük” hallerindeki samimiyetsizlik de sırıtıyor.
Peki, çok mu önemli bu samimiyetsizlik, vurgulanması illa gerekli mi?
Evet çok önemli ve gerekli…
Çünkü TÜRKİYE YENİ SİYASİ DOLANDIRICILIĞI KALDIRAMAZ!
Ne yazık ki şu sıralar Sülün Osman'ın ayakçıları ortalıkta cirit atıyor. Siyasi Sülün Osman'ın (RTE) sahte cephelerini pazarlanmasına ayakçılık yapıyorlar.
Daha önce Erdoğan baskıcı rejimini tohumlarını atmak üzere solcuları bir araya getirenler ya da en azından gelişen bugünkü iktidarını solcuların gözlerinden kaçırmayı başaranlar, büyük bir pişkinlikle bu yeni dolandırıcılığa destek oluyorlar.
Geçmiş sabıkalarının unutulmasını sağlamak için bunu Erdoğan karşıtlığı üzerinden yürüterek Erdoğan'ın istediği bir cepheleşmeyi pazarlıyorlar.
Erdoğan'ın tek adam rejiminin pekişmesinde en önemli engel olan yakın geçmişini, özellikle bugün yaşadığımız terördeki, fiili lideri olduğu AKP ile birlikte katkılarının gölgelenmesine yardımcı oluyorlar.
Erdoğan’ı yeni kılığıyla, kalıcı olarak bu ülke insanlarının başına musallat edecek bir cepheleşmenin lansman çalışması yapıyorlar.
Bu siyasi dolandırıcılığın bertaraf edilmesinin bir yolu var.
Erdoğan’ın istediği bir cepheleşmeye düşmeden DOĞRU, TUTARLI, İLKELİ BİR DEMOKRASİ CEPHESİ oluşturmak gerekiyor.
Böylesi bir cephenin ilkeleri ne olabilir?
Öncelikle, bu ilkeler böylesi bir yazıda madde madde sıralanmak üzere cebimde hazır olarak beklemiyor. Olsaydı da “en doğrusu benim cebimdekiler” demeyecektim.
Önerilmesi veya sorgulanıp tartışılması yasak tabular ve kutsallıkların olmadığı bir ortamda, hatır güdülmeden, geniş kesimlerce tartışılarak ortaya çıkan ilkeleri yeğlerim.
Örneğin “Ulusalcılık” yaftası mağduru olmaktan korkmadan ama Küresel Kapitalizmin gelişim ve içselleşmesinin vardığı noktayı hesaba katarak tanımlanmış, budunculuktan uzak bir ulusallığın, böyle bir cephedeki gerekliğini tartışmak isterim.
Küresel Sülün Osmanlarının ayakçılığını üstlenmiş ‘solcu’ yazar, ‘bilim’(!)adamlarının tabulaştırma çabalarına inat Yurtseverlik kavramı da bu cephenin bana göre olmazsa olmazıdır ve tartışmalarına katılmak isterim.
Bu ilkelerin kaçınılmaz sonucu olarak yine Kapitalizmin Küreselleşme ve içselleşmesinin vardığı noktanın dikkate alındığı antiemperyalist ilkenin böylesi bir cephede olmazsa olmazlığını tartışmak isterim.
Anti-Kapitalist ve emek eksenli, laik ve aydınlanmadan yana olması gibi tartışılıp içeriği doldurulması gereken temel ilkeleri olan bir demokrasi cephesi…
Daha birçok tartışılması gereken konu var böylesi bir cephe için.
Ancak tartışmaya hazır olsam da asla aksine ikna olamayacağım bir ilke var; Şiddete tüm taraflarıyla amasız, katıksız karşı olmak.
Böylesi bir ilkenin, Erdoğan'ın karşısında oluşturmak istediği muhalefet cephesi tuzağına düşmekten alıkoyacağını düşünüyorum.
Çünkü Erdoğan'ın kafasındaki muhalefet cephesinin bir ucu Türk-Kürt çatışmasına açılmakta.
En büyük tuzak da bu...
Haziran meclisleri -henüz yeteri kadar canlı ve işlevsel olmasa da- tabandan şekillendirilip yönlendirilecek bir demokrasi cephesi için örnek alınabilir.
Haziran Hareketi de böylesi bir cephede kendi bütünlüğünü bozmadan yer alabilir.
Son olarak; Erdoğan-AKP baskıcı yönetimi “demokrasinin cilvesi” olarak tanımlanacak siyasi bir pozisyon değildir.
Bu yönetime karşı mücadele, sadece yaptıkları ve yapıyor olduklarına değil, yapmak istediklerine de mücadele demektir.
Her şeye kaldığı yerden başlayacak küresel bir müdahale ya da askeri darbe çözüm olmayacaktır.
Bu baskıcı yönetimi yıkabilecek güç bu ülke potansiyelleri içinde mevcuttur.
Ne kaçınılmaz ne de vazgeçilmezdir.
Bunun için yaşananlara sadece bakmak yetmez, yaşananları görmek de gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.