6 Temmuz 2016 Çarşamba

Erdoğan'dan yeni bir oldu bitti daha. Suriyeli Mülteciler meselesi...

Erdoğan Suriye'li mültecilere vatandaşlık vereceğini söyledi ya.!?
En sorgusuz sualsiz destek yine soldan geldi.
Ötesini berisini hiç irdelemeden, "demokratlık gereğidir" diyerek hemen atladılar.


Tıpkı Ergenekon Davası ilk açıldığında olduğu gibi...
O zamanlar imza toplamışlardı, "sonuna kadar gidilsin" diye...
Gidildi.. Kozmik odalara kadar girildi.
"Hele bir durun, hemen atlamayın, önünü arkasını irdeleyin" diyenlere söylemediklerini bırakmamış, bütün şirretlikleriyle saldırmışlardı.
Sonuç..? Hiçbir faili meçhul aydınlatılamadı, 12 Eylül darbesi ölmek üzere olan iki bunağın üzerine yıkılarak çırak çıkarıldı.
Ama Erdoğan'ın iktidarı bugüne kadar geldi, diktatörlüğe dönüştü.


12 Eylül Anayasa referandumu sırasında da öyle değil miydi?
Değiştirilsin diye bize sunulan değişiklikler, üstüne bir kaç şeker konmuş bir paket deve gübresi gibiydi.
"Sadece üstteki şekerlere değil paketin altına da bakın" diyecek olduk. Darbecilikten tutun, faşistliğimize kadar söylemediklerini bırakmadılar.
Sonuç; Erdoğan bu sayede kendi yargı ordusunu kurdu.

Çözüm Süreci gereği akil adamlarla yürütülen gösteriler için de bir şeyler söylemeye niyetlendik.
Dedik ki; "Bu konu meclise gelsin. Nedir ne değildir bir tartışılsın.
Neyin pazarlığı yapılıyor halk da bilsin. Yoksa insanlar benimsemez. Açığa çıktığında aksi etki yapar." diyecek olduk
Sen misin diyen, “anaların ağlamasından mutlu musunuz, kana doymuyor musunuz?" suçlamaları, barışın ne kadar önemli olduğu konusunda yazılar, paylaşımlar...
Sonuç ; ölümler ve şiddet onlarca kat arttı. Şehirler işgal ediliyor, insanlar yerinden yurdundan oluyor. “Analar ağlamasın” diyenler. Şimdi karşı tarafa ne kadar çok kayıp verdirttiklerini açıklayarak ağlattıkları anaların sayısı ile övünüyorlar.


Suriye iç savaşı başladığında, "bu pek özgürlük ve demokrasi savaşına benzemeiyor emperyalist bir müdahale var" demek gibi bir gaflette bulunduk.
Sen ha..? "Diktatörlüğü mü savunuyorsunuz yoksa?" yaftası hazırdı.
Dedik ki; "Yahu bu ÖSO içinde Cihatçı katiller var" cevap hemen hazır, "Esad katil değil mi?"
Sonuç; ABD desteğinde “devrimler” öldürülen, yerinden yurdundan edilen çocuk, kadın binlerce insan…


IŞİD Kerkük ve Musul'a saldırdığında bunun tehlikeli bir gelişme olduğunu söyledik.
Yanıt; "IŞİD Kürtlerin pozisyonun güçlendiriyor" şeklindeki paylaşımlarla oldu...
Sonuç; ‘Biji Obama’lı Rajova devrimleri, İnsanlarının kamplarda süründüğü, açık denizlerde boğulduğu, Aylan Kurdi gibi plaja vurduğu, bir zaman yurt olan yerler şimdi ABD destekli PYD’nin elinde… Tahminleri kısmen de doğruydu. Kürtlerin pozisyonu değil ama Küresel Kürt Hareketinin pozisyonu güçlendi
Ama ne pahasına..?


Laikliğin önemi hakkında bir kaç söylemimiz de oldu. Elbette bedeli vardı. Laikçi olarak suçlandık.
Sonuç; değil laikliği korumak, laiklik için mücadele eder hale geldik.
Bu hikayeler uzar gider.

Yetmez ama Evet Sürecinin sahabeleriyle sosyal medyada tartışmaya başladığımızda bir çoğu eski arkadaşlarımızdı. Tanıyordum kendilerini. Açık söylemek gerekirse, önceki tanışıklığımızdan gelen izlenimle hiç yadırgamamıştım.
Hemen hepsi mahalle trendlerini önceden farkına, varıp herkesten önce sahiplenmeyi vizyon zannediyorlardı. Gücün ve popüler olanın yanında olmayı “devrimci uyanıklık” olarak görüyorlardı.
Ancak o dönemler Erdoğan'ı savunmak gibi bir acemilikleri olmuştu. Ayrıca elitistliğin ölçüsünü fazla kaçırıp kırılma noktasını biraz ilerde tutunca sol kesimden kendilerinde kalan kısmın yetersiz olduğunu Gezi Direnişine kadar ayırtına varamadılar.
Arkalarındai Küresel Deneyim ve desteğin de yardımıyla Kürt Hareketi üzerinden yeni bir söylem geliştirerek bu açıklarını kapadılar.
Bu yeni söylem sayesinde o zamanlar bu tartışmalarda aynı safta olan bazı söylem keskini solcuları da zamanla yanlarına çekip, iman sahibi yaptılar.
Yetmez ama Evet Süreci de Erdoğan ve AKP gibi Küresel kapitalizmin bir projesiydi.
Yeni iman sahibi ve söylem keskini solcular, bu projeye sahabelere göre sonradan katılmanın kendilerinde yarattığı itibar kompleksini giderebilmek için şimdi projenin her aşamasını herkesten daha ateşli savunuyorlar.

Nitekim Erdoğan büyük bir "hümanizma" ile Suriyeli mültecileri vatandaş yapacağını söyler söylemez, işte bu Yetmez ama Evet sürecinin sahabeleri ve sonradan imana gelen söylem keskini teşne solcular vakit geçirmeden -AkTrollerden bile önce- Erdoğan'ın yanında oldular.

Hani, bir kere de Erdoğan'ın önlerine koyduğu gazozun hazır teşnesi olmasalardı.!?
O gazozu başlarına dikmeden önce, ne bileyim bir koklasalardı, rengine, imalat zamanlamasına falan bir baksalardı.
Galiba, sonu  “kandırıldık” mazereti ile sonuçlanacak yepyeni bir hikaye başlamak üzere…
Yine tartışılmasına bile fırsat verilmeden, yaftaları önceden hazırlanmış bir dayatmayla karşı karşıyayız.
“Demokrat mısın, değil misin?” dayatması…
Mültecilerin vatandaş olmasını kayıtsız şartsız kabul ediyorsan demokratsın, kaygılarını dile getiriyorsan, bilgilenmek, tartışmak istiyorsan ırkçı, şovenistsin.

Oysa şiddetle tartışılması gereken bir konu…
Kendi açımdan bu ülkeye sığınmış insanlara, olabilecek en insani yaklaşımın gösterilmesinden yanayım.
Eğer gerçekten vatandaş olmak istiyorlarsa bu kapının tamamen kapatılması da yanlış.
Ancak 2,5 Milyon insanın Türkiye vatandaşlığına kabulü de öyle, "ben yaptım oldu" şeklinde olacak bir şey değil.
Bu, ülke insanlarının birlikte vereceği bir karar olmalı.
Böylesi bir kararın sağlıklı olmasının tek yolu açık ve eksiksiz bilgi ışığında tartışılmasından geçer.
Yani Erdoğan Diktatörlüğü ile yönetilen bir Türkiye’de asla mümkün olmayan bir şey.
Bırakın ülke genelinde sağlıklı tartışmayı kendine demokrat diyen kesim arasında bile demokratça tartışılamıyor.
Pis ve yoğun demagoji eşliğinde, en despotik yaftalama, yalıtlama ve ötekileştirme yöntemleriyle baskı uygulanarak kabule zorlanıyoruz.
Tıpkı anayasa referandumu, Ergenekon davaları gibi yukarıda saydığım diğer konularda olduğu gibi…

Ama tartışmalıyız. Bu despot "demokratların" mahalle baskılarına pabuç bırakmadan, hoyratça yaftalamalarına aldırmadan, bundan önce defalarca yaşadıkları fiyaskolarını ağızlarına tıkarak enine boyuna bu konuyu tartışmalıyız.
Çünkü bu meselede bana göre kaygı duyulması, tartışılması gereken çok nokta var.

Öncelikle; bana kalırsa yetersiz ve ikincil öneme sahip bir yönünden tartışılıyor konu.
Erdoğan’ın başkanlık planlarının bir parçası olarak oy potansiyeli açısından yaklaşılıyor.
Oysa Suriye’deki iç savaşta savaş deneyimi yaşamış cihatçı çetelerin mülteci pozisyonun da ülkede cirit attığını görmezden gelemeyiz.
Erdoğan İktidarının da bu kesime olan yaklaşımını, ortaya çıkan bir çok belge ve haberle öğrenmiş bulunuyoruz.
Bütün bunlara, kendi diktatörlüğünü pekiştirmek ve Küresel Kapitalizmin kendisine yüklediği misyonu yerine getirebilmek adına, yapmayacağı şey olmayan bir diktatör tarafından yönetildiğimizi düşünelim.
Dışa karşı bu denli kifayetsiz olan bu iktidarın, içeride sonsuz yetkiyle donatıldığını, doğru bilgilenmenin neredeyse imkansız oluğunu da katarak akıl yürütelim.
Bu arada Sosyal Medyada Aktroller tarafından bilinçli ve senkronize bir şekilde yürütülen Hilafet Ordusu kampanyasını da bu akıl yürütmeye ilave edelim.
Hani şu 2023’te kapatılması düşünülen parantezden sonra gerçekleştirilecek Yeni Osmanlıcılık hayalini de unutmadan, Erdoğan'ın “Suriyeli mültecilerden yararlanmak lazım” söylemindeki “hümanizmaya” bir de böyle bakalım.

Tartışılması gerekir diyoruz ya… Nereye İskan edileceği de önemli…
Örneğin Kürt Nüfusun yoğun olduğu yerlere olabilir mi? Korucu sistemine yeni bir boyut katarak Hilafet ordusunun ısınma manevralarını bu bölgelerde yapmayı düşünebilir mi?
Ya da belediye seçimlerinde bir türlü başarılı olamadığı kentler de yığma oy potansiyeli olarak düşünülmesi de söz konusu olabilir.
Örneğin, Diyarbakır, Van, Siirt gibi bu bölgelerde...Rajova'da ve özellikle Kobani'deki  'Biji Obama devrimi'nden kaçan hiç de azımsanmayacak Kürt nüfusun, yakın zamanda Selahattin Demirtaş'ın "Kürtlerin en büyük İslami partisi HDP'dir." restine karşılık oralara yerleştirilmeleri söz konusu olabilir. "Kürt meselesinin çözümü İslamiyettedir" diyen Hüda-Par'ın kadrolarıyla orada olabilecekleri bir düşünün.


Ya da kabin amiri Binali Yıldırım'ı teneke çalarak kovalaya İzmirli den hesap sormak için İzmir'e yerleştirilmesi söz konusu olabilir.

Bir de, hiç konu edilmeyen, bambaşka yönünden bakalım meseleye...
Niçin mültecilerin ortaya çıkış nedenleri tartışılmaz?
Ona neden koşullar ve o koşulları yaratan odaklar..?
Mültecilerin yollara dökülmesine neden olan olumsuzlukları, katliamlar, baskılar, zulüm ve hatta ekonomik eşitsizlikleri ortadan kaldırmak niye istenmez? Onların adil ve güvenli bir şekilde yurtlarına dönmeleri neden dile getirilip bir mücadele alanı olarak görülmez?
Yoksa bütün bunların arkasında olan gücün, bizlere "demokratlık" görevi yükleyenlerle aynı kulvarda oldukları ortaya çıkmasın diye mi?

Yani mesele, “Mültecilere vatandaşlık hakkının verilmesini savunmak demokratlık gereğidir.” deyip geçmekle bitmiyor.
Tekrar ediyorum. Tartışmalıyız.
Küresel Kapitalizmin dünyaya yaymak istediği;
her türlü özgürlük ve dayanışmanın yeniden tanımlandığı;
kamusal ortaklıkların, vatandaşlık haklarının ortadan kalktığı, yerine müşteri ilişkilerinin,kavimler ve aşiretlerin hisseleri oranında mülkiyetlerinin konduğu;
Sınırların sermayenin serbest dolaşımı üzerine yeniden çizildiği bu yeni dinin bir vecibesi olarak dayattığı bu oldu bittiyi tartışmalıyız.

Onların sahabelerinin ve yeni iman etmiş söylem keskini teşne solcuların yaftalamalarına pabuç bırakmadan tartışmalıyız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.