13 Mayıs 2012 Pazar

12 Eylül Anneleri. Annem..

12 Eylül günleri… Menemen dahil, İzmir’den epey bir arkadaşla birlikte Siyasi Şubeye götürülmüştük. Sorgumun bütün hızıyla sürdüğü günler… Sorgu esnasında yapılan işkencenin yanında koridorda beklerken de değişik yöntemlerle direncini kırmaya çalışıyorlardı. Tek ayak üzerinde bir duvarın önünde, gözleri de bağlı olarak yaklaşık bir metre uzaktan işaret parmaklarıyla duvara dayayıp bekletiyorlardı. Sırtımda da “Dikkat yemek verilmeyecek” diye bir kağıt asılı ya da bana öyle söylüyorlar.Neyse, amacım bu yöntemlerin ayrıntısıyla kimseyi üzmek değil, böyle bir günde…

Birinci şubeye yemekler yakındaki bir askeri garnizondan geliyordu sanırım. Siyasi Şube altıncı kattaydı. Yemek geldiğinde sorgusu bitenlerden bir iki kişiyi aşağıya götürüp yemekleri taşıtıyorlardı. Hemen herkes bu angaryaya gönüllü oluyordu. Çünkü karanlık, havasız ufak bir odada 40- 45 kişi bulundurulan arkadaşlar en azından bir iki dakika da olsa gün yüzü görüp temiz hava alıyorlardı. Genel de sorgusu bitip de birkaç gün geçmiş olanlardan seçiyorlardı ki gördükleri işkencenin izi biraz olsun geçsin, görünümleri biraz olsun düzelsin istiyorlardı. Zira bir dakika da olsa emniyet müdürlüğünün bahçesin de görünüyorlardı. O gün bir nöbet değişikliğine mi yoksa dalgınlıklarına mı geldi beni seçtiler. Belki sırtımda ki kağıt düşmüştü. Koridor nöbetçilerden biri sırtıma dokundu “sen de gel bakalım” dedi. Ben yukarıdaki anlattığım ayrıntıları o an için bilmediğimden sorguya götürüldüğümü sandım önce. Ama kapı altı dedikleri çift kapılı bir yere götürdüler. Koridor görevlisi “göz bağını çıkar” dedi. Çıkardım. Benimle birlikte bir arkadaş daha vardı. Kapıyı açtılar bizi bir başka polis karşıladı. Asansöre binip aşağıya indik. “Polis aşağıda oyalanmayacaksınız tamam mı? Yemekleri alıp çabuk çabuk asansöre geliyoz, başınızda yerde olacak ona göre…” deyince rahatladım. Demek ki şimdilik sorguya gitmiyordum. Bahçedeki kapalı bir askeri aracın arkasından büyük bakraçları ikişer ikişer yüklendik. Sorgunun etkisiyle oldukça bitkinim ve bakraçlar ağır… Ama yine de her iki elimde birer bakraç temiz havanın verdiği güçle asansöre doğru yürüyorum. Birden “Nadi!” diye bir feryat işittim.
Başımı kaldırdım.
Oydu... Annem…
Zemin katta bekleşen bir grup tutuklu yakının arasından hızla bana doğru geliyordu.

Herkesin anası kendisine, 'bir başka' gelir.
Ama benim annem gerçekten 'bir başka' idi.
12 Eylül’ün ilk yıllarıydı. Gecenin geç vakitleri, sokağa çıkma yasağı başlamadan iki eve uğramam lazım. Bana bağlı arkadaşlarımın ikisinin Birinci Şubeye alındığı haberi gelmişti. Ailelerine haber vermem gerekiyordu. Eğer aileleri birinci şubeye uğrayıp “oğlum-kızım buradaymış” diye soruşturursa sorgunun en azından öldürmeye varacak kadar şiddetli olamayacağını düşünüyorduk. Ailelerine onu tavsiye edecektim. Her iki arkadaşın da annesi ile görüştüm.
Açıkçası gördüğüm tavır beni şaşırtmıştı. Her ikisi de oğullarını suçluyordu. ”Kim bilir ne yaptı. Ne hali varsa görsün gibi” tavırları vardı. Hele bir tanesi ikna çabalarıma da kızdı. “Yürü git, polis diye bağırırım şimdi” dedi. 12 Eylül darbesi öyle bir şeydi ki… Aslına bakarsan tam bir akıl tutukluluğuydu. Annelerin bile aklına, yüreğine kilit vurmuştu.


Oysa benim annem..?
Annem tutuklanmamın ilk gününden beri hemen her gün Emniyet Müdürlüğüne gelmişti. Bütün yaşamım da olduğu gibi o zamanlarda da ikircimsiz, amasız, bütün yüreği ile benim yanımda oldu. Ben onun oğluydum. Tanıdığı, bildiği oğlu... O kötü bir şey yapmazdı ki…
12 Eylül annemin ne aklını ne de yüreğini tutuklayabilmişti.


İşte o annem, şimdi “Oğlum! Neler yapmışlar sana” diyerek hızla bana doğru geliyordu.
Birden, bir kaç sene önce Siyasi Şubeye alınan arkadaşımızın annesinin Emniyet Müdürlüğünde kızını görmek için bağırıp çağırması sonucu birkaç saatlik da olsa tutuklanıp hücreye atıldığını hatırladım. Ayni şeyler annemin de başına gelir kaygısıyla elimdeki bakraçları döke saça, hızla asansöre giden merdivenlere yöneldim. Annemi engellemeye çalışıyorlardı ama başaramıyorlardı. Arkamdan merdivenleri çıkmaya başladı. Önüne bir polis geçti. “Dur kadın hele, nereye gidiyon!” gibisinden kaba saba bir şeyler söyleyerek engellemeye çalıştı.


Annemin çocukluktan beri alıştığım yumuşak bir sesi ve yüz ifadesi vardır. Kaygılı, şefkatli ve sevgi dolu… Hala da öyledir. Çocukken yaptığım en çıldırtıcı yaramazlıklarda bile, beni azarlarken, ne kadar uğraşsa bile ne yüzündeki ne sesindeki o şefkati saklayamazdı. Oysa şimdi o yüz ifadesi değişmiş, korkutucu, kararlı bir hal almıştı. O ana kadar ve sonrasında da duymadığım sert kalın bir ses tonuyla “Oğlum o benim. Ne yapıyorsunuz ona” diye bağırdı. Ben bile ürperdim.  Kendisini engellemeye çalışan polisin birkaç parmağı ile tuttuğu ceketinin kolundan aşağıya çekti. O izbandut gibi polis birkaç basamak aşağıya inip dengesini zor sağladı. O sırada birkaç polis daha gelip annemi tutmaya çalışıyorlardı. Kaygıyla baktım. Onu da içeri alacaklardı. Göz göze geldik… Birden sakinleşti “tamam tamam” dedi. Yüz ifadesi ve sesi her zamanki gibi kaygılı ve yumuşak halini aldı.

Daha sonra annem o anı anlatırken; “sen bana ağzınla sus işareti yapınca, şimdi benim yüzünden fazladan eziyet yaparlar çocuğa dedim. Sustum ”dedi. Oysa öyle bir şey hatırlamıyordum. Sadece onun için kaygılanmıştım. Onu da arkadaşımızın annesi gibi almalarından korkmuştum. Bereket ki almadılar.

Beş on gün sonra, son bir iki günümüzü geçirdiğimiz Narlıdere askeri tutukevinden bizi salıverdiler. Annem yine karşımdaydı. Hasretle sarıldık. Konak’a gidip oradan vapurla karşıya geçtik.
Vapurla gele gide sivil polisleri tanımıştı. Bir kaçı da etrafta dolanıp duruyordu. Annem bir tanesinin yüzüne bakarak yüksek sesle “Gözü körolmayasıcılar nasıl bakıyorlar bak. Gelip gittikçe de bana da hep öyle bakmışlardı.” diye söylenmeye başladı. Sivil polis yüzünü çevirip uzaklaştı Sonra vapurda şaşkın şaşkın bize bakan insanlara “Birde merak etme, oğluna bir şey olmaz demişlerdi. Bak neler yapmışlar, gözlerinin altı çökmüş” diye yüksek sesle anlatmaya başladı. Bazıları ne olduğunu anlamamış şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Ama bazıları da meseleyi anlamış, tedirgin olmuş, gözlerini kaçırmışlardı. 12 Eylül ortamıydı. Tüm toplum tedirgindi. Vapur yolculuğu boyunca annemi sakinleştiremedim. Söylene söylene vardık Karşıyaka’ya.

12 Eylül bir karabasandı. Anneler için de…
Her anne farklı göğüsledi 12 Eylül’ü.
Benim annem de işte böyle karşılamıştı. Üzüntü ve kaygıyla ama aynı zaman da büyük bir öfkeyle…
Anneler günü tüm annelerimize kutlu olsun.
Senin de anacım, senin de kutlu olsun.

Nadi Öztüfekçi
13 Mayıs 2012

1 yorum:

  1. Annelerin sevgisi anlatmakla olmaz, ancak yaşanarak kavranılır, sadece evlatları için onlar her zorluğu göğüsler.

    YanıtlaSil

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.