Çok genel geçer yöntemdir. Hele öncelikli amacın kendini pazarlamaksa... Ucuzundan, hemen kısa yoldan "doğru söylüyor" , "helal olsun" gibi övgülere ulaşmak istiyorsan en kestirme yoldur.
Örneğin
spor yazarısın, önce tuttuğun kulübü açıklarsın. Diyelim ki
Galatasaraylı olduğunu söylersin. İlla da o takımı tutman gerekmez.
Örnek üzerinden gidersek, Galatasaraylı da olmayabilirsin üstelik. Ama
öyle olduğunu söylersin ya da öyle görünürsün. Arkasından ver yansın
Galatasaray'a... Oynadığı oyunun beş para etmez olduğundan başlar, zaten
oyuncuların ruhsuz olduğuna varır, oradan yöneticilerinin
beceriksizliği ile tamamlarsın. Hesapta Galatasaraylısın ya,
söylediklerinin iler, tutar yanı olmasa da Galatasaray'a yüklendiğin
için kısa yoldan "ne kadar doğrucu" nitelemesini kazanırsın. Aklıma ilk gelen örnek Hıncal Uluç'tur. Galatasaraylı kimliğiyle bütün gücüyle Galatasaray'dan "Hınç al"ır. Hesapta nesnel bir yazardır. Öyle ya "adam Galatasaraylı ama bak ne biçim eleştiriyor" oluverir.
Örneği spordan verince aklıma önce -nedense- Galatasaray geldi. Aynı şeyler başka kulüpler için de geçerli aslında. Örneğin Fenerbahçe için de aynı durum geçerli…
Bu
davranışın bence en uygun tanımı 'aidiyetin üzerinden kendini
pazarlamak'tır. Şu sıralar en sık örneği de sola karşı olmakta.
Bildiğiniz gibi günümüzün trendi solu dövmek... Büyük, çılgın bir yarış
halinde herkes sola yüklenmekte... Doğal olarak bu yarışa soldan
katılmanın büyük avantajı var. Rakiplerine göre birkaç adım öne
geçiverirsin. "Bak bak kendileri bile..." başlığı altında yazılarınız alıntılanır, nesnel, "özeleştiri mekanizmasını işleten"
solcular(!) olarak sahiplenilirsiniz. Hatta söyledikleriniz sola kayda
değer zararlar veriyorsa bir anda popüler olabilirsiniz. Artık sizinle
röportajlar mı yapılır, televizyon yayınlarına mı çıkarsınız, köşeler mi
edinirsiniz, önünüz açılmıştır bir kere.
Tabii
bazı handikaplar da yok değildir. Bir kere solcu kimliğinizi bir türlü
bırakamazsınız. Bilirsiniz ki solcu(!) kimliğiniz olmasa
söylediklerinizin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Zira
söyledikleriniz, bulunduğunuz cephenin gerçek sahipleri, gedikli sol ve
solcu düşmanları tarafından yıllardan beri söylenmektedir zaten. Eski
solcu olmakta artık çoktan demode olduğuna göre... O yüzden
ilginçliğinizi korumak için, çoktan sol değerleri bırakmış olsanız bile
suret-i soldan görünmek zorundasınızdır.
Üstelik
bulunduğunuz cephe cadı kazanı gibidir. Bitmez tükenmez bir yarış
vardır aralarında, “Sola en şiddetli darbeyi kim vuracak” yarışı… Bu
yarışta ön sıralarda olmazsanız, ilginçliğiniz kaybolursa cephedeki
itibarınız aşınmaya başlar. Artık bütün yeteneğinizle geçmişe dair
birikiminizle(!) devam edersiniz bu yarışa. Ama hiçbir zaman rahat
olamazsınız, yarış kızıştıkça solcu kimliği korumak zorlaşır. Derken
cepheden bir hançerdaşınız, beklenmedik bir atak yapar. Sizin bile
yapamayacağınız açıdan saldırır sola… Belki tüyoyu cephe komutanlarından
almıştır. Yüzbinlerin fiili tanıklığını hiçe sayarak 1 Mayıs
katliamını, derin devletin işçi sınıfına ve onun örgütlerine olan en
büyük saldırısını “solun arasındaki bir çekişme” olarak tanımlar mesela. Hemen arkasından cephe komutanlığı girer olaya. Yani arkasında karargâh desteği de vardır.
Birden cephedeki konumunuzu sorgulamaya başlarsınız. Bunca zamandır
birlikte derin devlete karşı hesapta mücadele vermiştiniz. Bunca
zamandır ülkedeki gerici kalkışmaların, örneğin Sivas olaylarının
aktörlerini, onların avukatlarını aklamak pahasına meseleyi sadece derin
devlete yüklemiştiniz. Hrant Dink cinayetin de hiç de derin olmayan
devletin, hükümetin emrindeki bir takım yetkili zevatın aymazlıklarını,
arkasındaki dinci şovenist anlayışı, görmezlikten gelerek hükümetin de
üzerinde bir takım derinliklerde aramıştınız. Sırf AKP’yi sivileşmenin
şampiyonu olarak lanse edebilmek üzere derin devlet kavramını sınıfsal
bağlamından koparıp, AKP’nin bir masal kahramanı gibi mücadele edip
yendiği, mistik ve antik bir örgüt olarak tanımlamışken… Bir de
bakıyorsunuz hançerdaşınız sırf yarışta bir adım geçmek adına derin
devleti Aklayıveriyor. Zor bir durum…
Artık
o pavyonda size masa kalmadığı belli. Ayrılmakla iyi yaptınız. Akıllıca
bir tutum… Tek sermayeniz olan “Bakınız solcular bile…” deki solcu(!)
kimliğinizi de kaybedebilirdiniz. Aslında bunun akıllıca bir taktik
olmaktan öte “o kadar da değil artık, benden buraya kadar!” çıkışı
olmasını o kadar arzulardım ki…
Bence
biraz dinlenin. Dinlenin ve düşünün. Belki TKP adına özür dilemek
yerine kendi adınıza da özür dilemeniz gerekebileceği aklınıza gelir.
Nadi Öztüfekçi
13 Mayıs 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.