13 Mayıs 2012 Pazar

Aidiyetler üzerinden kendini pazarlama

Çok genel geçer yöntemdir. Hele öncelikli amacın kendini pazarlamaksa... Ucuzundan, hemen kısa yoldan "doğru söylüyor" , "helal olsun" gibi övgülere ulaşmak istiyorsan en kestirme yoldur.

Örneğin spor yazarısın, önce tuttuğun kulübü açıklarsın. Diyelim ki Galatasaraylı olduğunu söylersin. İlla da o takımı tutman gerekmez. Örnek üzerinden gidersek, Galatasaraylı da olmayabilirsin üstelik. Ama öyle olduğunu söylersin ya da öyle görünürsün. Arkasından ver yansın Galatasaray'a... Oynadığı oyunun beş para etmez olduğundan başlar, zaten oyuncuların ruhsuz olduğuna varır, oradan yöneticilerinin beceriksizliği ile tamamlarsın. Hesapta Galatasaraylısın ya, söylediklerinin iler, tutar yanı olmasa da Galatasaray'a yüklendiğin için kısa yoldan "ne kadar doğrucu" nitelemesini kazanırsın. Aklıma ilk gelen örnek Hıncal Uluç'tur. Galatasaraylı kimliğiyle bütün gücüyle Galatasaray'dan "Hınç al"ır. Hesapta nesnel bir yazardır. Öyle ya "adam Galatasaraylı ama bak ne biçim eleştiriyor" oluverir.

Örneği spordan verince aklıma önce  -nedense- Galatasaray geldi. Aynı şeyler başka kulüpler için de geçerli aslında. Örneğin Fenerbahçe için de aynı durum geçerli…

Bu davranışın bence en uygun tanımı 'aidiyetin üzerinden kendini pazarlamak'tır. Şu sıralar en sık örneği de sola karşı olmakta. Bildiğiniz gibi günümüzün trendi solu dövmek... Büyük, çılgın bir yarış halinde herkes sola yüklenmekte... Doğal olarak bu yarışa soldan katılmanın büyük avantajı var. Rakiplerine göre birkaç adım öne geçiverirsin. "Bak bak kendileri bile..." başlığı altında yazılarınız alıntılanır, nesnel, "özeleştiri mekanizmasını işleten" solcular(!) olarak sahiplenilirsiniz. Hatta söyledikleriniz sola kayda değer zararlar veriyorsa bir anda popüler olabilirsiniz. Artık sizinle röportajlar mı yapılır, televizyon yayınlarına mı çıkarsınız, köşeler mi edinirsiniz, önünüz açılmıştır bir kere.
Tabii bazı handikaplar da yok değildir. Bir kere solcu kimliğinizi bir türlü bırakamazsınız. Bilirsiniz ki solcu(!) kimliğiniz olmasa söylediklerinizin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Zira söyledikleriniz, bulunduğunuz cephenin gerçek sahipleri, gedikli sol ve solcu düşmanları tarafından yıllardan beri söylenmektedir zaten. Eski solcu olmakta artık çoktan demode olduğuna göre... O yüzden ilginçliğinizi korumak için, çoktan sol değerleri bırakmış olsanız bile suret-i soldan görünmek zorundasınızdır.

Üstelik bulunduğunuz cephe cadı kazanı gibidir. Bitmez tükenmez bir yarış vardır aralarında, “Sola en şiddetli darbeyi kim vuracak” yarışı… Bu yarışta ön sıralarda olmazsanız, ilginçliğiniz kaybolursa cephedeki itibarınız aşınmaya başlar. Artık bütün yeteneğinizle geçmişe dair birikiminizle(!) devam edersiniz bu yarışa. Ama hiçbir zaman rahat olamazsınız, yarış kızıştıkça solcu kimliği korumak zorlaşır. Derken cepheden bir hançerdaşınız, beklenmedik bir atak yapar. Sizin bile yapamayacağınız açıdan saldırır sola… Belki tüyoyu cephe komutanlarından almıştır. Yüzbinlerin fiili tanıklığını hiçe sayarak 1 Mayıs katliamını, derin devletin işçi sınıfına ve onun örgütlerine olan en büyük saldırısını “solun arasındaki bir çekişme” olarak tanımlar mesela. Hemen arkasından cephe komutanlığı girer olaya. Yani arkasında karargâh desteği de vardır. Birden cephedeki konumunuzu sorgulamaya başlarsınız. Bunca zamandır birlikte derin devlete karşı hesapta mücadele vermiştiniz. Bunca zamandır ülkedeki gerici kalkışmaların, örneğin Sivas olaylarının aktörlerini, onların avukatlarını aklamak pahasına meseleyi sadece derin devlete yüklemiştiniz. Hrant Dink cinayetin de hiç de derin olmayan devletin, hükümetin emrindeki bir takım yetkili zevatın aymazlıklarını, arkasındaki dinci şovenist anlayışı, görmezlikten gelerek hükümetin de üzerinde bir takım derinliklerde aramıştınız. Sırf AKP’yi sivileşmenin şampiyonu olarak lanse edebilmek üzere derin devlet kavramını sınıfsal bağlamından koparıp, AKP’nin bir masal kahramanı gibi mücadele edip yendiği, mistik ve antik bir örgüt olarak tanımlamışken… Bir de bakıyorsunuz hançerdaşınız sırf yarışta bir adım geçmek adına derin devleti Aklayıveriyor. Zor bir durum…

Artık o pavyonda size masa kalmadığı belli. Ayrılmakla iyi yaptınız. Akıllıca bir tutum… Tek sermayeniz olan “Bakınız solcular bile…” deki solcu(!) kimliğinizi de kaybedebilirdiniz. Aslında bunun akıllıca bir taktik olmaktan öte “o kadar da değil artık, benden buraya kadar!” çıkışı olmasını o kadar arzulardım ki…

Bence biraz dinlenin. Dinlenin ve düşünün. Belki TKP adına özür dilemek yerine kendi adınıza da özür dilemeniz gerekebileceği aklınıza gelir.

Nadi Öztüfekçi
13 Mayıs 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.