IŞİD Kobane’den çekildi.
Özgür Suriye Ordusu’nun bazı unsurları, Peşmerge güçleri
YPG’ye destek verirken, ABD öncülüğündeki koalisyon uçakları da bölgedeki IŞİD
mevzilerini Ağustostan bu yana vuruyordu.
Peşmerge birlikleri 29 Ekim'de Habur Sınır Kapısı'ndan Türkiye'ye girmiş, Suruç'taki iki günlük bekleyişin ardından Kobane'ye geçmişti.
Aynı dönemde Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurları da YPG'ye destek vermek üzere Kobane'ye girmişti.
Peşmerge birlikleri 29 Ekim'de Habur Sınır Kapısı'ndan Türkiye'ye girmiş, Suruç'taki iki günlük bekleyişin ardından Kobane'ye geçmişti.
Aynı dönemde Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurları da YPG'ye destek vermek üzere Kobane'ye girmişti.
Koalisyon güçleri; yani ÖSO, yani Emperyalizm, yani ABD...
Bu olan bitenlere aklı eren var mı?
Önce ÖSO içinden kendisine muhalif(!) güç oluşturuldu.
Tıpkı bir zamanlar El Kaide'nin yaratıldığı gibi...
Tüm dünyadan, profesyonel savaşçıların ve radikal İslamcı
odaklardan katılımlarını kolaylaştırarak, hatta bazen emir menzilindeki
hükümetler vasıtasıyla bizzat organize ederek katliam ve dehşet çetesi, adeta
gezici bir devlet-ordu örgütlenmesi olarak IŞİD çıktı ortaya.
Değişik tezgahlar vasıtasıyla, bizzat yaratılmış tesadüflerle(!)
silahlanması sağlandı.
Bu yapılanma; Musul-Kerkük'ten başlayarak masum insanlar
üzerinde dehşet yaratan katliamlar yarattı.
Sonradan görüldü ki IŞİD’in bu işgalleri aslında sonradan
uygulanacak senaryonun sadece fragmanıymış.
IŞİD’in katliamlarını sürdürerek, hiçbir engelle
karşılaşmadan Kobane’ye saldırması çok hızlı oldu.
Neden Kobane..?
Neden Suruç’un Suriye’deki
adeta diğer yarısı olan ve Türkiye’ye sadece 3,7 km olan Kobane..?
Ve neden Musul ve Kerkük’te sahneye konan kanlı fragmandan
sonra..?
Bu soruların yanıtlarını kesin olarak bilmek mümkün değil. Ama bu soruların ortaya çıkışındaki maddi
temelleri de göz ardı etmek mümkün değil.
İleride; bazı belgeler açığa çıktığında ve ortaya çıkmasının önemi
kalmadığında belki bu yanıtlara ulaşabileceğiz.
Şimdi, yani bu yanıtların ortaya çıkmasına şiddetle ihtiyaç olduğu şu
sıralar, yapabileceğimiz tek şey akıl yürütmek.
Birlikte yürütmeye çalışalım.
IŞİD Musul ve Kerkük’te yaptıkları ve Kobane’ye yaklaşırken
ortaya koyduğu kanlı sahnelerin Kobane’nin diğer yarısında Suruç’ta, Türkiyeli
Kürtlerde yaratacağı infial herkesin malumuydu. Yani hesaba katılmıştı. Amacın
bu olup olmadığını bilemeyiz. Ama öngörülemeyeceğini söyleyemeyiz
Nitekim yaşandı bu infial. Peki, “temel istem” neydi?
Temel İstem; “sınırdan geçişin serbest bırakılması” yönünde
oldu.
Çünkü sınırın diğer yanında yakınlar, aile ve akrabalar
vardı. Ve onların katlediliyor olması ihtimali ya da katledilme tehlikesi
vardı. Gerçek ve somut bir tehlike…
Üstelik o sınırlardan geçişin yakın zamana kadar nasıl
serbest bırakıldığı görülmüşken ve biliniyorken.
Dahası o sınırlardan ÖSO’ ya destek adı altında IŞİD’e silah
ve militan geçişine izin verildiği biliniyorken.
Bu kalkışmanın bir diğer yansıması da; Bölgede Hüda-Par
örgütlenmesi ve partinin faili cinayetlerle ilgili geçmişi üzerinden doğan
tepkilerle oldu.
Yaklaşık 40 bin kişi ayaklandı. Günlerce sürdü ve 40 kişi
öldü. Ölümlerin büyük bir kısmı protestoculardandı. Ancak önemli bir diğer
kesimi de protestocuların neden olduğu ölümlerdi.
Ne ölenlerin sayısı, ne kimler olabileceğinin önceden
hesaplandığını söyleyemeyiz. Protestoların dakikası dakikasına
yönlendirildiğini de söylemek abes. Hatta IŞİD saldırılarının asıl amacının bu
olduğunu söylemek de.
Bütün bu ölümlerin ve protestolarla dile getirilen isteklerin
bizzat planlandığını ve amaçlandığını kesin olarak söyleyemeyiz belki ama önceden
kestirilemediğini söylemek güç.
Bütün bu gelişmeler sonucunda; Peşmerge birlikleri 29
Ekim'de Habur Sınır Kapısı'ndan Türkiye'ye girmiş, Suruç'taki iki günlük
bekleyişin ardından Kobane'ye geçmişti.
Şimdi sizce ortada haklılık temelleri olan önemli sorular yok mu?
Bu sorular geçiştirebileceğimiz, zihnimize şeytanın soktuğu abdest bozan cinsten sorular mı?
Bu sorular geçiştirebileceğimiz, zihnimize şeytanın soktuğu abdest bozan cinsten sorular mı?
Hele ortada ABD gibi Ortadoğu’daki en kanlı senaryoların,
baş yapımcısı ve aktörü olan bir devlet varsa..?
Akıl yürütmeye devam edelim.
Peşmergelerin Habur sınır kapısından geçişinin, “biji serok Obama”nın en az tepki
duyulacağı, hatta “insan hayatının söz
konusu olduğu ortamda” hepimizce makul karşılanacağı bir durum başka nasıl
oluşabilirdi?
O “insan hayatının söz
konusu olduğu ortam” bütün gelişmelerin rastlantısal bir sonucu mu yoksa
amaçlanan bir sonuç mu? Bu soruya kesin bir netlikte yanıt verebilir miyiz?
Bir adım daha ilerleyelim. Peki bu ihtiyacın hasıl oluşu bir
defaya mahsus bir olay mı? Bu “ihtiyaca
binaen” durumu ileride “müktesebata
binaen” e dönüşür mü?
Son zamanlarda çok gündeme gelen Osmanlıcaya göndermeyi bir
yana bırakarak; acaba bu mecburiyet hali kazanılmış hakka dönüşür mü?
Özellikle Ortadoğu’da Emperyalizmin formatlama çalışmaları
ve şimdilik ertelenmiş, ama her an gündeme gelebilecek bir Suriye operasyonu
söz konusuysa..?
Ortada oldukça karışık bir durum var.
Bildiğimiz ABD, haninin emperyalisti bir devlet, ulusal kurtuluş
mücadelesini destekliyor!!? Size garip gelmiyor mu?
Garipten de öte sıkıntılı
gelmiyor mu?
Şu Ortadoğu’da olan bitenin, dökülen onca kanın, yapılan onca zulmün gedikli
sorumlusuyla "hatır" için ayna safta olmak doğrusu benim içimi sıkıyor.
Daha önce,
bu “iç sıkıntısı” henüz bir olasılıkken “Solcuların
zor sınavı…” adlı yazımda bundan söz etmiştim.
“… Ama IŞİD konusunda
ki ikna operasyonu bu zamana kadar olanların en sofistikesi idi. Bir o kadar
iğrenç, bir o kadar kanlı, bir o kadar acımasız...
Bu defa öyle ustaca
davrandılar ki yakın zamanda Suriye iç savaşına müdahale etme konusunda
solcuların bir kesiminden gelen destek daha da genişleyerek Irak’a müdahalede
ısrara dönüştü.
Yakın zamana kadar
AKP’nin ve mütedeyyin kesimlerin “mağduriyeti” üzerinden yürütülen “solu
Küresel Sermaye ile yol arkadaşı yapma operasyonu” şimdi "AKP’ye
muhalefet" üzerinden gerçekleştiriliyor.
AKP ve Erdoğan’ın IŞİD
ile ilişkisi ve Irak’a müdahale konusunda “göstermelik” isteksizliği
birçok solcuyu adeta ABD ile aynı cephede savaşmaya gönüllü duruma getirdi.
Senaryonun inandırıcı
olması bakımından da gerçek katliamlar gerçekleştirildi.
Şimdi solcular büyük
bir ikilem karşısında.
Bir yandan dökülen kan
ve alınan canlarıyla gerçek bir katliam; diğer yandan emperyalizmin gereksinim
ve istekleri doğrultusunda bölgenin yeniden tasarımlanması…
Emperyalizmin yanında
emperyalizmin mamulüne karşı savaşmak ya da katliamlara karşı duyarsız
kalmak...
İğrenç bir tezgah ve
zor bir ikilem...”
İşte şimdi bu ikilemle karşı karşıyız.
Açıkçası IŞİD’in Kobane’yi terk etmesine sevindim, ama şu sosyal medya şenliklerine katılamıyorum. Kafamda oluşan her soruya bulabildiğim yanıt çok daha
zor bir başka soruyu peşinden getiriyor.
IŞİD Musul’a saldırdığının hemen sonrasında kendini Kürt
Ulusal Hareketinin fan kulübü üyesi olarak gören sosyal medyaşorlarının
dolaştırdığı bir yazıyı hatırladım. Arayıp buldum. Orada yazının özeti diyebileceğimiz bir
paragrafta şöyle deniyordu:
“IŞİD'in Musul
saldırısı Kürt kamuoyunda yeni bir savaş kaygısına neden olurken, gelişmeleri
doğru okumak ve soğukkanlı tavır almak, Kürtlerin pozisyonunu güçlendirebilir.
Bu nedenle IŞİD'in saldırısını doğru tanımlamak gerekir”
İnsan düşünmeden edemiyor. Onca ölüm, kan ve gözyaşı bu
pozisyonu güçlendirmek için miydi?
Böyle bir pozisyon için kaç ölüme, ne kadar zulüm ve gözyaşına razı olunabilir? Bütün bu ölüm, savaş karşısında nasıl soğukkanlı tavır alınabilir?
Böyle bir pozisyon için kaç ölüme, ne kadar zulüm ve gözyaşına razı olunabilir? Bütün bu ölüm, savaş karşısında nasıl soğukkanlı tavır alınabilir?
Türkiye’de sol bilincin bu kadar aciz kaldığı bir dönem
yaşanmamıştı. Ortada bütün gizemiyle dolaşan yüzlerce soru karşısında sorumlu,
samimi, ayakları yere basan yanıtlar üretilemiyor. Elbette Kruger Sendromuna
örnek teşkil edecek denli kendinden emin bir şekilde tekrarlanan ezber
paketlerinden söz etmiyorum.
Dünya ve ülke sorunlarına “eskinin kalıplarında ve
statükocu kalmak” kaygısıyla hegemonyanın piyasaya sürdüğü çok daha dar
kalıpların içinde kıvranıyor sol bilinç.
Bayat piyasa söylemlerinin değişik ambalajlarla sunulduğu yeni
moda sol jargon her yanı kaplamış durumda.
Nasıl çıkılır bu
samimiyetsiz, trendçi söylem kolaycılığı kuşatmasının içinden? Açıkçası bilemiyorum.
Ancak Emperyalizmin bu kadar görmezden gelindiği durum tahlillerinin, kalıpçı
söylemlerin bizi götüreceği noktayı az çok kestiriyor olmamız gerekiyor.
Zihnimizi o şenlik müziklerinin ritminden biraz olsun kurtararak,”ama..?”
diyebilmek çok mu cesurane bir iş? Bilmiyorum. Belki gerçekten zordur.
Ya da ben yel değirmenleri siluetlerini ejderha zannediyorum. Belki de ejderhalar artık dostumuz olmuştur.
Hatta aslında başından beri dosttular da biz yanlış
biliyoruz.
Ortadoğu’da, Dünya’nın birçok yerinde ölümlere, dökülen kana,
zulme, sömürüye, kaynakların kurumasına yol açan emperyalizm ejderhası aslında
efsaneydi ve biz yanılmıştık.
Evet solcular zor bir sınav veriyor.
Ben kendi adıma bu sınavdaki soruları doğru bildiklerimle
yanıtlamaya devam edeceğim. Kaç puan alacağım ya da bu sınavdan geçip
geçemeyeceğim önemli değil. Benim arka fonda gözüken o siluetlerin ejderha
olduğundan şüphem yok.
Hem zaten solculuk biraz da Don Kişot’luktur.
Nadi Öztüfekçi
28 Ocak 2015
Nadi Öztüfekçi
28 Ocak 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.