28 Ocak 2015 Çarşamba

Solcuların zor sınavı... (2)



IŞİD Kobane’den çekildi.
Özgür Suriye Ordusu’nun bazı unsurları, Peşmerge güçleri YPG’ye destek verirken, ABD öncülüğündeki koalisyon uçakları da bölgedeki IŞİD mevzilerini Ağustostan bu yana vuruyordu.
Peşmerge birlikleri 29 Ekim'de Habur Sınır Kapısı'ndan Türkiye'ye girmiş, Suruç'taki iki günlük bekleyişin ardından Kobane'ye geçmişti.
Aynı dönemde Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurları da YPG'ye destek vermek üzere Kobane'ye girmişti.
Koalisyon güçleri; yani ÖSO, yani Emperyalizm, yani ABD...

Bu olan bitenlere aklı eren var mı?
Önce ÖSO içinden kendisine muhalif(!) güç oluşturuldu.
Tıpkı bir zamanlar El Kaide'nin yaratıldığı gibi...
Tüm dünyadan, profesyonel savaşçıların ve radikal İslamcı odaklardan katılımlarını kolaylaştırarak, hatta bazen emir menzilindeki hükümetler vasıtasıyla bizzat organize ederek katliam ve dehşet çetesi, adeta gezici bir devlet-ordu örgütlenmesi olarak IŞİD çıktı ortaya.
Değişik tezgahlar vasıtasıyla, bizzat yaratılmış tesadüflerle(!) silahlanması sağlandı.
Bu yapılanma; Musul-Kerkük'ten başlayarak masum insanlar üzerinde dehşet yaratan katliamlar yarattı.
Sonradan görüldü ki IŞİD’in bu işgalleri aslında sonradan uygulanacak senaryonun sadece fragmanıymış.
IŞİD’in katliamlarını sürdürerek, hiçbir engelle karşılaşmadan Kobane’ye saldırması çok hızlı oldu.

Neden Kobane..?
Neden Suruç’un Suriye’deki  adeta diğer yarısı olan ve Türkiye’ye sadece 3,7 km olan Kobane..?
Ve neden Musul ve Kerkük’te sahneye konan kanlı fragmandan sonra..?
Bu soruların yanıtlarını kesin olarak bilmek mümkün değil.  Ama bu soruların ortaya çıkışındaki maddi temelleri de göz ardı etmek mümkün değil.  İleride; bazı belgeler açığa çıktığında ve ortaya çıkmasının önemi kalmadığında belki bu yanıtlara ulaşabileceğiz.  Şimdi, yani bu yanıtların ortaya çıkmasına şiddetle ihtiyaç olduğu şu sıralar, yapabileceğimiz tek şey akıl yürütmek.

Birlikte yürütmeye çalışalım.
IŞİD Musul ve Kerkük’te yaptıkları ve Kobane’ye yaklaşırken ortaya koyduğu kanlı sahnelerin Kobane’nin diğer yarısında Suruç’ta, Türkiyeli Kürtlerde yaratacağı infial herkesin malumuydu. Yani hesaba katılmıştı. Amacın bu olup olmadığını bilemeyiz. Ama öngörülemeyeceğini söyleyemeyiz

Nitekim yaşandı bu infial. Peki, “temel istem” neydi?
Temel İstem; “sınırdan geçişin serbest bırakılması” yönünde oldu.
Çünkü sınırın diğer yanında yakınlar, aile ve akrabalar vardı. Ve onların katlediliyor olması ihtimali ya da katledilme tehlikesi vardı. Gerçek ve somut bir tehlike…
Üstelik o sınırlardan geçişin yakın zamana kadar nasıl serbest bırakıldığı görülmüşken ve biliniyorken.
Dahası o sınırlardan ÖSO’ ya destek adı altında IŞİD’e silah ve militan geçişine izin verildiği biliniyorken.
Bu kalkışmanın bir diğer yansıması da; Bölgede Hüda-Par örgütlenmesi ve partinin faili cinayetlerle ilgili geçmişi üzerinden doğan tepkilerle oldu.
Yaklaşık 40 bin kişi ayaklandı. Günlerce sürdü ve 40 kişi öldü. Ölümlerin büyük bir kısmı protestoculardandı. Ancak önemli bir diğer kesimi de protestocuların neden olduğu ölümlerdi.
Ne ölenlerin sayısı, ne kimler olabileceğinin önceden hesaplandığını söyleyemeyiz. Protestoların dakikası dakikasına yönlendirildiğini de söylemek abes. Hatta IŞİD saldırılarının asıl amacının bu olduğunu söylemek de.
Bütün bu ölümlerin ve protestolarla dile getirilen isteklerin bizzat planlandığını ve amaçlandığını kesin olarak söyleyemeyiz belki ama önceden kestirilemediğini söylemek güç.

Bütün bu gelişmeler sonucunda; Peşmerge birlikleri 29 Ekim'de Habur Sınır Kapısı'ndan Türkiye'ye girmiş, Suruç'taki iki günlük bekleyişin ardından Kobane'ye geçmişti.
Şimdi sizce ortada haklılık temelleri olan önemli sorular yok mu?
Bu sorular geçiştirebileceğimiz, zihnimize şeytanın soktuğu abdest bozan cinsten sorular mı?
Hele ortada ABD gibi Ortadoğu’daki en kanlı senaryoların, baş yapımcısı ve aktörü olan bir devlet varsa..?

Akıl yürütmeye devam edelim.
Peşmergelerin Habur sınır kapısından geçişinin, “biji serok Obama”nın en az tepki duyulacağı, hatta “insan hayatının söz konusu olduğu ortamda” hepimizce makul karşılanacağı bir durum başka nasıl oluşabilirdi?
O “insan hayatının söz konusu olduğu ortam” bütün gelişmelerin rastlantısal bir sonucu mu yoksa amaçlanan bir sonuç mu? Bu soruya kesin bir netlikte yanıt verebilir miyiz?

Bir adım daha ilerleyelim. Peki bu ihtiyacın hasıl oluşu bir defaya mahsus bir olay mı? Bu “ihtiyaca binaen” durumu ileride “müktesebata binaen” e dönüşür mü?
Son zamanlarda çok gündeme gelen Osmanlıcaya göndermeyi bir yana bırakarak; acaba bu mecburiyet hali kazanılmış hakka dönüşür mü?
Özellikle Ortadoğu’da Emperyalizmin formatlama çalışmaları ve şimdilik ertelenmiş, ama her an gündeme gelebilecek bir Suriye operasyonu söz konusuysa..?

Ortada oldukça karışık bir durum var.
Bildiğimiz ABD, haninin emperyalisti bir devlet, ulusal kurtuluş mücadelesini destekliyor!!? Size garip gelmiyor mu?
Garipten de öte sıkıntılı gelmiyor mu?
Şu Ortadoğu’da olan bitenin, dökülen onca kanın, yapılan onca zulmün gedikli sorumlusuyla "hatır" için ayna safta olmak doğrusu benim içimi sıkıyor.

Daha önce, bu “iç sıkıntısı” henüz bir olasılıkken “Solcuların zor sınavı…” adlı yazımda bundan söz etmiştim.
“… Ama IŞİD konusunda ki ikna operasyonu bu zamana kadar olanların en sofistikesi idi. Bir o kadar iğrenç, bir o kadar kanlı, bir o kadar acımasız...
Bu defa öyle ustaca davrandılar ki yakın zamanda Suriye iç savaşına müdahale etme konusunda solcuların bir kesiminden gelen destek daha da genişleyerek Irak’a müdahalede ısrara dönüştü.
Yakın zamana kadar AKP’nin ve mütedeyyin kesimlerin “mağduriyeti” üzerinden yürütülen “solu Küresel Sermaye ile yol arkadaşı yapma operasyonu” şimdi "AKP’ye muhalefet" üzerinden gerçekleştiriliyor.
AKP ve Erdoğan’ın IŞİD ile ilişkisi ve Irak’a müdahale konusunda “göstermelik” isteksizliği  birçok solcuyu adeta ABD ile aynı cephede savaşmaya gönüllü duruma getirdi.
Senaryonun inandırıcı olması bakımından da gerçek katliamlar gerçekleştirildi.
Şimdi solcular büyük bir ikilem karşısında.
Bir yandan dökülen kan ve alınan canlarıyla gerçek bir katliam; diğer yandan emperyalizmin gereksinim ve istekleri doğrultusunda bölgenin yeniden tasarımlanması…
Emperyalizmin yanında emperyalizmin mamulüne karşı savaşmak ya da katliamlara karşı duyarsız kalmak...
İğrenç bir tezgah ve zor bir ikilem...

İşte şimdi bu ikilemle karşı karşıyız.
 Açıkçası IŞİD’in Kobane’yi terk etmesine sevindim, ama şu sosyal medya şenliklerine katılamıyorum. Kafamda oluşan her soruya bulabildiğim yanıt çok daha zor bir başka soruyu peşinden getiriyor.
IŞİD Musul’a saldırdığının hemen sonrasında kendini Kürt Ulusal Hareketinin fan kulübü üyesi olarak gören sosyal medyaşorlarının dolaştırdığı bir yazıyı hatırladım. Arayıp buldum.  Orada yazının özeti diyebileceğimiz bir paragrafta şöyle deniyordu:
 IŞİD'in Musul saldırısı Kürt kamuoyunda yeni bir savaş kaygısına neden olurken, gelişmeleri doğru okumak ve soğukkanlı tavır almak, Kürtlerin pozisyonunu güçlendirebilir. Bu nedenle IŞİD'in saldırısını doğru tanımlamak gerekir”
İnsan düşünmeden edemiyor. Onca ölüm, kan ve gözyaşı bu pozisyonu güçlendirmek için miydi?
Böyle bir pozisyon için kaç ölüme, ne kadar zulüm ve gözyaşına razı olunabilir? Bütün bu ölüm, savaş karşısında nasıl soğukkanlı tavır alınabilir?

Türkiye’de sol bilincin bu kadar aciz kaldığı bir dönem yaşanmamıştı. Ortada bütün gizemiyle dolaşan yüzlerce soru karşısında sorumlu, samimi, ayakları yere basan yanıtlar üretilemiyor. Elbette Kruger Sendromuna örnek teşkil edecek denli kendinden emin bir şekilde tekrarlanan ezber paketlerinden söz etmiyorum.
Dünya ve ülke sorunlarına “eskinin kalıplarında ve statükocu kalmak” kaygısıyla hegemonyanın piyasaya sürdüğü çok daha dar kalıpların içinde kıvranıyor sol bilinç.
Bayat piyasa söylemlerinin değişik ambalajlarla sunulduğu yeni moda sol jargon her yanı kaplamış durumda.
Nasıl çıkılır bu samimiyetsiz, trendçi söylem kolaycılığı kuşatmasının içinden? Açıkçası bilemiyorum. Ancak Emperyalizmin bu kadar görmezden gelindiği durum tahlillerinin, kalıpçı söylemlerin bizi götüreceği noktayı az çok kestiriyor olmamız gerekiyor.
Zihnimizi o şenlik müziklerinin ritminden biraz olsun kurtararak,”ama..?” diyebilmek çok mu cesurane bir iş? Bilmiyorum. Belki gerçekten zordur.

Ya da ben yel değirmenleri siluetlerini ejderha zannediyorum. Belki de ejderhalar artık dostumuz olmuştur.
Hatta aslında başından beri dosttular da biz yanlış biliyoruz.
Ortadoğu’da, Dünya’nın birçok yerinde ölümlere, dökülen kana, zulme, sömürüye, kaynakların kurumasına yol açan emperyalizm ejderhası aslında efsaneydi ve biz yanılmıştık.

Evet solcular zor bir sınav veriyor.
Ben kendi adıma bu sınavdaki soruları doğru bildiklerimle yanıtlamaya devam edeceğim. Kaç puan alacağım ya da bu sınavdan geçip geçemeyeceğim önemli değil. Benim arka fonda gözüken o siluetlerin ejderha olduğundan şüphem yok.
Hem zaten solculuk biraz da Don Kişot’luktur.

Nadi Öztüfekçi
28 Ocak 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.