18 Ocak 2015 Pazar

İslamcılık, İslamiyet...



Hala Charlie Hebdo saldırısını İslamofobi bağlamında değerlendirme çabaları sürdürülmekte.
Aslında çaba diye nitelendirmek yanlış.
Zorlama demek lazım.

Biraz incelendiğinde bu noktadaki tavrın asıl kırılma noktası olduğunu görmek mümkün.
Doğru tutarlı bir söylemle, güçler dengesine göre değişen söylem arasındaki fark ve bu söylemin arka plandaki farklı itici güç, bence kırılma noktasının tam kendisi.
Yani egemen gücün karşısında alınan konum...
Biat mı, yoksa onur,bilinç, bilgi, vicdan ve mantık süzgeçlerinden geçirilmiş bir gerçek arayışından yana bir karşı duruş mu?
Hemen belirteyim; “onur, bilinç, bilgi, vicdan ve mantık süzgeçlerinden geçirilmiş bir gerçek arayışı” sözlerini özellikle kullandım.
Zira böylesi bir süzgeçten geçmeyen “gerçek” iddialarına itibar etmiyorum.
İtibar etmiyorum, çünkü artık gerçeklik algısının gelişen teknoloji ve tekniklerle gereksinim ve amaçlara göre kolaylık yönlendirilebildiği bir dönem yaşıyoruz.

Bir zamanlar “Atatürk’e hakaret” yasaklarının tartışıldığı sıralar, benim de katıldığım “düşünce özgürlüğünden yana” tavır gösterenlerin, değiştirilen paradigmalar doğrultusunda nasıl çark ettiğini gözlemliyoruz.
Ne yazık ki ortada büyük bir samimiyetsizlik var.
Konjonktürel belirsizliğin titreştirdiği trend ibresinin salınımlarına göre söylem geliştirmek ya da söylemsizlik uygulamak yaygın bir davranış oldu.
30 yıllık bir paradigma değişim süreci turunu tamamladı gözüküyor.
Demokrasi ve düşünce özgürlüğü iddiasıyla başlayan bu süreç, görmezden gelinen bilimsel, sınıfsal gerçeklik zeminine basmadan, adeta bir balon gibi yol almasının da etkisiyle fasit dairesini tamamlayıp, başladığı yere döndü.
Üstelik geçen uzun süre boyunca pompalanan “demokrasi ve özgürlük” gazıyla uçurulan bu balonun ağırlaşan sınıfsal, yaşamsal (ekonomik, ekolojik) gerçeklerin de etkisiyle başladığı yerden daha aşağılara sürüklenme tehlikesi var.
Zamanında bu cicili bicili, parlak renklere bezenmiş, yüksek basınç gazla doldurulmuş eski halini hafızalarına kazıyanlar, aynı balonun pörsümüş, artık yerlerde sürünen yeni halini görmüyorlar.
Bir kısmı için bu zaten imkansız.
Çünkü uzun zaman önce yerleştikleri sepetinden o balonun yeni halini görmek mümkün değil.
O sepetten inmeleri gerekecek. Zaten inmezlerse hep birlikte karanlık derinliklere sürüklenecekler.

Ama o balona binmeseler de yolculuğunu bunca zamandır alkışlayanların artık samimiyete dönme zamanları geldi.  Kendilerini kandırmadan bazı gerçeklere dokunmaları gerekiyor.
Özellikle gözlerinin önünde sönümlenen, pörsüyen demokrasi ve özgürlük balonun yanında giderek daha fazla ortaya çıkan İslamcılık, Osmanlıcılık ve despotizm gerçekliğine.
Dokunulması gereken diğer gerçeklik ise; İslamcılıkla demokrasinin uyuşamayacağıdır.
Ve elbette insan hakları, özgürlük ve eşitlik gibi birçok çağdaş değerlerle uyuşamaz.
İslamcılık kapitalizmle uyuşabilir.
İslamcılık emperyalizmle uyuşabilir.
Ama demokrasiyle, insan haklarıyla, eşitlikçilik gibi diğer birçok kavramla uyuşamaz.

Kendimce yaptığım bu saptamanın ayaklarının yere basması için yine kafamdaki “İslamcılık” tanımını açmam gerekiyor.
Öncelikle İslamcılıkla, İslamiyet’i birbirinden ayırmak gerekiyor.
Yanlış anlaşılmasın “gerçek İslam” falan tartışması yapmak istemiyorum.
İslamiyet’i savunmak ya da tartışmak da değil derdim.
Asıl anlatmak istediğim her türlü inanç üzerinden yapılan güç ve çıkar çabaları.
Hıristiyanlık, Musevilik ya da bir başka inanç, fark etmiyor.
Ve bunlardan hangisinin çağdaş insani değerlerle daha uyumlu, adil ve mantıklı olduğu da çok önemli değil.
Değil mi ki inanç, değil mi ki mantık ve bilgiye dayalı bir gerçeklik arayışına uzak..?
Yani yaşamın devingenlik ve değişkenliğine açık olmayan bir öğreti üzerinden yapılan siyaset, ticaret ve sosyal statü edinme çabalarının karşı tarafı (zira böyle çabaların mutlaka bir karşı tarafı vardır) baştan ön kabule zorladığını vurgulamak istiyorum.
Bir anlamda gücü elinde tutanlar lehine haksız rekabet…
Bu arada kafamdaki “İslamcılık” tanımı da ortaya çıkmış oluyor.
Belki de daha geniş anlamda “İnanççılık” diyebiliriz.
Ama ben ülkemiz somutundan hareketle “İslamcılık” üzerinden tartışmayı yürütmek istiyorum.
Cumhurbaşkanının ve Başbakanın büyük bir sorumsuzlukla yürüttüğü İslamcılık üzerinden…

İslam inancı ve öğretisi üzerinden (din) yapılan iktidar(siyaset), kazanç(ticaret) ve sosyal statü edinme çabalarının (kariyer) özetle güç ve çıkar arayışının tümünü “İslamcılık” olarak tanımlıyorum.
Burada hemen; “Ne değildir?” sorusuna da yanıt vermem gerekir.
İnançları yüzünden maruz kalınan baskıya karşı yapılan mücadeleyi “İnanççılık” olarak dolayısıyla da “İslamcılık” olarak değerlendirmiyorum.
Arada çok ince, perfore bir çizgi olsa da bunu vurgulamak önemli…
Zira tarih inançlar yüzünden zulüm ve mağduriyet örnekleri ile doludur. Bizim tarihimiz de…
Ama bu gerçeğin beraberinde getirdiği bir başka gerçek de; inançlar yüzünden görülen zulmün zalim tarafının bir başka inanç olduğudur.
Yani inanç mağduriyetinin kaynağı yine inanççılık…
Bu zulüm ne adına yapılırsa yapılsın, ister İslam, ister laiklik, ister ateizm adına, sonuçta inançlar üzerinden yapılan baskının nedeni başka bir inanç.
Ülkemiz tarihinde çoğu kez saptırılarak ve abartılarak dile getirilse de bir gerçek olan, laiklikçilik üzerinden yapılan baskıların tanımı da sonuçta “İslamcılıktır”
Çünkü İslamcılığın en temel özelliği İslam öğretisinin dünyevi çıkarlar doğrultusunda, işine geldiği gibi yorumlanmasıdır.
Buradan hareketle rahatlıkla; “İslamcılık bu toprakların kadim sorunudur” diyebiliriz.
Kadim ve önemli, tehlikeli ve zorlu... Güçlü bir mutabakatla, öncelikle düşünsel zeminde ama eylemsellik dışında kalmadan mücadele edilmesi gereken bir sorun.
Burada önemli olan nokta kanımca şu; bu mücadeleyi asla İslamiyet’e ve de Müslümanlara karşı yapmamak.
Peki, mümkün mü?
Yani İslamiyet eleştirilmeden, ele alınmadan İslamcılığa karşı mücadele edilir mi?
Evet, oldukça karışık ve zor bir konu…
Ama başarılması, üstesinden gelinmesi gereken bir konu…
Hatta İslamcılıkla mücadelenin meşru zeminler de (sadece yasallık anlamında alınmasın) nasıl yapılacağı da önemli. Yani daha önce yapıldığı gibi yasakçı tavır içine girmeden, her ne kadar İslamcılık iktidarda olsa bile despotizmi savunur pozisyona düşmeden nasıl yapılacağını tartışmak gerekir.

Görüldüğü üzere önemle üzerinde durulması gereken, karmaşık ve zor bir konu…
Konuya başladığımız noktaya dönersek; samimiyetle, trendler ve üretilen suni paradigmalardan etkilenmeden, egemen düşünceye biat etmeden düşün üretmemiz gerekiyor.
Ama her şeyden önce yılmadan, ortamda yoğunlaşan kara bulutların korkusuna kapılmadan, serinkanlılıkla yapmalıyız bu işi…
Yani onur, bilinç, bilgi, vicdan ve mantık süzgeçlerinden geçirilmiş bir gerçek arayışı içersinde düşünce üreterek, cesaretle de eylemlileşmek gerekiyor.

Nadi Öztüfekçi
19 Ocak 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.