1 Temmuz 2014 Salı

Benim İslamcım seninkinden daha iyi...



Olmayanları eleştirmek ve söylenmeyenlere cevap vermek gerçekten ilginç bir tutum...
Önce gerçekte var olmayan senaryolar piyasa ediliyor. Sonra bu ucuz senaryo üzerinden eleştirel analizler yapılıyor. Örneğin HDP'nin Selahattin Demirtaş'ın adaylığını ihanet olarak değerlendiren Ulusalcıların ya da bir takım solcuların var olduğuna dair senaryolar..?
Şimdi mantık var vicdan var; adam hem ulusalcı olacak, hem de HDP'den CHP adayını desteklemesini mi isteyecek? Zaten yok böyle bir şey. Normal'de bir CHP'li Partisinin HDP ile aynı kulvarda olmasını bile istemez.
Ya da belli bir mantık sahibi bir sosyalist HDP ve CHP’nin birlikte hareket edebileceği üzerine hesap bile yapmaz. Herkes bilir ki bu görünüm her iki partinin de tabanında oy kaybına neden olur.
Bugünkü siyasi konjonktürde her üç partinin ayrı ayrı aday göstermesinden daha doğal bir şey yoktu. AKP'yi bir kenara bırakalım, HDP'nin de CHP'nin de ayrı aday göstermesini ihanet olarak değerlendirmek, ayrı birer parti olarak var olmalarını da ihanet olarak değerlendirmekle eş anlamlıdır.

Aynı şekilde CHP'nin Ekmeleddin İhsanoğlu adayına da şaşırmış görünüp "bu kadarı da olmaz" kabilinden eleştirilere de aklım ermiyor.
Bu CHP; Nasyonal Sosyalist, Şovenist, Türkçü olduğu için eleştirdiğimiz, mütedeyyinlere zulüm yaptığından, laikçi olduğundan şikayetçi olduğumuz parti değil miydi? Zaten siyasi varlığına bile tahammül edemediğimiz, tabanının faşist ve çözüm sürecine karşı olan Beyaz Türklerden oluştuğunu düşündüğümüz CHP’den söz etmiyor muyuz?
Yani doğru bir aday çıkarsa desteklenecek miydi? Nasıl bir aday olmalıydı örneğin?
Ulusalcı ve çözüm sürecine karşı bir aday..?
Şu sıralar zımni bir fikirdaşlık yürütülen Süheyl Batum gibi veya onun kafasındaki bir aday desteklenecek miydi?
Peki,  -hala hangi mantıkla olduğunu anlayamadığım- HDP'nin adaylık teklifi götürdüğü CHP milletvekili Rıza Türmen, CHP'nin adayı olsaydı destekleyecek miydik? Ya da Rıza Türmen HDP'nin adayı olsaydı geldiği partinin yukarıda sıraladığımız özelliklerinden sıyrılmış mı olacaktı?

CHP’nin bugünkü garabeti; solcusu, sosyalisti, İslamcısı, liberali, Kürt Ulusalcısı, Kürt Demokrat veya Devrimcisi her kesimden gelen, yaygın medyada bolca yer bulan eleştirilerin yönlendirici etkisi sonucudur. Herkes biliyor ki; CHP Cumhurbaşkanı adayını seçerken, olağanüstü sofistike algı operasyonları ve bu sıraladığım kesimlerin bilerek-bilmeyerek katılım ve desteği ile yaratılan İslamcı Atmosfere beklenen tepkiyi vermiştir. Şu günlerde, “her ne şekilde olursa olsun, ama olsun” mantığı ile yaklaşılan çözüm sürecine ters düşmeyen –ya da en azından nötr kalan-, cuma namazı kılan, oruç tutup iftar açan, söylemlerinde sık sık dinsel referansları kullanan, kullanabilen, günün trendlerine uygun bir aday düşündü. Daha doğrusu böyle düşünmeye zorlandı. Ve adayını buldu.
Yani CHP’nin bu “şaşkın ördek hali” ortak bir eserdir. Şimdi kıç üstü dalıyor diye hiç şaşırmayalım. Ya da şaşırmış görünmeyelim.
CHP yukarıda da sıraladığım kesimler tarafından; yeteri kadar emek yanlısı politikalar üretmediği için, antikapitalist ve antiemperyalist bir duruş sergilemediği için, sendikal haklar konusunda, gelir eşitsizliği, iş güvenliği konularında yeterli duyarlılığı göstermediği için eleştirilmedi ki. Tüm Türkiye’ye –hatta tüm Ortadoğu coğrafyasına- çekilen formattan o da nasibini aldı. Hakim rüzgarlar yönünde eğim aldı, biçim gösterdi.

Bence CHP’nin İslamcı aday göstermesine karşı şaşırmış, kızmış rol tavırları bırakıp, o “aaa ne ayıp, bu kadarda olmaz ki” samimiyetsiz hallerinden kurtulup CHP’nin böyle bir aday göstermesinin altında yatan nedenleri, hakim İslamcı atmosferin kendisini araştırıp tartışmaya başlayalım. Bu atmosfer nasıl oluştu, kimler, nasıl ve neden oluşmasına katkıda bulundu? Bütün bunları şapkamızı önümüze koyup tartışalım.

Yıllardır bu devletin asıl mağdurlarının emekçiler yoksullar, solcular, demokratlar, sosyalist ve komünistler değil de mütedeyyinler olduğu yolunda o mesnetsiz propagandaya sessiz kalınıp destek verildiğini hatırlayalım.
Bugün Erdoğan’ın devlet içerisindeki  örgütlenmelerine yönelik operasyon yapacağı yolunda bağıra bağıra tehdit ettiği, “Paralel Yapı” dediği kesime, çok değil 3 yıl öncesine kadar ordu içinde Gülen Cemaatine mensup oldukları için soruşturmaya uğradıklarında “başı secdeye değenlere karşı zulüm yapıyorlar" diyerek sahip çıkması arasındaki çelişki ne kadar vurgulandı, vurgulanıyor?
Bizzat İslamiyet’in ana felsefesi ve öğretisinden kaynaklanan birçok katliam, baskı ve zorbalıkları “aslında İslamiyet’te…” söylemiyle başlayan değerlendirmelerle, sorunu mecrasından saptırma çabalarına ne kadar duyarsız kalındığını bir düşünelim.
Kemalizm’i eleştirme fırsatını kaçırmamak adına, Laiklik kavramının iğdiş edilmesine verilen zımni desteği geriye dönük bir daha değerlendirelim.
Nevruz meydanlarında “Hz. Musa, Hz İsa ve Hz Muhammed'in mesajlarındaki hakikatler bugün yeniden harekete geçiyor” söylemlerine alkış tutularak, seçim meydanlarında “melelerin” hutbelerinden medet umup, kutlu doğum haftalarındaki yığınsallık üzerinden siyasi yarışa girilirken bu atmosfere ne kadar katkıda bulunuldu kafa yoralım.
Marksizm’in bile esin kaynağının aslında Hz. Muhammet’in öğretilerine dayandırmaya kalkan yazılara itiraz bile etmeyip, analitik değerlendirmeler kategorisinde ele almanın arkasındaki mantık nedir?
Ülkenin baskın çoğunluğunun Sünni Müslüman olduğu bir ülkede inançlar ve kimlikler üzerinden politika yapmayı demokrasi mücadelesi ile eş tutup, birilerini İslamcılıkla suçlamak ne kadar doğru?
Son olarak Selahattin Demirtaş’ın adaylık konuşmasında ki Kerbela  ve İmamı Azam göndermelerindeki o kaygıları bir araştıralım.

Şimdi mantık ve vicdan adına bir düşünelim. Bugün Türkiye’de kim kimi İslamcı diye suçlayabilir? Kimler İslamcı değil ki? Ne yazık ki İslamcılık Türkiye’de hakim atmosfer oldu.
Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da geri dönülmez noktaya doğru gidiyoruz. Yeteri kadar konuşulmuyor, konuşulsa bile samimi ve gerçekçi değerlendirilmeler yapılmıyor ama; Gezi Direnişi’nin temel dinamiğinin bu gidişata –en azından yaşam biçimine sahip çıkma temelinde- bir tepki olduğunu kabul etmemiz gerek.
Oysa bu dinamik ısrarla göz ardı ediliyor.
Halbuki bu dinamik zor da olsa şu an için demokrasi güçleri için önemli bir dinamiktir.
Bu atmosferinin dağıtılmasında önemli bir etmendir.
İşte asıl tartışılması gereken de budur.
Bu İslamcı atmosfer nasıl dağıtılacak, inanç üzerinden yaratılan bu trend nasıl engellenecek?
Ya da şu an olduğu gibi bu hakim trend üzerinden, “benim İslamcım seninkinden daha iyi” yarışması mı yapılacak?
Sadece bu Cumhurbaşkanlığı Seçimi sırasında sınırlı kalmadan bütün bunları tartışmak gerekir. Olabildiğince nesnel ve seçim döneminin pragmatizmine kapılmadan samimi bir şekilde…
Birbirimizi yaftalayıp, karşımızdakileri demokrasi testlerine sokmadan önce kendimizi samimiyet testine sokalım.

Nadi Öztüfekçi
1 Temmuz 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.