Pazar günü... Market kalabalıktı. Hani market alışverişini de
çok sevdiği söylenemezdi doğrusu. Alışveriş bittiğinde kasalara doğru ilerledi.
Oğluna bakındı. Oyun CD’lerinin olduğu yerde CD’lere bakarken gördü onu. Biraz
önce birkaç oyun almak istemiş, izin vermemişti. “Vicdan yapıyor kerata” diye
içinden geçirdi. Gülümsemesine engel olarak umursamaz bir tavırla:
- Hadi gidiyoruz” dedi.
- Bir tane alayım, olmaz mı?
- Hayır! İki günden beri kitabın kapağını kaldırmadın. Yarın
okul var biliyorsun.
- Tamam, tamam anladık.
- Hadi ben kasaya gidiyorum, oyalanma.
Kuyrukta beklerken tam da önlerindeki sıra bittiğinde geldi
oğlu.
- Nerede kaldın? Hadi geç torbaları doldurmaya yardım et.
Oğlu yüzüne bile bakmadan somurtarak,
- Bana ne işte… Sen doldur. Deyip, kasadan çıkıp biraz
ilerde beklemeye başladı.
- İyi, öyle olsun bakalım. Ne ayıp. Çikolata gofret alırken iyiydi
ama... Dedi, bir taraftan torbaları doldururken…
Çocuk somurtarak yere bakıyordu. Omzunu silkti.
Kasada işleri bittince park yerine, arabalarına doğru yürüdüler.
Çocuk önden gidiyordu.
Arabalarına geldiklerinde bagajı açıp aldıklarını
yerleştirmeye başladı. Çocuk arka kapıyı açmaya çalıştı. Tek elinle açamayınca
iki eliyle açmak isterken kazağın altından bir şey düştü. Aceleyle eğilip
almaya çalışırken:
- Dur bakayım, nedir o? Dedi. Yerde jelatinli ve gösterişli
kutusuyla bir oyun CD’si vardı.
Başından aşağı kaynar sular döküldüğünü hissetti. Korku ve telaşla kendisne bakan çocuğunun
kolunu tutup sarstı.
- Bu ne dedim sana. Nasıl yaparsın bunu?
Çocuk başı önünde:
- Sen almadın…
- Eeee? Sen de çaldın öyle mi? Sen beni rezil etmek mi
istiyorsun?
- Eski oyundu zaten. Alarmı yok ki. Kimse de görmedi.
Oğlunun umursamaz yanıtları daha da sinirlendirdi onu.
Sinirlerine hakim olmaya çalışarak.
- Ne demek görmedi oğlum? Yani görmezlerse çalabilirsin öyle
mi?
Oğlu yine omzunu silkti.
Ne yapacağını ne diyeceğini şaşırmıştı. Öfkesi üzüntüye dönüştü. Kendini bitkin hissediyordu. Arabasına dayandı. Nerede hata yaptım diye düşündü. Oğlunun en azından biraz utanmasını bekliyordu. “İhmal mi ettik acaba” diye düşündü. Evet, iş telaşı, yorgunluk falan… Aniden eşi geldi aklına “ O da ilgilenmiyor ki doğru dürüst” diye söylendi. Sonra; “Ne yapsın ki kadıncağız? Benden ne farkı var? O da çalışıyor.” Üstelik kendisinin ev işlerinde sık sık kaytardığı geldi aklına. “Onun işi benden daha zor” diye düşündü.
Boğazında koca bir düğüm oluşmuştu.
Ne yapacağını ne diyeceğini şaşırmıştı. Öfkesi üzüntüye dönüştü. Kendini bitkin hissediyordu. Arabasına dayandı. Nerede hata yaptım diye düşündü. Oğlunun en azından biraz utanmasını bekliyordu. “İhmal mi ettik acaba” diye düşündü. Evet, iş telaşı, yorgunluk falan… Aniden eşi geldi aklına “ O da ilgilenmiyor ki doğru dürüst” diye söylendi. Sonra; “Ne yapsın ki kadıncağız? Benden ne farkı var? O da çalışıyor.” Üstelik kendisinin ev işlerinde sık sık kaytardığı geldi aklına. “Onun işi benden daha zor” diye düşündü.
Boğazında koca bir düğüm oluşmuştu.
Birden oğlunun elinden tutup tekrar markete doğru hızla yürümeye başladı.
Aldıklarının hepsini arabasına yerleştirmediği geldi aklına. “Boş ver…” dedi.
Yürümeye devam etti oğlu adımlarına zor yetişiyordu.
- Nereye gidiyoruz?
- Yerde bulduk mu diyeceğiz?
- Hayır! Oğlum çalmış diyeceğim.
- Öyle deme. Diye ağlamaya başladı.
- Neden? Çalmadın mı?
- Öyle deme işte… Sen babam değil misin?
- Ben yalan söyleyemem.
Çocuk ayak diremeye çalıştı ama aldırmadı. Markete girdiğinde gördüğü ilk
görevliye:
-Müdürlük nerde? Diye sordu.
- Buyurun, yardımcı olayım.
- Oğlum bu CD’yi almış. Parasını ödemeden… Yani çalmış. Onu
bildirmeye geldim.
Bu sözler üzerine çocuğun hıçkırıkları daha da artmıştı.
Görevli:
- Buyurun. Deyip yürüdü. Peşinden yürüyüp bir odaya
girdiler. Görevli:
- Bu CD’yi beyefendinin oğlu kasadan geçirmeden almış. Dedi
masada oturan adama…
Masada oturan yetkili CD’yi uzun uzun inceledi. Yüzünde
küçümser bir ifade vardı. Gereksiz yere uzattığını düşündü. Biraz da kızmıştı
adama. Masanın önünde koltuk olduğu halde oturun bile dememişti. “Eline fırsat
geçti ya tadını çıkarıyor şimdi” diye düşündü. Yetkili:
- Oğlunuz mu? diye sordu.
- Evet! Söylemiştim. Benden habersiz almış.
- Çalmış yani… Yetkilinin küçümser yüz ifadesine
sinirlenmişti biraz. Ama adam doğru söylüyordu. Oğlu çalmıştı o CD’yi…
- Evet doğru… dedi. Peki, şimdi ne yapmamız gerekiyor.
- Sizce..?
Gerginliği giderek artıyordu. Sertçe:
- Ne yapılması gerekiyorsa onu… Oğlumun yaptığını tasvip
etmediğim için geldim buraya.
- Sinirleniyorsunuz ama oğlunuz da çalmış yani.
- Onu konuşmuştuk. Ne yapmak gerekiyorsa onu yapalım.
- Ne yapalım şimdi karakola mı gidelim?
Karakol lafını duyunca oğlunun ağlaması artmıştı. Aslında başta
biraz utanıp korkmasını istediği oğlu için üzülmeye başlamıştı. Ama kendince
oğluna doğru olanı anlatmanın doğru davranmaktan geçtiğini de biliyordu.
- Gerekirse gidelim. Dedi.
Oğlu artık bağıra bağıra ağlıyordu.
Yetkili görevliye dönüp, büyük bir külfete katlanıyormuş
edasıyla CD’yi uzatıp:
- Al şunu… Beyefendi ile birlikte gidin, bir kasadan
geçirin. Beyefendi ödesin parasını. Şimdi tutanak falan uğraştırmayalım. Siz de
çocuğunuza sahip çıkın.
- Fark etmez ne gerekirse yapabilirsiniz. Dedi, kararlı bir
ifadeyle.
Aslında yetkili başına iş çıkarmak istemiyordu. İçinden
“Adama bak iş çıkaracak şimdi” diye düşündü. “Al git işte CD’yi… Çocuğunu
terbiye edecek güya” diye söylendi içinden.
- Beyefendi bizim için de bir sürü iş şimdi. Alt tarafı 3
liralık bir CD…
Yetkilinin başına iş çıkarmak istemediğini anlamıştı. Biraz
önceki küçümser tavrı da kalmamıştı. Ancak oğlunun umut ve sevinçle baktığını
gördü. Uzatmak istemedi.
- Peki, siz bilirsiniz. Madem size de bir sürü iş… Sizden
oğlum adına özür dilerim.
Adam eski kibirli tavrını yeniden takındı.
- Tamam tamam… dedi.
Görevliyle birlikte çıktılar. Görevli:
- Abi sizi tebrik ederim. Dedi
- Niye ki? Oğluma doğru davranmayı öğretemediğim için mi?
Dedi kederli bir gülümseyişle.
- Müdürle çok güzel konuştun yani. Aslında var ya başı çok
ağrırdı teresin… Tutanak falan işine gelmezdi yani. Şaşırdı zaten… Sen kendin
geldin ya, ne yapacağını bilemedi.
CD’yi kasadan geçirdiler. Görevli CD’yi çocuğa vermek
istedi.
- Yok yok, bana ver dedi. CD’yi aldı. Hızlı hızlı arabaya
yürüdüler. Yolda oğluyla birlikte alışveriş arabasını itekleyen bir kadına:
- Hanımefendi biz yanlışlıkla iki tane aynısından almışız bu
oyundan. Oğlunuza verebilir miyim? Dedi.
Kadının oğlu annesinden önce yanıtladı.
- Olur. Alırım.
Kadının bir şey demesine fırsat vermeden alışveriş arabasına
bıraktı CD’yi. Oğlu kızgınlıkla baktı
kendisine.
Arabanın başına geldiklerinde bagaj kapağını da
kapatmadığını gördü. Neyse kimse bir şeye dokunmamış görünüyordu. “Fark etmez artık”
diye düşündü. Kalan eşyaları da aceleyle yerleştirip hareket ettiler.
Yolda bir süre konuşmadan gittiler. Çocuk arka koltuktaydı.
- Götürecek miydin beni karakola?
- Evet.
Ağlamaya başladı.
- Ben seni sevmiyom artık.
- Valla ben de seni artık sever miyim bilmiyorum. Çok üzdün
beni. Konuşmamış mıydık seninle kimsenin hiç bir şeyini izinsiz almayacaksın
diye? Sen tuttun hırsızlık yaptın.
Çocuğun ağlaması yine artmıştı.
- Bana hırsız deme.
- Peki ne diyeyim?
Çocuğun ağlaması daha da şiddetlendi. Hıçkırmaktan ne dediği
anlaşılmıyordu bile. Güçlükle,
- Bana ne işte sevmiyorum seni.
- İyi sevme…
Çocuk uzun uzun ağladıktan sonra sustu. Trafik yoğundu yavaş
yol alıyorlardı. Bir süre sonra,
- Sen zaten sevmiyordun beni. Ablamı seviyorsun.
- Bak sen.. Nedenmiş?
- İşte… Hani eski sitede o sakallı amcaya nasıl bağırmıştın.
Ablam için.
- O da ablanın giysilerine karışmıştı.
- Korudun ama onu… Beni korumadın.
- Korurum tabi ablan haklıydı. Seni nasıl koruyayım sen suç
işledin. Hırsızlık yaptın.
Çocuk tekrar ağlamaya başladı.
- Hırsız deme bana.
- Sen de yapmasaydın.
Çocuk daha fazla ağlamaya başladı. Birden oğluna acımaya başladı. “ Bayağı içli
içli ağlıyor. Fazla üzerine gitmeyim artık” diye içinden geçirdi.
- Tamam, ağlama artık. Çocuk bir süre daha ağladıktan sonra
sustu.
Bir süre konuşmadan gittiler. Çocuk,
Bir süre konuşmadan gittiler. Çocuk,
- Keşke Başbakan babam olsaydı.
- Yok ya! Bak edepsize… Madem istiyorsun git ol. Ne olacaktı
o zaman peki? Dedi yüksek sesle. Tekrar kızmıştı oğluna.
- Korurdu beni…
- Nereden biliyorsun? Senin yaptığını kimse korumaz.
- Korurdu işte.. Sen dedin.
- Ne dedim?
- Adama bak oğlunu nasıl koruyor dedin.
Diyecek bir şey bulamadı. Çaresizlikle iç geçirdi. Nasıl
anlatacaktı oğluna doğruyu? “Zor.. Gerçekten zor işimiz. İnsan evladını bile
istediği gibi yetiştiremiyor. Bunca olumsuz örneğin içinde…”
Trafik yine durmuştu. Arkaya doğru döndü. Oğlu ağlamaktan
kıpkırmızı gözlerle kendine bakıyordu. Eliyle yanaklarına doğru akan yaşları
silerek, oldukça yumuşak sesle
- Oğlum. Dedi. Ben senin babanım, suç ortağın değilim. O
oğlundan daha çok kendisini koruyordu.
Çocuk babasının elini tutup yanağına götürdü. Söylediğini
pek anlamamıştı ama babasının sesinin yumuşamasından oldukça mutlu olmuştu.
Babası.
-Hadi sil gözünü. Annen seni böyle görmesin. deyip Kağıt
mendil vermek istedi. Oğlu elini bırakmıyordu. Diğer eliyle mendil uzattı. O
sırada arkadan korna sesi duyuldu. Trafik açılmıştı. Elini kurtardı telaşla
hareket etti. Çocuk ortamın yumuşamasından oldukça memnundu.
- Baba öne geleyim mi?
- Gel ama emniyet kemerini tak.
- Tamam.
- Radyonun ayarlarını bozmak da yok.
- Tamam.
Hevesle ön koltuğa geçti. Hava kararmaya başlamıştı. Trafik
de artık rahatlamıştı.
- Baba, istersen bugün olanları anneme anlatmayabilirsin.
- Hımm. Teşekkür ederim. Anlatmaya mecbur değilim yani.
- Evet. İstersen ben de anlatmam.
- Bakarız.
Bir süre sustular
Bir süre sustular
- Baba..
- Efendim.
- Suç ortağı ne demek?
- Anlatırım ama dinleyeceksin.
- Tamam.
Anlatmaya başladı. Boğazındaki düğüm biraz hafiflemişti. Eve
vardıklarında çocuk uyumuştu.
Nadi öztüfekçi
16/01/2014
Nadi öztüfekçi
16/01/2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.