5 Ocak 2015 Pazartesi

Birleşik Haziran Hareketi Gündem ve Algı Baronlarının Kurbanı Olmamalı



Türkiye Komünist Partisi tarihini nesnel bir şekilde değerlendirilmesini, bugünümüze etki ve katkılarını tartışıp,  -gerektiğinde kıyasıya eleştirerek-  yanlışlarını konuşup, ders çıkarılmasını çok isterdim.
Bence birçok yanlış vardı o tarihte ama benim bugünü anlamama etki eden birçok doğrusu da vardı.
Bütün bunları doğru dürüst, art niyetsiz bir ortamda tartışılmasını, kurumsal ve bireysel bir özeleştiri, öz değerlendirme platformunun oluşmasına karınca kararınca katkı koymayı umut edip durdum.

Ama bir türlü olmadı... Gizli andıçlar doğrultusunda, küresel sermayenin Dünya'yı, bölgemizi ve ülkemizi formatlama operasyonunun yansıması olan TKP likidasyonu hız kesmeden TKP tarihine yöneldi.
TKP'nin geçmişine yapılan ardı arkası kesilmeden yapılan saldırıların art niyetli kurgusu bende tepki yarattı.
Ve sürekli savunmada kalmak zorunda oldum.
 Şimdi anlıyorum ki bu saldırılar aslında TKP likidasyonun bir uzantısı. Aynı amacı taşıyor.
Geçmişten doğru dersler çıkarılmasını engellemek, dolayısıyla bugüne şaşı bakılmasını sağlamak…
Geçmişe yapılan ustaca rötuşların, yani ön plana çıkmasını istenilen yerlerini dominant renklere boyayıp, istenmeyen alanların da flulaştırılmasındaki amacın bugünün doğru algılanmasını engellemek olduğunu kanısındayım artık.
Benzer çabaların 80 öncesi diğer siyasetlerin geçmişlerinin değerlendirilmesi konusunda da olduğunu yaptığım sohbetlerde gözlemledim.

Aslın da yapılmak istenen suçluluk psikozu altında ezilen bir sol yaratmak.
Yaratılan trendlerden, oluşturulan suni paradigmaların etkisinden azade, geçmişi nesnel ve kompleksiz olarak değerlendirebilmiş, çıkardığı ders ve deneyimlerle donanmış bir soldan korkuluyor.
Bu amaçla TKP tarihi ve 80 öncesi solun değerlendirilmesi; nesnel bir bakış açısıyla değil, hedeflenen format doğrultusunda - çoktan üretilmiş- bir sonuç bulmaya ayarlı tarzda incelendi(!).
Yani; “Bakalım ne göreceğiz” diye şöyle bir geriye bakıldığında aslında görülecek şeylerin listesi çoktan hazırdı.

İlginçtir ki; daha yepyeni bir hareket olan Hazirana bakış tarzı da aynı oldu. Daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi ‘Makul Şüpheli’ çoktan aşılıp ‘Malum Şüpheli’ye varıldı.
Birleşik Haziran Hareketi de nesnel bir değerlendirme yerine, önceden alınmış gardlarla, karşı konuşlanmalarla ele alınıyor. Doğru bir değerlendirme ile bileşen yapılanma ve bireylerin algılarına şimdiden kamalar sokuluyor,  sağlıklı bir mecrada ilerlemesi engellenmeye çalışılıyor.
Ne yazık ki bu yaftalar cehenneminin zebanileri, bu cehennemin mağdurlarından devşiriliyor. İşkence mağdurlarının polisteki sorgularından sonra, bir de yoldaşlarından işkence görmeye devam etmesindeki mekanizmanın benzeri burada da işliyor. Yafta yılgınları; kafalarındaki şüpheleri, farklı kavram ve algıları ortamla uyumlu hale getirip, “münkir”, “münafık” olmaktan kurtularak, mahallede günahkar avına çıkıyor, linç seanslarına katılıyorlar.

Haziran Direnişi öteden beri herkesin içinde sakladıklarını dışarıya vurduğu bir ortam yarattı. Birleşik Haziran Hareketi de bunu somutlaştırdı. Kimileri; ortaya dökülenlerin, kendilerinin içinde sakladığı, belki “biz bize” hallerinde dile getirdiklerine çok benzemesinden dehşete kapıldılar. Apar topar vird çekerek, zikir yaparak kalplerini temizlediler. Kimileri de çoktan,”vizyon gösterip” bu “kalp temizliği zikirlerini” tamamlamışlardı bile.
Böyle olunca; Birleşik Haziran Hareketini gönülden destekleyen, ama yaşamda “hikmetinden sual olunmayan” hiçbir kurum, kesim, kişi, ideoloji ve kavram” tanımayan biri olarak, tıpkı TKP tarihi meselesinde olduğu gibi, savunmaktan eleştirmeye fırsat bulamıyorum.
O büyük algı imparatorluğu, atölyelerinde ürettiği zengin çeşitli, sofistike yafta-karalama argümanlarını o kadar yoğun bir şekilde piyasa ediyor ki…
O argümanları çürütmeye çalışmaktan kendi aidiyetlerimizi, tarafımızı eleştirmek, geliştirmek mümkün olamıyor.
Bir anlamda “yafta yılgınlığı” bir başka boyutuyla, belki “yafta öfkesi” şeklinde bana da yansıyor.
Sanırım bu birlikte yol aldığım dostlarım için de geçerli. (Neyse ben yine de kendi adıma konuşayım.)

Peki çare..?  Çare bence; 80’den buyana sistemli olarak ortama pompalanan o ‘mahcubiyet gazı’ndan yaşları itibarı ile etkilenmeyen Gezi gençlerinin kaygısızlığını örnek almak.
Facebook hesabının başına T.C. ekleyip, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde S. Demirtaş’a oy veren gençlerin kaygısızlığını örneğin…
Ya da Haziran Direnişi’ne Türk Bayrağı ile katılıp, Kobani’den gelen yaralılara yardım etmek üzere Suruç’a gitme yollarını araştıran (belki de giden) gençlerin kendileri gibi olmaktan hiç beis duymayan kaygısızlıklarını, kendi düşündüklerine sahip çıkmaktaki kararlılıklarını örnek almak.
Ben o gençlerin tutarsız ve çelişkili gibi görünen bu tavırlarının kendi içinde tutarlılık ve önemli mesajlar taşıdığını düşünüyorum.
O mesajın da;  yaklaşık 15 yıldan beri sitemli şekilde torna edilen kalıplardan kurtularak kendi algı ve deneyimlerimizle “şeyleri” bir daha düşünmek, dayatılan düşünce kalıplarını geçersiz ilan etmek, aldırmamak, yok varsaymak olduğu kanısındayım…
Bana kalırsa o düşünce kalıplarından kurtulduğumuzda hangi düşüncelerin egemenlerce savunulduğunu, iktidarın kimde olduğu ve ne istediğini anlama imkanı olacak.
Bunca yıllık solcu kimliğimizin sapkınlık ilan edildiğini, mutasyon geçirenlerin, bu mutasyonu geçirmeyenlere “mutant” gibi davrandığını görebilmek mümkün olacak.
Muhalefete muhalefet yaparak iktidarın devrilemeyeceğiniş, Tek Adam Yönetimi altında ezilen bir Türkiye halkı olduğunu, yerine gelecek hükümeti şimdiden garanti altına almak adına bu ucube yönetimin yıkılmasını ertelemenin, geri döndürülmesi zor felaketlere yol açabileceğinin kavranılacağını sanıyorum.
Öyleyse gelin şu algı imparatorluğunun hükümranlığını yıkalım. Yaftalanma korkusunu bir yana bırakıp bizi biz yapan değerlere yeniden dönelim. Serbest algılarımızla kendi geçmişimizi yeniden değerlendirelim.
Kargaların kılavuzluğuna gerek duymadan kendi geçmişimizi tartışalım.

Örneğin TKP’nin ısıtıla ısıtıla temcit pilavına dönmüş 75 yıllık günahlarını bırakalım da yakın zamandaki konspirasyon adı altında ego mastürbasyonlarını bir ele alalım.
Kadro politikasını, demokratik merkeziyetçiliğin “demokratik” kısmının nasıl kadükleştirildiğini falan konuşalım.
12 Eylül Faşizmine karşı ayakta kalabilmenin yolları neler olabilirdi?
TBKP, BSP, SBP, ÖDP süreçlerinin arkasındaki güç neydi?  TKP ve TİP’in birleşik veya ayrı varlıkları bir tehlike olarak görenler var mıydı? Kimlerdi, kimler önayak oldu?
Peki 73 atılımı sonrası özellikle 76’dan sonra yükselen TKP düşmanlığı..? Hem gerici ve faşist odaklarda hem de sol camiada yükselen bu düşmanlığın altında neler yatıyordu?
Daha uzatabileceğimiz onlarca soru ve tartışma konusu.
Bütün bunları gelin, doğru dürüst, yeterince ama her şeyden ötesi serbestçe tartışalım.
Bundan önce gündemi belirleyen odaklar buna izin vermedi. ‘Şeyh Sait’lerde, Dersim’de, ‘İsmail Marat’larda takılıp kaldık.
Mağdur mütedeyyinlerin “acıklı” hikayeleriyle hüzünlendik.
Onca zaman boşa geçti. Bütün bu süre içinde eteklerdeki taşlar çoktan dökülür, geriye; bugüne ve geleceğe ışık tutacak dersler kalırdı.
Ne yazık ki olamadı.

Haziran Hareketi aynı kaderi yaşamamalı.
Gündem ve algı baronlarının dayatmalarına pabuç bırakmadan kendi gündemini tartışmalı.
Örneğin; “birlikte yapalım” nasıl ve hangi mekanizmalarla hayat geçecek?
Muhalefetin muhalefetle mücadelesinin önüne nasıl geçilecek?
AKP’ye oy veren emekçi ve yoksul yığınları nasıl yanımıza çekeriz?
Kürt sorunu Anadolu insanının vicdanına nasıl götürülecek?
Küresel Sermayenin, kapitalizmin emekçi yığınlara saldırısına karşı nasıl mücadele edilecek?
İşsiz, yoksul, topraksız ve ekonomik ve sosyal güvencesiz kitleler nasıl örgütlenecek.
İşçi sınıfının örgütlenmesinin önü nasıl açılacak?
Ve daha niceleri…
Yani Birleşik Haziran Türkiye’yi konuşacak.
Birleşik Haziran Eleştirilemez mi? Elbette eleştirilir. Eleştirilmeli de… Hem de kıyasıya…
Üstelik önce kendisi eleştirmeli…
Gündem ve algı baronlarının etkisinden uzakta, onların algılarımıza sokmaya çalıştığı kamalara izin vermeden, kendi temellerimizi sağlam tutmak için, kendi nesnel değerlendirmelerimizi yapmamız gerekir.
Haziran Hareketi Türkiye’nin son kalelerinden biridir.
Yıkıldıkça yeniden inşa edilmesi gereken asla terk edilmemesi gereken bir kale… 

Nadi Öztüfekçi
5 Ocak 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.