- Bak..! Ben bu zindanın penceresinden atlayacağım. Benimle
birlikte sen de atlayıp beni kurtarmaya çalışmalısın. Eğer benimle birlikte
atlamazsan başıma gelenlerden sen sorumlusun.
- Tamam da kardeşim. Neden atlıyorsun ki? Neden birlikte
kendimizi riske atalım? Bu zindan burcun tepesinde ve burç çok yüksek… Düştük mü ölürüz ikimiz de.
- Ya korkma. Ben seni tutarım.
- Nasıl yani.!?
- Bak, bende “çözüm paraşütü” var. Düşerken paraşütü açarız.
Yere sağ salim ineriz.
- Peki ya beni tutamazsan, ya o “çözüm paraşütü” açılmazsa..?
Ya da bakalım ikimizi birden taşıyacak mı..?
- Taşır taşır korkma. Ben biliyorum.
- Nereden biliyorsun? Hesapladın mı?
- Hesapladım kardeşim, uzmanlara sordum.
- Peki, bana da anlat öyleyse. İkna olmam lazım.
- Ya sen bana güvenmiyor musun? Sen ne kafa yoruyorsun ötesi
berisi ile..? Koskoca uzmanlar söylüyor. Sen onlardan iyi mi bileceksin?
- O zaman sen de hesaplamadın. Uzmanlara inanıyorsun yani?
Benim de inanmamı bekliyorsun.
- Yav kardeşim sen de çok uzatıyorsun şimdi ha..! Sen bu
işlere kafa yorma diyorum sana. Bana güven, gerisini merak etme sen. Senin
görevin beni takip etmek…
- Olur mu arkadaş?! Benim de aklım, bilincim ve sorumluluklarım
var. Bu burç benim de kalemin burcu. Onu bize zindan ettiler. Ama ben zindancı
ile mücadele ederek çıkacağım bu zindandan. Zindancıyı alaşağı etmek istiyorum.
Gel birlikte yenelim zindancıyı.
- Geç bunları kardeşim. Biliyorum senin benimle neden
atlamak istemediğini.
- Nedenmiş peki..?
- Sende bana karşı gizli düşmanlık var.
- Hayır, neden olsun? Ben bu kaleyi terk etmek istemiyorum. Zindancıya
neden bırakayım ki? Bu kale benim. Hepimizin. Gel zindancıyı nasıl alaşağı
ederiz onu konuşalım.
- Ya bırak bu işleri. Nesini konuşacağız? Ben hesapladım
diyorum sana. Gel işte birlikte atlayalım. Hele ben bir aşağıya sağ salim
ineyim. Bak nasıl zindancıyı deviriyorum. Sen de kurtulursun sayemde. Ama öyle boynuma sarılmak yok. Belimdeki ipe
tutunacaksın. Benim elim serbest olsun ki yere inişi iyi ayarlayayım.
- Yani bana düşen görev sadece senin ipine tutunmak öyle mi?
- Evvet..!!? Neden olmasın? Senin varlığın yeter. Yoksa ipi
keserim diye mi korkuyorsun?
- Hayır, ondan korkmuyorum. Kesmezsin biliyorum. Kesmezsin
de… Peki, ip koparsa ne olacak?
- Yahu kopmayacak. Ben araştırdım. Öyle dediler.
- Yani şu senin uzmanlar öyle dedi, değil mi?
- Ne yani güvenmiyor musun?
- Valla sana bir şey demiyorum da, senin şu uzmanlar… Yani
onlara pek güvenmiyorum. O hesapları benim yapmam lazım. Gördüğüm kadarıyla sen
bu uzmanlara fazla güveniyorsun.
- Anladım, anladım senin bana düşmanlığın var.
- Yok kardeşim, benim düşmanlığım yok. Ama ben senin ipinde
süs gibi sallanmak istemiyorum. Ne sana ağırlık ve yük olmak istiyorum ne de
kendi irademi kimseye teslim etmek istiyorum.
Ben seninle “dayanışmak” istiyorum., “abanışmak” istemiyorum.
Ben seninle “dayanışmak” istiyorum., “abanışmak” istemiyorum.
- Nasıl yani?
- Yani senin şu uzmanlar… Onlar senin sorununu çözemezler
bence… Bu sorun bu kalenin insanlarının, tümünün vicdanında çözülür. Onun
içinde o vicdanlara dokunmak lazım. İşte o vicdana dokunmak benim işim. Bırak ta
ben kendi işimi kendi bildiğim gibi yapayım. Onlara karşı görevimi yapmazsam, yapamazsam
onlara yaklaşamam. Eğer yaklaşamazsam vicdanlarına nasıl dokunabilirim?
- Sen o ipi beğenmiyorsun ama beğenen çok. Bak benden daha
çok kızıyorlar sana…
- Görüyorum. Zaten hep öyle olur. Bence çöz o ipi. Hem senin
yükün azalır hem de onların da ayakları yere değer. Eğer gerçekten senin
dostunsalar kendi görevlerini sana ihale etmezler. Kuyruğunda değil senin yanında
dururlar. Kendi ayakları üzerinde, kendiişlerini yaparlar, kendi insanlarının
güvenini kazanırlar.
- Sen şimdi gelmiyor musun peşimden?
- Gelirsem de peşinden değil yanında gelirim. Ama önce bu
kale için en iyisini bir düşünmem, düşünmemiz lazım. Hele bir kendi aramızda
bir konuşalım.
- Siz kimsiniz?
- Biz, hepimiz… Biz artık “ben” değiliz 'biz'iz. Biz
birleştik.
- Biliyordum zaten. Bana karşı birleştiniz sonunda…
- Hayır asla… Sana karşı değil. Biz senin yetmediğin,
yetemediğin, dolduramadığın boşluğu dolduracağız. Senin de yanında olacağız.
Kendi işimizi de yapacağız. Biz kendi işimizi iyi yaptıkça güçleneceğiz. Güçlendikçe
de sana daha güçlü omuz vereceğiz.
- Anladım, uzatmana gerek yok. Sen benle atlamaya
korkuyorsun.
- Ben aklımı kullanmak durumundayım. Dedim ya artık “biz”
olduk. Sadece kendi aramızda değil tüm kale insanlarıyla biziz bundan böyle.
İpimiz onlara bağlı. Biz onları zindancı ile baş başa bırakmak istemiyoruz.
Sorumluluğumuz büyük. Bence sen de atlamadan düşün. O ‘uzmanlar ‘a güvenme. Gel
birlikte düşünelim.
- Düşünmeye gerek yok. Eğer benimle atlamazsanız benim de, bu kaledekilerin de
başına geleceklerden siz sorumlusunuz. Uzatmaya gerek yok. Ben söyleyeceğimi
söyledim. Burada keselim.
- Hayır kesmeyeceğiz. Anlaşıncaya kadar, birbirimizi anlayıncaya
kadar konuşacağız. Hem bu sadece seni ilgilendirmiyor. Tüm kaledekileri ilgi….
- Tamam tamam. Konuşuruz sonra.
- Tamam “biz” buradayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.