27 Mayıs 2017 Cumartesi

AKP'nin 'Tek Millet'i ve Anadolu Ulusunun Bütünlüğü..!

İzmirli olanlar bilir, Karşıyaka'nın Kemal Paşa Caddesi akşam üzerinden,  akşamın ortalarına kadar şenlikli olur. Özellikle hafta sonları...
İmza kampanyaları ve dergi stantları, bildiri veya ticari broşür dağıtanlar ve sokak satıcıları ile dolar. Ama en ilginci de sokak müzisyenleridir.
Bir ara cılkı çıkmıştı. Yağmurlu havalarda incecik naylon bir montla, ıslak zeminde diz çökerek, oyuncak melodikalarla okul şarkıları çalan çocukların merhamet avcılıkları insanın bir yandan merhametini, bir yandan öfkesini kabartıyordu.
Ama son zamanlarda kalite düzeyi yükseldi. Artık bir sanat gösterisi olmaya başladı.
Özellikle bir ya da bir kaç grup var ki onların Anadolu'nun çeşitli renklerinden örnekler sundukları sokak konserlerine bayılıyorum.
Hem çalan ve söyleyenleri, hem de dinleyenleri İzlemek çok hoşuma gidiyor.
Ege türkülerini de, Lazca, Kürtçe, Ermenice türküleri de aynı coşku, beceri ve içtenlikle söylemeleri, izleyenlerin de aynı coşkulu hoşnutlukla dinlemeleri hatta katılmaları beni fazlasıyla mutlu ediyor.
Kardeşlik adına da, iyi ve güzelde birleşebilmek adına da umutlandırıyor.
Eminim ki böylesi sokak müziklerini sizler de izlemiş ve benzer duyguları sizler de yaşamışsınızdır.
Sizi bilmem ama ben kısa bir süre sonra hüzünlenirim.
Mutluluğum biraz burulur, umutlarım değişik kaygılarla gölgelenir.
Anlatması, hele kısaca anlatması çok zor…

Annemin son zamanlarında yine bir cumartesi Karşıyaka'daydım. İzban istasyonundan çıkar çıkmaz, etrafında kalabalık izleyicileriyle yine böyle bir grupla karşılaştım.
Aslında bu defa -bir an önce annemin yanına gidebilmek adına- aceleyle ve göz ucuyla baktım, dinleyemedim bile. Ancak,  Anadolu'nun değişik kültürlerinin türkülerini seslendirdiklerini, gerek söyleyenlere olan göz aşinalığımdan, gerekse kulağıma çalınanlardan dolayı anlamıştım.
Annemin evine gidinceye kadar benzer bir iki grup daha vardı. Onlar da aynı şekilde Anadolu'nun değişik kültür ve dilleriyle türküler söylüyorlardı.
Ne var ki bu defa hem daha mutlanıp, umutlandım, hem de daha fazla hüzünlenip, kaygılandım.
O cumartesi 18 Marttı… Belki de o nedenle her zamankinden fazlaydı bu tür gruplar.
18 Mart’ta Çanakkale Savaşının en çok şehit verildiği, en şiddetli çarpışması yapılmıştı.
Bugünü Çanakkale Zaferi olarak anmak ne kadar doğrudur bilemem ama savaşın bu günden itibaren Anadolu’dan yana döndüğü de doğrudur.
Bunlar tarihi değerlendirmelerdir, askeri bilgi de gerektirir.
Ama ben emperyalistlerle ortak girişilen savaşların zaferlerine hep eleştirel bakarım.
Çanakkale savaşı dönemin emperyalist devletlerinden Almanya ile yapılan ittifakın bir sonucuydu.
Keşke böyle bir savaş yapmak zorunda kalmasaydık.
Ama bu savaşa katılmak o zamanki Osmanlı Devletinin yöneticilerinin tercihiydi.
Yoksul, savaş yorgunu Anadolu insanının tercihi değildi. Osmanlının mağlup olarak çıktığı bu savaşın yükü Anadolu insanın omzuna yüklenmişti.
Çanakkale Savaşı artık 1. Dünya Savaşının bir devamı değil emperyalist bir saldırıya karşı yürütülen bir vatan savunmasıydı. Her ne kadar emperyalist devletler sonrasında İstanbul'u işgal etmiş olsalar da her şeye rağmen Çanakkale Savaşı bir zaferle sonuçlandı.
Eğer, bütün bunların “Kemal Paşa Caddesindeki Sokak müzisyenleriyle, senin mutlanıp hüzünlenmenle ne ilgisi var?” derseniz, anlatayım.

Çanakkale Zaferi Emekçi Anadolu Ulusunun varlığını tüm Dünyaya ilan etmesidir.
Çanakkale Savaşında Anadolu'nun her yerinden Türk, Arap, Çerkez, Abaza, Laz, Kürt, Pomak, Roman gibi Müslümanların yanında Rum Ermeni ve Yahudiler de vardı.
Böyle savaşlar baskıyla falan oluşan zorunlu bir katılım değil, binlerce yıldır süregelen kardeşliğin yansımasıdır.
Çanakkale Zaferi Müslümanların, Hristiyanlara karşı değil, mazlum yoksul Anadolu Ulusunun var olma savaşının sonucudur.
Çanakkale Zaferi olmasaydı Ulusal Kurtuluş Savaşı zihinlerde oluşamaz ve çok doğal olarak hayata geçemezdi.

Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında ne olursa olsun, Anadolu'nun kadim tarihinde neler gerçekleşirse gerçekleşsin, istendiği kadar yok var sayılsın Anadolu Ulusu bir olgudur.
Çanakkale savaşında varlığını ilan etmiş, o günden bu yana da kendini pekiştirerek sürdürmüştür.
Gerçek anlamda inkarcılıkla karşılaşan, ezilen, horlanan, parçalanmak istenen, kasıtlı olarak yanlış tanımlanan bir ulus varsa o da Anadolu Ulusudur.
Anadolu Ulusu, hiçbir inanç sisteminin, hiçbir etnik kökenin tek başına belirleyemediği, biçimlendiremediği bir ulustur.
Anadolu'nun kadim tarihi boyunca üzerinde yaşayan bütün etnik ve inanç kimliklerinin kökleri birbiriyle sarmaş dolaş dal budak salmıştır.
Anadolu coğrafyasında, Müslümanlık, Hıristiyanlık, Musevilik ve diğer bütün inançlar Anadoluludur.
Hepsi birbirini etkilemiş birbirine yakınlaşmıştır.
Anadolu’da herkes biraz Müslüman, herkes biraz Hristiyan, Yahudi veya Pagandır.
Herkesin biraz Türk, herkesin biraz Kürt, Çerkes, Pomak, Laz olduğu gibi…
Hepimiz biraz Hitit, biraz Asuriyiz. Selçukluyuz, Osmanlıyız.
O yüzden Anadolu Ulusu tek bir etnisite ya da tek bir dinle tanımlanamaz ve adlandırılamaz.
Sadece tek bir etnisite ya da dinle değil iki, üç ya da birkaç etnisite veya dinle de tanımlanamaz.
Anadolu Ulusu tektir.
O kadar tek, o kadar bütündür ki, tek bir canlı türüyle de tanımlanamaz.
Emekçi Anadolu Ulusu artık, kurdu, kuşu böceğiyle, ağacı, deresi, deniziyle var olma savaşı veriyor.
O yüzden ‘Anadolu’ Ulusudur. Anadolu ile bir bütündür.
Eğer bu bütünlüğü bozmaya kalkarsanız canlı bir organizmayı parçalamış olursunuz. Kolunu, bacağını, gövdesini ayırmış olursunuz.
Belki parçalamayı başarırsınız ama yaşatamazsınız.

16 Nisan Referandumu süresince bir yıkım ve parçalama tekniği olarak düzenlenmiş anayasa değişikliğine karşı verilen Hayır mücadelesi bir anlamda ulusal var olma savaşıdır.
Parçalanmama ve bütün kalma savaşıdır.
İşte o Karşıyaka'nın Kemal Paşa Caddesindeki güzelim Anadolu türkülerini mutlulukla, şöyle içinize sine sine dinleyebilmek için bu anayasa referandum süreciyle başlayan ulusal var olma ve bütün kalma savaşını kazanmak zorundayız.
İşte beni hem umutlandıran, hem de hüzünlendiren şey buydu.
O gün henüz referanduma 1 ay vardı. Referandum sonucu her şeyin sonu ya da her sorunun çözümü anlamına gelmiyordu ama önemli bir aşamaydı.
Ne yazık ki bu referandum -fiili anlamda- Hayır'la sonuçlanmadı.
Ama Hayır Bloku kendiliğinden olsa da bir refleks gösterdi.
Üstelik bu kavga bu referandumla bitmedi. Bu bütünlüğe saldırı devam edecektir, bu saldırıya karşı direnç de...
Referandum sürecinde, Hayır Blokunun gösterdiği refleksin arkasındaki birleştirici kaygı, Küresel Kapitalizmin saldırısını savuşturmaktı.
Ancak, “Küresel Kapitalizmin saldırısı” ile kast edilenin ne olduğuna bağlı olarak, bu refleks bilinçli ve ardıcıl mücadele dönüştürülerek, Hayır Cephesinde devam etmelidir.
Küresel destekli egemen algının, Anadolu Kardeşliğinin üzerindeki her türlü etnik dayatmasından kurtularak, daha kapsayıcı bir anayasaya kavuşmanın da tartışılabileceği, tek adam heveslilerinin sinsi metotlarının önünün kesilebildiği,  demokratik bir ülke için de kavga vermek gerekir.

Yakın zamanda yazdığım Sinsi Tehlikeli Bir Algısal Tuzak; Rabia..! adlı yazımda Erdoğan-AKP iktidarının Rabia adı altında tüzüğüne koyduğu "Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek Devlet" kavramlarını nasıl bir algı tuzağı haline getirdiğini ve bir provokasyon aracı olarak nasıl kullandığını anlatmaya çalışmıştım.

O yazıda kendimce yaptığım tespitlerde demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için yukarıda anlattıklarımı yazının başına koymayı düşünmüştüm.
Sonra, bir 'giriş' için fazla uzun olduğu nedeniyle vazgeçmiştim.
Ancak bu defa özellikle "Tek Millet" kavramı ile yazdıklarımın yanlış anlaşılmasından kaygılandım.
İşte o 'giriş'i şimdi bir yazıya dönüştürmemin nedeni de bu kaygı.
Erdoğan AKP'sin tüzüğündeki algısal tuzak; Ülkeyi, Türk Milliyetçiliğinin siyasi rantını kaybetmeden, "Ümmetçilik"bataklığına sürüklemektir.
Yazıda bunu: " Tek Millet ile Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk Milletini işaret etmiyorlar.
Millet diye tarif ettikleri, "İslam milleti".  'Tek'likten anladıkları ise; bütün Müslümanları tek çatı altında toplamak."  şeklinde ifade etmiştim.
Yazıyı  uzatmak istemediğim için o bölümde ulusal bütünlükten anladığımın ne olduğunu yazmamıştım.
Bu yazıda bunu anlatmış oldum.
Yukarıda geçen bir cümleyi burada tekrarlamak istiyorum; "Gerçek anlamda inkarcılıkla karşılaşan, ezilen, horlanan, parçalanmak istenen, kasıtlı olarak yanlış tanımlanan bir ulus varsa o da Anadolu Ulusudur."
Benim, "Tek Millet" tuzağıyla Ulusal Bütünlüğüne saldırıldığını düşündüğüm, işte bu Emekçi Anadolu Ulusudur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.