Hiç bir zaman, hatta ders kitaplarında soyumuzun "Orta Asya’dan geldiğine" dair bilgilerin(!) çarşaflandığı ilkokul çağımda bile Türk olmak beni heyecanlandırmadı. O hamasi şiirler, 'Ak tolgalı beylerbeyi'nin haykırması benim tüylerimi öyle diken diken etmedi.
Şimdi, "küçük yaştan beri Komünisttim" dediğim falan yok. Bunda , belki de Çerkez kökenli olmamın etkisi vardır. Çok da fazla gelenek ve göreneklerine vakıf da değilim ama yine de Çerkez Oyunlarını ve şarkılarını seyreder ya da dinlerken bir başka heyecanlanıyorum.
Ama hiçbir şey beni; genç yaşta öğrendiğim Nazım'ın "Türkiye işçi sınıfına selam" adlı, "Tarlalarda biziz/Fabrikalarda biz/Biziz hayatı yaratan" dizelerini içeren Avusturya İşçi Marşı, Enternasyonal Marşı vb. ni dinlediğimde olduğu kadar heyecanlandırmıyor.
Şu günümüzde yaşanan olaylar beni aidiyetimin ne olduğunu düşünmeye sevk etti. Kendimi şöyle bir irdelediğimde gördüm ki; ne İslam olmak, ne Ortadoğu veya Orta Asyalılık, ne Türk, ne Kürt, ne Arap, ne Çerkez olmak benim aidiyetimi tanımlamıyor.
Türkiyeli olmak çok önemli ama İşçi sınıfının ve onun mücadelesinin bir parçası olmak benim için daha önemli... Sınıfsal aidiyetimden söz ediyorum.
“Barış adına umudumuzu diri tutalım ve barışı es geçmeyelim.” söylemine sonuna kadar katılıyorum. Ama belirtmek zorundayım ki; Nevruz mesajında okunanlarla RTE’nin söylemleri arasındaki “kalp kalbe karşıymış” durumunun bize sunduğu, “Emperyal Türkiye” tadında müjdelenen ışıklı ufuklar benim içimi aydınlatmıyor.
Aslına bakarsanız kendi aidiyetimin ötelendiği kanısındayım. Sınıfsal aidiyetim adına kaygılanıyorum. Yaşam alanlarım ve kaynaklarım adına da kaygılanıyorum. Sürecin işçi sınıfı, tüm emekçi ve yoksullar için ne şekilde somutlaşacağı konusunda kaygım var. Sosyal güvenliklerinin, sağlık güvencelerinin, emeklilik haklarının, örgütlenme ve sınıfsal mücadele etme haklarının tehlikede olduğunu, bu gümbürtüde en büyük saldırıya uğrayacak kesim olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu, kültürel değerler, etnisite, inanç, tarih ortaklığının kutsanmışlığı üzerinden yürütülen çözüm sürecinde işçi sınıfının adı yok denecek kadar öteki.
Bu öteleme, ayniyle karşı tarafta da geçerli... Vatan, millet, bayrak temelli, sınıfsallığa teğet bile geçmeyen, güya anti-emperyalist hezeyanlar da az kaygı verici değil. Zaten toplumsal mutabakatın oluşmasına bir nebze bile önem verilmediği, aksine engel olunduğu bu oldubittiye, yangına körükle gidercesine yaklaşıyorlar.
Yani kaygılarım var. Kendi aidiyetimi bulduğum işçi sınıfı adına kaygılarım var. Ve onun mücadelesinin sönümlenmesine dair kaygılarım var.
Ve bu kaygılarımı geçersiz kılacak, beni utandıracak sınıfsal reflekslere sahip işçiler, emekçiler ve yoksullar olduğuna dair inancım var.
Nadi ÖZTÜFEKÇİ23.03.2013
Ama hiçbir şey beni; genç yaşta öğrendiğim Nazım'ın "Türkiye işçi sınıfına selam" adlı, "Tarlalarda biziz/Fabrikalarda biz/Biziz hayatı yaratan" dizelerini içeren Avusturya İşçi Marşı, Enternasyonal Marşı vb. ni dinlediğimde olduğu kadar heyecanlandırmıyor.
Şu günümüzde yaşanan olaylar beni aidiyetimin ne olduğunu düşünmeye sevk etti. Kendimi şöyle bir irdelediğimde gördüm ki; ne İslam olmak, ne Ortadoğu veya Orta Asyalılık, ne Türk, ne Kürt, ne Arap, ne Çerkez olmak benim aidiyetimi tanımlamıyor.
Türkiyeli olmak çok önemli ama İşçi sınıfının ve onun mücadelesinin bir parçası olmak benim için daha önemli... Sınıfsal aidiyetimden söz ediyorum.
“Barış adına umudumuzu diri tutalım ve barışı es geçmeyelim.” söylemine sonuna kadar katılıyorum. Ama belirtmek zorundayım ki; Nevruz mesajında okunanlarla RTE’nin söylemleri arasındaki “kalp kalbe karşıymış” durumunun bize sunduğu, “Emperyal Türkiye” tadında müjdelenen ışıklı ufuklar benim içimi aydınlatmıyor.
Aslına bakarsanız kendi aidiyetimin ötelendiği kanısındayım. Sınıfsal aidiyetim adına kaygılanıyorum. Yaşam alanlarım ve kaynaklarım adına da kaygılanıyorum. Sürecin işçi sınıfı, tüm emekçi ve yoksullar için ne şekilde somutlaşacağı konusunda kaygım var. Sosyal güvenliklerinin, sağlık güvencelerinin, emeklilik haklarının, örgütlenme ve sınıfsal mücadele etme haklarının tehlikede olduğunu, bu gümbürtüde en büyük saldırıya uğrayacak kesim olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu, kültürel değerler, etnisite, inanç, tarih ortaklığının kutsanmışlığı üzerinden yürütülen çözüm sürecinde işçi sınıfının adı yok denecek kadar öteki.
Bu öteleme, ayniyle karşı tarafta da geçerli... Vatan, millet, bayrak temelli, sınıfsallığa teğet bile geçmeyen, güya anti-emperyalist hezeyanlar da az kaygı verici değil. Zaten toplumsal mutabakatın oluşmasına bir nebze bile önem verilmediği, aksine engel olunduğu bu oldubittiye, yangına körükle gidercesine yaklaşıyorlar.
Yani kaygılarım var. Kendi aidiyetimi bulduğum işçi sınıfı adına kaygılarım var. Ve onun mücadelesinin sönümlenmesine dair kaygılarım var.
Ve bu kaygılarımı geçersiz kılacak, beni utandıracak sınıfsal reflekslere sahip işçiler, emekçiler ve yoksullar olduğuna dair inancım var.
Nadi ÖZTÜFEKÇİ23.03.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.