"AKP bir Küresel Kapitalizm projesidir." söylemi -doğru olsa da- artık tek başına durumu yeteri kadar açıklamıyor.
Asıl proje, Büyük Ortadoğu Projesidir. AKP de Erdoğan da bu projenin sadece parçasıdır.
Bu proje de yeteri kadar ele alınmadığı, tartışılmadığı için, sadece isminin -belki de kasıtlı olarak yanlış çevirisinden dolayı- sınırladığı çerçevede algı yaratıyor.
Yani bu isimdeki 'Büyük' tanımı ile sanki projenin büyüklüğüne vurgu yapılıyormuş gibi anlaşılıyor.
Oysa İngilizce tanımı şöyledir: Greater Middle East, yani Büyütülmüş Ortadoğu...
Kuzey Afrikayı, İran, Türkiye, Afganistan ve Pakistan'ı hatta daha uzak bir erim olsa da Güney Kafkasya ve Orta Asya'daki çeşitli ülkeler de dahil edilmektedir.
Bana kalırsa bu ayrıntı, basit gibi görünse de Erdoğan'ın bu proje içerisindeki bugün üstlendiği rolün geçirdiği aşamaları kavrayabilmek, açısından önemlidir.
Erdoğan'ın bu projedeki rolü ve konumu 2004'lere göre değişmiş, pozisyonu yükselmiştir.
Erdoğan bu proje içerisinde artık, "ipleri başkalarının elinde bir devlet yöneticisi" olarak yer almıyor. iplerin bir kısmından (Gülen Cemaati) kurtulmuş, devlet mekanizmasını -kendi kişisel konumunu korumak ya da yükseltmek amacıyla- rahatlıkla kullanabilen, başa oynayan bir aktör olarak bulunuyor.
Oysa Erdoğan bu projeye dahil edilirken hiç de böyle olması hesaplanmamıştı.
Bakmayın siz Erdoğan'ın bir zamanlar, "Ben BOP'nin eş başkanıyım" diye övünmesine.
Böyle bir proje öyle eş başkanlar, resmi anlaşmalarla, falan zaten yürütülemezdi.
Bir kere kendini bile net tanımlamayan, yani kendi varlığını bile kabul etmeyen, Amerikan Başkanlık seçimlerinde kullanılan bir propaganda söylemidir.
Erdoğan'ın bir çıraklık gafı olarak sözünü ettiği 'eş başkanlık' da o projenin bir hazırlık aşaması olan "Gelecek Forumu" adlı bir mekanizma ve bu mekanizma kapsamında BOP'un hedefindeki ülkelere yönelik kurulan "Demokrasi Yardım Diyaloğu"nun eş başkanlığıdır.
BOP tanımı, CIA adına araştırma yapan, fikir üreten düşünce kuruluşlarının Ortadoğu ile ilgili önerilerini kapsayan, kitaplarda, raporların haricinde hiç bir zaman resmiyet kazanmamıştır.
BOP'si ile ilgili hiç bir belge de yayınlanmamıştır. Böyle bir projenin varlığı hiç bir zaman resmiyete dökülmemiştir.
Ama bütün bunlar bu lanetli, kanlı projenin gerçek olmadığını göstermiyor.
BOP'nin ne kadar gerçek olduğunu, bölgede olup bitenlere (Suriye, Irak, Libya) ve bütün bu olup bitenlerle, ABD ve Batı emperyalizminin ilişkisine bakınca anlayabiliriz.
Örneğin G8'de NATO toplantılarında alınan bir çok kararın bu proje kapsamında alındığı haber edilir, gazetelerde çıkan bu haberler yalanlanmaz, ancak resmi belgelerde BOP adı geçmez.
Ama kararlar alınır ve uygulamaya konur.
İnsanlar ölür, yurtlarından olur, ülkeler işgal edilir, devletler parçalanır, yönetimler değişir.
BOP ne kadar gerçekse Erdoğan'ın bu projedeki varlığı da o kadar gerçektir.
Üstelik Erdoğan'ın bu projedeki pozisyonu giderek artmaktadır.
Bu projenin başat aktörlerinden biri de Küresel Kürt Hareketidir. İçinde, farklı ideoloji ve anlayışa sahip, birbirleriyle yarışan, hatta zaman zaman savaşan bir çok gruptan da oluşsalar da birlikte hareket eden bu hareket de artık Küresel bir güç olmuştur.
Bu projeye Erdoğan'dan çok önce dahil oldular ancak bu projedeki pozisyonlarının yükselmesi Erdoğan'la eş güdümlü olarak arttı.
Aslında bu senkronizasyonun içine Gülen Hareketi, Liberaller ve mutasyondan geçirilmiş Sol Pişmanlar da Erdoğan'da önce dahil edilmişlerdi.
Bu eş güdüm 2000'li yılların başından itibaren açıkça, hiçbir saklamaya gerek duyulmadan artarak devam etti.
Bu süreci fazla detaylandırmak istemiyorum ama Erdoğan'ın bu süreç içindeki pozisyonunun beklenmeyen bir şekilde arttığını vurgulamak için söz etmek zorundaydım.
Başlangıçta bu projenin gerekli, kritik konumda ama gerektiğinde değiştirilebilir bir aparatı konumdayken şimdi merkezine daha yakın, oyunu kurgularken yok varsayılamayacak bir konumda yer alıyor.
Erdoğan bu konuma kişisel yetenekleri, hırsı sayesinde, bu projenin en tepesine kendini kanıtlayarak geldi.
Hiç bir zaman projenin dışına çıkmadı ama kolayca harcanamayacağını kanıtladı.
7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan irade -bir yönüyle (başka amaçları da vardı)- başta Küresel Kürt Hareketinin ve projedeki diğer unsurların- kendisini harcama girişimiydi.
Ama Erdoğan projeye kendisinden çok önceden dahil olmuş diğer partnerlerine rağmen bu girişimi proje içindeki konumunu yükselterek savuşturdu.
7 Haziran'dan sonra siyasi konumunu yıpratan -aslında projenin kendisine yüklediği misyonu ikrar eden- söylemlerine son verdi.
Bu misyonu, yerine getirdiği anda harcanacağı konumdan, daha güçlü konuma geleceği ana kadar dondurdu.
Erdoğan, konjonktür gereği, iktidarını korumak açısından, siyasi söylemlerinde ve tarzında 180 derece (en azından görsel açıdan) değişiklik yapınca, başlarda kendisini hararetle alkışlayan projenin diğer gediklileri, herkesten fazla Erdoğan karşıtı oldular.
Bu gediklilerin bir kesimiyle, Sol Pişmanlar veya diğer tanımlama terimimle ifade edersek, Mutan Solcular ile öteden beri didişmekteydim.
Son günlerde Erdoğan'ın ikinci sınıf imitasyonlarının sürekli pişirilip önümüze koymalarına dair tepkilerimi yazıya dökünce, bir zamanlar, "Mesele sadece Erdoğan'ı yıkmak değil" diyenler şimdi, "Her şeyden önemlisi Erdoğan iktidarına son vermek" diyorlar.
Aslına bakarsanız ne Erdoğan o günlerden buyana öz olarak değişti ne de Erdoğan'ın o eski solcu taraftarları görüş değiştirdi.
Onların derdi her şeyin 2011'lerde terk edilen rotasına girmesi...
Aslında Erdoğan üzerindeki o sahte "anti emperyalist" kılığı üzerinden atsa hiç bir muhalefetleri kalmayacak.
Onlar sanıyorlar ki Erdoğan'ı derin devlet ele geçirdi ve bu saatten sonra hayır etmez.
Aslında fena halde yanılıyor ve yanıltıyorlar.
Evet, kendilerinin yanılmaları çok da önemli değil ama muhalif kesim içerinde oluşturdukları çarpık algı oldukça zarar veriyor.
Yıllar önce 2010 anayasa referandumunda Yetmez ama Evet sürecine katılanların, sonraki süreçlerde her fırsatta eleştirilmesine artık son verilmesini, asıl bu sürecin arkasındaki iradeye karşı uyanık olunmasını öneren yazı ve paylaşımlarım olmuştu.
Aynı irade yine iş başında.
Mutant Solcular Bulvarında ikamet eden bu odak yine sinsi tezgahlar peşinde.
Etkisine aldıkları ve mutasyona tabi tuttukları solcular vasıtasıyla sürekli, birbirinden zehirli, "Erdoğan İktidarı nasıl yıkılır?" ambalajlı, "Erdoğan İktidarın yıkılmasını nasıl engelleriz?" dolmalarını piyasaya sürmekteler.
Dolmalardan biri şöyle; Kürt oyları kilit oylardır. CHP ikinci turda Kürtlerden oy olacak bir aday çıkarmalıdır.
Tam bir zehirli dolma..!
Bir çok açıdan yanlış ve yanıltıcı.
Bir kere, kendi tabanını temsil eden bir CHP adayının bile ikinci tura kalacağı garanti değilken, "Kürtlerden oy alabilecek" bir adayın ikinci tura kalacağı üzerinden strateji yürütülmesine ikna edilmeye çalışılıyoruz.
Ayrıca; Kürt oyları dediğimiz, Kürdistani Partilere verilen oyların kilit olma durumu tartışmak gerekir.
Örneğin CHP'ye "Kürtlerden oy alabilecek" bir adayı dayatan HDP'nin - bu adayın neden illa sağcı ve liberal olması gerektiğini bir yana bıraksak bile- bu oylar üzerinde %100'lük bir denetimi var mı sizce?
Önceki seçimler bunun hiç de böyle olmadığını gösterdi.
Kısaca bir hatırlayalım.
7 Haziran seçimlerinde HDP'nin seçim barajını aşmasını sağlama kampanyası, "elimiz değmişken -CHP yerine- ana muhalefet partisi de yapalım" operasyonuna dönüşüp HDP'ye aktarılan oylar abartılınca, Erdoğan-AKP iktidarının tek başına hükümet kurmasını imkansız hale getirmişti.
Bu hesap hatası Erdoğan'ı kızdırmış, özellikle Kürt nüfusun yoğun olduğu illerdeki oy dağılımı 1 Kasım'da hem HDP'nin barajı geçmesini hem de Erdoğan tek başına iktidar olmasını sağlayacak şekilde yeniden ayarlanmıştı.
Bu ayarlamanın nasıl yapıldığını hepimiz hatırlarız.
Seçim sonuçları belli olduktan sonra PKK ile ortak organize edilen şiddet olayları aniden artmıştı. Operasyonlar, eylemler... Sonuçta bu seçimler sayılmamış 1 Kasım'da yeniden yapılmasına karar vermişti Erdoğan.
7 Haziran seçim çalışmalarında bütün televizyon kanallarında saz çalıp türkü söyleyerek oldukça başarılı bir seçim performansı sergileyen Selahattin Demirtaş, 1 Kasım seçim çalışmalarında 'bir nedenden' dolayı önceden ayarlanmış televizyon programlarına bile çıkmadı.
Kırsal kesimdeki önemli sayıda oyu ipoteğinde tutan ağalar ve aşiret reisleri tehdit ve vaat yöntemleriyle hizaya getirildi.
Seçmen oy torbaları güvenlik güçlerinin 'denetimde' YSK merkezlerine ulaştırıldı,
Yazının sıkıcı olmasını istemediğim içi buraya aktarmadığım, daha bir dolu ayrıntı o bölgedeki oylar gerekli olduğu şekil ve ölçüde ayarlandığını gösteriyor.
Bu ayarın benzeri 16 Nisan referandumunda da yaşandı.
O zamanlar kendimce yaptığım bir çalışmada; 1 Kasım'da seçimlere giren partilerin aldıkları oyları, 16 Nisan referandumunda vereceklerini ilan ettikleri Evet veya Hayır oylarına göre gruplamış, buradan da 1 Kasım'da Evet ve Hayır Blokunun oylarını hesaplamıştım.
Bu oyları 16 Nisan referandum sonuçlarıyla karşılaştırdım.
O çalışma gösterdi ki 67 ilde Hayır Blokunun oyları artarken, HDP'nin birinci veya ikinci parti olduğu, Kürt nüfusun yoğun olduğu 14 ilde 'Evet' oyları artmıştı.
Bu artış, hatırlayacaksınız referandumda Evet oylarının kıl payı kazanmasını sağlamıştı.
Sonuçları sadece seçim hilesi açıklayamazsınız. Ortada bir ayar durumu olduğu burada da görülüyordu.
Bu durumda;
7 Haziran'daki oy dağılımı nasıl 1 Kasım'da HDP'nin barajı geçmesini, AKP'nin de tek başına iktidarda kalacak şekilde ayarlandıysa;
16 Nisanda HDP'nin, "Biz Hayır oyu verdik" demesi sağlayacak ama 'Evet'in kıl payı kazanacak şekilde (biraz da hile ile ile) ayarlandıysa;
24 Haziran seçimlerinin ikinci turunda da HDP'nin, "Erdoğan'a oy vermedik" diyebileceği, Erdoğan'ın da kıl payı kazanacağı miktar ve şekilde ayarlanabilir.
Bu açıdan bakılırsa doğrudur. Kürt oyları gerçekten kilit olabilir. Ama önemli olan bu kilidin anahtarının kimde olduğudur.
Kürt oylarının çok önemli olduğu açıktır. Gerçekten de belirleyici olabilir.
Ama demokrasi güçlerinin Erdoğan iktidarını gerçek anlamda yıkabilmesi sadece Kürt oylarına bağlanamaz. Bağlanmamalı da...
Çeşitli televizyon kanallarında konuşan HDP milletvekilleri HDP'nin sol söylemleri olan "tek parti" olduğunu, sol söylemlerin meclise taşınması için HDP'nin ve HDP adayının desteklenmesini gerektiğini söylerken, CHP'ye sağcı ve liberal adayları, Kürtlerden oy alabilme şartı olarak dayatıyor.
Bu şartın yerine getirilmesi durumunda Erdoğan-AKP iktidarının yıkılacağı bana kalırsa oldukça şüpheli bir durum ama CHP'yi ana muhalefet partisi olmaktan düşüreceği kesin.
24 Haziran'da Erdoğan iktidarını gerçek anlamda ve kalıcı olarak yıkılması gerçekten önemli.
Bir daha böyle bir şans ele geçmeyebilir. Ama bu durum, şans ya da fırsat olarak tanımlanmaktan öte bir zorunluluk.
Erdoğan'ın anayasanın yeni haliyle iktidar olmasının neden önüne geçilmesi gerektiği konusunda bütün muhaliflerinin hemfikir olduğunu sanmıyorum.
Erdoğan-AKP iktidarına değişik nedenlerle muhalif olanlar olduğu gibi bu iktidarla çelişkilerinin uzlaşmazlıkları da farklı düzeyde olanlar var.
Hatta bu iktidarın yıkılmasından ziyade fabrika ayarlarına dönmesini isteyenler de çok.
Ancak muhalefetin ana gövdesini Erdoğan-AKP iktidarının fabrikadan yeni çıkmış haline de bugün vardığı noktaya da karşı olan kesim oluşturuyor.
Muhalefet stratejisini yalnızca "kilit" diye tanımlanan Kürt oylarını kazanmak üzerine kurmak ne kadar doğru olur?
Ve neden muhalefetin ana gövdesine zarar vermekten kaçınılmıyor?
7 Haziran'da elde ettiği oy oranı 1 Kasımda başlayarak giderek düşen bir kesim 'muhalif' oy potansiyeli ile giderek yükselen yine muhalif bir başka oy potansiyeli arasında tercih mi yapmalıyız?
Bence bu tercihi yaparken hangi kesimin muhalefetinin şartsız ve sağlam olduğuna bakmak gerekir.
Muhalif nitelikleri bir dolu şarta bağlayan bir kesimden gelecek oyları hesaba katarak Erdoğan iktidarını gerçek ve kalıcı olarak alaşağı edemezsiniz.
Aksine bu projedeki konumunu gerekli ve yeterli konuma yükseltirsiniz.
16 Nisan Referandumunda ortaya çıkan umudun hangi koşullarda ve hangi tabana dayanarak yükseldiğini unutmamak gerekir.
O statlarda kendiliğinden yükselen marşları hatırlamak gerekir.
Peki sizce hatırlanacak mı? Sanmıyorum.
Bu noktada bir önceki cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili görüşlerimi paylaştığım eski bir yazımdan(*) bir alıntıyı aktarmak istiyorum.
"Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP ve MHP’nin ortak adayı tıpkı 1983 seçimlerindeki Halkçı Parti Başkanı Necdet Calp gibi bir portre çiziyordu. Kırk yıllık CHP’lileri partisinden küstürmek üzere tezgahlanmış bu operasyon sonucu, CHP adeta bile isteye, seçmen tabanının önemli bir kısmını sandık başına getirtmemiş, yine önemli bir kısmını HDP’ye hediye etmişti. MHP’liler ise yaptıkları ittifak nedeniyle tabanın büyük çoğunluğunun Erdoğan’a oy vermesini sağladı.
HDP; CHP tabanına yönelik çalışmış; ustaca bir taktikle CHP’yi yıpratma işini HDP içindeki sol bileşenlere, sosyal medyadaki trend delisi holigan taraftarlarına devrederken, Demirtaş da adeta “Kuvayi Milliyeci” kesilerek Türkiyeli imajı çizmiş, -yani o sinir bozucu damarı kullanarak- CHP tabanından önemli oranda oy toplamıştı.
Müzmin acemi, gemi aslanı sosyal demokratlar partisi CHP, 12 Eylül sonrasında mantar gibi biterek ekranlara doluşan medyaşorların etkisiyle şaşkın ördek atasözünü hayata geçirdi.
Liberal parantezine bilumum vasıfları (İslamcı, sosyalist, komünist, muhafazakar) sığdırmakta maruf 12 Eylül mamülü medyaşorlar CHP’yi; “Oyunu artırmak istiyorsan, mütedeyyin muhafazakar kesimlere şirin gözükmelisin” telkini ile gaza getirdiler.
CHP’de vur denileni öldür anladı, tuttu isminden, cismine İslami bir adayla yarışa girdi.
CHP’nin terk ettiği Laiklik kozunu HDP devraldı.
Özellikle HDP içresinde, kendi görevlerini Kürt Ulusal Hareketine ihale etmekten dolayı işsiz güçsüz kalmış Türkiye Sosyalistleri, holigan amigolar gibi bu göreve şevkle talip oldular.
CHP tabanının daha önce şiddetle eleştirdikleri ulusalcı ve laikçi tabanına çalıştılar.
Birlik beraberlikten, Türkiyelilik, laiklik üzerinden, adeta ulusalcı propaganda yürüterek bu tabanın kayda değer bir kısmını HDP’ye kazandırdılar.
Ama çok daha önemli bir kısmının CHP’ye küserek sandık başına gelmemesini sağladılar.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini üç kişi arasında oynanan tek kale maça benzetirsek, maçı şöyle özetleyebiliriz. CHP İhsanoğlu’nun ayağından topu kale önüne ortalamış, HDP’li Demirtaş topu göğsüyle yumuşatıp, AKP’den Erdoğan’ın önüne yuvarlamış, Erdoğan’a da topu kaleye yuvarlamak kalmıştı.
Kale zaten bomboştur.
Kalede olması gereken demokrasi güçleriyse; maçı türbinlerden izlemeyi yeğlemiştir. Hatırı sayılır bir kısmı da stada kadar gelmeye bile tenezzül etmeyip, yazlıklarda televizyonlardan izlediler."
Açıkçası aynı kaygıları hala taşıyorum.
Gelişmeler daha da büyük hataların olabileceğini gösteriyor.
Ayhan Bilgen'in dile getirdiği, aslında Kürt Hareketin Erdoğan'la olan Proje içi rekabetinin bir yansıması olan tehditimsi demeci ile ilgili haberi okumuşsunuzdur:
"HDP sözcüsü Ayhan Bilgen, "sıfır baraj ittifakı"nın Cumhurbaşkanlığı seçiminin kritik belirleyicisi olacağını söyleyerek, "Bizi milletvekili seçiminde yok sayanlar, cumhurbaşkanlığı seçiminde desteğimizi almakta da zorlanır" dedi.
Bu demeç Kürt oylarının ne kadar şarta bağlı olduğunu gösteriyor.
Aynı zamanda proje içi rakip-ittifakları Erdoğan'ın -Küresel Kapitalizmin tavsiyesiyle yürütmeye çalıştığı- muhalefeti dizayn etme operasyonuna(**) da uygun bir demeç.
Korkarım ki önümüzdeki tek kalelik maçta CHP yine topu ceza sahasına ortalayacak.
Kürt Hareketi topu göğsüyle yumuşatıp, Erdoğan'ın önüne ortalayacak.
Erdoğan'a da topu kaleye yuvarlamak kalacak.
Kale de yine kimse olmayacak.
Ya da ben yanılacağım. Bu kadar olumsuz olduğum için utanacağım.
Bu duyguyu yaşamayı o kadar istiyorum ki..!
Nadi öztüfekçi
30 Nisan 2018
(*) Türkiye Cumhuriyeti Holdingi
(**)Erdoğan Kendisine göre Muhalefet Cephesi Oluşturuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.