İlkesel olan; seçim süreci boyunca hatta yaşam boyunca yerine getirdiğin işlev, gösterdiğin duruş ve bulunduğun sınıfsal taraftır.
Oy vermek bütün bu süreç boyunca sadece bir andır.
Oy vererek sadece kişisel görevini yerine getirmiş olursun. Önemlidir. Ama yetersizdir.
Sadece oy vererek ilkelerini, düşüncelerini yaşama yansıtma konusunda yaptığın katkı, çok zayıf ve etkisiz olacaktır.
Örneğin kendisini komünist, devrimci, aktivist olarak nitelendirenlerin hangi partiye oy vereceklerini belli bir afi eşliğinde ilan etmeleri ya da birbirlerini, şu veya bu partiye oy vermeye çağırmaları da oldukça yetersiz bir işlev.
Bana kalırsa kişisel bir tatminden öte bir şey değil.
O yüzden, "sosyalist dediğin şu partiye oy verir", "devrimci dediğin bu partiye oy verir" ya da "komünist dediğin seçimleri boykot eder" gibi -görev ve sorumluluğu oy tercihi ve oy verip vermeme alanına sıkıştıran- ayakları havada "tespitler" bana komik geliyor.
Ama aynı nitelemeleri kendilerini tanımlamak için kullanan partilerin seçim sürecinde görevlerini bir başka parti ya da kendi partileri adına oy istemekle sınırlandırması ise trajik bir durumdur.
Bu tutum, seçimlerde kendilerini görevsizleştirmeleri, sıradan bir seçmen haline getirmeleri anlamındadır.
Kendini sosyalist, komünist ya da devrimci diye niteleyen birey, parti ya da kurumlar yaşamın her alanından kendini sorumlu tutarlar, tutmalıdırlar.
Yaşamsal her gelişme onların ilgi ve müdahale alanlarıdır. Örneğin Küresel Kapitalizmin dünyanın tüm emekçi ve yoksullarına olan saldırıları, emperyalizmin bölgemizde yaptıkları kanlı tezgahlar onların ilgi, analiz, tespit ve teşhir edecekleri mücadele alanlarıdır.
Keza ülke yöneticilerinin Küresel Kapitalizm ve emperyalizmle olan işbirliği de teşhir ve mücadele alanlarıdır.
Yine yaşadığımız diktatörlüğün dayandığı küresel ve sınıfsal gücün analizi, tespiti ve teşhiri, mücadele yöntemi konusunda düşünce üretmek gibi görevleri ve iddiaları vardır.
Seçim süreçleri ise toplumun politik duyarlılığının üst düzeyde olduğu, dolayısıyla bu iddiayı yaşama geçireceği ve sömürüyü, ezgiyi, talanı, haksızlığı teşhir edebileceği en elverişli, zamanlardır.
Kendi veya başka oluşumlar adına oy verip, oy vermeye çağırmak sıradan bir parti sempatizanının da yaptığı bir işlevdir.
Oysa komünist, sosyalist, devrimci gibi nitelemeleri sahiplenen bireylerin ve partilerin, -kendisine sunulan argümanları sorgulamadan propaganda eden- bir parti sempatizanından farklı bir işlevi, oy vermekten ve şu ya da bu parti adına oy istemekten başka yapabilecekleri olmalı.
Ülkelerinin süreklendiği uçurum, içine çekilmek istenen bataklık, ülkesi ve bölgesi üzerindeki emperyalist girişimler sosyalist, komünist ve devrimcilerin, "biz işimize bakarız" diyemeyeceği sorumluluk alanıdır.
Önermeleri, çözümleri ve eylem programları olmalıdır.
En başta nesnel, mahalle trendlerine uygun olma kaygısı taşımayan, yaftalanmaktan korkmayan bir seçim analizleri olması gerekir.
Her ağzını açtığında ya da klavyenin başına her oturduğunda mahalle trendlerine uygun, genel geçer şeyler söylemek için komünist, devrimci olmaya gerek yok.
Nesnel ve gerçekçi olmak ama aynı zamanda yaratıcı ve özgün bir seçim analizi yapmak, yapabilmek için ise gerçekten komünist, gerçekten devrimci bir birey veya parti olmak gerekiyor.
Zira böylesi bir seçim analizinin devamında, seçimlere yönelik, çözüm ve önermeler, bunların hayata geçirmek için de eylem programları üretmeye sıra gelecektir.
Bunu, gündemdeki Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinden yapılan analizleri şöyle bir irdeleyerek somutlaştırmaya çalışalım.
AKP ve AKP taraftarlığı üzerinden kurulan mahallelerin, İYİ Parti ve Saadet Partisi hatta CHP taraftarlığı üzerinden oluşmuş mahallelerin trendlerine endeksli analizleri atlayarak, benim de içinde bulunduğum sol, sosyalist mahallelerde yapılan analizleri ele almak istiyorum.
Öteden beri gündeme getirdiğim, Türkiye Solu üzerindeki Kürt Hareketinin vesayeti bu mahallelerin trendlerini dolaysız etkiliyor, hatta belirliyor diyebilirim.
Ama burada asıl sorun mahalle trendlerinin nasıl, hangi odaktan etkilendiği ve belirlendiği değil.
Sorun; mahalle sakinlerinin ya da ileri gelenlerinin düşünce üretirken kendilerini trendlere uyma konusunda olağan üstü bir şekilde bağımlı hissetmeleri.
Yarın başka bir odak olabilir ancak bugün sol mahallenin trendlerini Kürt hareketi belirliyor. Sadece trendlerini değil, ideolojisini -daha doğrusu ideolojisizliğini- belirliyor.
Sol mahallede, cumhurbaşkanı seçimleri ile ilgili hemen her düşünce, ya %10 barajından dolayı ya da Kürt meselesinin öncelikli sorun olduğu ön kabulünden dolayı "HDP'nin desteklenmesi" önermesi ekseninde üretiliyor.
Çok doğal olarak da mahallede üretilen hemen her düşünce tornadan çıkmışçasına bir birine benziyor. Sonuçta Türkiye Solunun büyük bir kesimi, bu seçimlerde sıradan bir HDP sempatizanı ya da seçmeni olmaktan öteye gidemiyor. Sadece HDP'ne oy vereceklerini açıklayıp, HDP'ne oy vermeye çağırıyorlar.
Hemen hiçbiri, Erdoğan'ın anayasanın değiştirilmiş hali eşliğindeki tek adam rejimine nasıl engel olunacağı konusunda kapsamlı bir düşünce üretemiyor.
Tek önerileri var, her ne koşulda olursa olsun HDP'nin barajı geçmesi ve Selahattin Demirtaş'ın mümkün olduğunca yüksek oy alması.
Selahattin Demirtaş'ın yüksek oy almasının tek başına nasıl yeterli olacağına ya da HDP %10 barajını geçse de muhalif partilerin toplam oyu AKP'ni aşmadıktan sonra, bunun nasıl yarar sağlayacağını mantıksal bir tutarlılık içinde anlatabilene henüz rastlamadım.
Türkiye Solunda bağımsız, özgün bir irade ortay koyan yapılanma sadece bir kaç tane kaldı.
Önemli bir kesimi, Mithat Sancar'ın Türkiye Soluna aba altından sopa gösteren konuşmasına benzer, HDP kaynaklı, "Sakın bizi baraj altında bırakmayın sonra kötü olur" mealinde "tembihlerle" adeta şaşkınlaşmış durumda.
HDP Beylikdüzü seçim ofisinin açılışında seçmenlere seslenen Mithat Sancar;
"Bizim yaptığımız anketlerde HDP’nin şu anki oyu yüzde 12 civarındadır. Ancak hileyi de hesaba katınca barajın altında kalma ihtimali ortaya çıkıyor. Bu yüzden oylarımıza sahip çıkmalıyız, sandıkları çok iyi korumalıyız. Eğer barajı geçersek Erdoğan seçimi kazansa bile artık istediğini yapamaz. (?!)
Çünkü mecliste muhalefet çoğunlukta olur, yani meclisi kazanmış oluruz. Önceliğimiz meclisi kazanmak olsun" diyor.
Sanki ülkenin kaderini etkileyecek bir seçim süreci değil de bir futbol ligi sezonu, "Şampiyon olamazsak da önemli olan ligi yüksek puanla bitirmek" gibisinden fan çalışması yapılıyor.
Bu seçimde demokrasi güçleri için gerçek başarının adı Erdoğan'ın cumhurbaşkanı seçilememesidir.
Mithat Sancar'ın konuşmasında yürüttüğü akıl bu açıdan fazlasıyla sorunlu.
Anayasanın değiştirilmiş haliyle Erdoğan Rejiminin - eğer HDP barajı geçerse- yıkılmasının elzem olmadığını söyleyen bir ifade.
Demek ki HDP için ülkede demokrasinin gelişmesinin tek ve yeter koşulu var; -Erdoğan'ın deyimiyle- "buzdolabına kaldırılan" Dolmabahçe Mutabakatının kaldığı yerden başlaması...
Bunun için Erdoğan'ın yıkılması gerekmiyor. Aksine, bu mutabakatın mimarı olan, yeni anayasa ile eli güçlenmiş Erdoğan'ın tek adam rejimi bu mutabakatın yeniden başlatılmasının tek çözümü.
Yeter ki mecliste onu zorlayacak HDP grubu olsun.
Öte yandan; HDP'nin barajı geçmesi için gerekli oy muhalefetin ortak havuzundan paylaşılarak sağlanacaksa muhalefetin çoğunluğu elde edeceğini nasıl garanti edebiliriz?
Eğer kast edilen bu değilse, yani HDP'nin barajı geçmesi muhalefetin ortak havuzundan elde edilecek oylarla olması planlanmıyorsa niye bu konuda muhalefet partileri ve özellikle CHP tembihleniyor?
HDP'nin de kendi oylarına her zamankinden fazla sahip çıkması, seçim propagandasını muhalefetin ortak havuzuna değil, özellikle AKP ile çekiştiği bölgelerdeki potansiyel oy tabanına yapması gerekmez mi?
Demek ki HDP için ülkede demokrasinin gelişmesinin tek ve yeter koşulu var; -Erdoğan'ın deyimiyle- "buzdolabına kaldırılan" Dolmabahçe Mutabakatının kaldığı yerden başlaması...
Bunun için Erdoğan'ın yıkılması gerekmiyor. Aksine, bu mutabakatın mimarı olan, yeni anayasa ile eli güçlenmiş Erdoğan'ın tek adam rejimi bu mutabakatın yeniden başlatılmasının tek çözümü.
Yeter ki mecliste onu zorlayacak HDP grubu olsun.
Öte yandan; HDP'nin barajı geçmesi için gerekli oy muhalefetin ortak havuzundan paylaşılarak sağlanacaksa muhalefetin çoğunluğu elde edeceğini nasıl garanti edebiliriz?
Eğer kast edilen bu değilse, yani HDP'nin barajı geçmesi muhalefetin ortak havuzundan elde edilecek oylarla olması planlanmıyorsa niye bu konuda muhalefet partileri ve özellikle CHP tembihleniyor?
HDP'nin de kendi oylarına her zamankinden fazla sahip çıkması, seçim propagandasını muhalefetin ortak havuzuna değil, özellikle AKP ile çekiştiği bölgelerdeki potansiyel oy tabanına yapması gerekmez mi?
HDP'nin meclise girmesi için muhalefetten koşulsuz desteklemesini isteyen Sancar, iş cumhurbaşkanı seçimlerine gelince, 2. turda -eğer Selahattin Demirtaş kalmazsa- Muharrem İnce'yi desteklemek için HDP'ne olan yaklaşımına göre karar vereceklerini söylüyor.
"Eğer CHP partimize ortak yaklaşımı iyi ortaya koymazsa seçimde ortaya çıkacak kötü fatura herkese yansır." diyor.
Şiddetle açıklanmaya muhtaç "ortak yaklaşımı iyi ortaya koymazsa" ifadesi ile tembihi tehdite dönüştürüyor.
HDP'nin Mithat Sancar'ın sözlerinde somutlaşan bu tembih ve tehdit karışımı pazarlıkçı yaklaşımı, Muharrem İnce ve CHP üzerinde ne derece etkili oluyor bilemem ama Sol Mahalleyi fazlasıyla etkilediğini söyleyebilirim.
HDP'nin baraj altında kalmasının AKP'ye hak etmediği fazladan milletvekili kazandırması ihtimali Türkiye Solunu o kadar korkutmuş ki Erdoğan'ın tek adam rejiminin anayasayla pekiştirilmesinin getireceği felaketi görmüyor bile.
Bu ihtimalin muhalefete yönelik bir tehdit unsuru olarak kullanılmasının siyasi etik dışı bir tutum olduğu gerçeğini ise hiç umursamıyor.
HDP çevresinde, "bize de bir milletvekili düşer mi" umuduyla giderek daha fazla bölünüp çoğalarak dolanan sol yapıların, bu konularda akıl yürütmeye ne yazık ki niyeti de yok.
Çünkü her biri yukarılarda bir yerlerde kotarılan algı çalışmaları sonucunda siyasi taraf ile kulüp taraftarlığını karıştırır duruma geldi.
Sınıfsal temelli, anti emperyalist, anti kapitalist temellerden kaynaklanan bir demokrasi mücadelesi yürütmek yerine Kürt Hareketinin fan kulübü gibi çalışmaktalar.
Oysa Türkiye Solu Kürt Hareketinin Fan Kulübü değildir, olmamalıdır!
Türkiye Solunun ülkenin yaşadığı bu diktatörlüğü yıkmak, Emperyalizmin ve Küresel Kapitalizmin saldırılarını göğüslemek, ülkenin Küresel Sermayenin çıkar ve gereksinimleri doğrultusunda formatlanmasının önüne geçmek gibi görev ve yükümlülükleri vardır.
Bu görevini yerine getirebilmesi için kendi ayakları üstünde duran, ülke genelinin adına siyaset ve mücadele eden, bağımsız ve kendine özgü analiz ve mücadele rotası saptayan bir Türkiye Soluna ihtiyaç vardır.
Bunu yapmaya çalışan tek bir sol yapılanma var o da Haziran Hareketi...
Her türlü mahalle baskısına rağmen, muhalefetin muhalefete muhalefet yapması gibi saçma ve yanlış bir tutum içinde olmadan, ama ne HDP'nin ne de CHP'nin peşine takılmadan, en geniş demokrasi muhalefetini kapsayan eylemler yapıyor.
Keşke aynı sol duyuyu gösterecek başka sol yapılanmalar olsa.
Böyle bir Türkiye Solunun anti demokratik bir seçim kanunu sonucu konan %10 barajı sorununa -her şekilde HDP'yi desteklemekten başka- yaratıcı çözümleri olabilirdi.
HDP'nin -eğer varsa- oy eksiğini CHP'den oy aktarmaya çalışarak kapatmak yerine, HDP'nin AKP ile çekiştiği sandıkların bulundukları bölgelerde HDP adına propaganda çalışmalarına katılmak, CHP'nin AKP ile çeliştiği bölgelerde de CHP adına propaganda çalışmalarına destek olmak gibi bir seçim stratejisi izlenebilirdi ve bu hala mümkün.
Mümkün derken, elbette teknik anlamda bir olabilirlikten söz ediyorum.
Yoksa bir fan kulübü haline dönüşmüş sol yapılanmalardan bu basireti beklemek fazlasıyla iyi niyet olur.
Bireysel bir bileşeni olduğum Haziran Hareketine önerim olsun, belki böyle bir girişimde bulunur. (*)
Haziran hareketinin herhangi bir partiyi işaret etmeden, direkt Tek Adamı hedef alan, #KapatGitsin, #Tamam, #Sıkıldık etiketleriyle yaptığı kampanya ve eylemler oldukça yaratıcı, özgün ve tutarlıydı.
Aikido; rakibin vücudundan, gücünden, onun ataklarından yararlanma ve kuvvetinin yönlendirilmesi prensibine dayanan bir savunma sanatıdır.
Haziran Hareketi de Erdoğan'ın devlet olanaklarını kullanarak düzenlediği şatafatlı törenlerdeki kendi söylemlerinden yararlanarak, 'Tek Adam'ın propaganda ataklarını kendi aleyhine propagandaya çevirdi.
Ama en önemlisi; ne CHP'ye ne de HDP'ne endekslenmeden yapılan, kendi ayakları üzerinde duran bir yapılanmanın, ne kadar etkili eylemler, kampanyalar yapabildiğini kanıtlamış, muhalefete de kümülatif katkıda bulunmuş oldu.
Türkiye Solu Haziran'ı örnek almalıdır.
Nadi Öztüfekçi
21 Mayıs 2018
(*)Ancak orada da, tabanın iradesinin kararlara yansıtma konusunda ne kadar iyi niyetli olsalar da bu iradeyi yürütmeye yansıtacak, -üstelik kolayca oluşturulabilecek- teknik alt yapıyı kurmakta çekimser davranılıyor.
Uzun zamandan beri benim gibi bireysel bileşenlerin de sesini duyurabileceği, tüm meclislerin ve bileşenlerin birbirlerinden haberdar olacağı Türkiye çapında bir dijital portal önerim her defasında kabul görmesine karşın, bir türlü hayata geçirilemedi.
Ama yine de ben bu önerimi yürütmeye ulaştırmaya çalışacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.