22 Haziran 2018 Cuma

%10 BARAJI VE SOSYALİSTLER ÜZERİNE...

Bu yazıyı 24 Haziran Seçimlerinden 2 gün önce yazmıştım.
Yayınlamakta tereddüt ettim sonuçta vazgeçtim.
Yazıda -eğer okursanız göreceğiniz gibi - %10 barajı nedeniyle köpürtülen, "Ya HDP baraj altında kalırsa telaşının" ne kadar ayakları havada olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

Seçim üzeri bir kişi üzerinde bile olsa yılgınlık yaratmamak adına yayınlamamıştım.
"Seçim sonrasında yayınlarım" diye düşünmüştüm.
Sanırım sonra da unuttum.
Bugün farkına vardım. Okuyunca gördüm ki dile getirdiğim kaygılarımda tamamen haklıymışım.
Ama bu yazımı şimdi yayınlamaktaki amacım, "ben demiştim" hazzını yaşamak değil.
Önümüzde muhtemel bir erken seçim de benzer durumların yine yaşanabileceği endişesini taşıyorum.
Yani yazdıklarım yeniden güncellik kazanabilir.

Biliyorum binlerce okuyucum yok. Olmadığı gibi yazılarımı okuyanlar önermelerimi ayet kabul etmiyorlar.
Olsun. Ben söyleyeyim de..
.


22 Haziran 2018

Ben bu seçimlerde Erdoğan-AKP iktidarının demokratik yollardan yıkılabileceği umudunu yaşıyorum.
Bu umudun Gezi Direnişi, 16 Nisan Evet-Hayır Referandumu ve Adalet Yürüyüşü aşamalarıyla  ivmelenerek büyüdüğünü, nihayet 24 Haziran Erken Seçimleri ile somut bir fırsata dönüştüğünü düşünüyorum.
Evet, Erdoğan-AKP iktidarının hızla karanlığa sürüklediği bu tehlikeli sürecin önüne geçmek, en azından serin kanlı bir şekilde yönümüzü tartışabileceğimiz, görece demokratik bir ortamı oluşturabilmek için bir fırsat doğdu.
Ve ben bu fırsatın çok önemli olduğu kanısındayım.
Elbette bu fırsatı değerlendirirsek demokratik ve ekonomik olarak büyük kazanımlar elde etmeyeceğiz, yani bu seçim üzerinden büyük hayaller kurmuyorum, aksine beklentim oldukça küçük.
Ancak bu fırsatın da kaçırılması durumunda kaybedeceklerimizi düşündüğümde duyduğum korku ve telaş ise çok büyük.
Aslında, gerek sosyal medya paylaşımlarında, gerek bulunduğum seçim üzerine toplantı ve sohbetlerde Sol Mahallenin genelinde de bendeki bu telaşın yaygın olduğunu görüyorum.
Böylesi bir fırsatı değerlendirme arzusunun ve değerlendirilmediği durumunda ne olacağı bilincinin telaşını yaşamak kabul edilebilir bir durumdur.
Dozunda bir telaş bilinci açık tutar, dikkati ve konsantrasyonu arttırır. Ancak telaşın bir sonraki aşaması can havli durumudur ki; bilinç, dikkat ve konsantrasyon üzerindeki etkileri telaşın tam tersidir.

Bilincin yerini güdü, dikkat ve konsantrasyonun yerini  endişe ve korku alır.
Ne yazık ki Sol Mahallede, aslında tüm Hayır blokunda şiddetli bir can havli halinin -oldukça yaygın bir şekilde- çoktan başladığını görmek mümkün.
Özellikle %10 barajı üzerine yaratılan telaş fazlasıyla abartılınca sol mahallede bir can havli durumu doğdu ve bu tahmin ettiğim bir şeydi.
HDP'nin barajın altına kalması halinde AKP'nin hak etmediği 50-60 millet vekili kazanacak olması üzerinden oluşan -ve oluşturulan- telaş güdüsel reflekslere neden oluyor.
Bu telaşın haklı yanları var. Yani en basit aritmetik bile bunun muhalefet açısından bir sorun olduğunu kanıtlar.
Ayrıca günümüz koşullarında bana göre; -her ne kadar kimlik siyasetine alabildiğince karşı olsam da- Kürt denklemini siyasi platformda çözme iddiasındaki bir partinin, üstelik sadece anti demokratik bir seçim kanunu ile değil, hukuk dışı engellemeler yüzünden de mecliste olamaması,  hem sosyolojik hem de hakkaniyet açısından bir sorundur.
Yani bu sorun hem etik, hem de Erdoğan'ın iktidardan düşürülmesi aritmetiği açısından çözülmelidir.
Kısaca, HDP'nin baraj altında kalması durumunda Hayır Bloku açısından oluşacak olumsuz aritmetik, bir çok açıdan dikkat ve önem gösterilmesi gereken bir noktadır.
Ancak bu nokta egemen kesim için aynı zamanda ustaca değerlendirdikleri bir fırsat noktası...
Bu noktada öylesine ustaca korku ve çaresizlik duygusu yaratılıyor ki eğer, 'Pragmatik' Politik Psikoloji dalında Oscar verilseydi, bu seçimlerde HDP'nin baraj sorununu köpürterek yürütülen negatif kampanya bu ödülü kesin alırdı.
Evet, bu noktada olup bitenin adı; hegemonyanın yönlendirmesiyle bir 'Pragmatik' Politik Psikoloji uygulaması olan 'HDP'nin baraj sorunu üzerinden yapılan negatif kampanyadır.

Bu söylediklerim ve aşağıda söyleyeceklerim, biliyorum ki bir çok kişiyi kızdıracaktır.
Yazılarımı okuyan politik birikimlerini Kürt Hareketine endekslemiş, ortak geçmişimiz ya da bir sosyal medya yazarı olarak yazıp çizdiklerime zaten öteden beri  kursaklarına kadar hınçla dolu bir kesim var.
Bu kesimin, bu yazdıklarıma kızmaları için seçim döneminde öne çıkan HDP'nin baraj sorunu üzerinden yapılan negatif kampanyaya gerek yok.
Onların işi kızmanın ötesine,  'Sosyal Medya Mobingi'ne kadar götürme ihtimali de büyük...
Bu kesimin tepkileri, olası mobing ve sataşmaları için kısaca diyeceğim şu; umurumda değil.

Bunun yanında yine ortak geçmişimiz ya da sosyal medyada öteden beri paylaştığım yazılar üzerinden bir çok temel noktada anlaştığımız dostlarım da var.
Bu seçimlerle ilgili bütün dikkat ve motivasyonu HDP'nin baraj altında kalmaması noktasına yönlendirilmiş bu dostların da bu seçimler konusunda görüşlerime tepki göstereceğini biliyorum.
Bu dostlarımın da -bana göre- bir 'Pragmatik' Politik Psikoloji uygulaması olan, HDP'nin baraj sorununu köpürterek yürütülen negatif kampanyanın etkisi altında kaldıklarını düşünüyorum.
Onların da bir çoğunun -genelde hiç yapmadıkları şekilde- bu seçimlerde HDP'ye oy vermeyenlere karşı dışlama ve ötekileştirme yaptıklarını gözlemliyorum.

Bu Pragmatik Politik Psikoloji uygulamasının  en sofistike yanı da işte bu durum.
Böylesi operasyonların mağdurları aynı zamanda operasyonun aktörleridir.
Tıpkı piramit dolandırıcılık yapılanmaları, örneğin 'Saadet Zinciri' gibi...
Saadet Zinciri olayında zincire belli bir para ödeyerek eklenenler bu para üzerinden kazanç sağlamak  için yakınlarını ve dostlarını da eklemeye çalışıyorlardı. Bir süre sonra para kazanma umudu, ödediği parayı da kaybetme korkusuna dönüşünce, can havliyle zincire eklemlenmeye soğuk bakan, tereddüt eden, kabul etmeyen dostlarına karşı açık ya da gizli tepki duyuyorlardı.
Böylece kurbanı oldukları dolandırıcılık operasyonun militan aktörleri oluyorlardı.
Selahattin Demirtaş'ın ilk defa aday olduğu 2010'daki Cumhurbaşkanı Seçimlerinden buyana; HDP'nin %10 barajı meselesi Türkiye Solunun, -tıpkı Saadet Zincirindeki kolay yönden para kazanma hırsı gibi- meclise kolay yönden sosyalist sokma fırsatçılığını, arkasından da %10 barajının altında kalma fobisini tetikliyor...
Türkiye Solunu can havliyle hareket eden, bilinçli tepkilerden daha çok güdüsel refleksler gösteren bir hale sokuyor.
Türkiye Solunun bu hali sosyal medyadaki evsel bileşenlerine katlanarak yansıyor.
Biraz da -yaş durumuna göre değişen- devrimci andropoz veya ergen egosantrizmi etkisiyle, HDP'ye oy vermeyen enayi, hain solculara, ulusalcılara yönelik hakaretler içeren paylaşım ve yorumlardan geçilmiyor.
Sayfama günde en az üç dört defa, "Kendine, ilerici, devrimci, sosyalist, komünist (bazen bu tanımlar listesi epeyi uzayabiliyor) diyen bu seçimlerde HDP'ne oy verir" gibisinden, racon kesen paylaşımlar düşüyor.
En az o kadar da HDP'nin %10'u aşamadığında AKP'nin ne kadar fazladan milletvekili kazanacağı üzerine 'derin' aritmetik tahliller içeren paylaşımlara rastlıyoruz.

Ama bu sorunu çözmek, can havliyle ve bilinçsiz güdüsel reflekslerle olamayacaktır.
Bu sorun, muhalefete muhalefet yaparak, durumu kendi devrimci fiyakamıza cila amaçlı kullanarak, başkalarını yaftalayarak, can havli halinin baskıladığı mantıkla çözüm üretmek ve böylesi çözümlere farklı yaklaşanları düşmanlaştırarak da çözülemez.
Aksine derinleştirilir.
Öncelikle bu seçimlerden beklentilerimizi tüm telaş ve aciliyetimize karşın doğru tespit etmemiz gerekir. Yukarıda belirttiğim gibi bu seçimlere kaldırabileceğinden fazla beklenti yüklemek, ortaklaşılan alanları azaltacağı gibi telaşımızı da arttırır.

Sırası gelmişken basit ama önemli bir kaç tespit yapalım.
Bu seçimlerden sosyalist bir devrim çıkmayacak. Ama sosyalist düşüncenin kendini ifade edebileceği bir ortam kurulabilir.
Bu seçimlerde Kürt Sorunu çözülmeyecek. Ama Kürt Sorunun açık bir şekilde, kapalı kapılar ardında değil mecliste tartışılabilmesinin önü açılabilir.
Bu seçimler sonucunda demokratik ve anti emperyalist bir dönüşüm gerçekleşmeyecek ama Küresel Kapitalizmin ülkemizi tek adam yoluyla istediği şekle sokma girişiminin önünde -hız yavaşlatıcı- bir kasis oluşturulabilir.
Bütün bunlara doğru ve mantıklı çözümler üzerine düşünebilme ve tartışma ortamını yaratabilme fırsatı çıkacak.
Bir benzetme yapacak olursak; 25 Haziran, hızla yuvarlanmakta olduğumuz dik bir yamaçta geçici olarak durabileceğimiz bir sahanlık olacak.
Eğer bu sahanlıkta duramazsak sonrası uçurum. Yuvarlanmayacağız çuval gibi düşeceğiz.
O zaman ilk başarılması gereken görev, bu sahanlıkta durabilmek.
Benzetmeden çıkıp seçim somutuna dönersek, bu başarıyı -daha doğrusu görevi- şöyle ifade edebiliriz: Erdoğan'ın tek adam rejimine son vermek ve mecliste AKP karşısında oy çoğunluğu olan bir Hayır bloku oluşturmak...
Çok mütevazi ama bir o kadar da hayati, hata kaldırmaz, telafisi pek mümkün olmayan bir görev bu.
Bu görevi başarmanın yolu sıkı ve uygulanabilir ilkeler ve öncelikler mutabakatı oluşturabilmekten geçiyor.
Hedefin mütevazi olması, görevin kolay olmasını getirmiyor.

Çünkü sözünü ettiğim Hayır Bloku oy pusularına yansımadı. Toplumun hali hazırdaki sosyal psikolojisinin buna hazır olmadığı görüldü.
Hem HDP cephesinden hem de -aslında bir baraj mutabakatı olan- Millet İttifakından aklı başında olanlar bu gerçeğin hakkını verdiler. Ters tepecek olan böyle bir ittifakı zorlamadılar.
Bu yönde olumlu demeçleri de oldu.
Buradan hareketle, seçim pusulasına yansımasa da tabanın eğilimine kulak veren bir ilkeler mutabakatı oluşturulabileceğine dair umudum olmuştu.
Hatta yukarıda sözünü ettiğim evsel bileşenlerin bu mutabakatın seçim listelerine yansımamasını fırsat bileceklerini tahmin ettiğim halde bu umudu korudum.
Nitekim HDP'nin evsel bileşenlerinden bir çok sosyal medya arsızı kendi 'devrimci' afisini parlatmak için, muhalefete muhalefet görevini yerine getirmek üzere emir kabul etti. Buraya kadar pek fazla sorun yoktu.
Keşke mesele, bu devrimci andropoz ve ergen egosantrizm dönemlerini yaşayan  kesimin hezeyanları sınırlarında kalsaydı.
Olmadı. O sınırları aştı.
Şimdi AKP iktidarının başlangıcından bu yana yaşadığımız "muhalefete muhalefet" hastalığının belki de en şiddetli ve etkili halini yaşamaktayız.
Ne yazık ki; HDP'nin seçim politikasını %10 telaşını köpürtme üzerine oluşturduğu görünüyor.
HDP sözcüleri, CHP tabanın Atatürk rozetleri, posterleri, kalemleri ve Atatürk üzerinde yazılmış -bir çoğunun kapağını bile kaldırmayacağı- yüzlerce kitabı satın alarak ayakta tuttuğu televizyon kanallarında, "%10'un altında kalırsak AKP çoğunluğu alır" öcüsü üzerinden, "CHP'lilerin HDP'ye oy vermesi gerekir" tek çözümünü(!) işliyor.

Bu zorunlu ve tek çözüm öylesine ustaca ve yaygın olarak işleniyor ki geniş bir kesimin kafasında, "AKP'den nasıl oy aktarılır?" gibi bir soru yok.
Kimse AKP oylarına talip değil. CHP bile...
Ne CHP üst yöneticileri, CHP tabanın ya da CHP varlığı sayesinde ayakta duran televizyon kanalları yönetici ve sunucuları;
Ne bir çoğu CHP'li belediyelerden emekli olmuş ya da geçmişinde CHP içinde siyasi başarısızlık yaşamış eski solcular;
Ne de "Solcunun hası Kürt hareketinin yoluna baş koyar" amentüsünü ideoloji bellemiş, isimlerinde 'sosyalist', 'komünist' tanımlamaları içeren partilerhiç biri AKP'nin oy tabanına çalışmıyor.
CHP genel başkanının bir iki ilde sanayici ve esnaf odaları benzeri kuruluşlara yönelik cılız toplantılarından başka bir etkinlik yapılmıyor.
Hepimiz biliyoruz ki bu tür çalışmalarla AKP muhalefeti ile AKP'den oy devşirmek mümkün değil.
AKP'den oy devşirmeden de mecliste muhalefetin çoğunluğu sağlanamaz.
Erdoğan-AKP iktidarının bunca yıldır uyguladığı politikanın şimdiye kadar AKP'ye oy vermiş çok geniş kesimde de moral, ekonomik yıkım yaptığı gerçeğini bu iktidarı yıkma fırsatına dönüştürmeyi kimse istemiyor.
Haziran Hareketinden başka hiç bir yapılanma AKP'yi direk karşısına alan, AKP'den oy devşirmeye çalışan gerçek bir muhalefet sergilemiyor.
Her biri; hiçbir moral destek almayan, kendi gücüyle ayakta duran CHP tabanını HDP'ye oy vermeye ikna etmeye çalışıyor.
Herkes adeta aritmetik dehası...
AKP'nin yapacağı seçim hileleri nedeniyle -tam sınırda(!)- %9'da kalan HDP'nin Güneydoğu oylarını %10'un üzerine çıkması için hep beraber CHP'den oy aktarmak gerekliliği üzerine analizlerden geçilmiyor.
AKP oyları üzerine kimse hesap yapmıyor.
AKP yine muhalefetsiz bir seçim dönemi yaşıyor.

Oysa HDP oylarının %10'u aşmaması halinde doğacak sonucun aritmetik analizini biraz ilerletip matematiğe dönüştürmek gerekiyor.
Bu konuda biraz akıl yürütürsek;
--Bu seçimlerden Hayır Blokunun temel amacı, Erdoğan'ın seçilmesini önlemek ve AKP'nin meclis üstünlüğüne son vermek olmalı.
--HDP oylarının %10'u aşması önemli ancak tek başına muhalefetin AKP oylarını aşması için yeterli değil. AKP'nin oy üstünlüğünün sürdüğü bir mecliste HDP'nin %10'aşmasının pratik hiçbir yararı olmayacaktır.
--Dolayısıyla, CHP'nin yüksek oy alması meclis aritmetiği açısından HDP'nin barajı geçmesi kadar önemlidir.
--CHP'ye gidecek her oy, muhalefetin AKP karşısında güçlenmesine bire bir katkı yapacaktır.
--CHP'den  HDP'ye gidecek her oy da muhalefetin toplam milletvekili sayısına aksi etkisi olacaktır.
--CHP ve CHP tabanı, 16 yıldan beri, iktidardan muhalefetine hemen her kesimin saldırısına uğramış olsa da en güçlü muhalefet odağıdır. Bu odağın dağılması-dağıtılması Hayır Blokunun da dağılması anlamına gelir ki her türlü kötü seçim sonucundan daha kötüdür.
-- Muharrem İnce'nin iyi gidiyor gibi görünen performansına rağmen düşük CHP oyları, ikinci turda -HDP barajı aşsın aşmasın- Erdoğan karşısında seçilme şansını azaltır.
--HDP yetkilerinin, "eğer ikinci tura kalamazsanız kimi destekleyeceksiniz" sorusuna verilen, "25 temmuzda oturup konuşacağız" ya da "İkinci tura biz kalacağız, bu soruya yanıt vermemize gerek yok." gibi yanıtların yarattığı belirsizlik CHP seçmeninin ihanete uğrama kaygısını pekiştirecektir. gibi sonuçlara ulaşırız.

Yani seçim atmosferine girdiğimizden beri Hayır Blokunda 'zorunlu ve tek' diye dayatılan, "CHP'lilerin HDP'ye oy vermesi gerekir" çözümünün,  aslında çözüm olmadığını, başka çözümler aramak gerektiği çıkıyor ortaya.
Eğer kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi rotasını çizebilen bir Türkiye Solu olsaydı doğru, ilkesel bir muhalefet yürüterek örnek oluşturabilirdi.
Sosyalistler bu tek atımlık barutlarını, düşünerek ve iyi nişan alarak kullanmak zorundalar.

Nadi Öztüfekçi
22 Haziran 2018



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.