8 Haziran 2019 Cumartesi

TÜRKİYE İTTİFAKI DERKEN.!?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Ekim 2015'te Japonya'ya giderken uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlarken çözüm sürecine de değinmiş, "Ben çözüm süreci kaldırılmıştır demedim, şu aşamada buzdolabına konulmuştur dedim. İşler yoluna giderse, süreç yeniden gündeme gelir" diye konuşmuştu.

Erdoğan açısından İşler ne kadar yoluna girdiği tartışılır ama bir misyonun yerine getirilmesinin zamanı geldiği açık.
Öcalan'ın 8 yıl sonra avukatlarıyla görüşmesine izin verilmesi  YSK'nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin tekrarlanması kararıyla ilgili Kürt oylarına yönelik taktik bir hamle değil.
Bu hamle, her ne kadar Erdoğan, "söz konusu değil" dese de dondurucuya kaldırılan (çöpe atılmayan) Çözüm Sürecinin kaldığı yerden sürdürülmesi anlamındadır.
Bu anlamda taktik değil, stratejik bir adımdır.
Bu görüşmenin 2 Mayısta gerçekleşip, YSK kararının açıklanmasından hemen önce açıklanması yani zamanlaması ise taktik bir hamledir.


Öncelikle;  AKP'nin kurulmasının,  Küresel Hegemonyanın öncülüğünde,  Gülen Cemaati, Liberaller ve Kürtçü Siyaset ittifakının Erdoğan-AKP iktidarını güçlendirmeye çalışmasının amacı, 'Dolmabahçe Mutabakatına' varan Çözüm Sürecini yürürlüğe koymaktı.
Çözüm Süreci AKP'nin proje kodlarında yazılıydı.
Bugün bu ittifakın görünürde dağılmış olması o kodların silindiği anlamına gelmez. Sadece, projenin asıl sahibinin (Küresel Sermayenin) nezaret ve onayı ile ertelendiğinin göstergesidir. Artık bu ertelemenin sınırına gelinmiştir.
Çözüm Süreci, Ortadoğu'da adeta köşeye sıkışmış olan -ya da öyle görünen- ABD'nin konumunu sağlamlaştırmasının araçlarından biridir.

Kısacası bu adım, İstanbul Belediye seçimleri nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın atılacaktı.
Ama şimdi, ama bir ya da  birkaç ay sonra, ama mutlaka atılacaktı.
İstanbul Seçimlerinin tekrarlanmasına yönelik YSK'na yapılan baskı sonuç verince; seçim öncesi, "Kürt seçmenini kazanabilir miyiz?" umuduyla seçim kararıyla birlikte düğmeye basıldı.
Bir daha belirtmek gerekirse; asla bir seçim taktiği değil, sürekliliği olan ve devamı gelecek bir adımdı.

Sol, Demokrat, Kemalist, genelde hemen bütün muhalif kesimin öteden beri sürdürdüğü yanılgısının aksine, asıl seçim taktiği olan, Erdoğan'ın Kürtçü Siyaset karşıtı söylemiydi.
Erdoğan bu taktiği yoğun olarak, 1 Kasım seçim propagandalarında kullanmaya başladı.
Aynı tarihlerden bugüne kadar ben de bütün yazı ve paylaşımlarında bu Kürtçü Siyaset karşıtı söylemin göstermelik olduğunu, yeteri kadar güç biriktirinceye kadar bu söylem tarzını kullanacağını belirtmiştim.

Hatırlayın; bu sürecin geldiği -dondurucuya kaldırılmadan hemen önceki- son aşama, bildiğimiz gibi 'Dolmabahçe Mutabakatı'ydı.
1 Kasım Seçimleri hemen öncesinde -çöpe atıldığı için değil"dondurucuya" kaldırıldığı için kamuoyunda yeteri kadar tartışılamadı.
O zamanlar, basına yansıdığı kadarını incelediyseniz görmüşünüzdür.
Bu mutabakatın maddelerinin her biri, ülkenin formatlanmasının, kuruluş değerlerinin alt üst edilmesinin başlangıç noktalarıdır.
Her bir madde önü açık, yıkılıp yeniden inşa anlamındaki sınırı belirsiz değişikliklere yol açacak, süreçlerin başlatılmasıdır.
Böylesine bir reconstruction (yıkıp yeniden inşa etmek) operasyonu mevcut -ya da  daha demokratik- parlamenter sistemde yapılamazdı.
Böyle bir operasyon üzerinde, demokratik bir tartışma ortamında geniş kesimlerin, partilerin -hele hele mecliste- bir mutabakat sağlaması imkansızdı.
O yüzden dondurucuya kaldırılarak üzerinde tartışılması engellendi.
Bu mutabakatı topluma onaylatmak için, daha dar bir kesimin, daha fazla güç, daha fazla yetkiyle donatıldığı, daha az sorumluluk yüklendiği, daha az demokrasi ve şeffaflığın olduğu bir sistem, yani kısaca Tek Adam Rejimi gerekiyordu.
7 Haziran Seçimlerinde ortaya çıkan sonuç da Dolmabahçe mutabakatının toplumda onay görmediğini net olarak gösteriyordu.
1 Kasım Seçim propagandaları ile başlayan Kürtçü Siyaset karşıtı söylemin asıl amacı Dolmabahçe Mutabakatını -toplumsal mutabakata gerek duymaksızın- uygulayabilmek için yeterli güç devşirmekti.

O günlerden bu yana, 1 Kasım 2015 Milletvekili Seçimleri dahil, 16 Nisan 2017 Referandumu, 24 Haziran Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar hemen her seçimden gücünü arttırarak çıktı Erdoğan.
Muhalefetin aymazlıklarından yararlanıp o göstermelik Kürtçü Siyaset karşıtı söylemi, fütursuzca kullanarak, güç devşirdi.
31 Yerel Seçimleri gösterdi ki Kürtçü Siyaset Karşıtı söylemle birikebilecek gücün sonuna gelinmişti.
Esasen her -ne şekilde olursa olsundaha fazla güç biriktirmenin artık imkanı da gereği de yoktu.
Zira -araba kullananlar bilir- inişler, çıkışlardan daha kısa sürede olur.
Bunca gücün biriktirilmesinin amacı neyse, (yani Çözüm Sürecini yürütmek ve sonuçlandırılmak) şimdi uygulamanın tam zamanıydı.
Yakın zamanda ortaya çıkan bazı haberler ve bu haberlerle uyumlu söylemler bu çerçevede değerlendirilirse gelişmeler, daha anlaşılır olacaktır. 
Örneğin;
-- Erdoğan'ın 31 Mart Seçimlerinden hemen sonra sarfettiği "Türkiye İttifakı" söylemi,
Erdoğan. İstanbul Seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz ortaya attığı bu söylemin Çözüm Süreciyle ilgili olduğu gün gibi aşikardı.
Haber Türk'ün İnternet sitesindeki hiçbir kaynağa dayanmayan bir haberde, bu söylemin Çözüm Süreciyle ilgili olmadığı algısı yaratılmaya çalışılsa da, salt bu nafile çaba bile konunun Çözüm Süreci ile ilgili olduğunun bir göstergesiydi.
Erdoğan, Türkiye İttifakı kavramını dillendirdiğinin hemen öncesi ve sonrasında İstanbul Seçimlerinin sonuçlarını kabul etmiş görünüyordu.
Demokratik Seçimlerin sonuçlarını hazmeden hoşgörülü bir lider görünümü vermek istiyordu.
Böylece, CHP'nin de içinde bulunduğu bir Çözüm Sürecini yeniden başlatabileceği uzlaşma ortamı yaratarak küresel güçlerin kendisine yüklediği misyonu yerine getirmek istemişti.
Seçimler, Erdoğan'ın bugüne kadar güç biriktirme yöntemlerinin getirdiği konjonktürün bir sonucu olarak, bir anlamda kerhen razı olması -ya da ikna edilmesi- 
sonucu tekrar ediliyor.
"Türkiye İttifakı" sonuca göre biçimlenmek üzere seçim sonrasına ertelenmiş oldu.

-- 18 Nisan'da Charles Summers'ın, Pentagon'daki 18 Nisan 2019 tarihli basın toplantısında  'Suriye’nin kuzeyinde Türkiye kontrolünde bir güvenli bölge kurulacak mı?' sorusuna, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Türkiye arasında birçok meşru konuda doğrudan görüşmelerin devam ettiğini söyleyerek yanıt vermesi ve 'müttefikimiz Türkler ve ortağımız SDG arasında süren görüşmelerle alakalı yorum yapamam.' demesi,
Bu konuda; İstanbul Milletvekili Ahmet Ünal Çeviköz, TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için verdiği soru önergesine henüz cevap verilmemesi, (sükut ikrardan gelir.)
-- Öcalan'a avukatlarıyla görüşmesine açıkça izin verilmesi,
Bu sıradan bir, "Ne var ne yok..? Bir isteğin, şikayetin var mı?" görüşmesi değil.
Öcalan'ın mesajlarını, daha doğrusu MİT'le görüşmelerinin sonuçlarını Kandil'e, Kandil'in görüşlerinin de Öcalan'a iletmek için kurulan bir haberleşme ağı.
Birinci perdesi Habur'da oynanan Çadır Tiyatrosunun ikinci perdesi için bir ön görüşme.
-- Uzun zamandan beri MİT'in Öcalan'la görüştüğünün ya da görüşmeye çalıştığının ortaya çıkması,
-- Devlet Bahçeli'nin, "Öcalan avukatlarıyla görüşebilir" şeklindeki demeci...
Bir zamanlar mitinglerde yağlı urgan atan, kısa bir süre önce "Türkiye İttifakı" da neymiş diye atarlanan Bahçeli, nasıl bir görüşme oldu ki Devlet Bahçeli aniden demokrat kesildi.

Bütün bu gelişmelerin tek mantıklı açıklaması olabilir; Çözüm Süreci tüm tarafların -hatta yenilerinin- katılımıyla devam ediyor.
Taktik bir girişim olarak değil, stratejik bir girişim olarak...
İstanbul Seçimlerinin sonuçları bu sürecin devamını ya da sonlandırılmasını belirlemeyecek ama seyrini, daha doğrusu nasıl sürdürüleceğini etkileyecek.
Eğer seçim sonuçları İmamoğlu lehine sonuçlanırsa farklı, 
Binali Yıldırım lehine sonuçlanırsa farklı bir yol izlenecek.
Aslında  'A' ve 'B' planı diyeceğim ama, 31 Mart Seçimlerden bu yana, Erdoğan-AKP iktidarı o kadar çok plan devreye soktu ki Alfabenin yarısına gelinmiş belki de tur atlanmıştır.
Açıkçası daha çok tur atılacak gibi duruyor.

Sizi bilmem ama benim gördüğüm şu; Erdoğan İktidarının yürüttüğü algısal cambazlığın sonuna gelindi.
Bunca zamandır, küresel çapta usta bir jonglör gibi, birbirinden farklı, uyumsuz, hatta birbiriyle ters argümanları başarıyla maniple eden AKP iktidarı artık bunu yapmakta zorlanmaya başladı.
Çünkü fütursuzca ortaya koyduğu, "nasılsa el çabukluğu ile yok ederim" diye düşündüğü argümanların toplumsal karşılıkları olacaktı, oldu.
Örneğin, sırf siyasal rant adına, Şehit cenazelerinde herkesten fazla PKK düşmanı görünmek, CHP'ni yıpratmak amaçlı yapılan linç gösterileri toplumsal dokuda kalıcı izler bıraktı.
Sadece CHP düşmanlığını değil, PKK, PYD düşmanlığını da pekiştirdi.
Bu tür gösterilerin anlık siyasi rant getirisi olsa bile, hemen ardından PKK ile görüşmek anlamına gelen Çözüm Sürecini başlatmaya sıra geldiğinde, bıraktığı izler eline ayağına takılacaktır.
Sen CHP'ni PKK, PYD yandaşı olmakla suçladıktan kısa bir süre sonra, -yüklendiğin misyon gereği- Öcalan'la PYD ile işbirliğinin ayrıntılarını görüşürsen, o linç görüntüleri belleklerde yeniden canlanacaktır.

AKP hiç olmadığı kadar zor durumda.
Hemen bütün argümanlarını kullandı. Artık her biri kullanılmaktan laçkalaşmış argümanları maniple etmekte zorlanıyor.

Yüklendiği misyonu (Çözüm Süreci) yerine getirmesi için gerekli toplumsal destekten yoksun.
Sözünü ettiğim toplumsal destek oy vermekten faklı bir şey. Hala daha yüksek bir yüzdenin kendisine oy vermeye hazır olması, Çözüm Sürecini, yani Dolmabahçe Mutabakatını yaşama geçirmesinde de destek olacağı anlamına gelmez.
Oy tabanının önemli kesimi gerçekte AKP'ne değil, kendilerine gösterilene, yani PKK karşıtı, ABD'nin Ortadoğu'daki planlarının karşısında duran AKP'ne ya da Erdoğan algısına oy veriyor.

Değişik kesimlerin baktığı yöne göre görünüm kazanan sofistike tekniklerle üretilmiş bu hologram, -iş maddi bir şeyler yapmaya gelince- artık istenen görüntüyü verememeye başladı.
Yeni hologramların hazırlıklarına başlandı bile

Bu durum demokrasi ve emek güçleri için bir fırsatı, ama aynı zamanda bir tehlikeyi oluşturuyor.
Fırsat ne kadar büyükse tehlike de o kadar büyük.
Sosyal Medyada yazmaya başladığımdan bu yana bir kısmını dile getirdiğim bir dolu 'zehirli zırva', bir dolu 'toksik şablon' birer mayın gibi yollara döşenmiş durumda.
Ve yeteri kadar irdelemediğim, değişik kesimler için hazırlanmış bubi tuzakları...
Başlı başına bir bubi tuzağı olan Çözüm Süreci ya da daha somut ifade ile Dolmabahçe Mutabakatı etrafında hazırlanmış, Türkçülük, Kürtçülük ve değişik boyutlarda inanç ve etnik aidiyetler üzerinden kimlikçilik gibi diğer bubi tuzakları da demokrasi ve emek güçlerini bekliyor.

Bu tuzaklara basmadan, takılmadan yürümenin tek yolu var; kendiliğinden var olan Emekçi Anadolu Ulusunun kendisi için var olma bilincine erişmesi...

Nadi Öztüfekçi
8 Haziran 2019

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.