O zamanlar sinemaların o akşam oynayan filmlerin afişlerini astıkları, ilçenin çeşitli yerlerinde iki ayaklı, duvara yaslanan, “sinema tahtası” dediğimiz seyyar tabelalar olurdu. Bunlardan bir tanesi de sokağın caddeye çıkışının hemen yanındaydı. Her sabah dükkana geldiğimde ilk işim o afişlere bakmak olurdu.
Sanırım 1970 yazı… O sabah da her zamanki gibi afişlere bakmaya gittim.
Ama bu defa afiş her zamankinden farklıydı. Bir sinema afişi değildi. Bir karton tabakaya elle “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi” yazılmıştı. Arkamdan, caddenin karşısındaki esnaflardan biri; “Şişşt hadi bakayım çekil oradan. Bak polis geliyor şimdi yakalarlar seni de.. Kerata seni.” gibisinden seslendi. O an farkına vardım ki caddenin karşısında o afişe bakan kalabalık bir grup var. Meğer afişi gören herkes afişten uzaklaşarak dükkanından ya da caddenin karşısından afişe bakıyormuş.
Polise haber verilmiş, polis bekleniyordu. Herkeste bir korku, sanki o bir karton değil de, bir bombaymış gibi bir hava… Benim o afişlere çocukça bir merakla yaklaşmam bile tedirginlik yaratmıştı.
Ama bu defa afiş her zamankinden farklıydı. Bir sinema afişi değildi. Bir karton tabakaya elle “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi” yazılmıştı. Arkamdan, caddenin karşısındaki esnaflardan biri; “Şişşt hadi bakayım çekil oradan. Bak polis geliyor şimdi yakalarlar seni de.. Kerata seni.” gibisinden seslendi. O an farkına vardım ki caddenin karşısında o afişe bakan kalabalık bir grup var. Meğer afişi gören herkes afişten uzaklaşarak dükkanından ya da caddenin karşısından afişe bakıyormuş.
Polise haber verilmiş, polis bekleniyordu. Herkeste bir korku, sanki o bir karton değil de, bir bombaymış gibi bir hava… Benim o afişlere çocukça bir merakla yaklaşmam bile tedirginlik yaratmıştı.
Merakla babama orada yazılanların ne demek
olduğunu sormaya dükkanımıza gittim. Babam elinde bir pantolon ya da ceket, iğne iplik,
sakin sakin çalışıyordu. Yanında da birkaç tane dükkan komşusu… Beni görünce
içlerinden biri; “hah geldi” dedi biri. Anladığım kadarı ile beni babama şikayete
gitmişler. Yüzlerinde eğreti bir ciddilik, bana bakıyorlar. Dükkan
komşularımızdan biri, -anımsadığım kadarıyla bir kunduracıydı- azarlayıcı bir
ses tonuyla;
- Sen ne yapıyordun bakayım orda? diye sordu.
- Nerede?” dedim.
- Sinema tahtasının önünde... Anarşit mi olucan?
Sonradan doğru söylenişinin “Anarşist” olduğunu öğrendiğim o kelimeyi ilk defa duymuştum.
- Ne olmuş ki? diye sordum.
Babam bize karşı öyle pek yumuşak başlı biri değildi. Ama bazı davranışlarının da zamanına göre oldukça ileride olduğunu, şimdi düşündükçe anlıyorum. Birçok yaşıtımın aksine; sorgulama, kendimi savunma hakkımın olduğunu -o zamanlar bana yetersiz gelse de- hatırlıyorum.
Yine o zamanın yaygın alışkanlıklarından biri de bir başkasının çocuğuna terbiye vermeye kalkmaktı. Oysa babamın bizleri kendisinden başka kimsenin azarlamasına bile tahammül edemediğini daha önce yaşadığım birkaç olaydan biliyordum. O güvenle “Ne olmuş ki” sözünü söylerken ki; umursamaz, hatta dik başlı halim dükkan komşumuzu sinirlendirdi. Ayağa kalkıp üzerime yürüdü;
- Seni bir elime alırım. Eşek sudan gelinceye kadar pataklarım görürsün gününü... diye bağırdı.
Babamın çok sinirlendiğini anlamıştım. Dükkan komşusunu da kırmak istemiyordu ama yüzündeki ifade her şeyi anlatıyordu.
İşgüzar dükkan komşusu üzerime yürüyünce kapıya doğru yaklaşmış kaçmaya hazırlanıyordum ki o sırada benim azarlanmam ya da dayak yememi eğlenceli bir seyir tadında izlemek üzere kapıda biriken, sokaktaki çıraklardan yaşça büyük olanlardan biri beni yakaladı.
Babam aradığı fırsatı bulmuştu. Sertçe beni yakalayan, artık kalfalığa yaklaşmış çırağın elinden tutup itti.
- Bırak ulan çocuğu diye bağırdı. Sonra kapıda biriken çıraklara dönüp;
- Hadi herkes dükkanına bakayım. Eğlence mi var burada? Ne bu ya benim çocuğum sizden mi soruluyor. Karışmayın siz. Herkes kendine baksın. diye bağırmaya başladı.
Aslında son söylediklerinin işgüzar dükkan komşumuza ve diğerlerine yönelik olduğu açıktı. Onlar da anladılar tabii. Suratlarını asıp çıktılar dışarı. Babam bana dönüp;
- Hadi git kovaları doldur. dedi. Ceketlerin omuzlarına konan “tela” denilen sert bir bez vardı. Onları ıslatmak için caminin kapısındaki tulumbadan kovalara su doldurup suya basardık.
Kovaları alıp bana ters ters bakan sokak sakinlerinin arasından camiye doğru yürüdüm.
- Sen ne yapıyordun bakayım orda? diye sordu.
- Nerede?” dedim.
- Sinema tahtasının önünde... Anarşit mi olucan?
Sonradan doğru söylenişinin “Anarşist” olduğunu öğrendiğim o kelimeyi ilk defa duymuştum.
- Ne olmuş ki? diye sordum.
Babam bize karşı öyle pek yumuşak başlı biri değildi. Ama bazı davranışlarının da zamanına göre oldukça ileride olduğunu, şimdi düşündükçe anlıyorum. Birçok yaşıtımın aksine; sorgulama, kendimi savunma hakkımın olduğunu -o zamanlar bana yetersiz gelse de- hatırlıyorum.
Yine o zamanın yaygın alışkanlıklarından biri de bir başkasının çocuğuna terbiye vermeye kalkmaktı. Oysa babamın bizleri kendisinden başka kimsenin azarlamasına bile tahammül edemediğini daha önce yaşadığım birkaç olaydan biliyordum. O güvenle “Ne olmuş ki” sözünü söylerken ki; umursamaz, hatta dik başlı halim dükkan komşumuzu sinirlendirdi. Ayağa kalkıp üzerime yürüdü;
- Seni bir elime alırım. Eşek sudan gelinceye kadar pataklarım görürsün gününü... diye bağırdı.
Babamın çok sinirlendiğini anlamıştım. Dükkan komşusunu da kırmak istemiyordu ama yüzündeki ifade her şeyi anlatıyordu.
İşgüzar dükkan komşusu üzerime yürüyünce kapıya doğru yaklaşmış kaçmaya hazırlanıyordum ki o sırada benim azarlanmam ya da dayak yememi eğlenceli bir seyir tadında izlemek üzere kapıda biriken, sokaktaki çıraklardan yaşça büyük olanlardan biri beni yakaladı.
Babam aradığı fırsatı bulmuştu. Sertçe beni yakalayan, artık kalfalığa yaklaşmış çırağın elinden tutup itti.
- Bırak ulan çocuğu diye bağırdı. Sonra kapıda biriken çıraklara dönüp;
- Hadi herkes dükkanına bakayım. Eğlence mi var burada? Ne bu ya benim çocuğum sizden mi soruluyor. Karışmayın siz. Herkes kendine baksın. diye bağırmaya başladı.
Aslında son söylediklerinin işgüzar dükkan komşumuza ve diğerlerine yönelik olduğu açıktı. Onlar da anladılar tabii. Suratlarını asıp çıktılar dışarı. Babam bana dönüp;
- Hadi git kovaları doldur. dedi. Ceketlerin omuzlarına konan “tela” denilen sert bir bez vardı. Onları ıslatmak için caminin kapısındaki tulumbadan kovalara su doldurup suya basardık.
Kovaları alıp bana ters ters bakan sokak sakinlerinin arasından camiye doğru yürüdüm.
Aradan yaklaşık 44 yıl geçti. Anlattıklarım; çocukluk
yıllarıma ait anılarımın birçok insana göre belleğimde hala taze olmasına
karşın, elbette birebir değil. Bir kısmını, özellikle konuşmaları, olayın özünü
değiştirmeden ben kurguladım.
O afişin; gelen polisler ve sivil giyimli birkaç kişi (belki de savcı veya kaymakam) büyük bir ciddiyet içinde kalabalık bir seyirci eşliğinde kaldırıldığını hatırlıyorum. O sinema tahtasına film afişlerini yapıştıran sinema görevlisini karakola çağrıldığı konuşuldu “Tenekeciler Sokağı”nda. Çıraklardan biri “seni de çağırırlar” falan demişti. 12 yaşımın çocukluğuyla korkmuştum.
O afişin; gelen polisler ve sivil giyimli birkaç kişi (belki de savcı veya kaymakam) büyük bir ciddiyet içinde kalabalık bir seyirci eşliğinde kaldırıldığını hatırlıyorum. O sinema tahtasına film afişlerini yapıştıran sinema görevlisini karakola çağrıldığı konuşuldu “Tenekeciler Sokağı”nda. Çıraklardan biri “seni de çağırırlar” falan demişti. 12 yaşımın çocukluğuyla korkmuştum.
Zamanın belleğimde yarattığı aşınmalardan aklımda kalan bu
anının bende yarattığı en derin iz, bir afişin toplumda yarattığı o dehşettir.
O elle yapılmış afişi kim hazırladı, oraya kim astı? Kimdi o aslan yürekli
Menemenli..?
İnsanların okumuş olmaktan bile korktukları o bir cümlelik afişe bomba muamelesi yapan zihniyet kolay aşılmadı. Afişe biraz dikkatli ve yakından baktı diye, 12 yaşındaki çocuğun babasına şikayete gidildiği dönemde o afişi asan, koyu kesif bir karanlık oluşturan çuval bezini mızrakla yırtmaya çalışan o Menemenli gence helal olsun.
İnsanların okumuş olmaktan bile korktukları o bir cümlelik afişe bomba muamelesi yapan zihniyet kolay aşılmadı. Afişe biraz dikkatli ve yakından baktı diye, 12 yaşındaki çocuğun babasına şikayete gidildiği dönemde o afişi asan, koyu kesif bir karanlık oluşturan çuval bezini mızrakla yırtmaya çalışan o Menemenli gence helal olsun.
Bir iki yıl sonra Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın
asılması sonrası “oh iyi oldu” sözleri bol bol konuşuldu Tenekeciler Sokağında.
Hatta "o sinema tahtasındaki afişi de o asmıştır” lafları dolaştı. O elle
yapılmış afişi sinema tahtasına Deniz Gezmiş asmamıştı elbette. Bir sokak
efsanesiydi. Ama Hürriyet Gazetesindeki fotoğraflardaki
o kara yağız delikanlının o sokaktan geçtiği düşüncesi bile birilerini
ürpertmişti. 14 yaşındaki bir çocuk- gence de en azından çok ilginç gelmişti.
Bir suçluluk duygusu eşliğinde de olsa, dile getiremediği bir hayranlığın
etkisiyle bu efsaneye inanmayı yeğlemişti.
Çocukça gözlemlerimden anımsıyorum. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının varlığı, yaptıkları, mahkeme haberleri, hatta asılması sayesinde o işgüzar komşunun bayraktarlığını yaptığı korkunun hükümranlığı artık sarsılmaya başlamıştı. Benim gibi nice, delikanlılığa doğru yaklaşan çocuğa isyanı gösterdi. 78’liler de böyle oluştu.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları bugün birçok konuda eleştiriliyor. Bunların -ben haksız buluyorum- haklı yanları da olabilir. Ancak onların isyanının bu toprakların bağrından çıktığını, koyu karanlık bir korku perdesini yırtarak, bir daha asla tümüyle söndüremeyecekleri ışığı ülkeye getirdikleri unutulmasın.
Üstelik asla bir taklit değildiler.
Çocukça gözlemlerimden anımsıyorum. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının varlığı, yaptıkları, mahkeme haberleri, hatta asılması sayesinde o işgüzar komşunun bayraktarlığını yaptığı korkunun hükümranlığı artık sarsılmaya başlamıştı. Benim gibi nice, delikanlılığa doğru yaklaşan çocuğa isyanı gösterdi. 78’liler de böyle oluştu.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları bugün birçok konuda eleştiriliyor. Bunların -ben haksız buluyorum- haklı yanları da olabilir. Ancak onların isyanının bu toprakların bağrından çıktığını, koyu karanlık bir korku perdesini yırtarak, bir daha asla tümüyle söndüremeyecekleri ışığı ülkeye getirdikleri unutulmasın.
Üstelik asla bir taklit değildiler.
Nadi Öztüfekçi
6 Mayıs 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.