Profesyonel devrimcilik…
Bu kavram bir zamanlar hayatını devrime adamış insanlar için kullanılırdı.
Hatta 12 Eylül mahkemelerinde “Mesleğin..?” sorusuna “Devrimcilik” cevabı
verenler olduğu söylenirdi.
Yazının başlığını okuyanlar “Profesyonel Komünistlik” kavramını da bu
anlamda kullandığımı düşünebilirler.
Hayır. O anlamda kullanmadım.
Ne yazık ki
o günlerden bu yana çok zaman, o zaman süresince de köprülerin altından çok sular geçti.
Kapitalizm birçok şeyi değiştirdiği, modifiye
ettiği gibi “Profesyonel” kavramını da değiştirdi, yeni anlamlar yükledi. Şimdi
“Profesyonel” dediğinde; bir işi para kazanmak amaçlı yapmak akla geliyor.
Aslında “profesyonel” kelimesinin sözlük anlamı hiç değişmedi. Ama yine de “profesyonel devrimci” dendiğinde aklımıza öncelikle
devrimcilikten başka bir şeyle uğraşmayan insanlar gelirdi. Belki o
zamanlar pek kullanılmıyordu ama, eğer o dönemlerde “Profesyonel Komünistlik” diye
bir kavram geçseydi oluşacak ilk algı da benzer olurdu. Yaşamını Partinin
kendisine verdiği görevlere, komünizmin ideallerine adamış bir komünist…
O günler geride kaldı. En azından önemli bir kesim açısından. Özellikle de
ortada kendini adayacak kadar güvenip inandığın bir komünist partinin varlığını
göremiyorsan bu durum bir parça hoş görülebilir.
Artık para kazanmak için
profesyonel olarak yaptığın değişik işler vardır. Yaşamanı sürdürmek zorundasındır.
Elinden geldiği kadar da iyi sürdürmeyi isteyebilirsiniz.
Her şeye rağmen komünistlik, senin vazgeçemediğin bir idealdir, sürekli arayış
içerisinde olur, ülke sorunlarına tıpkı bir partili gibi duyarlı olur ve
komünistliğin kişiliğine yerleştirdiği sorumluluk, haksızlığa, sömürüye
tahammül edememe gibi duyguların etkisiyle hareket edersin.
Diyelim ki bunları da yapacak kadar bir motivasyonu taşımıyorsun. Öylesine
gönül yorgunluğun var ki ya da gönül kırgınlığın; “beni mazur görün” de diyebilirsin.
Bütün bunlar normal ve bence hoş görülebilecek şeyler.
Yaşamın insanlar üzerinde farklı etkileri vardır. Çoğu kez bu farklılıkları
algılayamayız.
Ama her şeye karşın bazen empati duygularımız körelse de biz
komünistler; yaşamın farklılığının, ayrıntılarının, insan algısının
dışına taşabileceğini baştan kabul eder, kendi ön yargılarımızla da mücadele
etmemiz gerektiğini biliriz.
Hoşgörü biz komünistler için mistik bir kavramdan
öte nesnel olmanın gereğidir. Yaşamdaki tüm ayrıntıların ve gelişmelerin tam bir
kesinlikle kestirilemeyeceğine dair bir bilincin, görecelik kuralının
gereğidir.
O yüzden komünistlerin hoşgörüleri ilkeseldir. Koşulludur ve asla her hal ve
şartta geçerli değildir. Hele aşağıda gündeme getireceğim ilkesizlik ve
sorumsuzluk abidesi saydığım tutuma karşı gösterilemez.
Komünistler, devrimciler siyasi duruşun pazarlanmasına göz yumamazlar. Asla
inançlarının, ideallerinin, siyasi görüş ve tutumlarının metalaştırılmasına
izin vermezler. İzin vermemeliler.
Öteden beri çevremdeki Facebook sayfalarında ilkesiz bir reklam kampanyasının
sürdüğünü gözlemlemekteyim. Kifayetsiz bir yazar düosunun yazdığı kitaplarının
konu seçimindeki trendist yaklaşım, abukluğun bir yönü.
Daha da kifayetsiz
olanının Facebook sayfalarında bıkmadan usanmadan polemik yaratmaya çalışarak
kitap reklamı yapması da işin diğer iğrenç yanı.
Bu ikilinin daha da
kifayetsizi günün modasına uygun olarak, genel de “TKP’ye veryansın” konulu
kitaplarından bir iki pasaj seçerek, TKP hakkında bir takım suçlamalarda bulunup
o suçlamalarının kanıtına adres olarak da kendi kitabını gösteriyor.
Yani “inanmıyorsan
kitabımı satın al da bak” hesabı. Bu arada bolca da; bir zamanlar TKP’li
olduğuna vurgu yaparak, bir yandan TKP’liliğini metalaştırırken diğer yandan,
gazozuna ilaç katılarak kirli emellere kurban edilmiş genç kız mağduriyetini
oynuyor. Bu ilkesiz ve etik dışı tutumu eleştiren bir yazımı bir süre önce
paylaşmıştım. ( Sıradan Şeyler: Oynat
Bakayım)
Açıkçası bundan fazlasını da hak etmiyordu. Kendi çapında yaptığı reklam faaliyetlerinin
bir hödüklük örneği olmaktan öte bir anlam taşımadığını düşünüyordum.
Ancak; yakın zamanda “daha da kifayetsiz”in öyle bir bir paylaşımını gördüm
ki...
Kendini aşmıştı. Pazarlama güdüsünün tavan yaptığı bir paylaşmaydı.
Metalaştırmaktan
da öte bir şeydi. Bu metalaşmaktı.
"Profesyonelleşmenin" doruk noktasıydı.
Bunca
zamandır onca çabasına karşın veremediği zararı nihayet vermeyi başarmıştı.
Tutumuyla bir kavram yaratmıştı. Profesyonel Komünistlik nitelemesini her
zerresiyle hak ediyordu.
Nihayet ilgi çekmeyi başarmıştı.
Yazar(!) yaptığı bir kitap reklamının yeterli ilgi görmediğinden yakınıyor.
Her
olayı paraya çevirmek gibi profesyonel güdülerinin etkisiyle Mustafa Özenç’in ölüm
yıl dönümünde bir şiirini ve olmazsa olmaz olarak kitap tanıtımını paylaşmış ve
nedense(!) insanlar yeterli ilgi göstermemişler.
Kendince bu durumun
nedenlerini madde madde araştırıyor. Ancak bu araştırmayı, kendi kifayetsizliğini
unutup aidiyetine yönelik iğrenç bir saldırıya dönüştürüyor.
Aslında bu fiyaskonun
nedenini kendisinin bildiğini; “Arkadaşlar bu iletiyi bir "kitap
reklamı" olarak gördükleri için reklama alet olmak istemediler ve
görmezden geldiler.” diyerek birinci maddede itiraf etmiş.
Elbette bu gerçek işine gelmiyor ve iğrençleşmeyi seçiyor.
Önce TKP’nin 12 Eylül de idamlık bir kahraman çıkaramamasına gönderme
yapıyor. Kendi yaşadığı kompleksi TKP geleneğinden gelen diğer insanlarda da
olacağını varsayıp garip ve iğrenç bir yarış başlatmaya kalkıyor; "'12 Eylül Karanlığında Ölüme Ateş Yakan' 17 devrimci arasında
TKP'li bir devrimcinin olmaması bunun nedeni olabilir mi?" diyerek; kendince “devrimci
örgüt dediğinin bir iki tane idamlık vakası olur” demeye getiriyor.
Elbette söylediklerinin
genelde bir kıymeti harbiyesi yok. Ama bunca reklamın bazı gençlerde etkili
olabileceğini düşünerek onların, başlatmak istediği bu iğrenç yarışa kapılabileceğinden
çekiniyorum. Kitabını satma hırsı o kadar ileri gidiyor ki kendisinin yanına bile
yaklaşamayacağı ateşlere başkalarını atmakta bir beis görmüyor.
Yazar(!) maddelemeye devam ediyor; “Sonra
böyle düşündüğüm için utandım. Kendi adıma değil, bir zamanlar yoldaşım olan
arkadaşlarım adına utandım.”
İyi mi..?
Hemen söylemem gerekir; utanmak, utanabilmek, hem de öyle başkaları adına falan
değil, kendi adına utanmak bir erdemdir. Herkesin başarabileceği bir iş
değildir.
Hele günümüz profesyonelliğinin yüz derisinde yarattığı köseleleşme sendromu yaşayanların başarabileceği bir iş hiç değildir. O yüzden başkaları adına utanmayı yeğliyor.
Oysa, pazarlama fiyaskosunun verdiği hırçınlıkla iğrenç bir yarışma ve kıyaslama
yaptığı için bizzat kendisi adına utanması gerekir.
Sadece bu aptal kıyaslama için değil, 12 Eylül Darbesinin hemen arifesinde Kemal Türkler'in öldürülmesinin TKP'ne yönelik bir ön infaz olduğunu göremeyecek kadar ön görüsüz olduğundan da utanması gerekir.
Sol, Evrensel ve BirGün
gazeteleri yayın müdürlerinin –büyük alçak gönüllülük(!) göstererek, adını da
belirtmeden- “12 Eylül'de idam edilen devrimciler için, ölüm yıl dönümlerinde
bir yazı yazmayı ve bu yazının her üç gazetede birden yayımlanması” önerisini kâle
almamasına ne kadar içerlediğini belirtikten sonra, hırsını “yine bir zamanlar
yoldaşı” olan arkadaşlarından, dolayısı ile TKP’den alıyor.
Menemenin Sesi gazetesinde “Ne de olsa hastane de doktor. Ola ki işimiz düşer”
kaygılarıyla kendisine verilen köşeden, ulusal çapta bir gazetede köşe kapmak için
yapılan çarşı kurnazlığına yazı işleri müdürlerinin itibar etmemesinin acısını, her zaman yaptığı gibi TKP’den almaya kalkıyor.
Sanki kendisi de sürekli eşek arısı gibi musallat olduğu TKP’nin 12 Eylül’e bir
yıl kalaya kadar üyesi değilmiş gibi…
Sanki ayrılırken bile, bu partiyi ele geçirebilme umudu adına İ. Bilen Yoldaş’a
bağlılık andının yazdığı “Zayıf Halka” kitabını referans almamış gibi…
Günümüz Profesyonel Komünistliği işte böyle bir şey…
Ancak Profesyonelliğin bir diğer sözlük anlamı da: “Mesleki bir konuya o
konudan para kazanabilecek kadar hakim olmak”
İşte asıl sorun da burada başlıyor. Eğer bu hakimiyet yoksa, yani ortada
ihtiras var ama, kifayet yoksa “profesyonel komünistlik”, “kifayetsiz
muhterislik”le karışıyor, ortaya tadından yenmez bir bulamaç çıkıyor.
Gerçi diğer yanıyla düşünürsen; iyi ki de tadından yenmiyor bu bulamaç.
İyi ki kifayetleri ihtirasları kadar değil.
Bu işi bir de ustalıkla yapanlar var.
Komünistliği metalaştıran gerçek profesyonellere dikkat!
Bağlamından koparılmış, küresel sermayenin gereksinimlerine göre modifiye
edilmiş komünistliği pazarlayan ve bunu bu yazının konusu olan, sadece ruhen
profesyonel ama, yetenek açısından amatör olanlar gibi değil, oldukça ustaca
yapanlara karşı dikkatli olalım.
Nadi Öztüfekçi
21 Ağustos 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.