İslamcılarla neoliberaller her konuda anlaştı da bir türlü şu
Ermeni katliamı konusunda anlaşamadı.
Çünkü iş dönüyor dolaşıyor İslam bağnazlığı ve Osmanlı
İmparatorluğunun bariz suçunun kabulüne varıyor.
Çünkü ne İslamcı gericilik, ne de Osmanlı yönetim anlayışı ve
felsefesi bu katliamdan ayrı tutulamaz.
Eğer bu katliamlar 7-8 sene sonra olsaydı her iki kesim için işler
daha kolay olacaktı. Suçu gönül rahatlığıyla Ekim Devriminin rüzgarıyla
başlamış ve genç Sovyetler Birliğinin direk desteğiyle sürdürülmüş Anadolu
Devriminin sonucunda kurulan Cumhuriyete atacaklardı.
Aralarındaki tek ihtilaflı konu da hallolmuş olacaktı.
Ama öyle olmadı. Bütün bu insanlık dışı katliamlar Osmanlı
döneminde ve bizzat Osmanlı Hükümet ve Padişahının bilgileri dahilinde oldu.
Kökeninde milliyetçilik, dinci bağnazlık, İslamcılık, yağmacılık
yani kolay yoldan servet edinme eğilimi gibi etmenler var. O zamandan edinilen
servetlerle holdingler kurmuş sermayedarlar ve gücüne güç katmış aşiretler var.
Ne var ki Anadolu Devriminden sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu
devrimin ruhunu kavrayamadı.
Anadolu Devrimini bir Türk Devrimi olduğunu kanıtlama kaygısı da
bunda etmen oldu.
Ama asıl hastalığı; bir türlü kendisini Osmanlı'nın devamı gibi
görmekten kurtulamamasıydı. Osmanlıya karşı suçluluk kompleksi devletin kuruluş
kodlarından bir türlü silinemedi.
Hele son zamanlarda bu o kadar ileri gitti ki Ulusal kurtuluş
savaşı adeta adil ve merhametli Osmanlı Padişahlarına yapılmış bir darbe gibi
tarif edilmeye başladı
Aslında sadece İslamcılar değil, neoliberal müttefikleri de
yıllardan beri Osmanlıcılık yapıyorlardı. Bu zamana kadar bu yolculuk uyum
içinde buraya kadar geldi.
Said-i Nursi ve Dersim olayları bu kardeşliğin pekiştirilmesi
yönünde ustaca kullanıldı.
Hatta arkasında gerici, dinci bağnazlığın, emniyet teşkilatındaki
karanlık, dinci örgütlenmelerin olduğu bugün ortaya çıkmış olan Hrant Dink
cinayeti bile İslamcı-Neoliberal ittifakını bozamadı.
Bu cinayetin Balyoz Davası adı verilen çadır tiyatrosunda dekor
olarak kullanılmasında bizzat işbirliği yaptılar.
Ta ki Ermeni Katliamlarıyla yüzleşme zamanı gelinceye kadar....
Gerek neoliberal solcular, gerek İslamcı liberaller, gerek kimlik
solcuları aralarındaki zımni ittifakı zedelemeden nasıl davranacaklarını
şaşırdılar.
Dediğim gibi bu olaylar 1915’te değil de 1923’ten sonra olsaydı
topu Kemalistlere atıp sıyrılacaklardı.
Sıyrılamadılar. Şu sıralar her iki tarafta karşı taraflardan
sesini yükseltiyor.
Ama yine de ittifaklarını bozacak kadar bir gerginlik yaşanmıyor.
Üstelik seçimler arifesinde olduğumuzdan mesele değişik bölgelerde
değişik hassasiyetler arası dengelere kurban gitti görünüyor.
Ortada bir samimiyetsizlik var ve bu yüzlek veriyor.
Ayrıca işin bir ucu da paraya dayanıyor. Bugün aşiret reislerinin
siyasi partileri etkileyecek düzeyde büyümesine, Türkiye’de burjuva düzeninin
mayalanmasına neden olacak kadar büyük bir para, mal mülk söz konusu…
Ermeni tehcirinin büyük bir katliama dönüşmesinin nedenlerinden
biri yukarıda değindiğim gibi yağmacılıktı.
Ermeni mallarına ve altınlarına el koyabilme amaçlı yapılan yağma
katliama dönüştü.
Bu katliama dini bağnazlıkla, mal, para hırsı birlikte etmen oldu.
Yüz yıl sonrasındaki bu bakış açısının altında da bu defa kaybetme
korkusu olarak yansıyan aynı etmen var.
Ancak önemli bir başka etmeni de göz ardı etmemek gerekir.
Irkçı, dinci şovenizm etkisindeki siyasi hırslar ve Osmanlının
yüzyıllara dayanan, geleneksel sorun halletme ve saltanat sürdürme yöntemleri…
Osmanlının kuruluşundan bu yana iç iktidar çekişmelerinde dahi
öldürme, yok etme üzerine kurulu olan yönetim anlayışı Alevilere, Kürtlere ve
diğer dini azınlıklara karşı tutumlarına da yansımıştı.
Ne yazık ki liberal solcuların ve İslamcıların amansız cumhuriyet
düşmanlığı üzerinden oluşturdukları ve Osmanlıcılık konusunda da söylem
birliği, hatta ülkü birliğine varan ittifakları bu katliamın ardındaki nedenler
konusunda körlüğe neden oldu.
Neoliberal akımın kapsayıcılığı ve yaygınlaşma konusunda ustalığı
ve arkasındaki küresel destek sayesinde neoliberal söylemler, kendilerini
katıksız sol ve sosyalist çizgide görenlere öylesine ustaca sirayet etti ki
bu ittifak esasen solun -keskin ya da ılımlı- önemli bir kesimine de
yayıldı.
Sosyalist sol iddiasındaki önemli bir kesim uzunca bir süreden
beri birçok konuda senkronize bir söylem geliştirdiklerinin farkında bile
olmadan sol jargon kulvarında ama liberal-İslamcı çizgiyle aynı yönde yol aldı.
Sonuçta varılan nokta; herkesin kendi cephesinden gördüğü, görmek
istediği gibi yorumladığı, ama gerçekler cephesinden baktığında görülen
şekliyle, yeni Osmanlıcılık…
Ermeni katliamının ardındaki nedenlere kör bakılmasına neden olan
şey, katliamın temel dürtülerine kaynaklık eden düşünceyle bunca zamandır
yürütülmeye çalışılan bu temel üzerindeki ittifaktır.
Hakikat komisyonları kurulmalı gerçekler açığa çıkarılmalıdır.
Adalet her boyutuyla yerine getirilmelidir.
Ama bu 100. Yıl dönümünde tarihin en önemli facialarından biri
olan Ermeni Katliamından çıkarılacak dersler konusunda da bir Hakikat Komisyonu kurulmalıdır.
Özellikle 12 Eylül faşist darbesinden bu yana işlenen, sınıfsal
temelden yoksun bir cumhuriyet eleştirisi üzerine temellendirilmiş İslamcı,
liberal ve solcu ittifakının neden olduğu, solun gerçeklerle, sol değerlerle,
diyalektik materyalizmle, sınıf kavgasıyla, bilimsellikle çatışmasını
çözebilmek üzere bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonuna da şiddetle ihtiyaç var.
Böylece birçok katliamın arkasındaki dinci bağnazlık, dinsel ve
mezhepsel şovenizm ve kapitalizmin motor motivasyonu “kar hırsı” ile aynı
köklere dayanan yağmacılık güdüsü de ele alınabilir.
Örneğin “100.000 Ermeni'yi "gerekirse kovarız"
diyebilen bir diktatörün oluşmasında bu ittifakın nasıl bir rol aldığı
irdelenebilir.
Bu gün köşelerinden aynı dinci şoven üslupla haykıranların bir
zamanlar yol arkadaşı bellenmesindeki fiyaskonun daha kaç defa
tekrarlanabileceği tartışılır belki…
Kimlik ve inançlar üzerinden yürütülen siyasi mücadelenin buna
benzer nice başka katliamlara yol açabileceğini düşünmek ve tartışmak fırsatı da
doğar böylelikle.
Cumhuriyetin sınıfsal temelden yoksun eleştirisinin, toplumsal
ilerlemenin karşısına dikilmeye nasıl vardığı gözlemlenebilir.
Nadi Öztüfekçi
25 Nisan 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.