Seçim meydanları ana akım medyada yapılan seçim kritikleri muhalefet tarafında umudun yükseldiğini gösteriyor.
Açıkçası ben de AKP’nin kayda değer ölçülerde oy kaybedeceğini düşünüyorum. Elbette şu ana kadar devam ede gelen gelişmeler ışığında…
Daha bunun manipülasyonları, provokasyonları, kasetleri, şantajları, skandal bilgileri var. Sandık güvenliği, sahte oyu, sahte seçmeni, mükerrer oyu, hileli sayımı, Yüksek Seçim Kurulu, bilgi işlem kaydı, sayım tekrarları, seçim tekrarları ve iptalleri var.
Bütün olasılıkları hesaba katarak sağlam durmak gerekir.
Hiçbirine razı olmadan, seçimlerin demokratik bir şekilde sürmesi ve sonuçlanması için çaba sarf edilmeli.
Öyle, ortaya çıkacak parlamento aritmetiğini de küçümseyerek falan değil, aksine hak ettiği önemi vererek, doğabilecek fırsatları ıskalamadan yaklaşılmalı seçim olgusuna.
Ama parlamento aritmetiğinin de ‘herşey’ olmadığını bilerek...
Aslında parlamento aritmetiğin o ‘herşey’in çok küçük bir kısmı olduğunu, geri kalan önemli bir kısmının 8 Haziran’da oluşturulması gereken 'birleşik muhalefet cephesi' olduğunun farkına varılmalı.
Eğer illa bir aritmetikten söz ediliyorsa bu aritmetik; parlamentoyu da kapsayan ama yaşamın tüm alanlarına yayılmış, hedefi belli, AKP iktidarının salt kendisine değil, misyon edindiklerine de yönelik muhalefet aritmetiğidir. Sadece aritmetiği değil biçimi ve içeriği yani muhalefetin özü söz konusu.
Evet, artık 8 Haziran’ı konuşmanın zamanı geldi.
Şimdiden "böyle bir muhalefet gerekli mi" sorusundan başlayarak, 8 Haziran’ı konuşmalıyız. Oy tercihlerinin iyice netleştiği şu günlerde, oy vereceğimiz partilerin 8 Haziran’a nasıl baktığı önemli.
Kendi açımdan benim tercihim buna göre belirlenecek.
Sadece "iktidara gelirsek..." vaatleri benim oy tercihimi belirleyemez. Açıkçası; nasıl iktidar olacakları değil nasıl muhalefet edecekleri benim için daha önemli.
Bunu ne kadar açıklıkla dile getirdikleri, ne kadar samimi oldukları, nasıl ve kime yönelik, kimlerle birlikte bir muhalefet yürütecekleri önemli.
Ve bizler... Oy vereceğimiz partilerden nasıl bir "8 Haziran sonrası tavrı" bekliyoruz?
Bu soruyu kendimize sormalıyız bence. Oy vermenin bir şartı olmalı.
Ve bu soruya verdiğimiz yanıt yüksek sesle dile getirilmeli.
Bu sesi hem oy vereceğimiz parti duymalı hem de "Ak Parti iktidarını yıkmak için" oy vermeye çağırdığımız insanlar duymalı. Hem oy vereceğimiz partiyi, hem de kendimizi şimdiden net olmaya zorlamalıyız.
Ak Parti iktidarını yıkmak için oy vermeye çağırdığımız insanlara karşı borcumuzdur bu.
Ama daha önemlisi kendimize olan saygının da göstergesi.
Oy vermenin bizlerdeki anlamının ne olduğunu; bir biat gereği mi yoksa kendine duyduğun saygı, hak-görev-sorumluluk bilinci gereği mi olduğunu açıklayan bir eylemdir.
Seçimler ile ilgili gelişmelerin geniş kesimlerde yarattığı umuda biraz abartılı bulsam da yaratabileceği muhalefet ortamı açısından ben de katılıyorum.
Ama beraberinde oluşan kaygılarım da var.
Seçimler öncesi AK Parti iktidarına olan muhalefetin balık hafızamızdan ve mahalle trendleri üzerinden oluşturulan biat kültüründen yararlanarak tavsatılmasından kaygılanıyorum. Ustaca yönlendiren algı kampanyasıyla, sofistike tekniklerle "Muhalefet’in muhalefete muhalefet yapması" komedisinin yeniden sahneye konmasından endişeleniyorum.
Hem de çok daha tehlikeli ve etkili bir şekilde.
Birbiriyle kardeş iki yeni "yetmez ama..." kampanyasına dikkat!
Bunlardan biri "yetmez ama bölünmeyelim" diğeri de "yetmez ama süreç" kampanyaları...
Ben her iki kampanyanın da aynı amaca hizmet edeceğini düşünüyorum.
AK Parti iktidarının devamına ve ondan beklentileri henüz bitmemiş olan Küresel Kapitalizmin çıkarlarına...
Çünkü AK Parti; üstlendiği misyonla bütünleşmiş, bir Küresel Kapitalizm projesidir.
Gerçek bir AK Parti muhalefeti aynı zamanda Küresel Kapitalizm adına üstlendiği misyonlara da muhalefeti içerir.
Keza gerçek bir antikapitalist, antiemperyalist mücadele ve sınıf mücadelesi de AK Parti iktidarına ikircimsiz bir muhalefeti içerir.
Yetmez ama evet süreci bu gerçeği gizlemişti.
AK Parti diktatörlüğü; enerjisini küresel kaynaklardan alan demokrasi hologramının yaydığı güçlü, suni ışık körlüğü sayesinde kuruldu.
Şimdi bu sürecin aktörleri ve holigan amigoları büyük bir pişkinlikle AK Parti muhalefeti içerisinde boy gösteriyorlar. Hiçbir niteliklerini ve gerçek niyetlerini terk etmeden, üstelik bir zamanlar hırlaşıp durduklarıyla yaptıkları gizli açık ittifakla güçlenerek.
Yani bu "yetmez ama..." ile başlayan süreçlerde deneyimliler.
Deneyimleri kendilerine prestij ve güç katacaktır. Etki oranlarını artıracaktır.
Karşı çıkmalı, uyanık olmalıyız.
Bizler de bu sürecin sendromlarıyla deneyim kazandık. Bu deneyimin bize kazandırdıkları mücadelemizde yardımcı olacaktır. Yeter ki belleklerimizi diri tutalım. Eski alışkanlıkları olan "yoksa sen....?" yaftalamalarına, yarattıkları mahalle tabu ve baskılarına pabuç bırakmayalım.
8 Haziran’ı şimdiden tartışmaya başlamamız gerekir.
Oy vereceğimiz parti ne olursa olsun, seçimler nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, bütün bu seçim kampanyaları ve mücadelesinin demokratik verimi 8 Haziran sonrası izlenecek tavırda düğümlenmiştir. Gerçek güç birlikleri ve kırılma noktaları bu tartışmalarda oluşacaktır.
Ama bir şartla... Kimseyi şimdiden yaftalamadan, potansiyel hain ilan etmeden yürütülmesi gerekir bu tartışmanın.
Zaten burada dikkati çekilen bu kampanyaların kendisidir. Bu kampanyanın etkisinde kalacağı düşünülenler değildir.
Cadı avı başlatmak yerine büyücülüğe karşı mücadele yürütmek gerekir.
Küresel Kapitalizme, onun projesi Ak Parti diktatörlüğüne ve bölgemizdeki gereksinim ve istekleri doğrultusunda yüklediği misyonlara ve bütün bunları örtmek için pişirilmeye çalışılacak yeni "Yetmez ama..." kampanyalarına dikkat!
8 Haziran’ı şimdiden tartışmaya başlamamız gerekir.
Nadi Öztüfekçi
25 Mayıs 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.