Bazen zorlu
bir bulmaca çözmeye kalkarsınız hani. Şöyle soru metni de şaşırtmalı olan,
yeteneklerinizi fazlasıyla zorlayan, zor bir bulmaca…
Kendi
kendinizesinizdir ve o bulmacayı çözmekten maddi hiçbir çıkarınız, sizi zorlayan
ya da izleyen kimse yoktur. Kimse sizi o bulmacayı çözdüğünüz için takdir
etmeyeceği gibi çözemediğinizde de kınamayacaktır. Üstelik o bulmacanın
bulunduğu dergi veya gazetenin bir köşesinde çözümü de vardır.
Başınızda
sınav denetmeni falan olmadığı halde siz o köşeye bakmadan (kopya çekmeden) o
bulmacayı çözmeye çalışırsınız. Sorun kendinize olan saygınızdır. Sizi kopya
çekerken yakalayacak olan tek kişi yine sizsinizdir. Yani egonuzdur.
Çözemediğinde kınayacak olan, çözdüğünüzde de “bravo” diyecek olan egonuz…
Toplumsal
gelişmeleri anlamak, kendi bilincimizde çözümlemek için de zaman zaman olaylara
böyle yaklaşmak gerekir düşünüyorum.
Gelişmelerle
ilgili bilgi ve haberleri “bulmacanın verileri” olarak kabul edersek,
birilerinin bulmacaya bizim adımıza kafa yorup, gazete veya derginin köşesine
koyduğu analiz veya yorumlara (çözümlere) başvurmadan önce kendi birikimimiz ve
irademizle analiz edip yorumlamaya (çözmeye) çalışmak gerek.
Önce; bize ulaştırılan bilgi ve haberlerin yani bulmaca metninin şaşırtmalı olabileceğini de kabul ederek, tümüyle kendi mantık, bilgi ve birikimimizle, ne medyadaki çözümlerden ne biriktirdiğimiz ön yargılarımızdan ne de içinde yaşadığımız mahallenin teamüllerinden kopya çekmeden çözmeyi denemeliyiz.
Önce; bize ulaştırılan bilgi ve haberlerin yani bulmaca metninin şaşırtmalı olabileceğini de kabul ederek, tümüyle kendi mantık, bilgi ve birikimimizle, ne medyadaki çözümlerden ne biriktirdiğimiz ön yargılarımızdan ne de içinde yaşadığımız mahallenin teamüllerinden kopya çekmeden çözmeyi denemeliyiz.
Ortaya
çıkardığımız çözüm önce bizi tatmin etmeli. Ne alabileceğimiz ‘Beğen’iler ne de
kınamalar, ne de eleştirel ‘Yorum’lar henüz bize ulaşmadan, mantık ve
vicdanımızın en katıksız haliyle çözümlememizi önce biz test etmeliyiz.
O, kendimize olan saygıyı lime lime eden ”Bakalım bizim mahallenin muhtarı, ihtiyar heyeti bu konuda ne diyecek, ya da ne diyebilir” gibi bir biat duygusundan arınarak, şöyle kendi vicdanımız ve mantığımızla bakmayı bilmeliyiz çözümlemelerimize.
O, kendimize olan saygıyı lime lime eden ”Bakalım bizim mahallenin muhtarı, ihtiyar heyeti bu konuda ne diyecek, ya da ne diyebilir” gibi bir biat duygusundan arınarak, şöyle kendi vicdanımız ve mantığımızla bakmayı bilmeliyiz çözümlemelerimize.
İşte o zaman
bağımsız ve kendimize özgü düşünmüş oluruz, bizden istedikleri gibi değil.
Özellikle
son gelişmeleri anlamak için kendimize özgü ve yönlendirilmemiş düşünce ortaya
koyabilirsek eğer; bana kalırsa bu gelişmelerin arkasındaki asıl amacın
başarıya ulaşmasında en büyük direnci oluştururuz.
Çünkü bu
provokasyonların, her yönden gelen provokatif eylem ve girişimlerin, sınır dışı
bombalamaların, karşılıklı tehdit ve suçlamaların, işgallerin, kullanılan akıl
dışı silahların, hemen hepsinin hedefinde tek tek bizler varız.
Bizler ve
bizlerin algıları…
Kurdukları
bu gladyatör arenalarında bize zorla seyrettirdikleri dehşetin temel amacı
bizlerde yaratmak istedikleri korku, umutsuzluk, biat, şaşkınlık ve sınırsız ön
kabuldür.
Adım adım,
hiç acele etmeden, ama hiç oyalanmadan; şu an için kabul etmekte zorlanacağımız
amaçlarını daha kolay kabul etmemiz, hatta destekler hale gelmemiz için,
giderek daha sofistike tekniklerle ve giderek daha acımasız senaryoları
uygulamaya koyarak algılarımıza çalışıyorlar.
Hangi
kesimden, hangi mahalleden olursan ol fark etmiyor.
Her kesimde istedikleri,
kendileri için gerekli olan algıları yaratabiliyorlar. Aynı olay her mahallede
(siz; kesim, kategori veya başka bir tanımlama kullanılabilirsiniz) ayrı ama ”ayarlı” bir etki –algı- yaratıyor.
Evet, “ayarlı algı”… Çünkü acı, gözyaşı ve
dökülen kan yani tüm felaketler yeterli doygunluğa ulaşıp, yeterli yılgınlığı
yarattığında; “peki ne yapmalıyız?” aşamasına gelindiğinde o sorunun yanıtının hemen
her kesimce aynı olması gerekiyor. Aynı sonuca farklı adlar koyarak farklı
kesimlerin bu sonucu satın almasını sağlamaya çalışıyorlar.
Her kesimin
ayrı nedenlerle aynı çözüme razı olmasını ‘ayar’lamak zor hatta imkansız gibi
görünebilir. Zor ama en gelişmiş teknik ve teknolojileri, en geniş kaynak ve
olanakları kullanan küresel egemenler için imkansız değil.
Bu kesimlerin
birbirine ters, farklı bakış açıları ve ön yargıları, farklı mahalle teamülleri
olmasının, hatta apayrı düşünsel uzayda bulunmalarının buna engel olabileceğini
düşünebiliriz.
Ama bu farklılıkları ve ayrı uzayları da yine
aynı egemenlerin yarattığını ya da en azından oluşmasında ve derinleşmesinde önemli
katkıları olduğunu unutmayalım.
Yani bu
uzayların özellikleri konusunda oldukça deneyimliler. Sadece deneyimli değil,
sabırlı ısrarcı, kararlı ve hazırlıklılar.
Tarihsel
koşulları çok iyi değerlendirerek gerekebilecek paradigmaları zaten önceden
ürettiler.
Öncelikle üretilmiş-mamul
paradigma ile ayarlı algı arasında kendimce kurduğum ilişkiyi açıklamak
gerekiyor.
Bilgisayar yazılımlarıyla az çok uğraşanlar bilir. Ayrı yordamlarda (prosedür), hatta ayrı yazılım ortamlarında geçerli parametreler (değişken) yaratmak oldukça kullanışlı ve yaygın bir yöntemdir. Böylece ayrı isimler altında, farklı görsellikte ama ayni işlemleri yapıp, aynı sonuçları üreten yordamlar, sistem dosyaları, hatta program yapmak mümkün olur.
Bilgisayar yazılımlarıyla az çok uğraşanlar bilir. Ayrı yordamlarda (prosedür), hatta ayrı yazılım ortamlarında geçerli parametreler (değişken) yaratmak oldukça kullanışlı ve yaygın bir yöntemdir. Böylece ayrı isimler altında, farklı görsellikte ama ayni işlemleri yapıp, aynı sonuçları üreten yordamlar, sistem dosyaları, hatta program yapmak mümkün olur.
Sözünü
ettiğim ‘mamul-üretilmiş’ paradigmaları da her ortamda geçerli olmak üzere
yaratılan parametreler olarak düşünelim. Bu paradigmalar günümüzün teknik ve
teknolojik olanakları sayesinde, en etkili belletme ve benimsetme yöntemi olan
“sürekli tekrar” etkisiyle o apayrı düşünsel uzaylarda rahatlıkla geçerli
kılınıyor. Böylece “şiddetle kanıtlanmaya muhtaç” tezler, iddialar bu yöntem
sayesinde bir paradigma, bir “kesin(!) bilgi”, “geçerli yöntem” veya “fiili
durum” haline dönüşüyor.
Yakın
geçmişimiz bu mamul paradigmaların eşliğinde ayarlı algıların nasıl oluştuğuna
dair ders niteliğinde örneklerle doludur.
Örneğin “Kürt Meselesi ve Çözümü” tipik bir “ayarlı algı” çalışmasıdır. Amaç;
birbirinden çok farklı düşünsel uzaylarda, çok farklı eğilimlerin (veya
ideolojilerin) egemen olduğu mahallelerde aynı çözümü benimsetmek…
Sözünü
ettiğimiz çözüm de aslında Küresel algı baronlarının adına çalıştığı küresel
egemenlerin güncel çıkarına en uygun formüldür.
Bu formülün amacı Kürtlerin özgürlüğü değil. Amaç bölgenin ve Türkiye’nin Küresel Sermayenin gereksinim ve isteklerine göre formatlanmasıdır. Yeniden sınırlandırılmasıdır. Sadece Kürtlerin yaşadığı bölgelerde değil Türkiye’yi de kapsayan tüm bölgede etnik farklılıklar temelinde bir kadastro çalışmasından söz ediyorum.
Kürtlerin uğradığı tarihsel haksızlık, bu haksızlıkta en çok payı olanlarca yeni bir adaletsiz ve suni sınırlamalarla sonuçlanacak, uzun yıllar kanlı çatışmalara ve toplumsal duraksamalar hatta toplumsal gerilemelere yol açacak planlar için kullanılmak istenmektedir. Kürt meselesinin çözümü de bu planlarların uygulanabilmesine uygun bir zemin yaratmak için zora koşulmaktadır.
Bu formülün amacı Kürtlerin özgürlüğü değil. Amaç bölgenin ve Türkiye’nin Küresel Sermayenin gereksinim ve isteklerine göre formatlanmasıdır. Yeniden sınırlandırılmasıdır. Sadece Kürtlerin yaşadığı bölgelerde değil Türkiye’yi de kapsayan tüm bölgede etnik farklılıklar temelinde bir kadastro çalışmasından söz ediyorum.
Kürtlerin uğradığı tarihsel haksızlık, bu haksızlıkta en çok payı olanlarca yeni bir adaletsiz ve suni sınırlamalarla sonuçlanacak, uzun yıllar kanlı çatışmalara ve toplumsal duraksamalar hatta toplumsal gerilemelere yol açacak planlar için kullanılmak istenmektedir. Kürt meselesinin çözümü de bu planlarların uygulanabilmesine uygun bir zemin yaratmak için zora koşulmaktadır.
Bu formül Küresel
Sermaye ve onların Türkiye’deki şubesi konumuna gelmiş egemen çevreler, proje
uygulama birimine dönüşmüş yüzeysel veya derin devlet unsurları ve yine Kürt
hareketinin içindeki şiddet bağımlılarının -zımni ya da açık, isteyerek ya da
istemeden- işbirliğiyle oluşmuştur.
Bu formülde
en önemli parametre (paradigma) ‘sorun ve şiddet bağdaşıklığı’dır. Ve üretilmiş
bir paradigmadır. Kasıtlı olarak üretilmiştir, Kürt Meselesinin doğal bir iç
dinamiği değildir.
Kürt Meselesi; çoktan halledilmesi gereken, halledilebilir(çözülebilir) ve şiddet gerektirmeyen bir konudur. Ve esas itibarıyla mesele, yani bir sorun da değildir. Bir denklemdir.
Kürt Meselesinin şiddetle ilişkilendirilmiş, adeta kaynaştırılmış kalıcı bir soruna dönüştürülmesi, önce hata, aymazlık, art niyet ve şovenizmle başlayan, giderek uzun erimli küresel planların bir aracı olarak kullanılmak için üzerinde çalışılmış bir olgudur. Ne yazık ki artık bir paradigma haline getirilmiştir.
Kürt Meselesi; çoktan halledilmesi gereken, halledilebilir(çözülebilir) ve şiddet gerektirmeyen bir konudur. Ve esas itibarıyla mesele, yani bir sorun da değildir. Bir denklemdir.
Kürt Meselesinin şiddetle ilişkilendirilmiş, adeta kaynaştırılmış kalıcı bir soruna dönüştürülmesi, önce hata, aymazlık, art niyet ve şovenizmle başlayan, giderek uzun erimli küresel planların bir aracı olarak kullanılmak için üzerinde çalışılmış bir olgudur. Ne yazık ki artık bir paradigma haline getirilmiştir.
Yani artık
Kürt Meselesi dendiğinde akla “sorun ve şiddet” gelmektedir. Böylelikle;
“şiddeti önlemek için sorunu çözmek” ya da “sorunu çözmek için şiddet
uygulamak” algısı birbirine zıt taraflarda aynı anda ve birlikte geçerli
olabilmektedir.
Küresel
Egemenlerin çözüm formülünde sorun-şiddet bağdaşıklığı temel parametredir.
Küresel Algı
odakların ürettiği bu çözüm(!) formülünde bu meselenin hem sorun yanı hem de
şiddet yanı Türkiye’nin bir iç meselesi olmaktan çıkartılıp küresel bir mesele
haline de getirilmeye çalışılmaktadır. Böylece küresel çözümlerin gündeme
gelmesi, küresel güçlerin devreye girmesi makul, mantıklı ve gerekli
kılınabilecektir.
Oysa Kürt
Meselesinin parametreleri çok fazladır ve adil, nesnel bir çözüm formülünde
şiddet asla geçerli bir parametre değildir. Aksine şiddet sonsuz bir
çözümsüzlük formülünün parametresidir.
Ayrıca Kürt Denklemi
Türkiye’nin bir iç meselesidir.
Şiddetle
değil, barış içinde, demokrasiyi yaygınlaştırarak, yoğunlaştırarak, içselleştirerek
çözülebilir.
Yeter ki bu
meselenin çözümü üzerine düşünmeye yazının başında sözünü ettiğim yönlendirilmemiş
öz düşünce gücümüzle başlayalım. Bize ulaşan her türlü bilgi ve yargıyı “mantık ve vicdanımızın en katıksız haliyle”
test edelim. En azından bizler (sol) bu konuyu bizlere dayatıldığı gibi bir “mesele-sorun”
olarak değil de bir denklem olarak ele almamız gerekir.
Gelin Kürt denklemi
ile ilgili tüm gelişmeleri ve edindiğimiz bilgi ve haberleri, okuduğumuz her
önermeyi önce kendi birikimlerimiz üzerinde temellenmiş, bağımsız vicdanımız,
kendi mantığımızdan oluşturduğumuz bir sorgucu
kurulundan geçirelim.
Ne kadar
başarıyorum bilmiyorum ama ben bunu her yaptığımda, yani bu meseleyi kendi sorgucu kurulumdan geçirdiğimde barış ve
demokrasi mücadelesine ulaşıyorum. Şiddetin tüm taraflarına karşı ödünsüz bir
duruşun mutlak gerekliliğine varıyorum.
Şiddet ve
kaos sonucu oluşacak çözümler(!) Ne Kürtlerin ne de Türkiye emekçilerinin
yararına olmayacaktır.
Bu meselenin adil ve nesnel çözümü şiddete karşı ödünsüz mücadeleden geçer. Barış ve demokrasi ortamında tartışmaktan, açıklıktan ve şeffaflıktan geçer.
Bu meselenin adil ve nesnel çözümü şiddete karşı ödünsüz mücadeleden geçer. Barış ve demokrasi ortamında tartışmaktan, açıklıktan ve şeffaflıktan geçer.
Sınıf
kavgasının iflah olmaz bir sıra neferi olmanın bir sonucu olarak, Küresel
Sermayenin -veya siz ne ad verirseniz- bu meseleye olan etkisini abartıyor
olabilirim. Ama her türlü ön yargımdan bütün çabamla uzaklaşmaya ve nesnel
olmaya çalıştığımda vardığım diğer bir sonuç da; Küresel sermayenin aksi
yöndeki tüm çabasına karşın Kürt Sorununun Türkiye’nin bir iç meselesi
olduğudur.
Demokrasi ve
barış ortamında oluşmuş Kürtlerin özgür iradesi ile varılan çözüm ne olursa
olsun bu sorun Türkiye’nin iç meselesidir. Gönüllülük temelinde açık ve şeffaf
bilgilendirme, her yönden gelen şiddetin vesayetinden bağımsız ve demokratik
tartışma ortamında varılacak sonuca Emekçi
Anadolu Ulusu sahip çıkacaktır.
Ancak amaç
Kürt Denklemini çözmek olmalıdır. Türkiye’de Kürt meselesinin çözümüne(!) zemin
hazırlamak adına, -bana göre Anadolu Kürtlerinin de dahil olduğu- bu Emekçi Anadolu Ulusunu sonu gelmez
etnik çatışmaların cehennemine sürüklemeye gerek yok.
Çözüm süreci
bir intikam sürecine
dönüştürülmemeli, Küresel Sermayenin kendi sınıfsal gereksinim ve arzuları
doğrultusundaki planlara meze edilmemelidir.
Yine yazının
başında söz ettiğim o “ayarlı algı” tekniğinin bir mağduru olmak yerine açığa
çıkaranı, teşhir edeni olmak gerekir.
O “ayarlı
algı” oluşturma tekniğinin Kürt Konusuna dahil etmek istediği iki unsuru tekrar vurgulayarak yazıyı sonlandırmak
istiyorum.
Bunlardan bir tanesi; ‘Kürt Denklemi’nin içine suni bir paradigma(parametre) olarak ‘sorun ve şiddet bağdaşıklığı’nı yerleştirerek ‘Kürt Sorunu’na dönüştürmek.
İkinci unsur da; bu sayede diğer tüm çözümleri şiddet parametresini yükselterek gölgede bırakırken meseleyi küresel alana taşımak ve Küresel Sermayenin çözüm formülünü, yani “Emekçi Anadolu Ulusunu budunsal parçalara ayırma” planına -oldubittiye getirerek- razı etmek.
Bunlardan bir tanesi; ‘Kürt Denklemi’nin içine suni bir paradigma(parametre) olarak ‘sorun ve şiddet bağdaşıklığı’nı yerleştirerek ‘Kürt Sorunu’na dönüştürmek.
İkinci unsur da; bu sayede diğer tüm çözümleri şiddet parametresini yükselterek gölgede bırakırken meseleyi küresel alana taşımak ve Küresel Sermayenin çözüm formülünü, yani “Emekçi Anadolu Ulusunu budunsal parçalara ayırma” planına -oldubittiye getirerek- razı etmek.
“Emekçi Anadolu Ulusu da neyin nesi?”
denilebilir.
Umarım bir
daha ki yazıda…Nadi Öztüfekçi
1 Ekim 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.