1 Eylül 2015 Salı

NE BU YURDU SEVMEKTEN NE DE DOĞRU DÜRÜST SEVMEYİ ÖĞRENMEKTEN VAZGEÇME

Bu ülkenin bölünmesi, birliği ve kardeşliği ile ilgili kaygılarınız varsa bilin ki bu kaygılarınızı egemenler gideremez.

Örneğin ülke tarihinde şimdiye kadar görülmemiş bir ölçüde emperyalizmle içli dışlı olmuş bu hükümetin, ülke bölünmesin diye bir kaygısı hiç yok.

Bu hükümetin elinde oyuncak olmuş, ne yüzeysel ne de derin devletin de böyle bir kaygısı yok.

Bu ülke insanlarının arasına nefret tohumları ekmek için güvenlik adına önüne geleni, hatta çocukları öldürenlerin bu yaptıklarını "aman bu ülke bölünmesin" diye yaptığını sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz.

Şehitlerin yakınlarına;
"ne mutlu size", "o da asker olmasaydı", "keşke ben de şehit olsaydım", "o şimdi peygamber efendimize yoldaş olacak" gibi pişkin, adeta alay eder gibi sözler sarf eden politikacılar, devlet görevlileri ve subaylar da inanın bu ülke bölünmüş bölünmemiş dert etmiyorlar.

NATO ve Amerikan ordusuyla birlikte operasyonlar yapan, bölgenin bir yerinde ABD gözetiminde stratejik dostluk ve iş birliği yapıp başka bir yerinde çatışan, düzenli ya da düzensiz hiç bir "silahlı gücün" Türkiye ve Türkiye insanı için birlik, kardeşlik, bölünmezlik, gibi bir duyguları, arzuları ve niyetleri yok.

Her şehit tabutunu adeta iktidara giden saltanat kayığı gibi görüp peşine takılanlar var ya..?
Hani bugüne kadar “şehitler ölmez vatan bölünmez” diye bağırabilmek için tabut gözleyenler;
Sosyal medyada “PKK leşleri” diye ölümün ve vahşetin reklamını yapanlar, ölenlerin acılı yakınlarının feryatlarını neşeli düğün videoları gibi paylaşanlar, işte onların, vatanın bölünmesi  emin olun tasaları bile değil.

Milletvekili, bakan olabilmek, siyasi ikbal adına solculuklarını, ülkücülüklerini, özgürlükçülüklerini, muhalifliklerini, barış severliklerini kısacası bir zamanlar oya devşirdikleri tüm kavramların üzerinde siyasi ayak oyunlarıyla tepinenler de, kendileri gibi biat etmediği ve onlar kadar teşne olmadığı için siyasi müttefiklerine karşı linç kampanyalarına katılanların da demokratlığına, özgürlükten yana görünmelerine ve de Türkiyeliliklerine o kadar güvenmeyin.
Barışı -amasız ve katıksız bir barışı- ne kadar istediklerini de sorgulayın.

Bu ülkenin yoksul emekçi halkı; az topraklı, topraksız köylüler, amale, ırgat ve marabalar; gençler; sorumlu ve dürüst gazeteci, yazar ve düşün insanları, aydınlık yürekli bilim adamları, sanatçılar, mühendis, teknisyen tüm beyin emekçileri ve işsizler, sendikalı, sendikasız işçiler;
bu ülke için gerçekten kaygı duyanlar, duyabilecek olanlar yalnızca sizlersiniz.
İş size düşüyor.
Bu yurdu sevenler, koruyacak olanlar bu ülkede yaşamak zorunda olan sizlersiniz.
Barış içinde bir arada yaşamaya ihtiyacı olanlardır barışı isteyenler.

Bu yurt ve bu ülke sizin…
Gelecek güzel günleri,  barışı ve huzuru, emeğin iktidarını, işçi sınıfının demokrasisini üzerinde kuracağınız bu yurt sizin hakkınız.
Bu ülkeyi sevmek ve sahip çıkmak hakkınız, ama doğru dürüst sevmeyi öğrenmek de göreviniz.
Ne kaygılarınızı ne de sevginizi kimseye emanet etmeyin.

Sosyalistler, devrimciler, solcular ve komünistler..! Sizler de bu yurdu sevmekten vazgeçmeyin.
Hele hele utanmayın.
Yurdunu sevmekten vazgeçtiysen, sosyalizmden de, devrimden de vazgeçtin demektir. İdeolojilerinizi; ayakları havada, boş zamanlarınızda uğraşacağınız hobiler olarak görmüyorsanız, yaşama ve maddeye dökmek gibi bir niyetiniz varsa bunun için ayağınızı basacağınız bir yere ihtiyacınız var ve o yer de yurdunuzdur.

Eğer yurdunuzu sevmiyorsanız, sizin yerinize;
Televizyon reklamlarında sizleri her gün gerekli gereksiz tüketmeye teşvik eden, cep telefonu, tablet, buzdolabı, televizyon, klima almaya teşvik eden markalar, AVM’ler;

Bulduğu her alana, yeşil, sit, dere yatağı, tarım alanı demeden rezidans, gökdelen diken, yürekleri betonlaşmış, ruhları dolara endekslenmiş beton imparatorlukları;

Her şeyi parayla ölçen, yaşamın bütün güzelliklerini kredi kartına taksitlendiren, geleceğimizi ipotek altına alan bankalar;

Akan suyumuzu borulayan HES’leriyle, esen yelimize sahip çıkan RES’leriyle,
körfezlerimizdeki balığı, yengeci, canlıyı haşlayan, havamızı zehirleyen Termik santralleri ile yaşamı ‘megawatt’ üzerinden dolara çeviren Enerji şirketleri;

Doğamızı, çevremizi, ağacımızı, sebzemizi, toprağımızı içtiğimiz suyu zehirleyen, akciğerlerimize kömür tozu dolduran sanayiciler;
Uluslar arası tekeller sever, küresel sermaye sever.
Irkçılar, dinci faşistler sever.

İnanın onların sevgisi bizler gibi değildir.
Onların sevgisi öldürür.

Onlar yurdumuzun toprağına imar alanı diye bakar oysa toprak bizim hamur teknemizdir.
Onlar yurdumuzun suyunu şişelemek ve satmak için sever oysa su bizlerin ana rahmidir.
Onlar yurdumuzun ağacını kereste olarak görür oysa ağaç bizim kardeşimizdir.
Onlar, dağlarımızı, ormanlarımızı, derelerimizi, kurdu, kuşu, böceğimizi kısacası tabiatı satılacak mal olarak görür oysa tabiat bizim anamızdır.
Onlar bu yurdun insanlarını güdülecek sürü, kadınlarımızı köle, bu yaşamı diğer dünyanın şehvet çadırlarına ulaşmak için araç olarak görür.
Yurdumuzun tarihsel zenginlikleri onlar için; yıkılacak put ve tıpkı hizmet ettikleri sermaye gibi tüketilecek mirastır.
Oysa yurdumuz torunlarımızdan ve insanlığın geleceğinden aldığımız emanettir.

O yüzden yurdunu sevmekten vazgeçmeden önce kimlere terk ettiğini unutma…

Yani bu ülkeyi sevdiklerini sananlar ve sevmekten utananlar.
Ne sevmekten vazgeçin ne de doğru dürüst sevmeyi öğrenmekten.

Nadi Öztüfekçi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.