Bu ekonomik politika; sonuçları önceden belli, bile isteye izlenen bir ekonomi politikası oluğu için, buna 'hata' diyemeyiz. Olsa olsa suç olur.
O yüzden bugünkü durumu, "izlenen yanlış politikalar sonucu" diye başlayan cümlelerle tanımlayamazsınız.
Yaşadıklarımız en açık deyimle, "Emperyalizmin ülkemize, işbirlikçi yönetimler aracılığıyla müdahalesidir."
Doların ani fırlamasından önce Uluslararası Finans Enstitüsünün(IIF) hesabına göre Türkiye’ye bu yıl 51.3 milyar dolarlık yabancı sermaye girişi bekleniyormuş.
Ancak yeni duruma göre yeniden güncellenecek.
IIF'nin Sermaye Piyasaları Başkan Yardımcısı Emre Tiftik ABD'nin piyasaları karıştırdığını kabul ediyor.
Ancak yeni duruma göre yeniden güncellenecek.
IIF'nin Sermaye Piyasaları Başkan Yardımcısı Emre Tiftik ABD'nin piyasaları karıştırdığını kabul ediyor.
Verdiği röportajda, Piyasalardaki yabancı yatırımcıların büyük bölümünü ABD'li yatırımcılar oluşturduğunu söylüyor.
Ancak Emre Tiftik; "tüm bunlara karşın ABD, piyasaların karışmasında tetikleyici bir unsur olsa da sorunların temelinde yine Türkiye ekonomisindeki dışa bağımlılık problemi yatıyor." diyor.
Eğer Küresel finans şirketlerinin sözcüsü konumunda bir kuruluşun yetkililerinden biri bunu diyorsa söylenecek fazla bir şey yok.
Tek söyleyeceğimizi yukarıda söyledik zaten. Bu dışa bağımlılık nasıl oluştu? Daha doğrusu nasıl bu dereceye ulaştı? Karşılıklı işbirliğiyle değil mi?
Tek söyleyeceğimizi yukarıda söyledik zaten. Bu dışa bağımlılık nasıl oluştu? Daha doğrusu nasıl bu dereceye ulaştı? Karşılıklı işbirliğiyle değil mi?
Dışarıdan gelen sıcak parayla, Gayri Safi 'Milli' Hasılayı köpürterek yürütülen bir ekonominin bu hale gelmesinin beklenmemesi -her iki taraf açısından da- mümkün mü?
Buna, "karşılıklı bir işbirliği, hatta belli bir amaca yönelik ortak bir operasyon" denmeyecek de ne denecek?
Bu ekonomi politikasının bu günkü arızaları vermesi bana kalırsa -beni bırakın ekonomistlerin de söylediği üzre- gecikti bile.
Bugün aniden kesilen 'net hata noksan' fazlaları olmasa, yani kaynağı belirsiz döviz girdileri olmasa izlenen ekonomi politikası bugüne kadar gelir miydi?
Neden şimdi kesildi?
Neden Anayasa Oylamasını, neden Cumhurbaşkanlığı Seçimlerini bekledi?
Neden Anayasa Oylamasını, neden Cumhurbaşkanlığı Seçimlerini bekledi?
Fazla uzatmaya gerek yok; bugünkü duruma adım adım, bile isteye, kasıtlı olarak izlenen politikalar sonucunda gelindi.
Var olma, ayakta kalma savaşında olan ülkemizin ekonomik alt yapısı korumasız bırakılarak, adeta Küresel Finans Aktörlerine, dolayısıyla Küresel kapitalizme ve emperyalizme şike yapılmıştır.
Şikeler tek taraflı değildir. Karşılıklı olur.
Bu kriz bugün ortaya çıkıyorsa bunun bir nedeni olmalı.
Hem de öyle bugün ortaya çıkan bir durumun sonucu olarak değil, öteden beri bilinen, hesaplanan, adım adım koşulları hazırlanan bir nedeni olmalı.
Var olma, ayakta kalma savaşında olan ülkemizin ekonomik alt yapısı korumasız bırakılarak, adeta Küresel Finans Aktörlerine, dolayısıyla Küresel kapitalizme ve emperyalizme şike yapılmıştır.
Şikeler tek taraflı değildir. Karşılıklı olur.
Bu kriz bugün ortaya çıkıyorsa bunun bir nedeni olmalı.
Hem de öyle bugün ortaya çıkan bir durumun sonucu olarak değil, öteden beri bilinen, hesaplanan, adım adım koşulları hazırlanan bir nedeni olmalı.
ABD ile Türkiye arasındaki krizin Papaz'a bağlanması büyük bir aldatmaca...
Trump'la Erdoğan'ın birbiriyle papaz olmasının nedeni, Rahip Brunson olabilir.Ama ABD ile Türkiye'nin krizin asıl odağı Ortadoğu meselesidir.
ABD, Erdoğan-AKP iktidarının bunca yıldır süregelen ekonomi politikalarının ülkeyi soktuğu zor durumdan yararlanarak Türkiye'yi, Ortadoğu'da kendi hesapları doğrultusunda hareket etmeye zorluyor.
ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik planlarının -ki bu planlar Küresel Kapitalizmin krizini ötelemenin tek çaresidir- önündeki en önemli engel İran'dır.
Pek fazla gündeme gelmiyor ama, Suriye Rejimi bütün işgalcileri yavaş yavaş topraklarından atıyor.
Batı Emperyalizminin en büyük Ortadoğu operasyonu Suriye'de tıkanmış durumda.
ABD bunun öncelikli sorumlusu olarak önce İran'ı görmekte.
Ve bunda da haklı. Çünkü İran Ortadoğu'nun en büyük yerleşik gücü.
Sadece Suriye değil, Irak, Yemen ve Bahreyn gibi ülkelerdeki gidişatı da belirleyici ölçülerde etkiliyor.
Üstelik bir ulusal devlet, ulusal bir ekonomiye sahip, kendi kendine yetiyor ve ABD, İran'ın yönetimini Ortadoğu'daki diğer bir çok ülke -örneğin Türkiye- gibi yönlendiremiyor.
Dolayısıyla ABD'nin asıl ve öncelikli hedefi Türkiye'den de önce İran...
ABD Türkiye'yi, İran'a ve Suriye'ye yönelik operasyonlarda kendisiyle birlikte davranmaya zorluyor.
Aslında ABD tüm dünyayı İran'a karşı kendisiyle birlikte davranmaya zorluyor. İran'a karşı ilan boykota katılmayacak ülkeleri çok başarılı olmasa da tehdit ediyor.
Ancak Türkiye'den istedikleri bunun ötesinde... Bu konuda Türkiye'ye karşı daha cüretkâr.
Bunun nedeni sadece Türkiye'nin coğrafi konumu değil.
Bu cüretkârlığın asıl nedeni tek adam faktörü... ABD'nin 16 yıl, hatta hazırlık aşamalarını da hesaba katarsak 16 yıldan daha fazla bir süredir bir emeği var bu tek adam rejiminin oluşmasında...
Suriye'de elde ettiği konum da -uzunca bir süredir zaten fiili olarak devam eden bu tek adam rejimi sayesinde olmadı mı?
Türkiye'de eğitilen ÖSO miltanları, Erdoğan'ın 'Eset' takıntısı, Salih Müslim'e gösterilen itibar..?
PYD ile birlikte oluşturdukları askeri üsler, denetimin de tuttuğu Suriye toprakları, Kürt Hareketinin (bu arada PKK'nın) giderek güçlenmesi ve ABD'nin vurucu güçlerinden biri konumuna gelmesi de Türkiye'nin yönetim tarzının (güçlü lider, güçlü parti) sonucu değil mi?
ABD'nin Türkiye'den beklediklerinin bu kadar cüretkâr olmasın normal değil mi?
Tamam da her şey o kadar kolay olmuyor.
Tek adam da her istediğini o kadar yaptıramıyor.
Örneğin Türkiye'nin Rusya ve Çin'le olan stratejik ortaklığı tek adama rağmen aksaklıklarıyla birlikte de olsa devletler bazında, tek adama rağmen yürüyor.
Bu durum, ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik planlarının önünde en az İran'ın varlığı kadar önemli bir diğer sorun.
İşte bu sorun bugünkü krizin asıl odağı.
Kriz derken bir planın parçası olarak, mizansen gereği ortaya çıkartılan suni bir krizden söz etmiyorum.
Kelimenin tam anlamıyla bir krizden, bir çıkmazdan söz ediyorum.
Her ne kadar bu operasyon ABD'nin Türkiye'ye yönelik bir girişimi olsa da asıl açmazda olan Erdoğan...
Çünkü ABD ve Türkiye arasındaki bu krizi çözmek zorunda olan, Erdoğan...
Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Devletini ABD'nin isteklerini yapmaya ikna etmek zorunda...
İkna etmek ya da zorlamak ya da mekanizmaları bu yönde çalıştırmak ya da aykırılıkları gidermek.!? Ne şekilde ifade ederseniz edin sonuçta o kadar da kolay değil.
Kriz sadece ABD ile Türkiye arasında değil, aynı zamanda Erdoğan'la Türkiye Cumhuriyeti arasında..!!
Aslında Erdoğan'ın son seçimlerde kazandığı gücü hesaba katarsak zaman içinde bu krizi çözmesi mümkün.
Ne var ki bu krizi çözmek için Erdoğan'ın fazla zamanı yok.
Hatırlayalım. 24 Haziran Seçimleri 2019'da yapılacaktı. 2018'e çekilmesinin nedeni de Erdoğan'ın zamana karşı yarışmak zorunda olması.
Bu zaman yetersizliğin temelinde de aynı nedenler vardı.
Bu konuyu içeren bir yazımı seçimler öncesinde, 12 Mayıs 2018'de paylaşmıştım. (*)
O yazıda da anlatmıştım.
Bunca zamandır Erdoğan'a tanınan ve son tarihi -biraz daha güç biriktirmesi adına- sürekli ertelenen avans bitti.
Çünkü Tarihin de Ortadoğu'da ABD'ye tanıdığı avans bitti. Ya Ortadoğu'da var olacak, buradaki stratejik konumu nedeni ile Dünyayı tekrar hizaya sokacak ya da hayallerini uzun süre ertelemek zorunda kalacak.
Yani ABD'nin açmazı aynı zamanda Tek Adam Rejiminin de açmazı.
Ama aynı zamanda Tek Adam Rejiminin de açmazı ABD'nin açmazı.
Bu açmaz Türkiye Solunun, en geniş anlamda Tek Adam Rejimi muhalifleri için fırsat olabilecekken ne yazık ki açmaza dönüşmüş durumunda.
Muhalefetin bir kısmı Tek Adam Rejimi ile Türkiye'yi bir tutarak Tek Adam Rejiminin açmazını sahiplenirken bir kısmı da ABD'nin Türkiye'ye yönelik baskısını yok sayarak dolaylı olarak ABD'nin açmazını sahipleniyor.
Aslında her ikisi de ortak bir yanlıştan kaynaklanıyor. 16 Nisan Referandumu ve 24 Haziran seçimlerini kabullenmek, daha da ürperticisi benimsemek...
Bunun sonucu olarak da ; Tek Adam Rejimi ile Türkiye aynı yere konulmuş oluyor.
Örneğin Sözcü gazetesi; Erdoğan'ın ayakları havada, göstermelik bir mücadele biçimi olan "Dolarını Lira'ya çevir" demagojisine kanıp bankaların önünde birikenlerin fotoğrafları eşliğinde birinci sayfadan manşetler atıyor.
Erdoğan'ın açmazını sahipleniyor.
Diğer yandan Türkiye Solunun bir kesimi da yaşanan krizi Erdoğan'ın anti demokratik uygulamaları yüzünden ABD ve Avrupa ülkeleriyle ilişkilerinin bozulmasına bağlıyorlar.
Ekonominin kurallarına uyulmamasının sonucuna bağlayanlar da az değil. Sanki, "kapitalizm aslında adil bir oyun. İyi oynarsan sorun yaşanmaz" demeye getirerek, Erdoğan yönetimini eleştirmek adına kapitalizm ve emperyalizm aklanmış oluyor.
Onlara göre; Erdoğan kişisel kaprisleri yüzünden gelişmiş ülkelerle, kapitalist ülkelerle kavga ediyor ve biz de bu sorunları yaşıyoruz.
Yani Doların bu kararlı yükselişi sonucunda emekçi kesimlere dayatılan yüksek faiz ve yüksek enflasyonun temel nedeni hemen bütün kesimlerce 'papaza' bağlanmış oluyor.
Evet..! Hemen bütün kesimlerce, başta Erdoğan olmak üzere...
Basit, ama ustaca işleyen bir "Cambaza bak cambaza" aldatmacası...
Zarrap Davası ile ilgili olarak Erdoğan vermişti bu örneği. Şimdi aynı aldatmacanın 'Papaz' Versiyonunda bizzat kendisi rol alıyor.
Birileri, küresel bir algı odağı bize, "PAPAZA BAK PAPAZA..!?" derken, birileri arkalarda bir yerlerde cehennem giden yolu döşemeye çalışıyorlar.
Korkum, ABD ve Tek Adam Rejimi arasındaki mutabakatın Türkiye Cumhuriyetine dayatma operasyonunun başarıya ulaşması.
Belki de çok önemli bir fırsatın aymazlığımız sayesinde bir felakete dönüşmesi...
Tek Adam Rejimi emperyalist bir projedir.
Emperyalizme ve Küresel kapitalizme karşı olmadan tek adama karşı olmanın bir anlamı yoktur.
Aynı şekilde Tek Adama karşı olmadan da Emperyalizme karşı değilsin.
Nadi Öztüfekçi
16 Ağustos 2018
(*)ERKEN SEÇİM GERÇEKTE NEYİN ELZEM ÇÖZÜMÜ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.