Aslında bana alınmamıştı da ben öyle sanıyordum. Çünkü bana öyle dendi.
Kurban bayramından bir iki ay önce alıp, bodrumumuzda beslemiştik.
Henüz okula da gitmediğim için hemen her şeyi ile ben ilgilenmiştim.
Beslenmesi, suyu, zaman zaman evimizin hemen yakınındaki şimdi tamamıyla binalarla dolmuş Dermen(Değirmen) Dağında otlatılması falan hep bana aitti.
Adı "Tümtüm Kuzu" idi. Neden öyleydi hatırlamıyorum. Sanırım babamın bana özel uydurup anlattığı masallardaki kuzunun adıydı.
Bakkala gittiğimde, sokakta oynadığımda hep benimle olur, sürekli bir metre arkamdan beni takip ederdi.
Evimiz o zamanlar Menemen'in tipik evlerindendi.
Avluya bakan odalar, "hayat" diye adlandırdığımız sadece üstü kapalı bir alan ve bugünün bir anlamda balkonu yerine geçen sofa...
Tümtüm, hemen sofanın altında kapısı olan bodrumda kalırdı.
Akşamları benden ayrı olduğu için sürekli meler dururdu.
Bir yaz akşamı hep birlikte sofa da otururken, nasıl becerdiyse, bodrum kapısını açmış, merdivenlerden çıkıp, sofaya, benim yanıma, kıvrılıp yatmıştı.
Zaman zaman, çocukların da alındığı, komşulara akşam gezmesine gittiğimizde, aklım Tümtüm'de olur, bir an önce yanına gitmek isterdim.
Bunu bilen büyükler kızdırmak için, "Tümtüm Kuzu'yu çalmışlar" diye bana takılırlar, ben de şaka yaptıklarını anladığım halde, telaşla eve gider, bodrumda Tümtüm'ü kontrol ederdim.
Okul öncesi en büyük eğitimimi Tümtüm sayesinde almıştım.
Sorumluluk, esirgeme, dostluk, arkadaşlık, diğer bir canlı türüyle ilişki kurma, ama en önemlisi sevme ve sevilme...
Bir de... Ne yazık ki; çaresizlik, hayal kırıklığı, haksızlığa uğrama duygusu, koruyamama ve bundan dolayı duyduğum suçluluk duygusu.
Meğer Tümtüm Kuzu bana ait değilmiş.
Kurban bayramında kesilmek üzere, küçükten alınıp besleyerek daha ucuza çıkması için getirilmiş bir kurbanlıkmış.
Bu gerçeği kurban bayramı sabahı, aynı zamanda yakınımız da olan bir komşumuzun eve gelmesiyle anlamıştım.
Bana dönüp gülerek, “o kadar besledin şimdi bir güzel kavurmasını yersin” demiş, ben bunu her zaman takıldıkları gibi bir şaka sanmıştım.
Ama ortaya halatlar, satırlar, bıçaklar çıkınca, işin gerçek olduğunu dehşet içerisinde anladım.
Hatırladığım ilk ve en büyük isyanımdı.
Ortalığı ayağa kaldırmıştım.
Ne benim tepinmelerim, bağırmalarım ne de bana yanıt veren Tümtüm’ün melemeleri kar etmedi.
Ben yukarıda hayat dediğimiz alanda zorla tutulurken, sofanın altında kestiler Tümtüm'ü.
Onu kurtarmak,oraya gitmek için çabalarken tahta sofanın aralıklarından kesildiği anı da görmüş oldum.
Masallarda defalarca aslanların, kaplanlarının pençesinden kurtardığım Tümtüm kuzu
gözlerimin önünde kesilmişti.
Sanırım Tümtüm Kuzu sayesinde aldığım en büyük ders;”Gerçek hayat masallardaki gibi değil” oldu.
En çok da benim bağıra çağıra ağlamamı, çocukça tehditlerimi “evin en küçük çocuğunun şımarıklığı” olarak gören kasabın, benimle alay etmesi, kendince şakalaşmaları koymuştu.
Gülerek, “bu çocuk hanım evladı olacak” diyordu.
O zamanlar ne anlama geldiğini anlamadığım ‘hanım evladı’ deyimini ilk defa duymuştum.
Bir çocuk olarak annem ve babama kondurmadığım suçu ona bulmuş, bütün öfkem ona yönelmişti.
Şimdi düşünüyorum da; hayatım boyunca benle beraber büyümüş, gelişmiş, birçok kez yerli yersiz patlamış, başıma bir dolu bela açmış, zamanla benimle yaşlanmış olan öfkemle yol arkadaşlığım belki o gün başlamıştı.
Hiç de o kasabın dediği gibi “hanım evladı” olmadım. Çocukluğum bazı komşu teyzelerin dediği gibi mahallenin başına bela olmakla geçti. Akranlarımla güya birini diğerine karşı korurken iki de bir dövüştüm, dövdüm, dayak yedim. Defalarca dayak yememe karşın benden büyüklere kafa tuttum.
Kasabın elinden kurtaramadığım Tümtüm Kuzuları yaşamımın değişik evrelerinde, değişik şekillerde gerçek hayatta kurtarmaya çalıştım.
Doğruyu söylemek gerekirse çoğu kez başarısız oldum. Haksızlığa karşı kavga etmeye çalışırken bir başka haksızlığa neden olunabileceğini de gördüm.
Elbette bunun birçok nedeni var. Ama en önemli neden, öfkeyle bütünleşmemdi.
O çok yakındığım öfkemi aslında çok sevdiğimi, daha az öfke duyup, daha çok düşünmek gerektiğini çoktan anladığım halde anlamamazlıktan gelmiştim.
Öfkeme hatır güttüm, onu besledim, ondan beslendim.
Şimdi itiraf etme zamanı…
Haksızlıklarla mücadele etmek için öfke kesinlikle yetmiyor.
Tümtüm Kuzuları sadece öfke duyarak kurtaramazsınız.
Şu an benim 54-55 sene önce yaşadığım travmayı binlerce çocuk yaşıyor.
Herkeste bendeki etkiyi bırakmayabilir.
Kimisinde öfke, kimisinde içerilerde gizlenmiş sinsi bir kin, kimisinde süregelmiş olana biat, gücün karşısında sinme gibi etkileri olabilir.
Çaresizlik, öz savunma mekanizmasının etkisi ile vefasızlığa dönüşebilir, hatta güçsüzün içine düştüğü durum, güçsüze öfke duymayı getirebilir.
Ama şurası bir gerçek. Böyle travmalar çocuklarda kesinlikle iyi etki bırakmıyor.
Sadece çocuklarda mı? Toplumda, hepimizde…
Bir güçlüyle iyi geçinebilmek, o güçlüden beklentilerine kavuşmak için bir güçsüzü kurban etmek..?
İyilik yapmanın bin bir yolu olduğu halde bu vahşetin bir “iyilik” olduğuna kendini inandırmak algılarımızı zorlamak gibi geliyor bana.
Karşıyım, sonuna kadar karşıyım.
Ancak dediğim gibi Tümtüm Kuzuları sadece öfke duyarak kurtaramazsınız.
Sosyal medyada kurban bayramı ve kurban kesmekle ilgili paylaşımları, atılan twitleri, açılan tagları gördüm, okudum.
Ben de bir iki twit atıp, birkaç satır paylaştım.
Benimle birlikte yaşlanan, birazcık yılgınlaşan, ama biraz da yaşadıklarından ders çıkaran öfkem yine benimle beraberdi.
Bazı dostlarım ise, belki hala diri tuttukları öfkelerinden dolayı, belki de gerçek hayatın destanlarla uyuşmadığını görmezden gelip unutarak, kurban bayramını kutlayanlara bile öfke saçıyorlar.
Elbette kendileri bilir ama ben yine de hatırlatmak istiyorum.
Tümtüm kuzuları kurtarmak için öfke yetmiyor.
Bilgi, vicdan, mantık ve samimiyet gerekiyor, sabırlı ama kararlı çaba gerekiyor.
Öfkeyi bayramlara değil, kurban etmeye duyun.
Binlerce yıllık güce tapınma anlayışının bizzat kendisine yöneltin, bu anlayışın kurbanlarına değil...
Bir şeyleri düzeltebilmek için birlikte olman gereken, üstelik hızla tükenen dostlarınızı kolay harcamayın.
Tümtüm Kuzuları kurtarma ümidini karartmayın.
Bu arada...
Evet öfke kesinlikle yeterli değil ama gerekli.
Yoksa Tümtüm Kuzuları kurtarma gücünü nasıl bulacaksınız?
Ama kime yöneltilmesi gerektiğini bilmek ve düşünmek gerekiyor.
12 Eylül 2016
Nadi Oztüfekçi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.