Genel kullanımı ise sohbetten öte bir tartışma anlamında. Yani bir fikri savunup karşı tezleri çürütme anlamında da kullanılabilir.
Hangi anlamda olursa olsun düzeyi düşürmeden yapılan polemiklerin yararlı olduğunu düşünüyorum
Aşağıda, yaptığım bir paylaşımım altında süren bir polemiğin bir kısmı var.
Uzun süreden beri düzeyli ve yararlı olduğunu düşünmediğim polemiklere girmiyorum.
Ama aşağıdaki tartışmanın düzeyli ve yararlı olduğunu düşündüm.
Facebook sayfalarında yabana gitmesine razı olamadım.
O yüzden bu polemiği bloguma taşıdım.
Böylece facebookta teknik olarak yapamayacağımız vurgulamaları da yapabilirim diye düşündüm.
Polemik muhatabımın önceki yorumlarımdan alıntıladığı bir söylemim ile başlıyor.
Ve arkasından kırmızı ile vurgulanan kendi yanıtı ile devam ediyor.
Ben de kendisinin yorumunu paragraflara bölerek, ama belli bir bütünlüğü korumaya da çalışarak yanıtladım.
Yani aradaki kırmızı yazıları çıkarılsa da normal bir yazı gibi okunabilmesini istedim.
Evet, kırmızılar muhatabımın siyahlar da benim ifadelerim. Karar sizin.
“Demokratik Konfedaralizm denilen bir sistemi sırf Kürtler istiyor diye niye benimseyeyim?
Ben ulusal devleti savunuyorum.
Zira Ulusal Devletin ortadan kalkması sosyal devletin ortadan kaldırılmasının birinci aşamasıdır.
Konfedaralizm, Küresel Kapitalizmin dünyaya dayattığı bir sistemdir.
GATS, TISA, TAFTA ve benzerleri gibi anlaşmaları kolayca hayata geçirebilmenin yoludur.”
Küresel kapitalizmin neden konfederalizm dayattığını anlamış değilim. Sadece İngiltere örneği ile şunu söyleyebilirim, İngiltere İsloçya, Galler, Kuzey İrlanda’ya daha çok özerklik verdi ama bunun asıl nedeni kapitalizm eskisi gibi yönetemiyor, o halkları susturabilmek için kendi parlementolarına ve de o parlementolara geniş yetkiler verdi. Bunlar o anlamda sermayenin bir ihtiyacı değil sadece düzenin daha sağlıklı yürüyebilmesi için gerekli idi.
Bunun gümrük anlaşmalarını daha kolay hayata geçirilebilmesiyle hiçbir ilgisi yok çünkü bütün bu federal çözümlerde birçok kilit mesele (dış ilişkiler, savunma, ekonomi) merkezi hükümetin elinde.
Yanıt vermeden önce; yukarıda sözünü ettiğim ve sonrasında sıklıkla sözünü edeceğim 'Ulusal Devlet'in 'Ulusal' kısmından ne kast ettiğimin anlaşılması gerekir.
Bu yazıyı uzatmamak için daha önce bu konuda yazdıklarımla ilgili yazımın linkini aşağıda verdim. (*)
Şimdi yanıtlamaya geçebilirim.
Küresel Kapitalizm kendi öncülüğünü ve tetikçiliğini yapan ülkelere bile her türlü kamusal yapılanmaların ve kurumların (belediyeler, devletler-ve hatta devletin politika üreten kurumlarının- sosyal güvenlik kurumları kamusal hizmet kurumları vs.) çözülmesini dayatır.
Bunların içinde –parantez içinde belirttiğim gibi- devletler de vardır.
Artık ne ulusal pazar alanlarının ne de devlet kurumlarının kendisi için önemi kalmamıştır.
İngiltere ne Galler’de ne Kuzey İrlanda’da yönetimini engelleyecek öyle aman aman bir başkaldırı veya huzursuzluk yokken bunu yapmıştır.
Bu zaman dilimi içinde yapmasının nedeni, artık devletlerin daha demokrat olmasından dolayı ya da eskisi gibi yönetemeyeceğinden dolayı falan değil.
Tam da dediğin gibi “sadece düzenin (küreselleşmiş kapitalist düzenin) daha sağlıklı yürüyebilmesi için” yetkilerinden feragat ederken yükümlülüklerinden de kurtulmuş oluyor.
Ulusal bazdaki kamusal yükümlülüklerinden, görevlerinden de kurtulmuş oluyor.
Emek kesiminin ulusal çapta örgütlenmesinin ve direncinin de önüne geçiyorlar.
Sermayenin bence tek bir hedefi var büyümek, ve de yayılmak, en küçük birimlere kadar yayılmak. Bunun önündeki engeller sermaye için engeldir. Özelleştirmeler, paranın değerinin piyasa tarafından belirlenmesi (MB’lerin özerk olması), ülkelerin yasalarının yabancı sermaye için uyumlu olması vb. Bunların olabilmesi için konfederalizm gerekmiyor, o yüzdende bence sermayenin böyle bir dayatması ya da gereksinimi yok.
Ulusal devletle sosyal devletin hiçbir bağı yok. Federal bir devlet neden sosyal olamasın bağı anlamakda zorlanıyorum. Hizmet ticaretini anlıyorum, sermaye için açılacak bir alan ama bunun ulusal devlet ya da konfedarasyon olmasıyla hiçbir ilgisi olamaz.
Çünkü tam da dediğin gibi sermayenin tek bir hedefi var; “büyümek ve de yayılmak, en küçük birimlere kadar yayılmak”… Ben bunu büyümek, yayılmak ve derinleşmek olarak tanımlıyorum. Fark etmez aynı yere çıkıyor.
Bunu zorunlu olarak, kendi varlığını sürdürmek ve krizini ötelemek için yapmak durumunda.
Fakat burada bir ayrıntıyı gözden kaçırmamak gerekiyor. Sözünü ettiğim GATS, TISA, TAFTA ve TTIP (onu unutmuştum) gibi anlaşmalar uluslar arası anlaşmalardır. Sıradan bir anlaşma değil.
Örneğin sadece ticari değil, siyasi anlaşmalardan, en önemlisi, DTÖ kurallarının, egemenlik haklarının üstünde olduğu ve ileriyi de bağlayacak antlaşmalardan söz ediyorum.
Yani o özerklik tanınmaları, aslında zorunlu bir rızadan öte gönüllü bir planın parçası. Tıpkı TTIP’ın örgütleniyor olması gibi…
TAFTA ve TTIP'ı incelersen görebilirsin, büyük devletlerin kendi ayaklarına kurşun sıkması gibi bir şey... Devletler diğer tüm niteliklerinden arındırılarak Küresel Kapitalizmin o ülkedeki karakolları ya da güvenlik ve kontrol noktalarına dönüşüyorlar.
Kendi ülkelerindeki ulusal egemenlik haklarından vazgeçiyorlar…
Yani bu zamana kadar tepe tepe kullandıkları devlet mekanizmaları artık sermaye için bir yük teşkil ediyor…
Çünkü bu devlet mekanizmalarını, bu güne kadar yapılan hak kavgalarının sonucu olarak -şu ya da bu ölçüde- zorunlu olarak paylaşmak zorunda kalıyorlardı.
Artık; çevreci, sosyal demokrat, sosyalist hatta komünist partilerinin de söz sahibi olduğu AP’da (Avrupa Parlamentosunda) alınan kararlara kısmen de olsa uyulmak zorunda olunan AB gibi birliktelikler bile ayak bağı oluyor.
O yüzden TTIP gibi ticaret odaklı anlaşmalar gündeme geliyor.
Sadece ulusal devletler değil, her türlü kamusal kurum ve mekanizmalar hedefte.
Federalizm, bu çözülme sürecinin vazgeçilmez değil ama, kullanışlı bir aşaması.
Elbette bu aşama illa yaşanması gerekmiyor onlar için. Becerebildikleri ölçüde bu aşamayı yaşamadan da süreci yürütürler.
Balkanlarda bunu yaptılar.
Ama bunu yaparken o ülkelerin federal sisteme yakın yapısından da yararlandılar. Kan da döktüler, yıkım da yaptılar.
Bu aşamayı iç savaş, kaos veya bölgesel savaşlar yöntemi ile de geçebilirler.
Evet, Ulusal Devletler Sosyal Devlet olmanın garantisi değildir.
Bütün kuruluşların yerine küresel şirketlerin geçmesi zaten Özal’dan başlayan ve AKP’nin de hızla yaptığıdır.
Dediğin gibi, bu sosyal devleti kadükleştirme girişimleri Ulusal Devlet tarafından da -Özal zamanında daha ağırlık olarak- yapıldı.
Ama Özal da -o zaman için pek açıkça dillendiremese de- federalizm taraftarıydı.
Aynı zamanda 24 Ocak Kararlarının da mimarı…
Çünkü federalizm, özellikle Ulusal Devletten dönüştürürlüyorsa, devletin sosyal tüm yanlarından kurtulmanın bir fırsatı, çok geçerli bir yoludur.
Özellikle Türkiye açısından baktığımızda Federalizmi, Küresel Kapitalizmin küresel çapta “kendi varlığını sürdürmek ve krizini ötelemek” operasyonunun Türkiye ayağı olarak yorumluyorum. Ulusal Devlet-Sosyal devlet bağlamında bu bakımdan organik bir ilişki var.
Federal sistem yaşanan bu sürecin bitirici aşamalarından biridir.
Herhalde artık devletin elinde kalan şirket sayısı çok azdır, sermaye girişi için hepsi satıldı, satılıyor. Sermaye kendisine alan açıyor ve de bunu savunduğun ulusal devlet olarak yaptı ve de yapıyor.
Yukarıda da değinmiştim. Mesele sadece özelleştirme değil. Ekonomide ulusal egemenlikten vazgeçilmesi süreci yaşanıyor.
Örneğin Küresel bir Şirketin, kamusal bir kurumu hatta devleti mahkemeye verebilmesinin ne anlama geldiği üzerine akıl yürütelim.
Küresel bir sigorta şirketi SGK’nu mahkemeye verebilecek. Haksız rekabetten mahkum ettirebilecek.
Federalizm de SGK gibi ulusal olması gereken kurumlar üzerindeki ulusal egemenlik hakkı tehlikeye gireceği ve yerel sosyal güvenlik kurumları piyasa koşullarında Küresel Sigorta şirketlerine karşı rekabet edemeyeceği için bu durum, çalışanların emeklilik ve sağlık gibi haklarının üzerinde katmerli bir tehlike yaratacaktır.
ABD’de zaten kadük olan haklar eyaletlere göre sosyal güvenlik kuralları fark ediyor.
Türkiye uygulamasında bu konuda nasıl bir süreç yaşanacağını bilemiyoruz.
O koşullarda ulusal bir kurum olmaktan çıkarılması çok daha kolay olacak. Böylece kamusal bir yükümlülük olmaktan da çıkacak.
Şu anda HDP programında buna ilişkin sorunların nasıl çözüleceği üzerine bir madde yok.
Havada bırakılmış. Sanki “biz özelleştirmelere karşıyız” demek yeterliymiş gibi…
Bu noktada “biz kamusal hak ve hizmetlerin yerelleştirilmesini istediğimizi söylemiyoruz ki...” denilebilir.
Ama istemediklerini de söylemiyorlar. Nelerin ulusal düzeyde kalacağını, nelerin yerelleşeceğini belirtmiyorlar. Esasen ulusal kavramının tabu olduğunu da düşünürsek..?
Ayrıca; Türkiye’de bu sistemin gündeme gelmesi Kürt Hareketinin dayatması ile oldu.
Sağ olsun Kürt Hareketi, bizim iyiliğimizi(!) de düşündüğü için bunu tartışıyoruz. Yani işin arkasında etnik kaygılar var.
HDP’nin açılımı bile “Halkların” diye başlıyor.
Yani konfederalizm etnik unsurlar üzerinden temellenecek. Çok uzun çekişme, kavga ve savaşlar sonunda yerleşecek.
Bu öngörü benim değil. Bunu Kürt Hareketi adına yazan ve çizenler söylüyor.
Onlara göre, “bölgemiz devrimler çağını yaşıyor ve elbette sancılı olacak”
Yine onlara göre; Zaten TC yıkılacak ve yıkılması gerekir.
Artık Küresel kapitalizmin nezaret ve gözetiminde yapılan bu formatlama ne mene bir devrimse, o devrimden sonra ortaya çıkacak olanın emekçiler için ne getireceği bence şimdiden belli.
Ortaya sadece devletimsi şirketler çıkar.
Emekçilerin hissesinin olmadığı, vatandaşlarının (daha doğrusu müşterilerinin) hissesi oranında eşit(!) olduğu Şirket-devletçikler…
Bizim asıl kavgamız kapitalizm ile ama kapitalizmi sadece sermaye olarak görmemek lazım, bütün bir ilişkiler ağıdır, özel mülkiyetdir, ücretli emekdir, meta üretimidir, değer yasasının işlemesidir. Bizim verdiğimiz kavga bu dünyanın ters yüz edilme kavgasıdır. Ulusal devlet ya da konfedarasyon bizim için geçilmesi gereken duraklar değildir. Ne ulusal devlet ne de konfederasyon kavgamız vardır. Bu düzenin bütün haksızlıklarına karşı tutarlı kavga vermeden bu lanet dünyayı tersyüz edemeyiz.
Yukarıda Kapitalizmi ne olarak gördüğümü zaten açıkladım.
Çok doğru, dünyayı ters yüz etmek lazım. Ama önce emekçiler olarak var olmamız gerekir. Kapitalizmin, “sadece düzenin daha sağlıklı yürüyebilmesi için gerekli gördüğü” formatlamalar da dahil olmak üzere, her girişimine karşı direnç oluşturmak gerekir.
Bu dünya bizim. Bugüne kadar mücadele ve emek sonucunda oluşturduğumuz kurumlar da değerler de ve yok edilmeye çalışılan yaşamsal kaynaklar da bizim.
Ülkeler, yurtlar da… Eğer bu dünya değişecekse emekçilerden, yoksul insanlardan yana değişmeli.
Her ne yönde olursa olsun değişsin, yeter ki değişsin mantığı sermayenin istediği yönde değiştirmesinin payandası olmamızı getirecektir.
(*) EMEKÇİ ULUSLAR ya da ULUSLARIN EMEKÇİLEŞMESİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.