Erdoğan'ın CumhurSultanlığı için Anayasa değişikliğini hangi koşullarda kabul ederdiniz?
Sosyal medyaya yansıyan bazı paylaşımlarda sanki bunun olabilirliği üzerine yaklaşımlar seziyorum.
Hem de birbirine ters köşelerden...
Örneğin Türkiye'nin ABD ve AB ülkeleri yerine Rusya, Çin vs ile ilişkilerini geliştirmesini isteyen kesimler bu konuda Erdoğan'a güveniyorlar.
Erdoğan'ın Cemaatin yaptıklarını gördükten sonra milliyetçi tarafı seçtiği, ama bu konuda yalnız kaldığı gibi tespitler(!) yaparak "Erdoğan'ı desteklemek gerekir" demeye getiriyorlar.
Karşı köşeden de benzer bir tespit(!) ön plana çıkıyor.
Derin devletin Erdoğan'ı ele geçirdiği üzerinden yapılan bu tespit şöyle devam ediyor:
"Erdoğan kendisini yalnız ve güvencesiz hissediyor.
Başkanlıkta ısrar etmesi ve Kürt Hareketine karşı saldırgan davranması da bu yüzden…
Eğer Başkan olursa kendini güvencede hissedecek. O yüzden; "Seni başkan yaptırmayacağız" politikasında ısrar etmemek lazım."
Onun yerine anayasanın daha demokratik(!) olması, sekteye uğrayan "Çözüm Sürecinin" önünü açacak değişiklikler konusunda ısrarcı olmak gerekir gibisinden söylemlerle , "Erdoğan'ın başkanlığını desteklemek gerekir" demeye getiriyorlar.
Tahminim bu,"demeye getirme" işi yakın zamanda açıkça “demeye” dönüşecek.
Erdoğan Küresel Kapitalizmin bir projesi olarak ortaya çıktığından beri birbirine ters gibi görünen kesimler tarafından sürekli desteklendi.
Zımnen veya açıkça...
Şu anda da bu destek aynen devam ediyor.
Örneğin şu Fırat Kalkanı, El Bab ve Musul operasyonu da öyle...
Çin Halk Cumhuriyeti'nin Türkiye Büyükelçisi ya da ekonomik ataşesi misyonunu üstlenen Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Ulusalcı hamasetle Erdoğan'ın yayılmacı politikasına açık destek veriyor.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP’sine gelince; nedense izlediği muhalefet çizgisini “bir yerlere onaylatmak” gibi kronik bir kaygı taşıdığından "kerhen" de olsa destekliyor.Bir türlü temsil ettiği tabanı ve potansiyel oy alabileceği geniş kesimlerin rızasını alabilecek tutarlı bir politikada ısrar edemiyor.
Yükselen trendler doğrultusunda hegemonyanın yönlendirmesi etkisinde kalıyor.
Bir başka destek de hemen hemen benzer temelde Kürt Hareketinden geliyor.
Selahattin Demirtaş tutuklanmadan önce son gurup toplantısında Türkiye'nin Ortadoğu'da söz sahibi olması ve bu konuda müdahaleci bir politika izlemesini "normal" karşıladığını söylemişti.
Demirtaş'ın tek itirazı, Erdoğan'ın partnerlerini iyi seçmediği noktasındaydı.
Demirtaş’a göre Erdoğan, bir yanına PKK'yı, bir yanına da PYD'yi almalıydı.
Ayrıca Habur Gösterilerinden sonraki ilk Nevruz Bayramında okunan Öcalan'ın mesajı da Erdoğan'ın sonradan dile getirdiği "Lozan Antlaşması" ve "Misakı Milli" konularında nasıl, "kalp kalbe karşı" olduğunu açıkça göstermişti.
Evet, Erdoğan'ın bugünkü gücünün altında her durumda, her yandan destek alması yatıyor.
Birbirine ters şeyler söylese de, birbirine taban tabana zıt şeyler yapsa da, bir birine zıt kesimlerden destek almaya devam etti.
Hala da devam ediyor.
Peki, Erdoğan'a destek yarışında birbirine zıt gibi görünen kesimlerden hangisi kazanacak sizce.
Erdoğan eninde sonunda fabrika ayarlarına dönecektir.
Aslına bakarsanız fabrika ayarlarından pek çıktı sayılmaz.
Erdoğan’ın bir proje olarak çıkışı, Küresel Kapitalizm, Liberaller, Kürt Hareketi, İslamcılar ve Gülen Cemaati örgütlenmesi ittifakıyla gerçekleşti.
Konjonktür gereği yükseliş seyrinde hesaplanamayan bir takım gelişmeler oldu.
Ancak küresel deneyimin, zamanında ve ustaca müdahaleleriyle, Erdoğan’ın misyonunu yerine getirebilmesi için gerekli gücü ve popülaritesini kaybetmeden, kuruluş kodlarında belirlenen eksenden çıkmaması sağlandı.
17-25 Aralık ve 15 Temmuz, eksen kaymalarına karşı bir “şefkat tokadıydı”.
Aslına bakarsanız, bugün, düşünüldüğünde 7 Haziran seçimleri de aynı amacı taşıyan, belki de diğerlerinden çok daha etkili bir şefkat tokadıydı.
Ama 1 Kasım Seçimleri öncesi PKK ile karşılıklı yükseltilen terör, tam da Erdoğan’ın ihtiyacına binaen bir destek oldu.
7 Kasım seçimleri öncesinde HDP geri çekildi. Özellikle, o sıralar ana akım medya tarafından Mirkelam gibi yıldızı parlatılan Selahattin Demirtaş, partisine önemli ölçüde oy sağlayacak programlara katılmadı.
Sazlı sözlü performansını sergilemekten kaçındı.
Ana akım medya ise 7 Haziran seçimlerinde yükselttiği “Türkiyelileşme” bağlamındaki HDP güzellemesini 1 Kasım seçimleri öncesi bıçak gibi kesti.
Böylece Erdoğan, 7 Haziran’da tek başına iktidar olamadığı seçim sonuçlarının kabusundan, 1 Kasım’da en büyük seçim başarısını elde ederek uyandı.
7 Haziran seçim sonuçları Erdoğan’a atılmış bir şefkat tokadıydı 1 Kasım seçim sonuçları ise Erdoğan'ın o tokat sonrası gönlünü alan, bir şefkat desteği oldu.
Erdoğan’a gösterilen bu şefkat, Emekçi Anadolu Ulusu için ölüm ve acı anlamındaydı. O iki tarih arasındaki terör olaylarını buraya sıralamak yazıyı gereksiz yere uzatacaktır.
Ama bir fikriniz olması açısından aşağıdaki linki(*) bir incelemenizi öneririm.
Gelişmeler dikkatle okunduğunda Erdoğan’ın bir proje olarak ortaya çıkarken ki ittifakın bozulmadığı görülüyor.
Çözüm süreci ve Dolmabahçe mutabakatına kadar Kürt Hareketinin Erdoğan’la ittifakı “analar ağlamasın” üzerinden sürdürülürken 7 Haziran sonrası tüm ülkenin anasını birlikte ağlatmakla devam etti.
15 Temmuz sonrasında Balyoz Davası mağdurları ekranlara üşüşüp de FETÖ’nün, ne insafsız, ne bela bir örgüt olduğunu anlatırken, “Erdoğan’ın FETÖ ile mücadelesinde ne kadar yalnız kaldığı” sık sık gündeme geldi.
Erdoğan hiç beklemediği yerden destek bulmuştu.
Ancak 15 Temmuz bu güne kadar ki en büyük mağduriyet operasyonu oldu.
Erdoğan’ın “Allahın bir lütfu” demesi boşuna değildi.
Erdoğan’a olan destek ulusal çapta bir kampanyaya dönüştü.
Yenikapı ruhu muhalefetin aklına tuz ruhu etkisi yaptı. CHP tezkerelerle, dokunulmazlık yasalarıyla bu destek kampanyasına katılırken, MHP de Yenikapı hatırına başkanlık meselesini gündeme getirmekten hicap duyan Erdoğan’a, altıpas üzerinde, boş kaleye, kaçırmak imkansız, gollük bir pas vermiş oldu.
HDP de bu ruh çağırma seansına çağrılmadığı için sitem bu buluşmayı kutsamış oldu.
Şimdi Erdoğan başkan seçilmek üzere…
Hem de normal başkanlık sistemlerinin çok üzerinde yetkilerle donanarak…
Bu Türk tipi değil, Osmanlı tipi bir başkanlık sistemi.
Bu tam anlamıyla bir CumhurSultanlık olacak.
Kararnamelerle memleketi parsel parsel satabilir.
Korkarım ki yine çok yönlü destek alacak.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçilmesine kadar ki hemen her aşama ile ilgili yazılar yazdım.(**)
Ne yazık ki “ben demiştim” diyebilmemi sağlamaktan başka bir işe yaramadı.
Elbette bu, sıradan bir sosyal medya yazarı için çok doğal…
Kim ben niye dikkate alsın?
Asıl “ne yazık ki” olan şey; aklı başında diyebileceğimiz bir dolu yazardan, bu göz göre göre gelen, giderek büyüyen heyulayı dile getirenin hiç olmamasıydı.
Böylece Erdoğan, hepimizin candan katkılarıyla fişimizi çekebilme aşamasına geldi.
Asıl istediği, -bizzat dile getirdiği gibi- bir holdinge çevirmek istediği Türkiye'nin CEO’su olmaktı.
Bizler de bir vatandaş olmaktan çıkıp, Türkiye Cumhuriyeti Holdinginin birer müşterisi olacaktık.
Şimdi ona daha büyük bir imkan sunuyoruz.
Sultan olabilme fırsatı..! Tüm Türkiye’nin mülküne sahip olmak istiyor.
Bizler de kapısında kul olacağız.
Ülke olarak, taraftarları ve güya muhalifleri olarak biz buna dünden razıyız da sanırım Küresel kapitalizm izin vermez.
Ama bizler için değişmeyecek ya kul olacağız ya da müşteri.
Nadi Öztüfekçi
24 Aralık 2016
(*)Bkz. T24 Gündem: İşte 7 Haziran’dan 1 Kasım’a seçime etki eden olaylar
(**) Bakınız Sıradan Şeyler, etiket:Cumhurbaşkanlığı Seçimi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.