18 Ocak 2017 Çarşamba

BU TASFİYE ANAYASASINA HAYIR DERKEN EVET DEMEMEK İÇİN..?

Görünen o ki hepimizin geleceğini ilgilendiren zorlu bir referandum sürecini yaşayacağız.
Yakın zamanda benzer bir süreci yine bir Anayasa değişikliğini oylayarak yaşadık.
Bugün bu diktatörlük anayasasını oyluyorsak bunun nedeni 12 Eylül 2010 referandumunda çuvallamamızdır.
Biz diyerek bu anayasaya hayır diyecek olan hepimizi kast ediyorum.
Evet 12 Eylül 2010’da ben Hayır dedim.
Ancak bir dolu arkadaşım Yetmez ama Evet sürecinde yer aldı.
Ve ben bu sürece kızmakla yetindim. O zamanlar bir mail grubuna dahildim ve ne yazık ki çekimser bir iki müdahale dışında izlemekle yetindim.
O yüzden bu "çuvallamaya" kendimi de katıyorum.

2010 referandumu  benim bir facebook hesabı açarak sosyal medyada daha aktif katılmama neden oldu.
‘Yetmez ama Evet’çilerin, "Pirus Zaferlerini" şenliklerle kutlamalarına duyduğum, şaşkınlık, dehşet ve kızgınlıkla Facebook ortamına girmiştim. Ve Facebook'ta ilk paylaşımım da yine bu konuda alelacele hazırladığım ilişikteki "ŞEN KINACI" görseliydi.


Görebildiğim kadarıyla o zamanlar bu Pirus Zaferini büyük coşkuyla kutlayan “Yetmez ama Evet”çilerin büyük çoğunluğu, bugün bu söylemin “Yetmez” kısmını “geri dönüş bileti” olarak kullanacak.
Yani 2010 referandumunda "Yetmez Ama Evet" diyenler ve "Yetmez ama Hayır da değil" diyenlerin büyük çoğunluğu "Hayır" demeye hazırlanıyor.

Bunu bu süreçten ders çıkardıkları olarak mı yorumlamalıyız bilmiyorum.
Bu süreçten ne kadar ders çıkarıldığını önümüzdeki referandumda yaşayarak anlayacağız.

O dönemleri hatırlayalım, ‘Yetmez ama Evet’çilerin etkisi niceliksel değildi.
Aslında ‘Evet’lerinin başına ‘yetmez’ ekleyenlerin sayısal bir çoğunlukları yoktu.
Ama ‘Evet’ diyerek, “Bak! Onlar bile Evet diyor” propagandasının konu mankeni olmuşlar, geniş kitlelerin de ‘Evet’ demelerini sağlamışlardı.
Böylece bu tarihi sınavdan çakmakla kalmadılar Türkiyeyi bu günkü çok daha zor bir sınavla karşı karşıya getirdiler.
Bu sınavda Hayır demek tek başına yetmeyecek.
Neden Hayır’ dediğimizin çok önemi var.
Hayır demelerinin gerekçelerini ortaya koyarken çok dikkat etmeleri ve sorumlu davranmaları gerekir.
Yoksa yanlış bir "Hayır Gerekçesi"; “Bakın onlar 'Neden Hayır’ diyorlarmış? Demek ki biz ‘Evet’ demeliyiz.” propagandasının konu mankeni olmak anlamına gelecektir.
Yanlış, samimiyetsiz, kurnaz bir gerekçeyi seslendirmek, ‘Yetmez ama Evet’in başka bir versiyonu, “Hayır ama aslında Evet” işlevi görecektir. Bu durumda sessiz kalınması daha evladır.
Dilbazlıkta gösterilecek marifet sizi kurtarmaz.
Unutmayalım bu sınavların bütünlemesi yok!

Doğru, samimi ve dürüst gerekçelerle yürütülen bir ‘Hayır Kampanyası’nı tartışmak gerekiyor. Bunun nasıl olması gerektiğinin reçetesi ben de değil.
Bu reçete bir ‘Düşün İmecesi’nde doğru, samimi ve dürüst bir şekilde tartışılmasından sonra ortaya çıkacaktır.
Aşağıda benim mantık ve vicdanımda yaptığım tartışma var. Doğru veya yanlış, eksik veya yeterli olup olmadığına garanti veremem,
Tek garantisini vereceğim şey; Doğru, samimi ve dürüst olduğudur.

BU TASFİYE ANAYASASINA HAYIR DERKEN EVET DEMEMEK İÇİN..?
1) Anayasanın ilk dört maddesini tartışarak bu anayasaya “Hayır” diyorsanız, aslında ‘sureti Hayır’dan görünüyorsunuz demektir. İçinizdeki ‘Evet’i taşırıyorsunuz demektir.
Ama " Hayır! Ben gerçekten Hayır diyorum." diyorsanız; Evet'in argümanlarını geçersizleştirmeniz gerekiyor.
Bunun için yalan söylemeye, dilbazlık yapmaya veya reklamcılık hüneri göstermenize gerek yok, gerçeği olduğu gibi, yalın ve somut biçimde anlatma becerisi yeterli olacaktır.
Referandum süreci boyunca, bu anayasayla; ülkenin üniter birliğinin, daha önce bu konuda arızası olan bir kafa yapısına emanet edileceğini bağıra anlatmamız gerekiyor.
Bu anayasanın arkasındaki güçlerin bu konudaki söylemlerini en açık şekilde anlatmalıyız.
Unutmayalım bu iktidarın en iyi yaptığı iş yansıtmadır.
Söylemekten çekindiği amaçlarını, ustalıkla muhalif güçlere yamayacaktır.
Bu noktada onların bu ayak oyunlarına pist hazırlayacak söylem ve görünümlerden kaçınmak gerekir.
Hayır derken ‘Evet’e konu mankeni olmadan yürütmek gerekir bu kampanyayı.

2) Bu anayasa değişikliğinin arkasındaki gücün geçmişte, bugün ülkemizi kana bulayan bütün örgütlerle ilişkide bulunduğu ve gizli görüşmeler yaptığını vurgulamak gerekir.
Dolayısıyla teröre neden olanların terörü önleyemeyeceğini, can güvenliğimizi bu anayasa değişikliği ile daha da artacağını anlatmalıyız.
Ancak bu konuda inandırıcı olabilmek için gerçek anlamda samimi olmak ve bu samimiyeti pratiğe yansıtmak gerekir.
Bu samimiyetin pratiğe yansımasının tarifi şudur: Terörün arkasındaki örgütlerin karşısında net duruş sergilemek gerekir.
Terörü adıyla sanıyla tarif ettikten sonra, bu anayasaya ön ayak olan güçlerle işbirliğini vurgulamak gerekir.
Öyle ortaya karışık kınamalar, teessüflerle olmaz bu iş.
Çünkü önümüzdeki referandum sürecinde terörün 1 Kasım Seçimleri öncesinde olduğu gibi bir araç olarak kullanılması kuvvetle muhtemel.
Kanlı bir terör eyleminden sonra “Hükümet Dolmabahçe mutabakatına uymadı o yüzden PKK terör eylemi yapmak zorunda kaldı” söylemiyle aynı karede resim vererek “Hayır” derseniz. Aslında ‘Evet’ diyorsunuzdur.

3) Bu anayasanın amaçlarından birinin Sosyal ve Kamusal haklarımızı ticari kaleme dönüştürmek olduğunu ve yabancı şirketlere devredecek kararnameleri kolaylıkla çıkarabilmek için hazırlandığını anlatmak gerekir.
GATS ve TISA anlaşmalarını anlaşılır ve yaşamsal örneklerle somutlaştırarak yığınlara anlatmak gerekir.
Küresel güçlerle yapılan anlaşmaları yürürlüğe koyabilmek için, meclisten geçirmekte zorlanacaklarını düşündükleri yasaları kolaylıkla, kararnamelerle yürürlüğe sokabileceklerdir.
Bunun sonuçlarının yoksul insanlara yansımalarını inandırıcı bir şekilde anlatmak gerekiyor.

4) Bu anayasanın yaşam tarzına, mütedeyyin insanları da rahatsız edecek şekilde müdahale edebilmek için hazırlandığını anlatmak gerekir.
Bunun bir diğer tarifi de Laikliğin, inanma ve ibadet özgürlüğünün de tek teminatı olduğunu olabilecek en açık şekilde ve en yüksek sesle anlatmanın yolunu bulmalıyız.
Laiklik ilkesi mevcut anayasanın “değiştirilmesi teklif bile edilemez” maddeleri arasında.
Bu ilk dört maddeyi değiştirmek istemedikleri yolunda sahte propagandayı nasıl deşifre edileceğini tartışmamız gerekiyor.
Anaysa değişikliği gerçekleştiği zaman bu dört madde de kolaylıkla değişebilecek konuma gelecektir. Bu amaçla bir sürü formül geliştirilecektir.
İşte bu gerçekleri en basit şekilde anlatmayı becerebilmemiz gerekir.
Zira bu ilk dört maddeye güvenerek Laiklik ve yaşam tarzının tehlikede olduğuna inanmayan, bu nedenle de ‘Evet’ oyu vermeyi düşünen milyonlarca kişi var.
Kaldı ki Laiklik elden gittiğinde birçok mütedeyyin de pişman olacaktır.
Farkında olmasalar da Laiklik onların da ibadet tarzı ve özgürlüğünü korumaktadır.
İslami gericilik en fazla Müslümanların üzerine baskı ve zulüm uyguladı şimdiye kadar.
İşte anlatılması gereken en can alıcı gerçeklerden biri de bu.

5) Bu anayasanın cumhuriyetin kendini koruma mekanizmalarının tümünü bir kişiye emanet ederek, bu kişinin el geçirildiği durumda cumhuriyetin de ele geçirilmesi demek olduğunu anlatmalıyız.
Bence Evet cephesinin kırılma noktası tam da burası.
Basit ve yalın bir dilde; "bu ülkeyi parçalamak, ele geçirmek isteyen dış mihraklar varsa, bu mihraklar ülkenin, denetleyebilecekleri bir kişinin eline geçmesini herkesten fazla isteyecektir" aklını en geniş yığınların mantık ve vicdanında yürütebilmeyi becermeliyiz.
Bu örneğin çok benzerleriyle insanlar kendi yaşamlarında karşılaşmışlardır.
Anadolu insanlarının belleği; mirasın tümünün emanet edildiği büyük ağabeylerin malı mülkü nasıl satıp savdığı, diğer kardeşlerin haklarını nasıl çarçur ettiğinin hikayeleriyle doludur. Bir çoğu, "nasıl da güvendik, güvenmez olaydım" pişmanlıklarının gönül kırıklıklarını yaşıyordur.
Anadolu esnafına ve Anadolu'dan gelip büyük kentlerin varoşlarında ya da esnaflık ya da irili ufaklı iş tutan milyonlarca insana bir sormak gerekir; "Bu kadar yetkiyi iş ortaklarına verirler mi?" diye...

Kobilere, küçük sanayicilere bir soralım, müdürlerine ne kadar yetki veriyorlar? Hatta bu müdürler oğulları, yeğenleri olsa bile..?
Arkasından gelecek soru da aynı şekilde net ve açık olmalı; "Peki ülkeyi, devleti bir kişiye tam yetkiyle emanet eder miydiniz?"
Bütün bu basit önerme elbette tek bir durumda geçerlidir; bu ülkenin parçalanması, yok olmasını siz de istemiyorsanız...
Yoksa;
Eğer bu konuda kendi idealleriniz ile ilgili tereddütleriniz varsa, örneğin günümüzde yurtseverliğin modasının geçtiğini, ulusal devletlerin bu gelişen koşullarda varlık nedenlerin kalktığını düşünüyorsanız ve en önemlisi düşünceleriniz dilinize, kaleminize yansıyor ya da yansıyacaksa..?
Hayır'ı kazanmak için 
illa ev ev dolaşacaksan kendi mahallende kal.
Zaten Evet demeye çoktan hazır o geniş yığınlara tek bir kelam etme, selam bile verme.
Ve bence Hayır bile deme, yazma. Mümkünse "Hayır" diyenlerle aynı karede resim bile verme.
Erdoğan, en milliyetçi, muhafazakar ve dış mihraklara karşı en cengaver kılığa bürünerek, bu ülkenin parçalanmasının, dış mihraklarca ele geçirilmesinin tek garantisi olarak kendini pazarlıyor.
Eğer bu lansman çalışmalarına gönüllü konu mankeni olmak istemiyorsan, kendi Hayır'ında gerçekten samimi isen, kendi karende resim ver.

6) Bu anayasa ile Türkiye'nin yaşamsal kaynaklarını, dereleri, ormanları rahatlıkla Arap Şeyhlerine peşkeş çekilebilecek, çoluk çocuğumuzun geleceği olan verimli topraklar küresel sermayenin yatırım alanı haline dönüştürülecek.
Sırf en tepedeki diktatörün en yakındakilerin çıkarları uğruna, bu derelerle iç içe yaşayan, bu topraklarda, bu ormanların çektiği yağmurlardan biriken suyla tarım yapan yoksul kesimler zarar görecek.
Zaten yaşadıkları bir süreç misliyle hızlanarak yıkıma dönüşecek.
Yerlerinden yurtlarından olup, tarlalarını, arsalarını yok pahasına satmak zorunda kalacaklar.

Bunları engelleyen yasaları kolaylıkla değiştirebilecekler ya da bu yasalara uymadıklarında yaptıkları yolsuzlukları soruşturmayacaklar.
Ama bu yolsuzları dile getirenler bağımsız olmayan yargıç ve savcılar vasıtasıyla soruşturulacak.
Bu anlattıklarım somut, basit öngörüler. Bence gerçekleşmesi çok muhtemel...
Basit olmaları yüzeysel bir irdelemenin sonucu olduğunu göstermez.
Eğer abartılı görüyorsanız, zevkle tartışırım. 

Çünkü aynı basitlikle, ama çok etkili bir şekilde geniş yığınlara ulaştırılmalı.
Yolsuzlukla mücadelenin  öyle derin ahlak felsefeleri yaparak yapabileceğimizi sanmıyorum.
Bence en basit aritmetikle... Hatta o bile değil. Sayı bile kullanmadan, büyük küçük, az çok hesabına indirerek anlatmaya çalışmalıyız.


Bugün ülkemizde oy verenlerin ortalama siyasi ahlak düzeyi, siyasi anlak (zeka) düzeyi ile aynı.
Örneğin; iktidarda olanın yolsuzluk yapıyor olması, oy verenlerin büyük bir kesimi için sorun değil.
Genelde şaka olarak söylenir ama geniş yığınlarda onay görmüş bir söz vardır. “Yiyor ama çalışıyor” denir.
Bu sözün yaygın ve somut bir kabullenme olmasının arka planında aslında bir beklenti vardır.
Yiyene karşı tepki duymak yerine, onun yanında durmalarının nedeni; “Yiyorsa belki bize de düşer” beklentisidir.
Eğer siyasi ahlakın bu ülkede güçlenmesini istiyorsak; “Yolsuzluk yapmak çok ayıp bir şeydir” söylemi üzerinden bir yere varamayacağımızı bilmek gerekir.
Anlatmamız gereken şey; “Yiyorsa senden yiyor. Yediklerinden sana düşecek olan, yemediğinde sana kalacak olandan çok azdır” gerçeğidir.
Bu gerçeği matematiksel olarak, somut bir biçimde kanıtlayarak, yaygın bir şekilde anlatabilmek gerekir.
Eğer siyasi ahlakın bu ülkede güçlenmesini istiyorsak, siyasi anlak düzeyini arttırmak gerekiyor.

Elbette bu anayasa değişikliğinin geniş yığınlara vereceği yara ve nasıl bir hayır kampanyası olması gerektiği öyle 6 maddede irdelenmez.
Fazlası yazının okunurluğunu zorlayacağı için kısa tutulmak zorunda kalındı.

Ama basit olması için özel çaba sarf edildiğini peşinen söylemeliyim.
Çok mu basit, çok mu kaba geldi?
Evet bu öngörüler entelektüel egolarımızı tatmin etmeyebilir.
Burada sadece basit, aritmetik bir mantık güdüldü çünkü.
Yüksek matematik gerektiren analizleri uzmanlarına bırakıyorum.

Ama en yüksek matematiksel açılımlar 1+1'in 2 olduğu gerçeğinden temellenir.
1+1'e hatır için 3 derseniz onun üzerine matematiği yükseltemezsiniz.

Bu kadar kısa sürede insanların bildiklerini değiştirme imkanınız yok ama sandıklarını değiştirebilirsiniz.
Bir örnekle açıklayayım; geniş kesimleri bu ülkeyi sevmenin yanlış olduğunu anlatamazsınız ama bu anayasaya oy verirse, bu ülkenin elinden kolaylıkla gideceğini anlatabilirsiniz.


Bu anlattıklarım çarpıtılmış değil, baskılanmış gerçeklerdir. Basit, yalın ve kaba...
Ama gerçek...
İnanmıyor musunuz? Haklı olabilirsiniz.
Ama geçtiğimiz seçimleri, referandumları bir inceleyelim.
İstatistikleri ve Erdoğan'ın bu istatistikleri ne derece ve nasıl etkileyebildiğini, 7 Haziran'dan 1 Kasım'a nasıl varıldığını bir hatırlayalım.
Ve bir gerçeğe, bilinç altımızda baskıladığımız, pek de hatırlamak istemediğimiz bir gerçeğe de özellikle işaret koyalım. En son 1 Kasım'da kalmıştık.
Üstelik burada  sözünü edemediğimiz daha nice baskılanmış gerçekler var.

Referandum süresince hemen her konuda yapılması gereken şey de işte bu baskılanmış gerçekleri açığa çıkarmaktır.
Evleri sokakları mı dolaşırız, durma eylemleri mi yaparız, Hayır kurdeleleri mi bağlarız ya da başka yaratıcı eylemler..?
Yığınlara nasıl ulaşılır, eminim bu konuda yetkin Hayır'cı kurum ve kişiler vardır.
Benim çok fazla söyleyeceğim şey yok. Ben kendimi bile tanıtamıyorum.

Ama ulaştığımızda ne anlatacağımızın, nasıl anlatacağımızdan önce geldiğini biliyorum.
Bu süreç içerisinde dilbazlık yapmanın anlamı yoktur.
Gerçekleri yalın ve çarpıtmadan anlatmak yeterlidir.
Burada asıl önemli olan en geniş yığınların ortak kesişme düzlemini tespit etmek, bu Tasfiye Anayasasına Hayır Cephesini bu düzlem üzerinde oluşturmak gerekir.
Bu cephe bir direniş cephesidir.
Bu cephenin sağlamlığı samimiyetten kaynaklanır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.