Temel bir sorun olan başörtüsünü irdelemenin daha verimli olacağını düşündüm.
Okunabilmesi için kısa tutmak gibi bir kaygı taşımadan kafamda biriktirdiklerimin tümünü aktarmak istedim.
Olmadı. Tümünü aktaramadım.
Madem o kadar yazdım, hiç olmazsa okunsun diyerek kısa tuttum.
Kısa derken...
Yani işte, bana göre kısa...
AKP iktidarının ilk yıllarında bir süreliğine otomotiv yedek parça üreticisi bir işletmede, belli bir konuda danışmanlık diyebileceğimiz bir işbirliği ilişkisi içinde oldum.
Ben iş yerimi kapatmış bu firmanın o zaman boş duran katlarından birine taşınmış, işlerimi yürütürken, diğer yandan kendilerinin yeni piyasaya sürmek istedikleri bir ürün gurubunun kodlanması, fiyatlanması ve ürün listesi yaratılması konusunda yardımcı oluyordum.
Firmada hep birlikte çalışan emekçi bir aile vardı.
Anne, baba ve kızları… Hemen birbirimize ısınmıştık.
Ben o firma için Excel üzerinde çalışan bir program yazmış, bunu kullanacaklardan biri olan kızlarına öğretiyordum.
Programlar ne kadar ustaca yazılmışsa o kadar kolay öğrenilir ve kullanılır. Ama benim gibi o programı öğrenirken yazan amatörler tarafından yazılırsa, öğrenmesi ve kullanılması o kadar zorlaşır.
Ama ailenin kızı oldukça zekiydi. Bilgisayarı ilk defa o firmada görmüş olmasına rağmen, beni hiç yormadan kolayca öğreniyordu.
Bir süre birlikte çalıştık. Annesi babası da çok iyi insanlardı. Dost olmuştuk.
Bildim bileli siyasi görüşlerimi sohbetlerime yansıtmamayı beceremedim.
Hepbirlikte yaptığımız sohbetlere de benim muhalif tavrım yansıyordu. Ama bu durum onları tedirgin etmemişti. Çünkü onlar da o dönemlerde bütün hızıyla yükselen İslamcılıktan tedirgindiler.
Bir Anadolu şehrinden gelmelerine karşın giyimleri, kuşamları ve davranışlarıyla kendi yaşam tarzları, yükselen İslamcılığın popülerleştirmeye çalıştığı mütedeyyin yaşam tarzı ile çelişiyordu.
Örneğin, sohbetlerimizde bana anlattıklarına göre, çevrelerinden gelen baskıya rağmen anne ve kız da başlarını örtmüyorlardı. Babaları da onları destekliyordu.
Bir süre sonra, ben bir firmada işe başlayınca, oradan ayrılmak zorunda kaldım.
Sohbet etmekten çok keyif aldığım bu emekçi aile ile ilişkilerimiz de doğal olarak kesintiye uğramıştı.
Bir yıl kadar sonra yolum bu firmanın bulunduğu sanayi sitesine düşünce, ziyaret ettim.
Firmanın sahiplerine gösterdikleri dayanışma için teşekkür edecektim ve sohbetlerimizi özlediğim o emekçi ailenin çalıştığı bölüme de uğradım.
İlk andan itibaren ortamda bir farklılık olduğunu sezdim.
Aslında bana gösterdikleri dostluk değişmemişti.
Ama anlayamadığım bir şeyler vardı.
Sonra annesi, “Baksana Nadi abi bu kız bizi ne hallere soktu?” dedi.
O an farkına vardım. Her ikisi de Türbanlıydı.
Kızları evlenmiş. Söz kesilince mi türban takmaya başlamış yoksa türban takmaya başladıktan sonra mı sözlenmiş şimdi hatırlamıyorum ama sözlenmesi ile başörtüsü takması arasında bir ilişki vardı.
Annesi biraz mahcup bir tavırla “Kız kapanınca da herkes bana yüklendi. Ben de kapanmak zorunda kaldım” dedi.
Benim tepki göstereceğimi düşünüyordu.
Belki yüzümdeki ifade değişmiştir ama elbette o konuda bir şey söylemedim.
“Sizin tercihiniz. Ben ne diyebilirim” gibisinden bir şeyler söyledim.
Ama kızları kendini savunmak ihtiyacı hissetmiş olsa gerek, “Başörtüsü yüz güzelliğini ortaya çıkarıyor” dedi.
İçimden, “Sen yüz güzelliğini ortaya çıkarmak için başörtüsü takıyorsan, örtünmenin ne anlamı kaldı?” diye geçirdim.
“Senin yüzün zaten güzeldi” dedim. Kız benim sesimdeki değişikliği sezmişti.
Konuyu fazla tartışmak istememem ve kapatmaya çalışmama rağmen, beni ikna etme kalkıştı.
Anlattıkları, mazbut fakat örtünmeyen, dini inançları olan fakat seküler bir yaşam tarzını benimsemiş bir aile ya da bir genç kızın, örtünmeye nasıl ikna olduğu konusunda ilginç bir örnekti.
Söylediklerini kelimesi kelimesine anımsamam da özü bütün canlılığıyla belleğimde.
Bu örneği, başörtüsü konusunun geneli hakkında düşüncelerimle birlikte birleştirerek anlatmak istiyorum.
Anladığım kadarıyla yeni bir çevreye dahil olmuştu. Bu "becerikli ve örgütlü çevre” de onu yoğun bir ikna sarmalına almıştı. AKP’nin o dönemde kullandığı bütün argümanlar ezberindeydi. O sıralar gündemde olan “Deniz Feneri” konusunda falan, bildik bütün klişeleri art arda sıralıyordu.
Ben sorularla, özellikle başörtüsüne nasıl ikna olduğunu anlamaya çalışıyordum.
Anlayabildiğim kadarıyla ilk vurucu darbe “başörtüsüyle öne çıkan yüz güzelliği” olmuş, hemen kısmetinin çıkması da bunun kanıtı olmuş.
İkinci ve -bana kalırsa- en önemlisi ise “başörtüsü ile gelen özgürlük” argümanı.
Başörtüsü takarak daha özgür olduğunu söylüyordu.
Bu konuda üzerine gittim. Kapanmadan önce neyi yapamıyordu da kapandıktan sonra yapabilmeye başladığını sordum.
Bana, başı açık olsaydı eşinin toplantılara gitmesine hatta çalışmasına izin vermeyeceğini söyledi.
Daha önceki sohbetlerimizde, “Karı koca eşittir. Eşit haklara sahiptir.” dediğini hatırlatarak, kocasının iznine tabi ise, bunun nasıl bir özgürlük ve eşitlik olduğunu sorunca bocaladı.
Biraz da sinirlenerek baklayı (asıl argümanı) ağzından çıkardı.
Bana, “özgür kadınlar başını bağlar” dedi. Ve devam etti; “Ayet-i kerimenin sebep -i nüzulü…” ve "Hz. Ömer efendimiz...” gibisinden, şimdi hatırlamadığım ve bir kısmını da anlamadığım, Türkçe, Arapça karşımı klişemsi bir şeyler söyledi.
Evet, o zaman “sebep -i nüzul” tamlamasını, ayrıca sözünü ettiği ayetin aslında “Ayeti kerime” olmadığını bilmiyordum.
Ama ne demek istediğini anlamıştım. Ayeti de, Hz. Ömer'in hikayesini de biliyordum.
Açıkçası ürperdim.
Tartışma biraz daha sürdü, ayrıntısıyla hatırlamam mümkün değil.
Ben tartışmanın hikayesini burada keserek, konunun özünü, neden ürperdiğimi anlatmak ve başörtüsü konusunda biraz daha akıl yürütmek istiyorum.
Aşağıda anlatacağım İslami bilgi ve hikayelerin hepsi Diyanetten ve İslam'ın ne kadar yüce ve adaletli bir din olduğunu anlatmak amacıyla kurulmuş İslamcı sitelerden alınmıştır.
Bilgiler aynı yorumu farklıdır.
Sözünü ettiği ayet, Azhap Suresinin 59. Ayeti idi.
Bu ayet, İslamiyet’in etkin olduğu coğrafyalarda ve zaman dilimlerinde yaşam biçimini en fazla etkiliyen ayetlerdendir.
Gerek uygulanmasına, gerekse de uygulanmamasına gösterilen tepki nedeniyle de daima önemini korumuş ve tartışma konusu olmuştur.
Aynı zamanda bugünkü AKP iktidarının temel etmenlerinden biri olan, başörtüsü mağduriyeti algısının yaratılmasında en fazla kullanılan ayettir.
Aslında ayet sözünü ettiğim kıza belletildiği gibi "Ayet-i kerime" değildi.
Yani 'Muaz bin Cebel'in rivayet(*) ettiği gibi, üzerinde taşınması halinde her sıkıntıyı gideren yedi ayetten biri değil.
Ama bir çok kesim, bu ayete diğerlerine göre daha fazla kutsallık yüklüyor olsa gerek ki bu ayetten Ayet-i kerime olarak söz ediyor.
Üzerinde taşındığı için değilse bile, mağduriyet yaratmada çok kullanışlı olduğu için olsa gerek.
Ayet, daha çok teknik bir sorunu çözmek üzere indirilmiş.
Bunu, -sonradan anlamını öğrendiğim- sebeb-i nüzulünden, yani indirilme sebebinden anlayabiliriz.
Asr-ı Saadet zamanlarında Müslüman kadınlar geceleri def-i hacet görmek için Medine dışına çıktıklarında ya da çarşıda pazarda, bazen cariyelerle karıştırılır kendilerine sarkıntılık edilirmiş.
Yani o dönemlerde zavallı cariyelere sarkıntılık etmek serbest, ama Müslüman kadınlara gelince sorun çıkıyormuş.
Yine böyle yanlış hedefe yönelen bir sarkıntılık olayı olmuş. Hatırlı bir aileye mensup Müslüman bir kadına, "cariyedir" zannıyla sarkıntılık edilmiş.
Kavga gürültü çıkınca ve sarkıntılık edenin, "cariye sandım" gibi çok haklı(!) bir gerekçesi de olunca ortada teknik bir sorun olduğu anlaşılmış.
Hemen o akşam bu sorunu çözen bir ayet inmiş.
Azhap Suresi 59. Ayet...
"Ey Peygamber! Kendi eşlerine, kızlarına ve Müslüman kadınlarına de ki: Dış elbiselerini (cilbablarını) üzerilerine alıp örtünsünler. Bu onların tanınmalarına, eziyet edilmemelerine daha uygun olanıdır. Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir."
Anlaşılacağı üzere Müslüman yani özgür kadınların, cariyelerden yani seks kölelerinden ayırt edilebilmeleri için bir nevi üniforma giymeleri istenmiş.
Bu o kadar teknik bir çözüm ki cariyelerin de örtünmeleri yasaklanmış.
Bu teknik çözümü en fazla isteyen Hz. Ömer...
Çünkü bu tür karavana sarkıntılıklar sonucunda ortaya çıkan kavga gürültüyü o çözmek zorunda kalıyor ve şikayetini de defalarca dile getiriyormuş.
Sonrasında bu kıyafet kuralına uyulmasının da en büyük takipçisi olmuş.
Örneğin verdiği ziyafetlerde ortada hizmet eden cariyeleri misafirlere, "başları açık, bedenleri oynak halde" hizmet ederlermiş.
Yine İslam kaynaklarında şöyle bir aktarım vardır.
"Hz. Ömer başını örten bir cariye gördüğünde, ona sopasıyla vurarak, "Başörtüsünü at! A kokmuş!" der. (Serahsî, age. X, 15l.) Bazı rivayetlerde "Hür kadınlara benzemek mi istiyorsun?" ilavesi de vardır.
Şimdi, sözünü ettiğim tartışmada neden ürperdiğimi sanırım anlamışsınızdır.
O zaman o 'Sebeb-i Nüzul'ün ne anlama geldiğini bilmiyordum ama ayeti ve kastedilen o Hz. Ömer'in cariyeye sopasıyla vurarak örtüsünü başından attırma hikayesini biliyordum.
Süleyman Ateş bir televizyon programında söylemişti. O da benim tartıştığım kız (artık genç bir kadındı) gibi, bu olayı olumluyordu.
Süleyman Ateş'ten dinlerken de ürpermiştim, sözünü ettiği tartışmada bir genç kızın baş örtüsüne ikna edilme metodu olarak kullanıldığını anlayınca da ürperdim.
Sonradan bu hikayenin kadınların baş örtüsüne ikna etmek için fazlasıyla kullanıldığına şahit oldum, İslamcı sitelerde okudum, gördüm.
Daha önce dini konularda -bir uzmanlık konusu olduğunu düşündüğümden- fazla yazmadığım için başörtüsünün bu yönünden bahsetme fırsatı da bulamamıştım.
Aslında başörtüsünü bir özgürlük sorunu olarak ele almadan önce konunun bu boyutunu irdelemek lazım.
Bu ayetin meali yazılırken birçok İslamcı sitede, "...tanınmalarına" kelimesi yanında parantez içinde "iffetli kadın" açıklaması ile yer alır.
Yani başörtüsü takmayanların iffetsiz olduğunu vurgular. Oysa söz konusu cariyeler bir savaş ganimeti olarak esir alınmış zavallı "seks köleleri" idi.
Alınan, satılan , Müslüman ve "hür" erkeklerin seks ihtiyaçlarını gidermek üzere kullanılan, iffetleri zorla elinden alınmış, "seks köleleri"...
Onlara eziyet ve sarkıntılık etmekte sakınca görülmüyordu. Müslüman ve "hür" kadınlarla karıştırılmaması için "açık ve oynak halde" dolaşmak zorundaydılar.
Ezkaza örtündüklerinde (belki de kendilerine yapılan sarkıntılıkları biraz olsun azaltabilmek için) ise Hz. Ömer'in adaletli sopasına maruz kalıyorlardı.
Aslında Hz. Ömer'in sopası günümüzde hala görev yapmakta.
Esra Elönü'nün Haber7com, sitesinde, 7 Aralık 2009'da Muhafazakâr görünümlü aşk kadınlarına hitabe adlı yazısını hatırlarsınız.
O zamanlar bu yazı "Turbanlı Motorlar" olarak yansımış, Esra Elönü de "ben öyle bir şey demedim" diyerek, mensup olduğu kesimin çok iyi becerdiği mağduriyet pozlarına girmişti.
Evet yazının başlığı "Turbanlı Motorlar" değildi ama yazısında Hz. Ömer'in sopası bütün haşmetiyle işliyordu.
Esra Eliönü o yazısında, mütedeyyin yaşamın çok eşliliğe verdiği cevazın bir yansıması olan patron-sekreter(metres), ilişkisinde bütün faturayı kadına kesiyor, onların turban takmalarını eleştiriyordu.
Metresleştikten sonra türban takan sekreterleri, yeni zengin Müslüman erkekleri baştan çıkarmakla suçluyor, onları "aşk kadını" diye tanımlayarak, tıpkı Hz. Ömer gibi, "atın o başörtüsünü, yoksa Müslüman (hür) kadınlara mı benzemek istiyorsunuz?" mealinde yükleniyordu.
Güya, gerçek Müslüman ve "hür" kadınları da korumuş oluyordu.
O Müslüman ve hür kadınları IŞİD'in kurduğu köle pazarlarında da gördük. IŞİD ganimet olarak görüp esir aldığı kadınları, -tıpkı Hz. Ömer'in cariyeleri gibi, açık ve oynak halde- çırılçıplak soyup köle pazarlarında satışa sunarken, "özgür" Müslüman kadınlar "cilbablarını" giymiş ellerinde silahlarıyla onlara nezaret ediyorlardı.
İşte başörtüsünün özgürlükle ilk ilişkisi böyle bir şeydi.
Ve bu ilişki ballandıra ballandıra kadınları, genç kızları baş örtüsüne ikna etmek için kendilerine anlatılıyordu.
Bir zamanlar baş örtüsü mağduriyeti algısı yaratmakta fazlasıyla gündeme gelmiş, öğrencilerin baş örtülerini çıkarmaları için alındığı "ikna odalarını" hatırlıyorsunuzdur.
Eğer böylesi bir uygulama olduysa, ki olduğunu sanıyorum, hemen belirteyim sonuna kadar karşıyım.
Ama diğer yandan; o dönemlerden beri, kim bilir kaç ikna odasında, kim bilir kaç kadına, başörtüsünün "özgürlüklerinin" bir gereği olarak dayatıldığını da sorgulamak gerekmez mi?
Tartıştığım o emekçi ailenin kızı da işte böyle bir ikna sürecinden geçmişti. Eğer başörtüsü takmasaydı kocası toplantılara gitmesine ve çalışmasına izin vermeyecekti.
Ama babası başörtüsü takmadığı zamanlarda o toplantılara gitmesi için izin vermişti.
İroniye bakın ki özgürce gittiği o toplantılarda özgürlüğünü başörtüsüne endekslemeye ikna olmuştu.
Çünkü baş örtüsü takmadığında iffetli, dolayısıyla özgür olamayacaktı.
Aslına bakarsanız son dönemlerde başörtüsünün örttüğü birçok kafanın içinde bu çarpık özgürlük kavramı yeşerip, kökleşmekte.
Diğer yandan, artık kadınların birçoğu için başörtüsü gerçekten bir özgürlük aracı.
Birçok kadın eşinden, başörtüsü taktığı için alışverişe, çeşitli kurslara, arkadaş gezmelerine gitme izni alabiliyor.
Bir çok genç kız, arkadaşlarıyla, hatta flörtleriyle buluşabilmek için, başörtüsü takarak, anne babasından dışarı çıkma izni alabiliyor.
Ancak konuya bu "pratik yarar" açısından bakamayız.
Yani, "şöyle ya da böyle kadınları özgürleştiriyor" diyemeyiz. Konu sadece bu pratik yarar ve bir inanç meselesi olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve felsefi yanıyla da irdelenmezse, o pratik yarar kısa zamanda zarara dönüşebilir.
Günümüzde başörtüsü, okumak isteyen kızlar için engel değil.
Ben kızların okumasına engel olan bütün yasaklara karşıyım. Ama bu engelin en temelinde kadınların önüne bu "özgürlük şartını" getiren anlayışın yattığını da hesaba katmak lazım.
Başörtüsünü bir özgürleşme olarak tanımlamadan önce; en azından bir zamanlar başörtüsü taktığı için okula gidemeyenlerin konu edildiği kadar, başörtüsü takması şartıyla okula gitmesine izin verilenleri de gündeme getirmek gerekir.
Keza bir çok kadın ve kıza; eğitim, çalışma, gezme, alışveriş, arkadaşlarıyla buluşma iznini de başörtüsü şartıyla verildiğini de görüp, ilerleyen bir sorun olarak irdelemek, üzerine konuşmak gerekir.
Evet, bu bir sorun ve ilerliyor.
Giderek derin, tehlikeli bir toplumsal sorun olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü bu başörtüsü şartlı izin, ailece tercih edilen bir yaşam tarzının sonucu olmaktan, toplumsal bir dayatmaya evriliyor.
Ve başörtüsü bir kıyafet tercihi ve özgürlüğü olarak değil de bir inanç meselesi olarak ele alındıkça bu, hızlanarak sürecektir.
Konu bireysel özgürlükler temelinde alındığında Kamusal Yetke bu tercihin arkasındaki yanlış ya da doğru, haklı ya da haksız etmeni sorgulayamamalı.
Örneğin bu tercihin nedeni dinin yanlış ya da doğru yorumlanması olabilir. Kamusal Yetke bunu sorgulama hakkına sahip değildir.
Başörtüsü özelinde alırsak, örneğin Ahzap Suresi 59. Ayetinin doğru yorumlanıp yorumlanmadığını test etmek, buna göre karar vermek kamusal yetkenin yetkisi veya sorumluğu, hatta görevi dahilinde değildir, olmamalıdır.
Kamusal yetke bu özgürlüğün kullanılması halinde başka özgürlüklerin nasıl ve ne yönde etkileneceğini sorgular. Diğer özgürlüklerin sınırına kadar genişlemesinin önünü açar.
Bunu da başörtüsü özgürlüğü konusuna indirgersek bu özgürlüğün kullanılması halinde hangi özgürlüklerin, hangi yönde etkileneceğini, hangi durumda hak ya da hak gasbı olacağını sorgular ve karar üretir.
Demokratik toplumlarda, Kamusal Yetke bu sorgulamada; toplumsal güçlerin, yani sınıf örgütleri, demokrasi ve özgürlük mücadelesi yapan yığınsal kurumlar, demokratik kitle örgütleri, aydınlar, akademisyenler ve bilim kuruluşlarının, çağdaş evrensel hukuk normları içindeki tartışmalarının sonuçlarını baz almak durumundadır.
Ne yazık ki bizim ülkemizde bu tartışmaların, konunun hak ettiği ölçüde yapıldığını gözlemlemedim.
Özellikle başörtüsü tartışmaları, daha çok dini vecibe ve içtihatlar çerçevesinde oldu. Daha doğrusu bu çerçeve içinde özellikle bırakıldı. Bir kıyafet özgürlüğü konusu olmaktan çıkarılıp, bir inanç özgürlüğü konusu yapılarak İslamcı Siyasetin en kullanışlı ve verimli siyasi rant malzemesine dönüştürüldü.
Böylece başörtüsü bir özgürlük simgesi haline getirildi. Oysa aynı zamanda bir baskının da simgesi olabileceği düşünülmedi.
Başörtüsünün bir özgürlük simgesi olarak ele alınmasının toplumsal birçok sakıncası var.
Kadınlara zaten hakları olan birçok şey için, başörtüsünün dayatılmasına zemin hazırlıyor.
Giderek "başörtüsü takmayanların ya da tesettüre uymayanların özgür olmaması gerekir" gibi bir mantığın yavaş yavaş yerleşmesine yol açıyor.
Örneğin, halka açık plajlarda tesettüre uymayan, mayo veya bikini ile denize girilememesi, bu tür plajların kapalı olması gerektiği seslendirilmeye başlandı.
Böylece Müslümanların iffetlerini bozmadan denize girebilme özgürlüğü korunmuş oluyor.
Otobüslerde, parklarda Ahzap Suresi 59. Ayetinin sebeb-i nüzulu bin dört yüzyıl sonra bir daha yaşatılıyor.
İslamcı anlayışının kadınlar üzerindeki baskısının bir parça kırılmasında bir özgürlük aracı olan başörtüsü, aynı anlayışın kadınlar üzerinde bir baskı aracına dönüşüyor.
Evet, Kamusal Yetke bu kıyafet tercihinin arkasındaki etmeni sorgulamak yetkisi ve görevinde değil.
Ancak bu sorgulama, toplumsal güçlerin, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yaptığını söyleyenlerini solcuların, sosyalistlerin, aydınların yetkisi ve görevi dahilinde…
Ben bu toplumsal güçlerin hepsinden bir parça taşıyan bir birey olarak bu yetkimi kullanıp, görevimi yerine getirmeye çalıştım.
Gücüm, vaktim yeterse başörtüsünün hangi kamusal görevlerde bir hak, hangilerinde bir başka hakkın gaspı olabileceği üzerine de yazmak istiyorum.
Nadi Öztüfekçi
8 Mart 2017
* Rivayet: İslam literatüründe, hadisleri ve sahabelerle ilgili olayları usulünce, kaynağa dayandırarak aktarma metodu anlamında kullanılır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.