25 Nisan 2017 Salı

Eğer sizi görünce sevinen bir yakınınız varsa....

Şimdiye kadar 3-4 defa ameliyat oldum.
Bunların son ikisinin ameliyat sonrası ayılma anlarını hatırlıyorum.
Ameliyatın hemen sonrasında ayılma ünitesine alınıyorsunuz. İlk baktıkları şey sizin normal yollardan nefes alıp alamadığınız oluyor.
Ben her iki ameliyatım sonrasında nefes almakta zorlandım.
Hemşirenin, “Hadi ama Nadi Bey dönün artık” diye seslendiğini anımsıyorum. Pozisyonumu falan düzelttiler.
Kaç dakika ya da saniye olduğunu bilmiyorum ama bir süre nefes alamadım.
Nefes alamamak.?!
Her zaman çok kolay yaptığın bu sıradan bedensel işlevi yerine getiremediğin durumda senin için ne kadar önemli olduğunu, daha bir anlıyorsun.
Senin için ne kadar değerli ve yaşamsal olduğunu bilsen de,  sanki ömrün boyunca hiç kaybetmeyeceğini sandığın sıradan bir bedensel işlevi, gün geliyor kaybedebileceğini görüyorsun.
O iki ameliyat sonrasında da nefes almaya çabalamamı hatırlıyorum.
Her şey yoluna girdiğinde, artık ameliyat sonrası acılarınla ilgileniyorsun. Nefes almak yine sıradan bir bedensel işlev oluyor.

59 yıllık yaşamım da, benim için nefes almak kadar değerli, ama bir o kadar da doğal gelen, şimdiye kadar özel bir çaba sarf etmeden sahip olduğum ve bugüne kadar hiç yoksun olmadığım bir şey vardı.
Annemin, beni her gördüğünde gözlerinin içinin güldüğünü görmek…
Kendimi hatırladığımdan bu yana beni her yeni gördüğünde gözlerinin içi gülerdi.
Yeni derken, öyle bir iki saatlik aralıklardan söz ediyorum.
Çocukluğumda sokaktan su içmek için ya da acıktığımdan dolayı eve geldiğimde, okula başladıktan sonra okuldan her döndüğümde, sanki uzun bir aradan sonra görüyormuş gibi hep gözlerinin içi gülerdi.
Bu, çalkantılı yaşantımın hemen her aşamasında devam etti.
Üniversite ile başlayan İGD'lilik yıllarımda bu aralar biraz uzamaya başladı. Menemen İGD’nde çalıştığım zamanlarda da değişik nedenlerle eve geç geldiğim ya da hiç gelmediğim olurdu.
Sonrası Ege Üniversitesi Bornova kampüsünde ve Bornava İGD şubesinde çalışmaya başladığımda da bazı geceler, değişik etkinlikler (yazılama, afişleme vb.) nedeniyle eve dönmezdim
Birçok kez geceyi karakolda geçirdiğim de oldu.
Bütün bu maceralı günlerin sonunda eve döndüğümde ilk karşılaştığım şey annemin birden parlayan gözleri, yüzündeki sevinç olurdu.
Nasıl oluyorsa böyle günlerin sonunda annem çoğu kez pencerede olurdu.
Bir iki gün boyunca, sürekli beni pencerede beklemesine imkan yoktu. Çünkü eve geldiğimde yemekler yapılmış, ev de tertemiz olduğuna göre bütün vaktini pencerede geçirmiş olmazdı.
Ama çoğunda annem beni sokağın köşesinden döner dönmez görürdü. Ben de onu pencerede...

1976-80 yılları boyunca Üniversiteler çok hareketliydi. Boykotlar, eylemler, çatışmalar, ölümler yaralanmalar sıradan şeylerdi. (Şimdi de öyle değil mi?)
Ben de birçok defa eve yaralı geldim.
Birçok defa kafa göz yarılmış, ayağı çıkmış ve eli kesilmiş (hatırladıklarım) bir halde eve geldiğimi biliyorum.
Böyle anlarda bile annem, beni ilk gördüğünde önce yüzü güler, sonra yaralı halimden dolayı endişeli bir hal alırdı. Sanırım yaralı bile olsa, sağ olarak gelmiş olmam onu sevindirirdi.
12  Eylül faşist darbesi  annemle görüşmelerimizi bayağı aksatmıştı.
Birçok kez evimizi polis bastı, gözledi ya da beni soruşturdu. Birkaç defa kaçaklık yaşadım, arandım, yakalandım, serbest bırakıldım, tekrar yakalandım.
Bu tür, uzun aralarla görüşmek zorunda olduğumuz zamanlar, annemin beni her gördüğünde gülen gözlerini özlerdim.
Bu güne kadar beni gördüğünde yüzünün öfkeyle asıldığını, gözlerinin ateş gibi olduğu tek bir an oldu.
Daha önce bir yazımda bahsetmiştim.  Bknz: 12 Eylül Anneleri. Annem.. 
Yaklaşık bir ay süren işkenceli bir sorgu esnasında, bir rastlantı sonucu –yemek kovalarını almaya indirdiklerinde- beni bitkin bir şekilde görmüş, yüzü o zamana kadar görmediğim, bambaşka bir hal almıştı.
Bana doğru gelmesini engellemeye çalışan polislere duyduğu öfke, yüzüne hakim olmuştu.
Annemi bir daha hiç öyle görmedim.

Hapislik zamanlarında, hemen her -kapalı veya açık- görüş günü beni ziyarete gelip, beni hapishane kıyafetleriyle gördüğünde de hep yüzü güldü annemin.
Ondan sonra da…
Evlenip artık kendi evimde yaşadığım zamanlar, hangi aralıkla olması fak etmeksizin, onu her ziyaretimizde ya da bizi ziyaretlerinde, kısacası hemen her karşılaşmamızda annemin gülen gözlerinle karşılaştım.
Hatta ameliyattan sedye ile çıkardıklarında, yarı baygın halimle bile, başımda Hülya ile birlikte bana bakan yüzünde de aynı, o içi gülen gözleri hatırlıyorum.
Ve hatta  kendi ameliyatlarında… Sırtında osteoporoz sonucu kırılan omurga kemiğine yapılan kemik betonu uygulaması operasyonu sonrasında bile bu değişmedi.
Annem o kadar acısının arasında beni gördüğünde yüzü gülmüştü.

Son birkaç aydır annem zor günler geçirdi.
Birkaç defa acil servise kaldırıldı. Yoğun bakımlarda kaldı. Kozbeyli’den yetişip de Medikal Park acilinde onu gördüğümde yüzü şişmiş zor nefes alıyordu.
Yüzünde endişe vardı. Ama o anda bile beni gördüğünde gözleri aydınlanmıştı.
Sonra bir daha, bir daha acile kaldırdık. Normalde yatırmaları gerekirken, yatırmadılar, taburcu ettiler.
Tekrar fenalaştı yine acile kaldırdık
Acilde yattığı süre içinde bizleri sık sık dışarı çıkarıyorlardı. Bir fırsatını bulup yanına gidip beni gördüğünde de yüzü güldü annemin.
O kadar alışmıştım ki -daha doğrusu annem o kadar alıştırmıştı ki beni- bu duruma…
Ve benim için, bugüne kadar, tıpkı nefes alabilmek gibi, o kadar elzem ve o kadar doğal bir şeydi ki…
Hep böyle olacak sanıyordum.

Ta ki geçtiğimiz Cuma gününe kadar…
O gün annemin yanına yetiştiğimde annemin bakışları donuktu.
Kendinde değildi. Beni tanımamıştı bile.
Tıpkı o ameliyat sonrası ayılma ünitesinde nefes almakta zorlandığım gibi hissettim kendimi.
Demek ki bir gün annemin beni görünce gözlerinin içinin gülmesinden yoksun olacakmışım.
Ameliyat sonrası biraz çaba sarf ederek nefesime kavuşmuştum.
Ama bu defa farklıydı. Benim çabama bağlı değildi.
59 yıldan beri alıştığım, bana soluk veren bu duyguyu belki de sonsuza kadar kaybetmiştim.
Şu an o duyguyu bir kere olsun yaşayabilmek için neler vermezdim.
Ameliyat sonrası deneyimin öğrettiği üzere bazen, ne büyük nimet olduğunu hatırlayarak ve düşünerek nefes alırım.
Uzun uzun, defalarca tadını çıkara çıkara…
Annemin bilincinin yerine gelmesini ve yine beni gördüğünde gözlerinin içinin gülmesini bir kez olsun, ne büyük bir nimet olduğunu hatırlayarak ve düşünerek görmek isterdim.
Eğer sizi görünce sevinen bir yakınınız varsa, anneniz, eşiniz, çocuğunuz ya da kediniz…
O anların kıymetini bilin.
Bir gün kaybediveriyorsunuz.
Ben kaybettim.  Dün saat sekizde annemin beni gördüğünde o içleri gülen gözleriyle bana bakmasından sonsuza dek mahrum oldum.

Annem yaşamım boyunca bana yaşattığı duyguyu eminim ki ablam ve abime de yaşatmıştır.
Gelinlerine, torunlarına…
Hatta tanıdığı herkese…
Bugüne kadar, 91 yılını kimseyi kırmadan yaşayabildiğine göre içindeki sevginin sonsuz olması gerekir.
Ben bana yaşattıklarını yazdım.
Şu sıralar başka konularda yazmam pek kolay değil zaten...
Bu yazı da kolay olmadı.
Ota çöpe kolayca yazı yazan ben, bu yazıyı yazarken çok zorlandım.
Tıpkı o ameliyat sonrası nefes almakta zorlandığım gibi...
O zaman zorlanarak da olsa nefes alabilmeyi başarabilmiştim.
Bakalım bu defa başarabilecek miyim?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.