Merhaba sevgili Menemenliler,
Çok önemli bir zaman dilimini yaşıyoruz. Zorlu bir dönemeci devrilmeden geçmeye kararlıyız.
Buna olan inancımızı pekiştirmek için bir araya geldik.
Bu birlikteliğimizin adına şenlik denmesinin nedeni de işte bu inancımız…
Evet, bu birlikteliğimizin adı Memleketimiz için Hayır’lı Şenlik…
Sevgili Menemen’li Hayırdaşlar Şenliğimize hoş geldiniz.
Ben bu referandum çalışmalarında bizlerin Hayır’ı kazanmak için değil, kaybetmemek için çaba sarf etmesi gerekir diye düşünüyorum.
Evet, sevgili arkadaşlar Hayır zaten bizim.
Çünkü Hayır demek, bu memlekete sahip çıkmak demek..!
Türkiye’nin oy verebileceklerinin ezici çoğunluğu memleketini seviyor. Bugün Evet oyu vermeye hazırlanan binlerce vatandaşımız da dahil olmak üzere, bu memlekete sahip çıkıyor.
Büyük çoğunluğu oy verirken bir vatandaş olmanın olmazsa olmazı olan memleketinin elinden alınması kaygısıyla oy verecek.
Evet demeye hazırlananların büyük çoğunluğu Evet kazandığında olacakları, Hayır kazanırsa olacak sanıyor.
Bize düşen, gerçekleri kendilerine anlatmak, inandıkları o büyük yalanı ortaya çıkarmak…
İşte o yüzden Hayır zaten bizim.
Bizim Hayır’ı kazanmamıza gerek yok. Bizler, zaten bizim olanı, Hayırı, korumak için buradayız.
Çünkü biz Hayır derken, "bu memleketi bir iki köprü, bir iki alt geçit, duble yollar karşılığında bir sultana teslim etmeyeceğiz” diyoruz aslında.
Bizim Hayırımızın amacı 80 Milyonluk Türkiye vatandaşıyla aynı.
Hayırı korumak, çocuklarımızın geleceğini korumak,
Hayırı korumak birliğimizi korumak,
Hayırı korumak ülkemizi, iç barışımızı, cumhuriyetimizi korumaktır.
Hayırı korumak demokrasimizi, laikliğimizi korumaktır.
Hayırı korumak, emekli maaşlarımızı, sağlık hakkımızı, güvenlik hakkımızı, iş güvencemizi, kıdem tazminatımızı korumaktır.
Hemen aklımıza şöyle bir soru gelebilir. Bu saydıklarımız, “dört dörtlük, eksiksiz gediksiz haklar mı?” diye…
Haklı olabilirsiniz. Ama arkadaşlar eksiğiyle gediği ile bizim…
Bunlar, ulusal kurtuluş savaşlarıyla, bunca zamandır verdiğimiz emek ve demokrasi mücadelesiyle elde ettiğimiz kazanımlarımız ve bu kazanımlarımızı genişletmek için mücadele devam edecek ve etmeli.
Ancak arkadaşlar, kazanımlarımızı korumadan onları genişletemeyiz, büyütemeyiz.
İşte Hayır için mücadele etmemizin nedeni de bu.
Bizler bu kazanımlarımızı Emperyalizme karşı savaş verirken kan dökerek, kapitalizme, faşizme karşı can vererek, hapislerde yatıp, işkencelerde onur kavgası vererek aldık.
Kimse hediye etmedi.
O kadar kolay değil bunları elimizden almak ve o kadar kolay olmamalı.
Peki, Evet çıkarsa gerçekten bunları kaybedecek miyiz ve nasıl?
Bunu, size kısacık bir öykü ile anlatmak istiyorum. Kendi kurguladığım, kısa bir, “dağlara taşlara” öyküsü…
Hani derler ya, “Düşman başına” ya da “dağlara taşlara” diye…
İşte tam da öyle, -dağlara taşlara- Evet kazanmış, aradan çok değil 3-4 yıl geçmiştir.
Evet oyu veren vatandaşlarımızdan biri geç saatlerde uyumaya çalışmaktadır.
Adı da İsmail Bey olsun. İsmail Bey’i bir türlü uyku tutmaz. Çünkü SGK, bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kaldırıldıktan sonra, emekli maaşları ve sağlık hizmetleri uluslararası bir sigorta şirketlerine devredilmiştir.
Sigorta şirketi de sağlık hizmetleri için fark sigortasının primlerini maaşlarından kesmektedir.
Ayrıca bir yakını, ciddi bir hastalığı için gerekli tedavi alamadığını, sigorta şirketinin kendisini homeopati, R2 gibi alternatif tıp tedavilerine yönlendirdiğini, hastalığının bu sürede ilerlediğini anlatmıştı.
İsmail Bey, benzer bir hastalığın kendisinde de olduğundan şüphelenmektedir. Sigorta şirketinin istediği farkın çok fazla olması nedeniyle bir türlü gerekli tetkikleri yaptıramamaktadır.
Ne olacak, nasıl olacak diye düşünmekten gözüne uyku girmemektedir.
Birden yatak odasının yanındaki salondan bir tıkırtı duyar. Yatak odasının kapısını usulca aralar. Salonda bir hırsız… Elinde küçük bir el feneriyle salondaki bir şeyleri çuvala koymaktadır.
Biran eşini uyandırmayı düşünür. Ama hırsızın duyup kendilerine zarar verebileceği aklına gelir, vazgeçer. Yavaşça kapıyı kilitler. Telefonla karakolu arar.
Telefona tele sekreter çıkar, 4-5 dakika o numaraya bas, bunu kodla derken ilgiliye ulaşır.
Fısıldayarak durumu anlatır.
İlgili, “Bu konu bizi ilgilendirmez. Biz Cumhurbaşkanımıza yapılan hakaretleri ve hükümetimize karşı zararlı faaliyetleri soruşturuyoruz. Size birkaç numara vereyim. Bunlar eyaletimizde hizmet veren özel güvenlik şirketleri, bunlardan birini arayın size yardımcı olurlar” der…
İsmail Bey şaşırır, ama hemen bir şeyler yapması gerekmektedir. İlgilinin verdiği ilk numarayı arar.
Yine 4-5 dakikalık numara tuşlama seansından sonra ilgiliye ulaşır.
Karşısına bozuk Türkçesiyle bir kadın görevli çıkar. Ona da durumu anlatır.
Kadın,” Tabii efendim hemen ilgilenelim” der.
İsmail Bey sevinir, “Adresi vereyim” der.
Kadın, “Önce kredi kartınızın numarasını almam gerek. Çıkacak masrafları kabul ettiğinize dair sözlü teyidiniz gerekiyor. Biliyorsunuz konuşma kaydediliyor.”
İsmail Bey, “Anlamadım. Ne masrafları..?”
Kadın, “Evinize ekip göndermek 500 lira ve kilometre başı 10 lira ilave alıyoruz. Biz gelinceye kadar hırsız gitmiş olsa bile bu ücret sabit. Ayrıca eğer hırsızı suçüstü yakalarsak 1000 lira, eğer kaçmasını sağlarsak 750 lira ücret alınır.”
İsmail Bey sinirlenir, “yok daha neler” der, Sesi biraz yükselmiştir.
Telefondaki kadın, “Firmamızın fiyat politikası böyle efendim. Türkiye’nin 26 eyaletinde ve Dünyanın birçok ülkesinde hizmet vermekteyiz.”
O sırada yatak odasının kapısı çalınır. Hırsız kapıdadır. Gençten bir ses, “Amca açar mısın” diye seslenir.
İsmail Bey şoktadır. Telefonu, “Teşekkür ederim hanfendi” diyerek kapatır. Kısa bir tereddütten sonra kapıyı açar.
Genç bir adam, eli yüzü düzgün, efendi görünümlü.. “Amca” der, “Güvenlik firmasını arayamaya hiç gerek yok. Sana daha pahallıya mal olur. Zaten evinde fazla bir şey yok. Uğraşmaya bile değmez.”
İsmail Bey 5-10 dakikadan beri yaşadıklarının şaşkınlığıyla, yumuşak, sakin bir sesle, “ Peki oğlum bir şey çalmasan olmaz mı? Bak, efendi, okumuş birisine benziyorsun, neden hırsızlık yapıyorsun?” der.
Hırsız, “Ne yapabilirim ki amca? Polis teşkilatı Cumhurbaşkanı kararnamesi ile özelleştirilince işten atıldım. Özel güvenlik şirketlerinde de iş bulamıyorum. Hem onlar benden daha hırsız.”
İsmail Bey bitkin bir sesle, “Sen de haklısın” der. “Bari çok fazla bir şeyler götürme”
Hırsız, “Merak etme amca, firmayı çağırmadığına pişman olmayacaksın” der ve işine devam eder.
İsmail Bey çoktan uyanıp, olan biteni izleyen karısıyla yüz yüze gelir.
Karısı kendisine anlamlı anlamlı bakmaktadır.
“Tamam tamam. Bakma öyle… Elim kırılaydı da Evet oyu vermeseydim.” der.
Bu hikayeyi ben kurguladım. Ben öyle profesyonel bir yazar değilim. Sıradan bir sosyal medya yazarıyım. Hayal gücüm de öyle geniş değil.
O yüzden bu öykü de Hayal Mahsülü değil. Daha çok bir hesap mahsulü…
Bu öykü her ne kadar bir kurgu olsa da gerçekleşmesi büyük olasılık olan olayları anlatıyor.
Elbette referandumda -dağlara taşlara - Evet çıkarsa…
Nasıl mı? Kısaca anlatalım.
Türkiye’nin de dahil olduğu, uzlaşma maddelerinin gizli tutulduğu uluslar arası bir anlaşmadan söz edelim önce. Bu anlaşmanın adı TISA… Türkçe açılımı; Servis Ticareti Anlaşması…
Küresel Kapitalizmin dayattığı, Küresel bir anlaşma…
Amacı bizlerin bir vatandaş olarak hakkımız ve devletin de görevi olan kamusal hak ve görevleri Küresel şirketlere devredip, paralı hizmetlere dönüştürmek, ticarileştirmek.
Bunların içine Çevre Hizmetleri, Sağlık ile İlgili ve Sosyal Hizmetler, Mali Hizmetler, Ulaştırma Hizmetleri, Eğitim Hizmetleri gibi ve daha birçok konuda devletin kamusal görevleri, yani vatandaşın hakkı olan tüm kamusal hizmetler giriyor.
Yani kısa öyküde vurguladığım, ticari bir kaleme dönüştürülen hizmetler, sigorta, sağlık ve güvenlik hizmetleri hepsi anlaşma maddelerinde var. Yani bu öykü hayal mahsulü değil.
Eyalet kısmına gelince… Türkiye’nin bu hükümetten önce, bir maddesine şerh koyarak imzaladığı bir anlaşma var.
Çok önemli bir zaman dilimini yaşıyoruz. Zorlu bir dönemeci devrilmeden geçmeye kararlıyız.
Buna olan inancımızı pekiştirmek için bir araya geldik.
Bu birlikteliğimizin adına şenlik denmesinin nedeni de işte bu inancımız…
Evet, bu birlikteliğimizin adı Memleketimiz için Hayır’lı Şenlik…
Sevgili Menemen’li Hayırdaşlar Şenliğimize hoş geldiniz.
Ben bu referandum çalışmalarında bizlerin Hayır’ı kazanmak için değil, kaybetmemek için çaba sarf etmesi gerekir diye düşünüyorum.
Evet, sevgili arkadaşlar Hayır zaten bizim.
Çünkü Hayır demek, bu memlekete sahip çıkmak demek..!
Türkiye’nin oy verebileceklerinin ezici çoğunluğu memleketini seviyor. Bugün Evet oyu vermeye hazırlanan binlerce vatandaşımız da dahil olmak üzere, bu memlekete sahip çıkıyor.
Büyük çoğunluğu oy verirken bir vatandaş olmanın olmazsa olmazı olan memleketinin elinden alınması kaygısıyla oy verecek.
Evet demeye hazırlananların büyük çoğunluğu Evet kazandığında olacakları, Hayır kazanırsa olacak sanıyor.
Bize düşen, gerçekleri kendilerine anlatmak, inandıkları o büyük yalanı ortaya çıkarmak…
İşte o yüzden Hayır zaten bizim.
Bizim Hayır’ı kazanmamıza gerek yok. Bizler, zaten bizim olanı, Hayırı, korumak için buradayız.
Çünkü biz Hayır derken, "bu memleketi bir iki köprü, bir iki alt geçit, duble yollar karşılığında bir sultana teslim etmeyeceğiz” diyoruz aslında.
Bizim Hayırımızın amacı 80 Milyonluk Türkiye vatandaşıyla aynı.
Hayırı korumak, çocuklarımızın geleceğini korumak,
Hayırı korumak birliğimizi korumak,
Hayırı korumak ülkemizi, iç barışımızı, cumhuriyetimizi korumaktır.
Hayırı korumak demokrasimizi, laikliğimizi korumaktır.
Hayırı korumak, emekli maaşlarımızı, sağlık hakkımızı, güvenlik hakkımızı, iş güvencemizi, kıdem tazminatımızı korumaktır.
Hemen aklımıza şöyle bir soru gelebilir. Bu saydıklarımız, “dört dörtlük, eksiksiz gediksiz haklar mı?” diye…
Haklı olabilirsiniz. Ama arkadaşlar eksiğiyle gediği ile bizim…
Bunlar, ulusal kurtuluş savaşlarıyla, bunca zamandır verdiğimiz emek ve demokrasi mücadelesiyle elde ettiğimiz kazanımlarımız ve bu kazanımlarımızı genişletmek için mücadele devam edecek ve etmeli.
Ancak arkadaşlar, kazanımlarımızı korumadan onları genişletemeyiz, büyütemeyiz.
İşte Hayır için mücadele etmemizin nedeni de bu.
Bizler bu kazanımlarımızı Emperyalizme karşı savaş verirken kan dökerek, kapitalizme, faşizme karşı can vererek, hapislerde yatıp, işkencelerde onur kavgası vererek aldık.
Kimse hediye etmedi.
O kadar kolay değil bunları elimizden almak ve o kadar kolay olmamalı.
Peki, Evet çıkarsa gerçekten bunları kaybedecek miyiz ve nasıl?
Bunu, size kısacık bir öykü ile anlatmak istiyorum. Kendi kurguladığım, kısa bir, “dağlara taşlara” öyküsü…
İşte tam da öyle, -dağlara taşlara- Evet kazanmış, aradan çok değil 3-4 yıl geçmiştir.
Evet oyu veren vatandaşlarımızdan biri geç saatlerde uyumaya çalışmaktadır.
Adı da İsmail Bey olsun. İsmail Bey’i bir türlü uyku tutmaz. Çünkü SGK, bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kaldırıldıktan sonra, emekli maaşları ve sağlık hizmetleri uluslararası bir sigorta şirketlerine devredilmiştir.
Sigorta şirketi de sağlık hizmetleri için fark sigortasının primlerini maaşlarından kesmektedir.
Ayrıca bir yakını, ciddi bir hastalığı için gerekli tedavi alamadığını, sigorta şirketinin kendisini homeopati, R2 gibi alternatif tıp tedavilerine yönlendirdiğini, hastalığının bu sürede ilerlediğini anlatmıştı.
İsmail Bey, benzer bir hastalığın kendisinde de olduğundan şüphelenmektedir. Sigorta şirketinin istediği farkın çok fazla olması nedeniyle bir türlü gerekli tetkikleri yaptıramamaktadır.
Ne olacak, nasıl olacak diye düşünmekten gözüne uyku girmemektedir.
Birden yatak odasının yanındaki salondan bir tıkırtı duyar. Yatak odasının kapısını usulca aralar. Salonda bir hırsız… Elinde küçük bir el feneriyle salondaki bir şeyleri çuvala koymaktadır.
Biran eşini uyandırmayı düşünür. Ama hırsızın duyup kendilerine zarar verebileceği aklına gelir, vazgeçer. Yavaşça kapıyı kilitler. Telefonla karakolu arar.
Telefona tele sekreter çıkar, 4-5 dakika o numaraya bas, bunu kodla derken ilgiliye ulaşır.
Fısıldayarak durumu anlatır.
İlgili, “Bu konu bizi ilgilendirmez. Biz Cumhurbaşkanımıza yapılan hakaretleri ve hükümetimize karşı zararlı faaliyetleri soruşturuyoruz. Size birkaç numara vereyim. Bunlar eyaletimizde hizmet veren özel güvenlik şirketleri, bunlardan birini arayın size yardımcı olurlar” der…
İsmail Bey şaşırır, ama hemen bir şeyler yapması gerekmektedir. İlgilinin verdiği ilk numarayı arar.
Yine 4-5 dakikalık numara tuşlama seansından sonra ilgiliye ulaşır.
Karşısına bozuk Türkçesiyle bir kadın görevli çıkar. Ona da durumu anlatır.
Kadın,” Tabii efendim hemen ilgilenelim” der.
İsmail Bey sevinir, “Adresi vereyim” der.
Kadın, “Önce kredi kartınızın numarasını almam gerek. Çıkacak masrafları kabul ettiğinize dair sözlü teyidiniz gerekiyor. Biliyorsunuz konuşma kaydediliyor.”
İsmail Bey, “Anlamadım. Ne masrafları..?”
Kadın, “Evinize ekip göndermek 500 lira ve kilometre başı 10 lira ilave alıyoruz. Biz gelinceye kadar hırsız gitmiş olsa bile bu ücret sabit. Ayrıca eğer hırsızı suçüstü yakalarsak 1000 lira, eğer kaçmasını sağlarsak 750 lira ücret alınır.”
İsmail Bey sinirlenir, “yok daha neler” der, Sesi biraz yükselmiştir.
Telefondaki kadın, “Firmamızın fiyat politikası böyle efendim. Türkiye’nin 26 eyaletinde ve Dünyanın birçok ülkesinde hizmet vermekteyiz.”
O sırada yatak odasının kapısı çalınır. Hırsız kapıdadır. Gençten bir ses, “Amca açar mısın” diye seslenir.
İsmail Bey şoktadır. Telefonu, “Teşekkür ederim hanfendi” diyerek kapatır. Kısa bir tereddütten sonra kapıyı açar.
Genç bir adam, eli yüzü düzgün, efendi görünümlü.. “Amca” der, “Güvenlik firmasını arayamaya hiç gerek yok. Sana daha pahallıya mal olur. Zaten evinde fazla bir şey yok. Uğraşmaya bile değmez.”
İsmail Bey 5-10 dakikadan beri yaşadıklarının şaşkınlığıyla, yumuşak, sakin bir sesle, “ Peki oğlum bir şey çalmasan olmaz mı? Bak, efendi, okumuş birisine benziyorsun, neden hırsızlık yapıyorsun?” der.
Hırsız, “Ne yapabilirim ki amca? Polis teşkilatı Cumhurbaşkanı kararnamesi ile özelleştirilince işten atıldım. Özel güvenlik şirketlerinde de iş bulamıyorum. Hem onlar benden daha hırsız.”
İsmail Bey bitkin bir sesle, “Sen de haklısın” der. “Bari çok fazla bir şeyler götürme”
Hırsız, “Merak etme amca, firmayı çağırmadığına pişman olmayacaksın” der ve işine devam eder.
İsmail Bey çoktan uyanıp, olan biteni izleyen karısıyla yüz yüze gelir.
Karısı kendisine anlamlı anlamlı bakmaktadır.
“Tamam tamam. Bakma öyle… Elim kırılaydı da Evet oyu vermeseydim.” der.
Bu hikayeyi ben kurguladım. Ben öyle profesyonel bir yazar değilim. Sıradan bir sosyal medya yazarıyım. Hayal gücüm de öyle geniş değil.
O yüzden bu öykü de Hayal Mahsülü değil. Daha çok bir hesap mahsulü…
Bu öykü her ne kadar bir kurgu olsa da gerçekleşmesi büyük olasılık olan olayları anlatıyor.
Elbette referandumda -dağlara taşlara - Evet çıkarsa…
Nasıl mı? Kısaca anlatalım.
Türkiye’nin de dahil olduğu, uzlaşma maddelerinin gizli tutulduğu uluslar arası bir anlaşmadan söz edelim önce. Bu anlaşmanın adı TISA… Türkçe açılımı; Servis Ticareti Anlaşması…
Küresel Kapitalizmin dayattığı, Küresel bir anlaşma…
Amacı bizlerin bir vatandaş olarak hakkımız ve devletin de görevi olan kamusal hak ve görevleri Küresel şirketlere devredip, paralı hizmetlere dönüştürmek, ticarileştirmek.
Bunların içine Çevre Hizmetleri, Sağlık ile İlgili ve Sosyal Hizmetler, Mali Hizmetler, Ulaştırma Hizmetleri, Eğitim Hizmetleri gibi ve daha birçok konuda devletin kamusal görevleri, yani vatandaşın hakkı olan tüm kamusal hizmetler giriyor.
Yani kısa öyküde vurguladığım, ticari bir kaleme dönüştürülen hizmetler, sigorta, sağlık ve güvenlik hizmetleri hepsi anlaşma maddelerinde var. Yani bu öykü hayal mahsulü değil.
Eyalet kısmına gelince… Türkiye’nin bu hükümetten önce, bir maddesine şerh koyarak imzaladığı bir anlaşma var.
İş o şerhi kaldırmaya bakar.
Ayrıca Anayasa değişikliğinin 16. Maddesi bu yetkiyi sadece bir kişiye veriyor, Cumhurbaşkanına...
Bu sözünü ettiğim TISA anlaşması basit bir süreç değil. 1950’lerden itibaren devam eden bu dönüşüm, hızla Küreselleşen Kapitalizmin en önemli hedefi.
Tüm ulusal devletlerin ortadan kaldırılıp şirket devletlere bölünmesi Küresel kapitalizmin kendi kronik krizini aşmasının tek yolu.
Yani hedefte sadece Türkiye değil, ABD dahil 22 ülke var. Ama Türkiye en hevesli olanlardan.
Bu süreç çeşitli uluslararası anlaşmalarla GATT, GATS ve nihayet 2012 de TISA’ya kadar vardı. 2013’te Türkiye’nin dahil olduğu 22 ülke arasında başlayan görüşmelerin 2014’te somutlaşması kararına varıldı.
Ne var ki görüşmelerin bundan sonra gizli tutulmasına karar verildi.
Gizli tutulan anlaşmanın kendisi değil, anlaşma maddeleri…
Şimdi, bütün bunların ışığında bu anayasa değişikliği hakkında akıl yürütelim.
Neden tek başına iktidar olduğu ve meclisteki yüksek oy farkına rağmen Erdoğan-AKP iktidarı, daha fazla güç biriktirmek ister?
Ne yapmak istiyor ve mevcut gücüyle yapamayacağını düşünüyor, niye daha fazla güç ve yetki istiyor?
Bu soruları aklımızda tutalım.
Ne yapmak istediğine biraz önce değindik.
Aslında Erdoğan da bunu dile getirdi. Erdoğan bir süre önce, “Ben ülkeyi bir holding, kendimi onun CEO’su olarak görmek istiyorum.” diye bu niyetinden bahsetti.
Bu anayasa değişikliği tam da bu isteğini gerçekleştirmeye yönelik.
Amaç belli arkadaşlar. Amaç, Türkiye’yi bir holdinge, küçük şirket-eyaletlerinden oluşan bir holdinge çevirmek.
Ve bizler de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olmaktan çıkıp, Türkiye Holdingine bağlı İzmir Eyaleti Şirketinin ya sözleşmeli personeli ya da müşterisine dönüşmüş olacağız.
Ha bu arada söyleyeyim planda İzmir tek başına eyalet olacak. Başka il bağlanmayacak.
Nereden mi biliyorum?
Bölge kalkınma ajanslarının haritasına baktım çünkü… 08.02.2006 tarih ve 26074 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 5449 sayılı kanuna göre hazırlanan haritaya baktım.
Siz de bakın internette var.
Bu kanunla kurulan bölge kalkınma ajansları bu eyaletlerin ekonomik çekirdekleri olacak. Yani bu anayasa ile yapılmak istenenlerin zemini 2006’da atılmış.
Kamusal hak ve görevler bir ticari hizmet kalemine dönüşünce, kişisel hak ve hürriyetlerle ilgili kanunlar da artık müşteri-tüketici kanunlarına dönüşecek ve TISA’nın anlaşma maddelerinden biri gereği de Dünya Ticaret Örgütünün kuralları geçerli olacak.
Ben demiyorum TISA’nın ilk kabul edilen kurallarından biri bu.
Bir ayrıntı daha, Hani demiştim ya, “TISA anlaşması değil de anlaşmanın maddeleri gizli” diye…
O gizlilik 5 yıl sürecek. Yani 2014’te başladığına göre 2019’a denk geliyor.
Ne rastlantı ama değil mi? Tam da bu anayasanın yürürlüğe gireceği tarih. Yani o anlaşmanın maddeleri 2019’a kadar saklı kalıyor.
Biraz önce aklımızda tutalım dediğim soru vardı ya..?
Yani neden daha fazla güç istiyor diye. O sorunun cevabı bence verilmiş oldu.
Eğer Evet oyu vermeye hazırlanan vatandaşlarımız bu gerçekleri bilseydi, bırakın referandumda Evet oyu vermeyi, 2019’da yapılacak seçimlerde Erdoğan’a oy bile vermezlerdi.
İşte o yüzden güç biriktirmek istiyor.
Artık mızrağın çuvala girmeyeceğini görüyor. Çünkü yığınları yalanlarla oyalayamayacağını görüyor.
Bir an önce gücü eline geçirip baskısını oturtmak istiyor.
Biliyorsunuz Anayasa değişikliğinin iki tanesi 2019’u beklemeyecek.
Bunlardan biri HSK ile ilgili olanı, diğeri Cumhurbaşkanının siyasi bir partinin genel başkanı olabilmesiyle ilgili.
Yani arkadaşlar, dağlara taşlara eğer Evet çıkarsa baskı ve despotizim hemen başlayacak
Bir düşünelim arkadaşlar, iktidar partisinin il veya ilçe başkanları, bulunduğu yerin en büyük mülki amiri olacak.
Çünkü Parti Kurultayında kendi oyu ile seçilen genel başkan aynı zamanda valinin, kaymakamın bağlı olacağı bakanı da atayacak.
Ama daha önemlisi savcı ve yargıçların bağlı bulundukları kurum olan HSK üyelerinin 6’sını Cumhurbaşkanı olarak, geri kalan 7’sini de milletvekili olmalarına parti başkanı olarak bizzat karar verdiği meclis üyeleri seçecek.
Böylesi bir hukuk sisteminde bağımsız ve tarafsız mahkemelerin olmasına imkan var mı?
Şu anda referandum çalışmalarında yapılan baskıları görüyoruz. İktidar partisinin başkanı olan bir cumhurbaşkanının, aynı zamanda yargıyı da kontrol ettiğini düşünün.
Bu iki değişikliğin hemen gerçekleşmesinin nedeni de belli.
Bu anayasa değişikliği ile gerçekleştirmek istedikleri, 2019’da Erdoğan’ın seçilmesi ile mümkün olacak.
Bunu bugünden garantiye almanın tek yolu baskı ve despotizimdir.
İşte 2019’daki seçime, yargının iktidarın elinde bir sopa olduğu, böylesi bir baskı düzeni içinde gidilecek.
Böylece 2019’daki seçimde, muhalefetsiz bir seçim propagandası ile Erdoğan’ın tekrar cumhurbaşkanı seçilmesi ve AKP’nin meclis çoğunluğunu alması garanti altına alınmış olacak.
Peki, bütün bunları yapabilir mi? Dağlara taşlara Evet çıkarsa elbette yapabilir.
Çünkü bu anaysa kabul edildiğinde aslında biz anayasasızlığı kabul etmiş oluyoruz.
Çünkü getirdikleri değişikliklerle anayasa kendini koruyamıyor. Her şekil de arkasından dolaşılmaya müsait bir anayasaya dönüşüyor.
Anayasa Mahkemesinin hemen bütün üyelerini cumhurbaşkanı atayabiliyor. Yarısını Cumhurbaşkanı olarak diğer yarısını da parti genel başkanı olarak.
Nedir Anayasa Mahkemesinin görevi? Cumhurbaşkanının çıkardığı kararnamelerin ve meclisin çıkardığı kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyecek kurum.
Böyle bir anayasa mahkemesi bağımsız olabilir mi? Bağımsız olamayan bir kurum tarafsız olabilir mi?
O zaman Cumhurbaşkanının çıkardığı her kararname anayasaya aykırı olabilir.
Çünkü bu kararnamenin anayasaya uygunluğunu denetleyecek kurum da o kararnameyi çıkaran cumhurbaşkanına bağlı olacak.
Bugün önümüze konan bu anayasa değişikliği ile en fazla tehlikede olan kurum baştaki ilk dört madde ile birlikte anayasanın kendisi.
Yani arkadaşlar dağlara taşlara eğer Evet çıkarsa, koca bir ülkeyi bir sultana tepe tepe kullanması için emanet ediyoruz.
İster satar ister savar kabilinden bir vekaletname eşliğinde koca bir ülke…
Böyle bir yetkiye padişahlar bile sahip olmadı tarihimizde…
Sevgili arkadaşlar, bu yetkiyi kime veriyor olmamızın hiçbir önemi yok.
Diyelim ki bu yetkiyi vereceğimiz özü sözü çok doğru biri olabilir.
Örneğin, yıllar önce 3. Köprüyü “doğanın katledilmesi” olarak niteleyip ardından Hayır’cıları “siz daha 3. Köprüyü hazmedemediniz” diye suçlamamış,
Ya da yıllarca önce hasretle çağırıp, okyanusları aşan şükranlar gönderdiklerini, “ininize gireceğiz, ininize” diye tehdit etmemiş,
Mesela bir yıl önce, “Aldatıldık. Mevla’m bizi afetsin” deyip, bir yıl sonra, “Şimdiye kadar ne aldatan, ne de aldatılan olduk” dememiş olsun.
Yani bu yetkiyi vereceğimiz şahsiyet o kadar açıkgöz olsun ki PKK, FETÖ, ESAT, İsrail, Almanya, ABD ve Rusya dahil kimse veya devlet tarafından aldatılmamış olsun.
Örneğin, aynı konuşma içerisinde, “Evet oyu veren de Hayır oyu veren de saygındır” dedikten hemen iki dakika sonra, “Hayır oyu verenler teröristtir” dememiş olsa bile,
Anayasa değişikliği ile dış politikamızı tümüyle emanet edeceğimiz kişi, “Eyy İsrail, Eyy Almanya...” diye posta koyduğu devletlerle hemen arkasından anlaşmamış, doğru istikrarlı bir dış politika izlemiş olsa bile,
Bu anayasaya ile her şeyin ama her şeyin yetkisini vereceğimiz şahsiyet en namuslu, en kandırılmaz, parada pulda ihtişamda asla gözü olmayan, asla rakiplerini suçlamayan, bu zamana kadar hiçbir şaibesi olmayan, her zaman sözünün arkasında duran bir şahsiyet bile olsa,
Bu sözünü ettiğim TISA anlaşması basit bir süreç değil. 1950’lerden itibaren devam eden bu dönüşüm, hızla Küreselleşen Kapitalizmin en önemli hedefi.
Tüm ulusal devletlerin ortadan kaldırılıp şirket devletlere bölünmesi Küresel kapitalizmin kendi kronik krizini aşmasının tek yolu.
Yani hedefte sadece Türkiye değil, ABD dahil 22 ülke var. Ama Türkiye en hevesli olanlardan.
Bu süreç çeşitli uluslararası anlaşmalarla GATT, GATS ve nihayet 2012 de TISA’ya kadar vardı. 2013’te Türkiye’nin dahil olduğu 22 ülke arasında başlayan görüşmelerin 2014’te somutlaşması kararına varıldı.
Ne var ki görüşmelerin bundan sonra gizli tutulmasına karar verildi.
Gizli tutulan anlaşmanın kendisi değil, anlaşma maddeleri…
Şimdi, bütün bunların ışığında bu anayasa değişikliği hakkında akıl yürütelim.
Neden tek başına iktidar olduğu ve meclisteki yüksek oy farkına rağmen Erdoğan-AKP iktidarı, daha fazla güç biriktirmek ister?
Ne yapmak istiyor ve mevcut gücüyle yapamayacağını düşünüyor, niye daha fazla güç ve yetki istiyor?
Bu soruları aklımızda tutalım.
Ne yapmak istediğine biraz önce değindik.
Aslında Erdoğan da bunu dile getirdi. Erdoğan bir süre önce, “Ben ülkeyi bir holding, kendimi onun CEO’su olarak görmek istiyorum.” diye bu niyetinden bahsetti.
Bu anayasa değişikliği tam da bu isteğini gerçekleştirmeye yönelik.
Amaç belli arkadaşlar. Amaç, Türkiye’yi bir holdinge, küçük şirket-eyaletlerinden oluşan bir holdinge çevirmek.
Ve bizler de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olmaktan çıkıp, Türkiye Holdingine bağlı İzmir Eyaleti Şirketinin ya sözleşmeli personeli ya da müşterisine dönüşmüş olacağız.
Ha bu arada söyleyeyim planda İzmir tek başına eyalet olacak. Başka il bağlanmayacak.
Nereden mi biliyorum?
Bölge kalkınma ajanslarının haritasına baktım çünkü… 08.02.2006 tarih ve 26074 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 5449 sayılı kanuna göre hazırlanan haritaya baktım.
Siz de bakın internette var.
Bu kanunla kurulan bölge kalkınma ajansları bu eyaletlerin ekonomik çekirdekleri olacak. Yani bu anayasa ile yapılmak istenenlerin zemini 2006’da atılmış.
Kamusal hak ve görevler bir ticari hizmet kalemine dönüşünce, kişisel hak ve hürriyetlerle ilgili kanunlar da artık müşteri-tüketici kanunlarına dönüşecek ve TISA’nın anlaşma maddelerinden biri gereği de Dünya Ticaret Örgütünün kuralları geçerli olacak.
Ben demiyorum TISA’nın ilk kabul edilen kurallarından biri bu.
Bir ayrıntı daha, Hani demiştim ya, “TISA anlaşması değil de anlaşmanın maddeleri gizli” diye…
O gizlilik 5 yıl sürecek. Yani 2014’te başladığına göre 2019’a denk geliyor.
Ne rastlantı ama değil mi? Tam da bu anayasanın yürürlüğe gireceği tarih. Yani o anlaşmanın maddeleri 2019’a kadar saklı kalıyor.
Biraz önce aklımızda tutalım dediğim soru vardı ya..?
Yani neden daha fazla güç istiyor diye. O sorunun cevabı bence verilmiş oldu.
Eğer Evet oyu vermeye hazırlanan vatandaşlarımız bu gerçekleri bilseydi, bırakın referandumda Evet oyu vermeyi, 2019’da yapılacak seçimlerde Erdoğan’a oy bile vermezlerdi.
İşte o yüzden güç biriktirmek istiyor.
Artık mızrağın çuvala girmeyeceğini görüyor. Çünkü yığınları yalanlarla oyalayamayacağını görüyor.
Bir an önce gücü eline geçirip baskısını oturtmak istiyor.
Biliyorsunuz Anayasa değişikliğinin iki tanesi 2019’u beklemeyecek.
Bunlardan biri HSK ile ilgili olanı, diğeri Cumhurbaşkanının siyasi bir partinin genel başkanı olabilmesiyle ilgili.
Yani arkadaşlar, dağlara taşlara eğer Evet çıkarsa baskı ve despotizim hemen başlayacak
Bir düşünelim arkadaşlar, iktidar partisinin il veya ilçe başkanları, bulunduğu yerin en büyük mülki amiri olacak.
Çünkü Parti Kurultayında kendi oyu ile seçilen genel başkan aynı zamanda valinin, kaymakamın bağlı olacağı bakanı da atayacak.
Ama daha önemlisi savcı ve yargıçların bağlı bulundukları kurum olan HSK üyelerinin 6’sını Cumhurbaşkanı olarak, geri kalan 7’sini de milletvekili olmalarına parti başkanı olarak bizzat karar verdiği meclis üyeleri seçecek.
Böylesi bir hukuk sisteminde bağımsız ve tarafsız mahkemelerin olmasına imkan var mı?
Şu anda referandum çalışmalarında yapılan baskıları görüyoruz. İktidar partisinin başkanı olan bir cumhurbaşkanının, aynı zamanda yargıyı da kontrol ettiğini düşünün.
Bu iki değişikliğin hemen gerçekleşmesinin nedeni de belli.
Bu anayasa değişikliği ile gerçekleştirmek istedikleri, 2019’da Erdoğan’ın seçilmesi ile mümkün olacak.
Bunu bugünden garantiye almanın tek yolu baskı ve despotizimdir.
İşte 2019’daki seçime, yargının iktidarın elinde bir sopa olduğu, böylesi bir baskı düzeni içinde gidilecek.
Böylece 2019’daki seçimde, muhalefetsiz bir seçim propagandası ile Erdoğan’ın tekrar cumhurbaşkanı seçilmesi ve AKP’nin meclis çoğunluğunu alması garanti altına alınmış olacak.
Peki, bütün bunları yapabilir mi? Dağlara taşlara Evet çıkarsa elbette yapabilir.
Çünkü bu anaysa kabul edildiğinde aslında biz anayasasızlığı kabul etmiş oluyoruz.
Çünkü getirdikleri değişikliklerle anayasa kendini koruyamıyor. Her şekil de arkasından dolaşılmaya müsait bir anayasaya dönüşüyor.
Anayasa Mahkemesinin hemen bütün üyelerini cumhurbaşkanı atayabiliyor. Yarısını Cumhurbaşkanı olarak diğer yarısını da parti genel başkanı olarak.
Nedir Anayasa Mahkemesinin görevi? Cumhurbaşkanının çıkardığı kararnamelerin ve meclisin çıkardığı kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyecek kurum.
Böyle bir anayasa mahkemesi bağımsız olabilir mi? Bağımsız olamayan bir kurum tarafsız olabilir mi?
O zaman Cumhurbaşkanının çıkardığı her kararname anayasaya aykırı olabilir.
Çünkü bu kararnamenin anayasaya uygunluğunu denetleyecek kurum da o kararnameyi çıkaran cumhurbaşkanına bağlı olacak.
Bugün önümüze konan bu anayasa değişikliği ile en fazla tehlikede olan kurum baştaki ilk dört madde ile birlikte anayasanın kendisi.
Yani arkadaşlar dağlara taşlara eğer Evet çıkarsa, koca bir ülkeyi bir sultana tepe tepe kullanması için emanet ediyoruz.
İster satar ister savar kabilinden bir vekaletname eşliğinde koca bir ülke…
Böyle bir yetkiye padişahlar bile sahip olmadı tarihimizde…
Sevgili arkadaşlar, bu yetkiyi kime veriyor olmamızın hiçbir önemi yok.
Diyelim ki bu yetkiyi vereceğimiz özü sözü çok doğru biri olabilir.
Örneğin, yıllar önce 3. Köprüyü “doğanın katledilmesi” olarak niteleyip ardından Hayır’cıları “siz daha 3. Köprüyü hazmedemediniz” diye suçlamamış,
Ya da yıllarca önce hasretle çağırıp, okyanusları aşan şükranlar gönderdiklerini, “ininize gireceğiz, ininize” diye tehdit etmemiş,
Mesela bir yıl önce, “Aldatıldık. Mevla’m bizi afetsin” deyip, bir yıl sonra, “Şimdiye kadar ne aldatan, ne de aldatılan olduk” dememiş olsun.
Yani bu yetkiyi vereceğimiz şahsiyet o kadar açıkgöz olsun ki PKK, FETÖ, ESAT, İsrail, Almanya, ABD ve Rusya dahil kimse veya devlet tarafından aldatılmamış olsun.
Örneğin, aynı konuşma içerisinde, “Evet oyu veren de Hayır oyu veren de saygındır” dedikten hemen iki dakika sonra, “Hayır oyu verenler teröristtir” dememiş olsa bile,
Anayasa değişikliği ile dış politikamızı tümüyle emanet edeceğimiz kişi, “Eyy İsrail, Eyy Almanya...” diye posta koyduğu devletlerle hemen arkasından anlaşmamış, doğru istikrarlı bir dış politika izlemiş olsa bile,
Bu anayasaya ile her şeyin ama her şeyin yetkisini vereceğimiz şahsiyet en namuslu, en kandırılmaz, parada pulda ihtişamda asla gözü olmayan, asla rakiplerini suçlamayan, bu zamana kadar hiçbir şaibesi olmayan, her zaman sözünün arkasında duran bir şahsiyet bile olsa,
bu kadar yetki sadece onu değil herkesi yoldan çıkarır.
Şahsen bu referandum da bu kadar yetki bana verilecek olsa, ben Hayır derim.
Bu zamana kadar özgürlük ve demokrasi için bedel ödemiş, hapis yatmış biri olarak bu kadar yetkiye sahip olan kendime güvenmem.
Bir ayda yoldan çıkar, kimsenin, hatta aynada kendimin yüzüne bile bakamam.
Şahsen bu referandum da bu kadar yetki bana verilecek olsa, ben Hayır derim.
Bu zamana kadar özgürlük ve demokrasi için bedel ödemiş, hapis yatmış biri olarak bu kadar yetkiye sahip olan kendime güvenmem.
Bir ayda yoldan çıkar, kimsenin, hatta aynada kendimin yüzüne bile bakamam.
O yüzden, bu referandumda, kendinizde iyiden ve güzelden yana ne buluyorsanız, o değerler adına Hayır demeliyiz.
Bu referandumda Hayır demeden sosyalist, solcu olamazsınız.
Eğer Hayır demezsek Kemalist, demokrat, ülkücü olunamaz.
Eğer Hayır demezsek bir diktatörün kişisel öfkesine binlerce gencimizin Ortadoğu bataklığında telef olmasına ortak olabilirsiniz. Dolayısıyla yurtta sulh, cihanda sulh diyen Atatürkçü de olamazsınız.
Sevgili Menemenliler ,
Bir öykü ile başladım ve yine bir öykü ile sonlandırmak istiyorum.
Önceki kısa bir öyküydü, bu daha da kısa,
Önceki geleceğe yönelikti, bu geçmişe hepimizin geçmişine yönelik.
İlk anlattığım öykü yaşanması büyük olasılık olan olayları anlatıyordu, bu öykü yaşanmışlıkları anlatıyor.
Öykü basit, hemen hepimizin böyle bir öyküsü vardır.
Bir çoğumuzun anneannesi ya da annesi zamanında büyük abisine güvenmiş vekalet vermiştir. Bu dayımız ya da büyük dayımız da, ya da amcamız malları satmış savmış ya da üstüne konmuştur.
Belki kötü niyetli olduğu içinde değil. O kadar yetkiye sahip olunca maceraya atılmış, yanılmış batmış da olabilir. Ama sonuçta ailenin varlığı heba olmuştur.
Bir zorlarsak bizlerin de başımızdan buna benzer olaylar geçtiğini hatırlayabiliriz. Hemen hepimizde böyle bir gönül kırıklığı vardır.
Bir arsa ya da tarla şimdi sizin olabilecekken başkalarındadır. Her önünden geçtiğiniz de, “Ahh anne” ya da “Ahh anneanne ahh” dersiniz. “Nasıl verdin o vekaletnameyi dayıma ya da büyük dayıma? Hiç mi bizi düşünmedin” diye içiniz yanar.
Hani lanet de okumazsınız ama içinizde bir sızıdır. Hatta o malları satıp savan dayınıza da fazla kızamazsınız belki ama, yine de affedemezsiniz.
İşte yarın çocuklarımız ya da torunlarımızın, “Ahh baba, dede, anneanne ya da babaanne ahh, nasıl Evet oyu verirsin.? Hiç mi bizi düşünmedin?” demesini istemiyorsak sandığa gittiğimizde mühürü Hayıra basmak lazım.
Hatırlatırım, Pazar günü çocuklarımızın geleceğini oyluyoruz.
Bu öyküyü buradan gittikten sonra Evet oyu vermeyi düşünen, komşularınıza, yakınlarınıza, arkadaşlarınıza anlatın
Anlatın ki yarın çocukları onları sitemle değil, Hayırla ansın.
Ve bizler, hepimiz, şunu bilmeliyiz ki; Hayır bizim.
Bizim Hayır’ı kazanmamıza gerek yok.
Bir zorlarsak bizlerin de başımızdan buna benzer olaylar geçtiğini hatırlayabiliriz. Hemen hepimizde böyle bir gönül kırıklığı vardır.
Bir arsa ya da tarla şimdi sizin olabilecekken başkalarındadır. Her önünden geçtiğiniz de, “Ahh anne” ya da “Ahh anneanne ahh” dersiniz. “Nasıl verdin o vekaletnameyi dayıma ya da büyük dayıma? Hiç mi bizi düşünmedin” diye içiniz yanar.
Hani lanet de okumazsınız ama içinizde bir sızıdır. Hatta o malları satıp savan dayınıza da fazla kızamazsınız belki ama, yine de affedemezsiniz.
İşte yarın çocuklarımız ya da torunlarımızın, “Ahh baba, dede, anneanne ya da babaanne ahh, nasıl Evet oyu verirsin.? Hiç mi bizi düşünmedin?” demesini istemiyorsak sandığa gittiğimizde mühürü Hayıra basmak lazım.
Hatırlatırım, Pazar günü çocuklarımızın geleceğini oyluyoruz.
Bu öyküyü buradan gittikten sonra Evet oyu vermeyi düşünen, komşularınıza, yakınlarınıza, arkadaşlarınıza anlatın
Anlatın ki yarın çocukları onları sitemle değil, Hayırla ansın.
Ve bizler, hepimiz, şunu bilmeliyiz ki; Hayır bizim.
Bizim Hayır’ı kazanmamıza gerek yok.
Ama korumamız lazım.
Nasıl mı? Sandıkta koruyacağız. Oy vererek, verdiğimiz oyların düzgün sayılmasını sağlayarak.
Nasıl mı? Sandıkta koruyacağız. Oy vererek, verdiğimiz oyların düzgün sayılmasını sağlayarak.
Unutmayalım referandum da beklenen Hayır oyları %’de kaç olursa olsun, sizinki olmadan bir eksiktir.
Eğer siz oy vermezseniz bir oyla kaybederiz.
Eğer siz oy vermezseniz, sırf siz oy vermediniz diye ülke uzun bir karanlığa ilk adımını atmış olur.
Eğer siz oy vermezseniz fazladan bir genç daha Suriye’de toprağa düşebilir.
Pazar günü Hayır oyu verdiğinizde de, belki 4-5 yıl sonra parkta yürüyüş yaparken, yeni yürümeye başlayan çocuklarını iki elinden tutmuş gezen, genç bir çift göreceksiniz.
Ve belki bu küçük çocuğun babası, sırf siz Hayır oyu vererek Suriye’deki savaşa engel olduğunuz için ölmeyip sağ kalan genç olacak.
Sevgili Dostlar
Şenliğimize tekrar Hoş Geldiniz.
Sağolun var olun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.