8 Kasım 2017 Çarşamba

Menemen Haziran Meclisi Eğitimin Dinselleştirilmesi ve Laiklik söyleşisi...


Merhaba arkadaşlar,
Menemen Haziran Meclisinin düzenlediği “Eğitimin Dinselleştirilmesi ve Laiklik” söyleşimize hoş geldiniz.

Arkadaşlar aydınlanma mücadelesi hemen hemen insanlık tarihi kadar eskidir. Tarih boyunca insanlık bilgiyi ve gerçeği aramıştır.
Ve yine tarih boyunca bu çabanın karşısında birileri, bir zümre, bir grup olmuştur.
Genelde egemen çevrelerdir aydınlanma çabalarının karşısında olanlar. Ya da onların emrindeki karanlık güçler ya da  yönlendirmeleri altında bilinçsiz kesimler...
Ama tarihin hemen her aşamasında, hemen her anında egemenler de aydınlanmaya ihtiyaç duymuşlardır.
Kendi egemenliklerini sürdürmek için neler yapmaları gerektiğini anlamaları, bilmeleri gerekmektedir. Bilgi egemenlerin de ihtiyacıdır ve onu bulmak için aydınlığa ihtiyaçları vardır.
Ama bu aydınlığın ortaya çıkardığı gerçekleri yönettikleri, hükümranlıkları altındaki insanların görmesinden de deli gibi korkmuşlardır.
O yüzden ışığı gasp etme çabaları da tarih boyunca sürmüştür.
Ama başarılı olamamıştır. Işığı engellemenin mümkünü olur mu hiç?
Avucunda saklamaya çalışsan parmaklarının arasından sızar, bir odaya kapatmaya kalksan her girip çıktığında ışık da sızar.
Egemenliği sürdürebilmeleri için bilgiye, bilgiye ulaşmak için de ışığa gerek olur.
Üstelik ışığı yaratanlar egemenler değildir. Yani bilgiyi, yani gerçeği…
Gerçekler yani bilgi, çoğu kez emekle ortaya çıkar. Ekmeğin yaratıcısı emekçiler olduğu gibi, ışığın aydınlığın bilginin de yaratıcısı da emekçilerdir.
Bugün gördüğünüz o devasa vinçlerin fikir babaları Mısır Piramitlerini yapan kölelerdir.
Efendiler ise onları sadece gasp edenlerdir, sahiplenen, kıskançça kendi tekellerine alanlardır.
Tarih denilen şey, emekçilerin efendilerle mücadelesi ise, bu aynı zamanda aydınlanma ve karanlık yanlıları arasındaki mücadeledir.

Evet, işte bu mücadelenin başından beri, aydınlanmadan yana olanların en önemli araçları Laiklik olmuştur. O yüzden Aydınlanma ve Laiklik mücadelesi hep at başı gitmiş, bir birleriyle ayrılmaz bir mücadele alanı olarak, gelişerek, tarih boyunca sürmüştür.
Evet gelişerek. Her şeyin geliştiği gibi Aydınlanma ve Laiklik mücadelesi de gelişmektedir.
Mücadelenin gelişmesi ne anlama gelir?
Bugün Laiklik mücadelesi dediğimiz şey dinlerin ortaya çıkışından beri var olsa da kavramsal bir tanım kazanmamıştı.
İşte mücadelenin gelişmesinin bir göstergesi de; kendiliğinden, tepkisel nedenlerle başlayan mücadelenin giderek bilinç kazanıp, felsefe ve kavramsal tanıma kavuşmasıdır.
Ayrıca mücadelenin önemi de artmıştır. Kazanmanın ve kaybetmenin önemi…
Bu da gelişmedir.
Ve bu mücadelede kullanılan silahlar, teknikler de gelişir.
İşin içerisine modern teknolojiler, iletişim ve bilim araçları girer.
Algı teknikleri gelişir.
Ama ne yazık ki karşı tarafta, yani egemenlerin, ışığa ve aydınlığa deli gibi ihtiyaçları olduğu halde, egemenliklerini sürdürdükleri insanlardan deli gibi kıskananların cephesinde olur çoğu kez bu gelişme…
O yüzden bizler, aydınlanmadan yana olanlar, bilgiyi ve ışığı herkesten fazla hak edenler ve bunu tüm insanlıkla paylaşmaya çabalayan bizler de mücadele yöntemlerimiz ve araçlarımızı geliştirmeliyiz.

Çünkü bizler tanrıların ocağından kıvılcım çalıp insanlığa hediye eden Prometheuslarız.
Prometheus, ilk çağlarda söylenen Yunan efsanelerinden birinin kahramanlarındandır.
Prometheus tanrıların ocağından kıvılcımı çalarken ilk çağ tanrılarının en büyüğünün, Zeus’un emrine karşı gelmeyi göze almıştır.
Ağır bedel ödemiş ama insanlık ateşe kovuşmuş bugüne kadar ilerlemiştir.
Yani arkadaşlar Aydınlanma ve Laiklik mücadelesi, birlikte ve İlk Çağlardan beri sürüyor.
Evet Prometheus bir efsane kahramanıydı, tıpkı bir İlk Çağ Tanrısı olan Zeus gibi...
Ama efsaneleri insanlar üretmişlerdir. İnsanlığın bilgisini, algılarını, düşüncelerini ve nihayet çağının mesajlarını iletirler.
Aslında Prometheus adı bile bir mesajı içermektedir.
Prometheus’un adı "önce" anlamında bir önek olan "pro" dan ve öğrenmek anlamına gelen, aynı zamanda matematik kelimesinin de kökü olan "metheus" tan gelir.
Yani Prometheus adının anlamı ‘önceden öğrenen’dir.
Bu mesajdan ilk olarak Laiklikle, öğrenmenin yani eğitimin, ne kadar ilintili olduğunu anlıyorum.
Ardından bizlere yüklediği bir görevin de olduğunu düşünüyorum.
Bizler de bu gelişen Aydınlanma ve Laiklik mücadelesinin birer unsuru olarak, önceden öğrenmeliyiz.
İktidar sahiplerinin ışığı ve gerçeği kendilerine saklamalarını, onları insanlardan uzak tutma çabalarını ve bunu yaparken kullandıkları yöntemleri iyi öğrenip, Prometheus gibi insanlığa ama önce kendi insanımıza, yurttaşlarımıza ulaştırmalıyız.

Belki de öğrenmeye ve öğretmeye Laikliğin ne olduğundan başlamak gerekir.
Bu etkinliğin bir söyleşi olduğunu hatırlatarak, benim bu sunumumu öğretici bir metin olarak değil, söyleşi zemini yaratmak için bir giriş olarak algılayın lütfen.
Yani Laiklik üzerine kendi çapımda derleyip sunmaya çalışacağım bilgileri de yine bir söyleşi zemini oluşturma çabası olduğunu hatırlayalım.


Arkadaşlar Laiklik tanım itibarı ile dinle ilgilidir.
En basitinden ‘Din’le devlet işlerinin birbirinden ayrılması anlamına gelir.
Kelime kökenini birazdan konuşuruz ama benim öncelikle söylemek istediğim bir şey var.
Laiklik kavramı, her ne kadar din üzerinden tanımını alıyorsa da Laiklik, Dine karşı mücadeleyi tarif etmez.
Birçok kez dinlerin özgürlüğü için de yapılan mücadelenin tanımıdır.
Bu söylediğim Laiklik kavramına, dindarlar nezdinde sempati kazandırma amaçlı bir söylem değil, tarihsel örnekleri olan bir gerçeği ifade etmektedir.
Bu gerçeği Laiklik felsefesinin tarihsel olaylar eşliğindeki gelişiminde görebiliriz.
Çünkü Laiklik Felsefesine kolay ulaşılmadı.
Bu felsefe uzun ve dolambaçlı yollardan geçtikten sonra 17. Yüzyılda kavramsal temelleri atılmış, 18. Yüzyılda, “Aydınlanma Çağında” gelişmesi hızlanmış, 1789 Burjuva Devriminin temel belgilerinden biri olarak somutlaşmış  ve nihayet 1905 yılında hukuki kimliğe bürünerek Fransız Anayasasına girmiştir.
Bu, Laiklik kavramı üzerine tartışmaların ve bu kavramın gelişiminin son aşaması değildir ama, bu aşamaya da olağan üstü zor yollardan gelinmiştir.
Yukarıda, “Laiklik mücadelesi Dinlerin özgürlüğü için yapılan mücadelenin de tanımıdır.” demiştim.
Bunun tarihsel yaşanmışlıklarda örnekleri vardır. Örneğin Protestanlığın kurucusu Martin Luther, 1517 yılında, 95 madde halinde Wittenberg Kilisesi’nin kapısına astığı şikâyetlerinde, Kilisenin dinden uzaklaştığını söylüyor ve “Gerçek Hristiyanlık”a dönüşü savunuyordu.
Bu dinci baskı ve sömürüye, yine din adına karşı çıkışın bir örneğidir aslında. Ve bu anlamda Laiklik ve aydınlanma mücadelesi köklerinin dallarından biridir.
Hemen tüm Mezhep savaşlarının, hatta dinlerin bile ortaya çıkışı, egemen dinci baskıya karşı mücadelenin bir parçasıdır.
Hristiyanlık, Roma Paganizmiyle iş birliği halindeki Yahudi Din adamlarının, baskısına karşı bir tepkinin yansımasıdır aynı zamanda.
Ama yıllar sonra Hristiyanlık adına yapılan baskıya, Cizvitlerin katı anlayışına kendi diyalektiği içinde Katolik Kilisesi’ni de sarsarak reform hareketlerinin öncüleri de Laiklik mücadelesinin bir parçasıydı.
Toplumsal ilerlemenin tarihsel bir örneği olan Magna Carta’yı hatırlayalım.
Kendini Tanrının yeryüzündeki temsilci olarak gören, Tanrı adına kendi bencil çıkar ve kaprislerini yönetime yansıtan bir kral var... İngiltere Kral'ı John…
Namı diğer Yurtsuz John. Kafasına göre vergiler koyuyor, Tanrı adına askerlik yasaları çıkartıyor. Derebeylerin üzerinde alabildiğine baskı uyguluyor.
Buna karşı çıkan baronlar var ve onların yanında da Papa’dan destek alan Din adamları….
Sonuçta Kral John’a isteklerini kabul ettiriyorlar. 1215 yılında Magna Carta yani Büyük Ferman ya da  Magna Carta Libertium  yani Büyük Özgürlük Fermanı denilen belgeyi imzalatıyorlar.
Evet Magna Carta da, kendini Tanrının yeryüzündeki gölgesi olarak gören krala karşı verilen mücadelenin, adı konulmasa da Laiklik Mücadelesinin bir unsurudur.
Ama yıllar sonra aynı İngiltere’de bu defa bir çok ülkede dinsel yetkilerini kullanan Papalığa karşı bir mücadele başlamıştır.
Bir evlilik meselesini bahane eden VIII. Henry Anglikan mezhebini, kurmuştur.
İngilizlere has, Kralın ve sarayın söz sahibi olduğu bir protokol dini olarak ortaya çıkan Anglikan Mezhebi, yine adı konulmayan, kendiliğinden bir laiklik mücadelesinin sonucunda ortaya çıkmıştır.
Sonrasında da dinci baskının aracı olarak Anglikan Kiliseleri kullanıldı. İngiltere’de verilen Laiklik mücadelesinin hedefi konumuna geldi.
Görüldüğü gibi Laiklik mücadelesi dinlere karşı değil ,dinci baskıya karışı, bir çok kez din adamları ve dindarlarla birlikte verilen bir mücadelenin uzantısı ve tanımıdır.
Çünkü baskı, zulüm ve karanlık, egemenlerce çoğunlukla kutsallıklar ve inançlar kullanılarak ve yine bir çok kez inananlara karşı uygulanmıştır.
Hangi din olursa olsun, felsefesi ne olursa olsun egemenlerce bir baskı unsuru olarak kullanılamaz değildir.
Kullanılmıştır ve kullanılmakta...

Aslında Anadolu ve Anadolu Kültürünü etkilemiş tarihsel süreçlerde de bunun örnekleri vardır.
Şiilik, Anadolu Aleviliği hepsi dinci tutuculuğa karşı bir tepkinin sonucudur.
Baba İshaklar, Şeyh Bedrettinler, Pir Sultan Abdallar, Hallacı Mansurlar ve daha bir çokları dinci baskı ve tutuculuğa karşı verilen bir mücadelenin unsurlarıdır.
Ve çok doğal olarak, kendilerine dayatılan dini kuralara bir isyanı tanımladığı için, aynı zamanda adı konulmamış bir laiklik mücadelesidir.
Keza Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, I. ve II. Meşrutiyet de öyle…
Her biri sünni Kuran yorumuna dayanan inanç diktatörlüğüne karşı bir baskıyı ve yaptırımı simgeler.
Örneğin Tanzimat Fermanı’nın 1839 yılında yayınlanan metninde Osmanlı İmparatorluğunun -o günkü tarihe göre- 150 yılık geriye gidişini Kuran’ın hükümlerine uyulmadığını iddia ederek başlar.
Ama yaptığı düzenleme, diğer inanç kesimlerin Osmanlı tebası olmaktan, Osmanlı vatandaşı olmasına yönelik Kuran Hükümlerinden çağdaş hukuk sistemine doğru bir çabadır.
Elbette şeriat hükümlerine göre yönetilme iddiasındaki Osmanlı yöneticilerinin, asıl sorunun o olduğunu itiraf etmesi beklenemezdi.
Ancak ilginçtir Tanzimat Fermanıyla başlayıp I. Meşrutiyetle birlikte 1876 da Kanuni Esasi’nin kabul edilmesi, Abdülhamit tarafından ilga edilmesi 1908 II. Meşrutiyetle tekrar kabul edilmesi süreçleri hep din adına, Dini yönetimin getirdiği sorunlara karşı yapılan mücadelenin aşamaları olmuştur.
Gerekçeler hep İslam Hükümlerine yeterince uyulmaması olmuştur.
Ta ki 1928’de Anayasa’da Devletin Dininin İslam olduğu ibaresinin çıkarılmasına kadar.
Ve nihayet 1937’de Laiklik ilkesi Anayasaya girmiştir.

Yani görülüyor ki Laiklik Mücadelesi, tüm dünyada ve bu bizim tarihimizde de Dinin ve Allah’ın hükümlerinin yanlış uygulanması üzerine gerekçelendirilmiş.
Bu gerekçe ilk başlarda bu mücadeleyi ivmelendirse de günümüze yaklaştığında mücadeleyi tavsatan, kazanımlardan taviz verilmesine neden olmuştur.
O yüzden Laiklik mücadelesini sadece bu yönüyle tanımlarsak, onun felsefi, hukuksal ve sınıfsal yanını atlamış oluruz ki Prometheus efsanesinin bize verdiği mesaja ters düşeriz.
Bırakın önce öğreneni, “yanlış öğrenen” konumuna düşeriz.

Evet yeni ortaya çıkan dinlerin, baskı altındaki inançların mücadelelerin her biri, bir başka inanca ve egemen dinin temsilcilerin dini kuralları despotça kullanmalarına karşı mücadelenin adı konulmasada özü Laiklik mücadelesidir.
Ama Laiklik mücadelesi dinler adına yapılan bir mücadele değildir.
Öncelikle Laiklik Mücadelesinin adını koymalıyız.
Aslında  Laiklik adı ya da kavramı, çok önceden, ilk çağlardan beri vardı.
O zamanlar felsefi bir tanıma sahip değildi ve idari bir sistemi ifade etmiyordu.
Dilimize Fransızcadan geçmiş olan "laik" sözcüğü, "din adamı olmayan kimse; din adamı dışında kalan halk" anlamına gelen Latince "laicus" sözcüğünden gelmektedir. Roma döneminde din adamlarına "Clerici" din adamı olmayanlara da "Laici" adı veriliyordu.
Evet Laisizmin o dönemler ne hukuki ne de bir felsefi tanımı yoktu ama, MÖ 3. yüzyılda, Laos/kleros karşıtlığı din yönetiminde iki sınıfı belirtmek üzere kullanılmıştır.
Yani Laiklik kelimesini etimolojik olarak incelediğimizde bile yönetimsel ve sınıfsal bir çelişkiyi ifade ediyor.
Kimle kimin arasında? Ruhban sınıfı ile geniş halk kesimleri arasında.
Yani ezilen sınıfla ezen sınıf arasında..
Bu aynı zamanda Ruhani ve cismani yani maddesel bir ikileme de işaret ediyor.
Bu da cismi ve bilimsel olan ile soyut ve dinsel olanın ikilemi demektir.
Yani aydınlık ve karanlık arasında....

Bunun en önemli göstergesi Laiklikliğin somut temellerinin Fransız Devrimiyle atılmış olmasıdır.
Gelişen Burjuvazi Dini değer yargıları üzerinde yükselen ruhban sınıfıyla soyluların, emekçi ve topraksız köylüler üzerindeki egemenliğini temsil eden feodalizme karşı ayaklanmıştır.
Feodal sistem hem köylüleri adeta esir alarak toplumsal gelişmeyi hem de bağnaz ve dini değer yargılarını egemen kılarak, burjuvazini gereksinimi olan bilimsel gelişmeyi ve aydınlanmayı engelliyordu.
O yüzden Mücadele öyle dini gerekçelere dayanmadan somut ve adı konularak verilmiştir.
Fransız Devrimi Kilise’nin mülkünü müsadere ederek dinci vesayetin sınıfsal temellerini yok etmiş ve “İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesi” ile de tüm dünyaya bir özgürlük dersi vermişti.

Ruhban sınıfının ve soyluların hakimiyetinin yıkılmasıyla özgürleşen köylüler, gelişen burjuvazinin giderek fabrikalara dönüşen atölyelerinde serbest iş gücü gereksinimini gidermişlerdir. İşçi sınıfı olarak gelişmiş ve çoğalmışlardı
Artık İşçi sınıfı ve burjuvazi arasında yepyeni bir başka mücadele filizlenmeye başlamıştı. Burjuvazi kısa sürede hakimiyetlerine son verdiği soylularla anlaşıp İşçi sınıfının karşısındaki konumunu alsa da, laiklikten taviz vermemiştir.
Daha sonra Restorasyon, 1848 Devrimi ve karşı-devrim hareketleri de hep bu temel üzerinde cereyan etti.
Sonuç olarak 1789 Burjuva Devrimi Toplumsal ve sınıfsal gelişmenin en önemli aşaması olduğu gibi, Laiklik olgusuyla da en ilişkili bir aşamasıdır.
Sadece bilim ve teknolojinin gelişmesinin önünü değil işçi sınıfının gelişiminin de önünü açmış, 1871’de Paris Komünü gibi, işçi sınıfı mücadelesi tarihinin -başarısız da olsa- en önemli devrimlerinden birini yolunu döşemiştir.
İşçi sınıfını 80 yıl içinde, ruhban sınıfı ve asillerin kulluğundan, kendi devletini kurmak için devrim yapma bilincine eriştiren güç, 1789 devriminin Laiklik ile olan organik bağıdır.
Ülkemizde Laikliğin yerinin bir türlü yerleşmemesi, hatta Laiklik mücadelesinin bile rayına oturmamasının temel nedeni sınıfsal bir zeminde yükselmemesidir.
Aslında Fransa’da 1905’te anayasaya girmiş olan Laikliğin Ülkemizde 1937’de girmesi tarihsel anlamda çok büyük gecikme değildir.
Çok önemli bir kazanımdır.
Ama bugün Laikliği korumaktan çok, yeniden kazanmaya çalışıyorsak, bunun nedeni Osmanlının son zamanlarında başlayan bu mücadelenin bir sınıf mücadelesi üzerinde yükselmemesidir.

Arkadaşlar,
Her şeye karşın Anayasamızda Laiklikle ilgili hüküm vardır.
Böylesine bir hükme rağmen bu gün, Laiklik dışı uygulamalar bizim gündemimizi meşgul ediyorsa mücadele kazanımlarımızı korumak ve geliştirmek üzerine olmalıdır.
Bu açıdan haziran Hareketinin başlattığı mücadele çok önemlidir.
Hani yukarıda Laiklik mücadelenin giderek geliştiğini söylerken, bu gelişmenin bir ayağı da bu mücadelenin kazandığı önemdir demiştim.
Doğrudur ve bu önemin hakkı verilmelidir
Bu mücadele doğru temellerde, akılcı ve kitlesel olmalıdır.
Laikliğin ihlal edildiği durumda ülkemizin büyük çoğunluğunu oluşturan emekçi ve yoksul insanlar üzerindeki olumsuz etkisi somut bir şekilde tarif edilmeli ve ortaya çıkarılmalıdır.

Aslına bakarsanız bu mücadele, Küresel çapta bir saldırının Türkiye’ye yansımasına karşı veriliyor.
Yukarıda 1789 Burjuva devrimini anlatırken yeni gelişmekte olan Kapitalizm ve onun sahibi ve önderi olan Burjuvazinin devrimci özelliklerini de vurgulamıştım.
Doğrudur, Kapitalizm aynı zamanda İşçi sınıfının, bilimin gelişmesine ve çağdaşlaşmaya da katkıda bulunmuştur.
Ama aradan geçen zaman kapitalizmin derinleşerek yayılması, sermayenin doymak bilmez iştahı, bilim ve teknolojinin daha çok kar ve daha geniş pazar amaçlı gelişmesi sonucu tekelleşmiş, emperyalistleşmiş ve nihayet küreselleşmiştir.
1789 ve benzeri devrim ve reformların bir nedeni de uluslaşma ihtiyacıydı. Ulusal pazarı koruma kaygısıydı.
Şimdi ulusal pazarlar yok. Küreselleşen Sermayenin ulusal pazarlara ihtiyacı da...
Bir zamanlar ulusun babası konumunda olan burjuvazi Küresel Sermaye ile bütünleşti.
Kapitalizm bir zamanlar olduğu toplumsal ilerlemenin bir parçası değil.
Artık insanlık için bir tehlike.
Bir zamanlar kendi gereksinimleri için istediği aydınlanmayı tüm ulusu için de isteyen bir burjuvazi yok.
Artık aydınlanmayı bilinçlenmeyi bilim ve teknoloji üretebilen bir eğitim sistemini elit bir kesim için isteyen küresel sermaye var.
İnanın ABD’de neoconların temsilcisi Trump’ın iktidara getirilmesi ile Türkiye’de eğitimin geniş yoksul kesimler için kalitesizleşmesinin direk ilgisi var.
Milli Eğitim Bakanının açıkladığı son model son derece elitist ve ayrımcı bir modeldir.
Olanakları yüksek olan ailelerin çocukları kaliteli okullarda okuma imkanı ele ederken bu imkan geniş yoksul kesimlere kapanıyor.
Kapitalizm robot teknolojisinin gelişmesi ile birlikte artık daha az ama daha nitelikli iş gücüne ihtiyaç duymaktadır.
O yüzden görece kaliteli eğitiminin verildiği okulların azaltarak sürdürüyor.

Geri kalan yoksul kesim için ön görülen eğitimin ise bir kaç amacı var.

  • Bunlardan biri; sadece iş makinalarının bir dişlisi gibi çalışabileceği, ki o da iş bulabilirse, yeterlilikte bir eğitim. Kullanıcı düzeyde teknoloji bilgisi..

  • Bir diğeri teknolojinin henüz yeterli gelişme gösteremediği emek yoğun sektörlerde koşullara itiraz etmeden uyum içinde çalışacak emek gücü oluşturmak.

  • Bir tane daha; İşsiz kalmasının nedenlerini sistemde aramayan sorgulamayan, bunu kadere ve kendindeki yetersizliklere bağlayan, kof umutlarla ya da öteki dünyadaki vaatlerle yetinebilen kitleler.
  • Üzerinde çok konuşulmayan başka amaç var ki bence çok önemli, Piyasa arz edilen teknolojik oyuncakları kullanabilecek ve dolayısıyla tüketici vasfını koruyacak yeterlilikte bir eğitim.

Şimdi arkadaşlar Laiklik meselesinin tüm boyutlarıyla ele alınmasının, hele bir kişi tarafından ele alınmasının imkanı yok.
Daha bir çok konunun gündeme gelmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.
Ama bu bir zaman sorunu ve başta dediğim gibi bu bir söyleşi etkinliği…
O yüzden ben sunumumu sonlandırıp sözü sizlere bırakıyorum.
Dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Nadi Öztüfekçi
7 Kasım 2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.