8 Aralık 2017 Cuma

Zamanlama Manidar..!?

Ne Zarrap Davası, ne Man Adası Dekontları hakkında basına yansıyandan fazla bilgimiz yok.
Elbette bir yerlerde bu bilgiler mevcut. Özellikle dijital belleklerde bu bilgileri silinmeden sonsuza kadar kalacak.
Günün birinde ortaya çıkacak elbet
Ama simdilik çok az kişi bu konudaki gerçeklerden haberdar.
Bence "bu bilgilerin ortaya çıkarılması ya da gizli kalması için kim ne kadar çaba sar ediyor?" sorusunun yanıtı öncelikli önem kazanıyor.
Ancak bu sorunun yanıtı da saklı.
Bizim gibilere de bize yansıyan kısıtlı ve doğruluğundan çok da emin olmadığımız bilgilerle yorum yapmak düşüyor.
Yani soru sorarak ve yanıtlamaya çalışarak konu üzerinde akıl yürütmekten başka yapacak bir şey yok.
Başlayalım:
Kılıçdaroğlu bu Man Adası belgelerini şimdi açıklamasaydı da ne zaman açıklasaydı?
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ertesinde, "Erdoğan'a oy verdiniz ama  bakın kimi seçmiş oldunuz!" diyerek, 2019'dan sonra mı açıklaması gerekiyordu bu belgeleri?
Öyle yapsaydı muhalefet görevini yapmış olur muydu?
Bu zamanlamanın CHP'nin tercihi olup olmadığını bilmiyorum.
Ama sizce zamanlamayı ayarlamak gibi bir seçeneği olabilir miydi?
Yani, "bu belgeler çoktan beri elinde de şimdi açıklıyor" gibisinden bir durum olabilir mi sizce..?
Ya da  bu belgeler eline geçtiği halde, -Türkiye'nin bekasının tehlikede olmadığı- uygun zamanı beklemesi daha mı "milli" olurdu?
Ben CHP'nin ya da  Kılıçdaroğlu'nun bu belgeleri açıklamak için bir zaman ayarı yaptığını hiç sanmıyorum.
Eğer böyle bir durum varsa da, CHP kendinden beklenmedik bir performans göstermiş demektir.
Diyelim ki bu zamanlamayı; CHP'nin dışındaki bir odak, örneğin bu belgeleri kendisine verenler tayin etti.
Her durumda da CHP'nin yapması gereken, bu belgeleri en kısa zamanda kamuoyu ile paylaşmak olmalıydı ve nitekim de CHP -basiret göstererek- öyle yaptı.
Bunca zamandır gerek tezkerelerde, gerek dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda gösteremediği basireti, bu defa göstermiş oldu.

CHP bunu Küresel güçlerin yönlendirmesiyle mi yoksa küresel güçlere rağmen mi yaptı?
Genel kanı; küresel güçlerin yönlendirmesi ile yaptığı yolunda... Nedense..?
O kadar ki; sadece Erdoğan-AKP yandaşları değil, muhaliflerinin de önemli bir kesimi bu bilgilerin CHP'ye ulaşmasını sağlayanların, ABD ve küresel güçler olduğu kanısında...
Neden bir küresel proje olarak ortaya çıkan, bunu söylemleriyle de ikrar eden Erdoğan-AKP iktidarı değil de CHP ve Kılıçdaroğlu muhalefeti ABD işbirlikçisi oluyor?
Bu kanı aslında öteden beri giderek yaygınlaştırılan bir Zehirli Zırvanın yarattığı algıdan kaynaklanıyor.
Yakın zamanda yayınladığım bir yazımda (*) söz etmiştim bu Zehirli Zırvadan.
Yazının başlığına da aldığım bu zırvayı "Erdoğan Milli Güçlerin Tarafına Geçti" olarak tanımlamıştım.
Ayrıntısını aşağıda linkini verdiğim yazıda okuyabileceğiniz bu Zırva, "ABD ve Küresel Güçler Erdoğansız bir Türkiye istiyor" gibi bir algıya gerekçe oluyor.
Böyle olunca %80 tarafından sevilmeyen ABD'nin istemediği bir mağdur kahraman olarak Erdoğan hak etmediği bir paye almış oluyor.
Peki böylesi bir algının yaygın olması ne kadar önemli? Fazlasıyla önemli.
Zira bu algı; ülke olarak varlık ve yokluk noktasında bir tercih yapacağımız 2019 Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucunu direkt etkiliyor.
O yüzden sözünü ettiğim yazıda kısaca değinmiş olmama rağmen, bu yazıda da bu konu üzerinde kısa bir akıl yürütmekte yarar var diye düşünüyorum.

Gerçekten, ABD ve Küresel Güçler Erdoğansız bir Türkiye mi istiyor?
İlk olarak "Erdoğansız Türkiye" argümanının kısa evrimine bakalım.
Önce, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz'un amacının "Erdoğansız AKP" olduğu yaygınlaştırılmıştı.
Devlet Bahçeli'nin ani manevrası sayesinde, 16 Nisan Anayasa referandumdan şaibeli de olsa "Evet" çıkınca, "Erdoğansız AKP" yerini "Erdoğansız Türkiye" argümanına bıraktı.
Bu ayrıntı üzerinde kısa bir akıl yürütelim.
Bildiğiniz üzere anayasanın yeni haliyle, cumhurbaşkanı seçimi öncesinde yapılacak propaganda da kişiler öne çıkıyor, AKP'nin -ya da partilerin- önemi kalmıyor.
Bu yeni argüman, Erdoğan'ı Türkiye ile bütünleştiriyor. Bu evrilme bende, bu argümanın  nesnel gerçeklikler üzerinden değil, Erdoğan'ın siyasi ihtiyaçları üzerinden yürütüldüğü kanısını uyandırıyor
Şimdi yukarıdaki sorunun yanıtı üzerine akıl yürütmeye devam edelim.

Yaptığımız akıl yürütme ya..! Doğal olarak sorunun yanıtına da yine sorularla ulaşmak durumundayız.
İşte sorular;
ABD ve Küresel Sermaye Erdoğan'la neden çelişsin?
Erdoğan'ın hangi icraatı (söylemleri değil) ABD'nin çıkarlarıyla çelişiyor?
Erdoğan ABD'nin istemediği neyi yaptı ya da istediği neyi yapmadı?
Erdoğan'ın o göstermelik anti Amerikancı çıkışlarının gerçek anlamda "milli duruş" olduğu söylenebilir mi?
Son 50-55 yıllık tarihimizde Amerikancı politikaların en sadık uygulayıcıları milliyetçi söylemleri en fazla dillendirenler değil miydi ve Erdoğan'ın onlardan farkı ne?

Bu soruları sırasıyla ve tek tek yanıtlamak yerine, Erdoğan'ın iktidar olduğu yıllardan başlayarak, milliyetçi söylemleri dillendirmeye başladığı zamana, 1 Kasım 2015 seçimleri öncesine kadar, Erdoğan-AKP imajının nasıl bir yol izlediğini hatırlayarak, topluca yanıtlamayı deneyelim.
2002 yıllarında, Erdoğan ve AKP'nin yıldızını parlatmak için öne sürülen argümanların en başında, "Dünya ile entegrasyon" geliyordu.
Erdoğan'ın bizzat kendisi, bir Küresel Sermaye ve ABD projesinin, Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanı olmakla övünüyordu.
2005 Haziran'ında ABD'ye giderken Hasan Cemal'e uçakta verdiği bir röportajda da CHP'nin ABD karşıtı olmasını, -Türkiye için- "talihsizlik"  olarak niteliyordu.
Büyük Ortadoğu Projesinin Türkiye ile ilgili olan kısmını bir eş başkan olarak hayata geçirme misyonunu hevesle, övünerek yerine getiriyor, bu uğurda "baldıran zehrini" içmeye hazır olduğunu mitinglerde açıkça dillendiriyordu.
Bugün, Amerikan güdümlü bir terör ve casusluk örgütü olduğunu kendisinin de söylediği Gülen Cemaatinin, TSK'ni formatlamasını, Kozmik Oda sırlarının Cemaat tarafından yağmalanmasını söylemleriyle savunuyordu.
17-25 Aralıktan sonra Cemaate karşı söylemleri değişse bile, birlikte yürüttüğü politikaya 7 Haziran seçimlerine kadar açıkça devam etti.
Erdoğan-AKP iktidarının Dolmabahçe Mutabakatına kadar giden süreçte, Çözüm Süreci, Akil Adamlar vs. ile "açıktan" yürüttüğü politika, Gezi Direnişinde uyarılıp, 7 Haziran seçimlerinde seçmen tarafından cezalandırılınca, Erdoğan, öncekinden farklı bir seçim stratejisi yürütmeye başladı.
1 Kasım 2015 seçimleri öncesinden bu yana daha milliyetçi söylemleri, örneğin Rabia'yı, hatta Atatürkçülük söylemlerini dillendirmeye başladı.
Bir zamanlar CHP'nin ABD karşıtı olmasından yakınan Erdoğan, CHP'ni Amerikancı olmakla suçlamaya başladı.
İşte tam burada kendimize sormamız lazım; Hangi Erdoğan gerçek, ya da gerçekten Erdoğan değişti mi, gerçekten taraf mı değiştirdi? diye...
Şöyle bir düşünelim;
Erdoğan 2002 yılından 2015 1 Kasım öncesine kadar sürdürdüğü söylemleri değiştirirken samimi olabilir mi sizce?
Eğer  -2002 yılı itibarı ile- yaklaşık 80 yıllık bir cumhuriyeti yıkma misyonuyla iktidara getirilmişsen, seni o iktidara getiren ve 13 yıldır iktidarda tutanlara, "benden bu kadar" diyerek o misyonunu terk edebilir misin?
İzin vermezler.
Hele o on üç yılda ABD ve Küresel güçlerin senden istediği her şeyi gizli ya da  açık yerine getirdiysen sen artık aynı takımdasındır.
Üstelik ailece Dolara karşı bitip tükenmez, -obeziteye varan- bir iştahınız varsa, o katıksız iktidarınızda kendinizi gemleyemeyip, önünüze konan o dolar ziyafeti tuzaklarına balıklama atladıysanız..?
Artık o küresel güçlerle birlikte çok yol aldınız demektir.
Taraf falan değiştiremezsiniz.
Öteden beri yazılarımda söyleyip duruyorum.
Yine söylemek istiyorum;  2015 1 Kasım Seçimleri öncesi Erdoğan'da ortaya çıkan o söylem değişikliği bir taraf değişikliği değildi.
Ne Erdoğan taraf değiştirdi ne de küresel güçler Erdoğan'ı gözden çıkardılar.
ABD, yılların Emperyalist devleti olarak hep, "Eldeki kuş daldaki kuştan iyidir" diye düşünür.
Erdoğan'a bu kıvama gelmesi için verdiği emeği, bu güce ulaşması için gösterdiği çabayı kolay kolay göz ardı edemezdi ve etmedi.

Bu kısa akıl yürütme bana; ne 17-25 Aralık, ne 15 Temmuz, ne de Zarrap Davasının, bir  "Erdoğansız bir Türkiye arayışı" olmadığını düşündürüyor.
"Peki neydi?" diye soracak olursanız, cevabının o kadar kolay olmadığını peşinen söyleyeyim.
Yine de 17-25 Aralık, 15 Temmuz ve Zarrap Davasını; Erdoğan'a "misyonunu hatırlatma" babında atılan, -Gülen Cemaati jargonunda da yer alan- "şefkat tokadı" olarak nitelendirebilirim.
Kaldı ki ABD ve Küresel Güçler Dünyayı bir satranç tahtası gibi kullanamazlar.
Her şey onların istediği gibi gitmiyor. Suriye iç savaşının sonucu bunun bir göstergesi...
Man Adası dekontları ve MİT raporu da ABD'nin inisiyatifi dışında ortaya çıkmış olabilir.
Hatta Man Adası Dekontları ve MİT Raporları, ABD'nin Zarrap davasını Erdoğan üzerinde bir koz olarak kullanırken doz ve zamanlama ayarını bozmuş olabilir.
Şu yaygın ve yandaş medyanın bakış açısından kurtulmaya çalışalım.
Kendi bakış açımızı oluşturmaya şu soruyu kendimize sorarak başlayalım: ABD ve Küresel Güçlerin Erdoğansız Türkiye istemesi mi yoksa bir çok konuda şaibesi çelişkisi ve zaafı olan Erdoğan gibi bir tek  adamla yönlendirmek istemesi  mi daha mantıklı?
Elindeki kozları zaman ve doz ayarlı kullanıp Erdoğan üzerinde yaptırım uygulayarak istediklerini yaptırmak istemesi akla daha uygun değil mi?
Çok mu komplocu bir düşünce..? Peki 17-25'ler, 15 Temmuz ve Zarrap Dosyasının Erdoğan'ı devirmek için ABD tarafından kullanıldığı düşüncesi bir komplocu bir düşünce değil mi?
Devirmek için olunca akla yatkın da "köşeye sıkıştırmak ve istediklerini yaptırmak" için koz olarak kullanılması niye akla aykırı olsun?
Eğer Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak ve yönlendirmek isteyen bir ABD varsa bunu, illa seçilmiş ve ülke tarihinde egemen güçlerin mutabık olduğu ve devlete bütünüyle hakim güçlü bir cumhurbaşkanını devirerek mi yapar?
Eğer, "Güçlü lider, güçlü devlet" gibi absürt bir anlayışınız varsa buna inanabilirsiniz.
Ama gerçekten öyle midir?
Oysa bütün kurumlarıyla işleyen demokratik hukuk devletleri, Dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek isteyen emperyalist devletlerin önünde daha büyük engeldir.
Demokratik hukuk devletlerini koalisyonlarla da yönetilseler, hatta zaman zaman hükümetsiz de kalsalar  yönlendirebilmeleri daha zordur.
Bu yüzden ABD Emperyalizmi ulusal devletleri, demokratik hukuk devletlerini sevmez.
ABD Emperyalizmi  tek adamları sever
Çirkin geçmişinde bir çok kez darbeleri ve diktatörleri destekleyerek bunu kanıtlamıştır.
Onları daha kolay yönlendirirler. Kurumlarla uğraşmaktansa, diktatörlerle uzlaşmak çok daha kolaydır.

Ayrıca; bugün Erdoğan ve yandaşlarının işlediği çoğu kez, "batı" veya "yabancı devletler" algısının, bildiğimiz emperyalizm gerçeğiyle alakası yoktur.
Öyle bizim Fatih Sultan Mehmet Köprülerimizi, Yavuz Sultan Selim Köprülerimizi ve 'Marmaray'larımızı, kıskandığı, ekonomik büyümemizden korktuğu için ülkemize kötülük yapan bir emperyalizm ve yabancı devlet yok.
Dünyada artık Küresel Kapitalizm diye bir olgu var. Emperyalizm onun Dünya ölçeğinde tetikçiliğini yapan, kapitalizmden ayrı tutulamayacak bir mekanizmadır.
Dünyanın her santimetre karesine kapitalizmi yaymak, inşa etmek, derinleştirmek ve içselleştirmek ister.
Ülke sınırları içerisinde Küresel Sermayenin rahatça yatırım yapabilmesinin bekçiliğini yapar.
Ama kamusal iktisadi yatırımlardan ödü kopar.
O yüzden özelleştirmeleri destekler. Özelleştirmeci siyasetçileri, partileri destekler.
Bu açıdan baktığınızda da bir özelleştirme şampiyonu olan ve Türkiye'nin kamusal ve ulusal iktisadi kuruluşların Küresel Sermayeye peşkeş çeken Erdoğan'ın ABD'nin hedefinde olması tutarlı bir argüman değil.

CHP'nin Man Adaları Dekontlarını açıklamasını Türkiye'nin çıkarlarına aykırı olup olmadığını tartışmak mı istiyorsunuz?
Tamam tartışılsın.
Ancak Erdoğan'ın 16 Nisan'da değiştirilen anayasa eşliğinde 2019'da cumhurbaşkanı seçilmesinin Türkiye için ne anlama geldiğini de tartışmak gerekir.
Erdoğan'ın ABD emperyalizmi karşısındaki  duruşu her geçen gün zayıfladıkça, ülke içindeki tek adam rejimi sertleşiyor.
Sertlik tek başına sağlamlığın tarifi değildir, aynı zamanda kırılganlığı da ifade eder.
Erdoğan'a verilen, -hiç de hak etmediği- antiemperyalist payesi bu sertliği sağlamlığa dönüştürecektir.
2019 Seçimlerine kadar geçen zamanı iyi değerlendirmek gerekir.
Yani bu açıdan da bakarsak, "Zamanlama manidar".

Nadi Öztüfekçi
9 Aralık 2017

(*)KARANLIK MAHALLEDEN ZEHİRLİ BİR ZIRVA; ERDOĞAN MİLLİ GÜÇLERİN TARAFINA GEÇTİ!?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.