Gerek Referandum, gerek 24 Haziran seçimleri esnasında, "Eğer Erdoğan Anayasanın değişen maddelerinin kendisine verdiği yetkiler eşliğinde cumhurbaşkanı seçilirse küresel bir şirketin emekli CEO'sunu Türkiye ekonomisinin başına, Pentagon'dan emekli bir generali de TSK'nın başına getirir" anlamında öngörülerim olmuştu.
Ön gördüklerimden biri gerçekleşmiş oldu. Belki bir emekli CEO'ya değil ama bir ABD şirketine teslim edildi.
Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanan Yeni Ekonomi Programı (YEP) gereği Türkiye’nin ekonomisi artık ABD’li danışmanlık şirketi McKinsey ile işbirliği yapılarak yönetilecek.
Bir başka ifadeyle Ekonomi yönetimi Küresel Sermayeye teslim edildi.
Çünkü böylesi şirketler ücretlerini aldıkları müşterileri adına değil, Küresel Sermaye adına denetleme yaparlar.
Aslında, hesapta Erdoğan'a muhalefet yaptığını sanan, CHP'sinden tutun, kendini CHP'nin daha solunda gören şaşkın muhalefetin de istediği oldu. Bu arada Muharrem İnce'nin... Erdoğan'ın Merkez Bankasının faiz-kur politikasına karışmasını eleştirirken; Merkez Bankasının Küresel Piyasaya endekslenmesi gerektiğini savuna geldiler. Sanki Erdoğan gerçekten faizin yükselmesine, Merkez bankasının Küresel Piyasaya endekslenmesine karşıymış gibi, bizim tatlı solcularımız muhalefet yapmak adına tam da Erdoğan'ın zaten yapmak istediği hatta misyonu gereği yapmak zorunda olduğunu savunup durdular. Televizyon programlarında hep Erdoğan'ın serbest piyasaya müdahale ettiğinden yakındılar. Erdoğan da adeta, "madem o kadar istiyorsanız sizin dediğiniz olsun" dercesine misyonunu yerine getirdi. Oysa yanlış olan, muhalefet yapılması gereken, Erdoğan'ın tek adam olarak Merkez Bankasına karışması, sorumsuzca demeçler vererek Borsayı köpürtmesiydi. Yoksa elbette 'ulusal irade' Merkez Bankasını denetleyebilmeli, gerekirse müdahale edebilmeli... Mesele Erdoğan'ın ne kadar yasal yetkileri olsa da asla tek başına ulusal iradeyi temsil etmediği ve edemeyeceği... Koskoca bir ülkenin kaderini etkileyecek kararlar, tek kişinin bilgisinin, öngörüsünün, mantığının, vicdanının dar sınırlarında oluşan iradesine bırakılamaz. Ülkenin içinde bulunduğu durum bu gerçeği haykırmaktadır. Yaşadığımız sorunlar sadece despotizmden değil, aynı zamanda basiretsizlikten ve kapasite eksikliğinden de kaynaklanmıyor. Açıkçası bu, Erdoğan'ın kişisel özelliklerinden, yetersizliklerinden ya da yeteneklerinden bağımsızdır. Bu kadar yetki ve sorumluluk özellikleri ne olursa olsun tek kişiye verilemez. Hiç bir kişisel irade tek başına böyle bir yükü kaldıramaz. Eninde sonunda iradesini paylaşmak zorundadır. Ya Küresel Hegemonya ile ya da ulusal irade ile... Bu örnekte ülkenin ekonomisini yönetme iradesi Küresel Sermaye ile paylaşılmıştır. Erdoğan'ın tek adam yönetimine rıza olduğumuz sürece ülke giderek Küresel Sermayenin bir parçası durumundaki bir holdinge dönüşecektir. 16 Nisan Referandumu çalışmalarında bu gerçek geniş yığınlara anlatılamamıştı. Şimdi bu gerçeği hayat göstermiş oldu. Muhalefet bu gerçek üzerinden yapılmalı, Hayır Cephesine bu gerçek üzerinden dinamizm kazandırılmalı. Hayır Cephesi ne 16 Nisan 2017 ne de 24 Haziran 2018 oylamasının adaletsiz sonuçlarına razı olmamalı, iktidarın ulusal iradeye teslim edilmesi gerektiğini haykırmalıdır. Bu haykırışın en net ifadesi, "İKTİDAR MECLİSE" çağrısıdır. Bana göre, "İktidar meclise" çağrısı geniş yığınların mantık ve vicdanına seslenen bir 'Belgi'ye dönüştürülebilir. Çünkü bu çağrının geniş kesimleri kapsayan, hem mantıksal hem de vicdani bir altyapısı var. Zaten 'Belgi' dediğimiz de budur. Toplumsal önermelerin mantıksal ve vicdani gerekçeleriyle sunulmasıdır. Yukarıda tartıştıklarım da -kendi çapımda- bu çağrıyı bir Belgi'ye dönüştürme çabasıdır. Elbette yetersizdir. Çok daha geniş, etkin ve yetkin kesimlerce acilen tartışılmalıdır. Zira yakın zamanda ikinci öngörüm de gerçekleşebilir. Deneyimli eleman sıkıntısı çeken TSK de Küresel bir güvenlik şirketinin idaresine teslim edilebilir. Yakın bir süre sonra artık tartışmanın da anlamı kalmaz. Belki de tartışmaya gerek de yoktur. Bütün bu yazdıklarım benim gereksiz vehimlerimdir. Hatta bütün bu gelişmeler belki de Türkiye'nin demokratik dönüşüm sürecidir.
Aslında, hesapta Erdoğan'a muhalefet yaptığını sanan, CHP'sinden tutun, kendini CHP'nin daha solunda gören şaşkın muhalefetin de istediği oldu. Bu arada Muharrem İnce'nin... Erdoğan'ın Merkez Bankasının faiz-kur politikasına karışmasını eleştirirken; Merkez Bankasının Küresel Piyasaya endekslenmesi gerektiğini savuna geldiler. Sanki Erdoğan gerçekten faizin yükselmesine, Merkez bankasının Küresel Piyasaya endekslenmesine karşıymış gibi, bizim tatlı solcularımız muhalefet yapmak adına tam da Erdoğan'ın zaten yapmak istediği hatta misyonu gereği yapmak zorunda olduğunu savunup durdular. Televizyon programlarında hep Erdoğan'ın serbest piyasaya müdahale ettiğinden yakındılar. Erdoğan da adeta, "madem o kadar istiyorsanız sizin dediğiniz olsun" dercesine misyonunu yerine getirdi. Oysa yanlış olan, muhalefet yapılması gereken, Erdoğan'ın tek adam olarak Merkez Bankasına karışması, sorumsuzca demeçler vererek Borsayı köpürtmesiydi. Yoksa elbette 'ulusal irade' Merkez Bankasını denetleyebilmeli, gerekirse müdahale edebilmeli... Mesele Erdoğan'ın ne kadar yasal yetkileri olsa da asla tek başına ulusal iradeyi temsil etmediği ve edemeyeceği... Koskoca bir ülkenin kaderini etkileyecek kararlar, tek kişinin bilgisinin, öngörüsünün, mantığının, vicdanının dar sınırlarında oluşan iradesine bırakılamaz. Ülkenin içinde bulunduğu durum bu gerçeği haykırmaktadır. Yaşadığımız sorunlar sadece despotizmden değil, aynı zamanda basiretsizlikten ve kapasite eksikliğinden de kaynaklanmıyor. Açıkçası bu, Erdoğan'ın kişisel özelliklerinden, yetersizliklerinden ya da yeteneklerinden bağımsızdır. Bu kadar yetki ve sorumluluk özellikleri ne olursa olsun tek kişiye verilemez. Hiç bir kişisel irade tek başına böyle bir yükü kaldıramaz. Eninde sonunda iradesini paylaşmak zorundadır. Ya Küresel Hegemonya ile ya da ulusal irade ile... Bu örnekte ülkenin ekonomisini yönetme iradesi Küresel Sermaye ile paylaşılmıştır. Erdoğan'ın tek adam yönetimine rıza olduğumuz sürece ülke giderek Küresel Sermayenin bir parçası durumundaki bir holdinge dönüşecektir. 16 Nisan Referandumu çalışmalarında bu gerçek geniş yığınlara anlatılamamıştı. Şimdi bu gerçeği hayat göstermiş oldu. Muhalefet bu gerçek üzerinden yapılmalı, Hayır Cephesine bu gerçek üzerinden dinamizm kazandırılmalı. Hayır Cephesi ne 16 Nisan 2017 ne de 24 Haziran 2018 oylamasının adaletsiz sonuçlarına razı olmamalı, iktidarın ulusal iradeye teslim edilmesi gerektiğini haykırmalıdır. Bu haykırışın en net ifadesi, "İKTİDAR MECLİSE" çağrısıdır. Bana göre, "İktidar meclise" çağrısı geniş yığınların mantık ve vicdanına seslenen bir 'Belgi'ye dönüştürülebilir. Çünkü bu çağrının geniş kesimleri kapsayan, hem mantıksal hem de vicdani bir altyapısı var. Zaten 'Belgi' dediğimiz de budur. Toplumsal önermelerin mantıksal ve vicdani gerekçeleriyle sunulmasıdır. Yukarıda tartıştıklarım da -kendi çapımda- bu çağrıyı bir Belgi'ye dönüştürme çabasıdır. Elbette yetersizdir. Çok daha geniş, etkin ve yetkin kesimlerce acilen tartışılmalıdır. Zira yakın zamanda ikinci öngörüm de gerçekleşebilir. Deneyimli eleman sıkıntısı çeken TSK de Küresel bir güvenlik şirketinin idaresine teslim edilebilir. Yakın bir süre sonra artık tartışmanın da anlamı kalmaz. Belki de tartışmaya gerek de yoktur. Bütün bu yazdıklarım benim gereksiz vehimlerimdir. Hatta bütün bu gelişmeler belki de Türkiye'nin demokratik dönüşüm sürecidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.