1 Ekim 2018 Pazartesi

Öğretmenin Peygamber sevgisi...

Olay Arnavutköy'de bir orta okulda geçiyor.
Bir öğrencinin ağzından özetle;
"Derse başladıktan sonra konu oruçlara geldi. Mübarek aylar ve oruçlardan konu açılmıştı. Ramazan, Şaban, Recep aylarını anlattı öğretmen. ‘Muharrem orucunu da Aleviler tutar’ dedi öğretmen, ‘Ama Alevilerin yaptığı yemek yenmez’ dedi. Bir arkadaşım da kalkıp ‘Hocam neden yenmez?’ diye sordu, öğretmen de ‘Aleviler Peygamber Efendimizi sevmezler, sadece torunları Hasan ile Hüseyin’i severler’ diye cevapladı. Aynı zamanda komşumuz olan ve aşure verdiğimiz bir sınıf arkadaşım öğretmene; ‘Ben Alevilerin yemeklerini yedim ama az yedim, bir şey olur mu?’ diye sorması üzerine öğretmen ‘Az yediysen bir şey olmaz’ dedi!”

Açıkçası zaten kamuya mal olmuş bu gibi konularda fazla paylaşım yapmam.
Ben konunun bir başka yönüne dikkat çekmek istiyorum.
Öğretmenin, ‘Aleviler Peygamber Efendimizi sevmezler, sadece torunları Hasan ile Hüseyin’i severler’ gerekçesiyle, "Alevilerin yaptığı yemek yenmez" yargısına varması bence olayda en önemli nokta...
Öğretmen, Alevilerin inanç sistemini yanlış bulduğundan değil Peygamber'i sevmedikleri için, "Ekmeği yenmez" aşamasında nefret söylemi geliştiriyor.
Oysa ben Alevilerin Allah, Muhammed, Ali üçlemesini bir çok defa dile getirdiğini biliyorum.
Ama mesele bu da değil, bana kalırsa Aleviler İslam inancı içerisinde kalıp gerçekten Peygamberi sevmeyebilirler.
Böyle bir nefret söylemeni hiç bir inanç ya da inançsızlık tercihine karşı geliştirilemez olması da ayrı mesele...

Sorun şu; öğretmen kendi inancını savunmaya o kadar önde başlıyor ki İslami kurallar, İslamın inanç felsefesi vs. üzerinden konuyu tartışmıyor bile, "Peygamberi sevip sevmemeleri" üzerinden bir karşıtlık geliştiriyor.
Bu tavır öğretmenin kendi inancı konusunda kifayetsizliğinin bir sonucu. Alevilerin neyi savunduğunu bilmiyor, hatta bilmek de istemiyor. Belki de inancını pekiştirecek bilgiye bile gereksinim duymuyor.
Kuran'da -çok doğal olarak- Alevilerle ilgili bir ayet yok, Ya da alevilerin inançlarını mahkum eden, günah sayan bir ayet falan yok. Öğretmen tamamıyla söylenti ile yetiniyor.
Bütün bu eksikliğini, Peygamberi 'ötekilerden' daha fazla severek kapatmaya çalışıyor.
Öğretmenin bu kifayetsizliğini bugün iktidarda olan İslamcı gericilik de aynıyla yaşıyor.
Ama bu kifayetsizlik aynı zamanda tek adam iktidarının da temel nedeni.


Eğer İslamiyet Kuran'ın Hz. Muhammed'e vahiy yoluyla değil de "gökten öylece kitap halinde indiği" inancı üzerinden, yani ağırlıklı olarak, Allah'ın kelamı üzerinden yayılan bir din olsaydı, sizce bu kadar katı ve uzlaşmaz bir biçimde savunulur muydu?
Yani dünyevi bir kişilik tarafından bizzat savaşarak, yöneterek kurduğu  hükümranlık yoluyla yayılan bir din değil de;
Bir inanç felsefesi, Allah'ın buyrukları ve koyduğu kurallar çerçevesinde yaygınlaşan bir din olsaydı, İslami radikalizm ve terör bu kadar şiddetli olur muydu?
Ya da egemenlerin kendi çıkarlarına bu kadar kolayca uyarlayıp kullanacağı bir yönetim ve hükümranlık aracına dönüşür müydü?

Sorular fazla birikmeden bu noktada kendi yanıtımı vermek gerekirse, yanıtım; Hayır..!
Ama asıl soru şu; Eğer İslamiyet, egemenlerin hükümranlıklarını sürdürebilmesine bu kadar elverişli olmasaydı bu güne gelir ya da  bu günkü kadar güçlü olur muydu?
Bu soruya da yanıtım; Hayır..!
Aslında ne İslamiyet ne de diğer dinler, egemenlerin çıkarlarına göre yorumlanmaya bu kadar elverişli olmasalardı, kullanışlı bir aparat olmaktan çıkar, toplumda alması gereken yeri alırdı.
Bugün Hristiyanlık ve Müslümanlığın kökeni olan Yahudilik tarihi, aslında birer dünyevi  kişilik olan peygamber-kralların, iktidar, dünyevi güç ve zenginlik adına verdikleri mücadelenin, yaptıkları savaşların tarihidir.
Keza İslamiyet de öyle...
İslamiyetin doğuşu ve yayılıp gelişmesinin de temel dinamiği, birer dünyevi kişilik olan, Peygamber, halife ve sultanların, yine dünyevi hasletler olan güç, iktidar, itibar ve ganimet elde etme kaygısıdır.
İnanılırlıkları da bu kaygının ne kadar güçlü ve ne kadar hayata geçirdikleri ile orantılıdır.
Kısıtlı bilgim ve ilgi alanım dışında olduğunu baştan kabul ederek, gözlemimi aktarmak istiyorum. Hemen hemen bütün dinler, görünürde Allah'tan daha çok peygamberlere, Allah'ın söylediklerinden daha çok peygamberlerin söyledikleri ve yaptıklarına tapmayı ve uymayı önerdiler.
Bu iddiama Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet dinlerinden birini benimsemiş, felsefesini özümsemiş, birikimli herhangi bir kişi  itiraz edebilir ve büyük ihtimal benim bu iddiamı çürütebilir.
Örneğin İhsan Eliaçık, "İslamiyet asla kişiye tapınmayı öneren bir din değildir" der ve bunu Kuran'dan deliller vererek kanıtlayabilir de...
Ancak ne İhsan Eliaçık ne de herhangi İslam bilgini; Reel İslamın, İslam adına yaşananların, uygulamaların, bir zamanlar yaşamış ve hala yaşamakta olan dünyevi kişiliklerin ya da zümrelerin çıkar ve gereksinimlerine  göre şekillenmediğine beni ikna edemez.
Bunu, "Bugüne kadar ve hali hazırda İslam adına olagelen hemen hiç bir şey İslam değil, bir takım kişi ve zümrelerin çıkarlarına göre değiştirilmiş saptırılmış" diyerek, Eliaçık ve birçok İslam bilgini de söylemekte.
Doğrudur. Bugüne kadar gelen ve bugün yaşanan İslam, gerçek İslam olmayabilir.
Ama gerçek şu ki bugüne kadar gelebilen İslam da işte bu..!
Eğer İslam değiştirilip saptırılmasaydı bu güne kadar bu kadar güçlü bir şekilde gelir miydi bilebilir miyiz?
Anavutköy'deki orta okulda geçen olayda öğretmenin tavrını değerlendirirken, sakın ola "İslam'a uygunluğu ya da uymazlığı" açısından tartışmaya kalkmayın.
IŞİD kafasındaki bir İslamcı gelir, öğretmenin dediğinin İslami açıdan doğru olduğunu çatır çatır sizinle tartışır, hatta sizi mat edebilir.
Meselenin dinle alakası yok, insanlıkla alakası var.
O öğretmenin görevi çocuklara inanç aşılamak olmamalı.
İnançlarla ilgili bilgi vermek olmalı.
Yani eğitim laik olmalı...

Aslında öğretmen orada öğretmenlik değili cihat yapıyor.
İslamı anlatmıyor, savunuyor ve savunmayı önde kuruyor. Konuyu İslamın temel felsefesine getirmeden Peygamber'e olan sevgi ve sevgisizlik noktasında kilitliyor.
Peki bu tavır size tanıdık gelmiyor mu?
'Reis'e söz söyletmeyen savcıları geçtik, yakın çevrenizde, şöyle sol taraflarınızda buna benzer anlayışlara rastlamıyor musunuz?
Hani, "Türkiye Halklarının umudu" benzeri söylemlerle yaşadığımız sürece "çözüm" getirenler ya da  bir partinin genel başkanı değişirse tek adam rejiminin yıkılmasının işten bile olmadığına dair "keramet" buyuranlar ile arasında bir benzerlik yok mu sizce?
Evet..! Türkiye Solundan söz ediyorum.
Türkiye Solunun Küreselleşmeyi, Kapitalizmin içselleşmesini, Küresel Sermayenin kazandığı gücü tartışmak yerine, kişilerden medet uman söylemlerinin, Arnavutköy'deki orta okul öğretmenin Peygamber sevgisi arasında ne fark var?
Açık söylemek gerekirse uzun zamandan beri benim gözümde; ustalara peygamber, yazdıklarına kutsal kitap muamelesi  yapanlar, o kitaplardan yaptıkları alıntıları ayet gibi vazedenlerin de  yeri öteden beri aynıydı.

Sadece kişiler üzerinden geliştirilen inançlar değil, kişilere dayanan siyasi düşüncelerin de kullanışlı bir aparat olması kaçınılmaz.
Mantık ve vicdan sorgusunda geçirilmeden benimsenen siyasi görüşler genellikle o siyasi görüşün en parlak figürüne bağlanma eğilimi taşırlar. Görüş olmaktan çıkıp, inanca dönüşürler.
Söylemler biat olunan figürün günübirlik çıkar ve gereksinimlerine göre değişse de o inanca ulaşırken mantık ve vicdan es geçildiği için ortaya çıkan çelişkiler görmezden gelinir.
İnançlar değişmez.
Sert ve esnemezdirler, Ama bir o kadar da kırılgandırlar.
Yeteri kadar güçlü darbeler karşısında kolayca kırılır, -eğer yine de mantık ve vicdan devreye girmezse- yerini daha güçlü bir başka inanca bırakırlar.
Oysa mantık ve vicdan sorgusundan geçmiş, bilgi ve kanıta dayanan, siyasi görüşler, inançlara göre daha esnek ama daha sağlamdır.
Doğru bilgi ve mantık karşısında değişmeyi peşinen kabul ederler, ancak hiç bir güç karşısında değişmez.

Nadi Öztüfekçi
1 Ekim 2018













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.