31 Ekim 2018 Çarşamba

ULUSAL İRADEDEN EMEKÇİ İRADEYE...

Bir ülkede demokrasi yoksa, o ülke de ulusal iradenin gerçekleşmesi imkansızdır. Zira ulusal irade ulusun kendini yöneteni seçmesi değil, kendini yönetmesidir. İnsanlığın bilgi birikimi, teknoloji, iletişim konularında vardığı nokta ulusların kendi kendini yönetme mekanizmasını rahatlıkla oluşturabilecek düzeydedir. Bunlar tartışılabilir, bir veya birden çok yöntem bulunur ve geliştirilebilir. Ama bunlardan hiç biri Tek Adam Rejimi değildir.
Anayasa değişmeden yönetimin değişmesi, demokrasinin kazanıldığı anlamına gelmez. Bu anayasa eşliğinde yönetime gelecek hiç bir kişi ya da kurum demokratik olamaz.
Bu kadar yetkiye sahip olan 'Tek Adam'ın kim olduğu, sosyalist, komünist olup olmadığı, geçmiş yaşamında büyük bir demokrasi mücadelesi vermiş olması veya herhangi başka bir nitelik ya da geçmişe sahip olmasının önemi yoktur. Demokrat Diktatör diye bir olgu yoktur. İsterse en adil ve meşru koşullarda gerçekleşen, en büyük katılımla, büyük çoğunlukla, hatta oy birliğiyle de seçilse, tek bir kişi ulusal iradeyi temsil edemez.
Buna yanında, Parlamenter Sistem de demokrasinin garantisi değildir. Demokrasinin yerleşmesi, demokratik bir düzenin gerçekleşmesi için tek araç da değildir. Ulusun iradesini yönetime bire bir yansıtacak başka yöntemler bulunabilir.
Önemli olan gerçek bir demokrasinin, kalıcı olarak yerleştirilmesidir.
Demokrasinin olmazsa olmazlarından biri, işçi sınıfının özgürce iktidar mücadelesi yapabilmesidir. İşçi sınıfının partisiyle, sendikasıyla serbestçe sınıf ve sınıfsal iktidar mücadelesi yapabiliyor olması, SÜRDÜRÜLEBİLİR DEMOKRASİNİN temel şartıdır. Sınıfsal anlamda demokrasiye sahip çıkan yoksa o demokrasi sürdürülebilir değildir. İşçi sınıfının bugün içinde bulunduğu durum, örgütsel ve yaptırım gücü olarak güçsüz olması bu gerçeği değiştirmez. Şöyle sorulabilir; "Bugün demokrasiyi sürdürebilmek için önce kazanmamız gerekmez mi?" Doğrudur. Ancak kazanmak, ya da mücadelesini vermek zorunda olduğumuz demokrasinin tanımını önceden yapmamız gerekir. İşçi sınıfının iktidar mücadelesi yapma hakkını içermeyen hiç bir özgürlük tanımı demokrasi olamaz. Elbette bu tanımın içermesi gereken daha bir çok 'olmazsa olmaz koşul' vardır. Çünkü demokrasi de sadece işçi sınıfının sorunu ve hakkı değildir. Tıpkı demokrasi mücadelesi sadece işçi sınıfının görevi olmadığı gibi... Eğer ulusal iradeyi, demokrasiyi -keza ulusu- irdeleyeceksek, Küreselleşme ya da daha doğru deyiş ile Küreselleş(tir)me gibi önemli bir parametreyi denkleme koymamız gerekir.
Öncelikle; küreselleş(tir)menin günümüzde vardığı noktada ulusal sermaye diye bir olgu kalmamıştır.
Bu durumun yarattığı en önemli ve somut sonuç şudur: Sermaye, Ulusun bir unsuru olmaktan çıkmıştır.
Artık ulusu oluşturan unsurların büyük çoğunluğu emekçiler ya da emekçilerle uzlaşmaz çelişkisi olmayan kesimlerdir. Bu süreç hemen tüm kapitalist ülkelerde -bu arada ülkemizde de- gerçekleşmiş ya da gerçekleşmek üzeredir. Artık rahatlıkla 'Emekçi Uluslar'dan söz edebiliriz. Ayrıca etmeli, tartışmalı ve ulusun, küreselleşme koşullarını dikkate alan tanımı yapılmalıdır.
Örneğin; gelişen iletişim, bilişim teknolojisi...
Bu teknolojilerin vardığı nokta Küreselleşmeyi, ama Sermayenin Küreselleşme gereksinimi de bu teknolojilerin gelişmesini hızlandırmıştır.
Sonuçta bu süreç, ulusların emekçi yanlarını, ulusu tanımlayan diğer niteliklerden daha öne çıkarmıştır.
Küreselleşme sadece iletişim, bilişim teknolojilerinin değil, aynı zamanda bunları da içeren Kapitalizmin, içselleşmesi ve yaygınlaşmasının da bir sonucu ve etmenidir.
Kapitalizmin yaygınlaşması ve içselleşmesinin bir diğer önemli sonucu da yarattığı çevre sorunları ve yaşamsal kaynakların tükenme hızını arttırmasıdır.
Bu durum emekçi ulusların yurtları ile -karşılıklı gereksinim üzerinden- bütünleşmesini getirmektedir.
Burjuvazi(Sermaye) için vatan, bir zamanlar kıskançlıkla koruduğu ulusal çapta ortak pazar alanıydı. Oysa küreselleşen sermaye için artık bütün dünya ortak pazar alanı. Sermaye için vatanın, meta olmaktan öte bir önemi yoktur.
Artık korumaz, hatta saldırır yani metalaştırır. Metalaştırmak, kapitalist saldırıdır çünkü.
Oysa vatan, emekçilerin evidir, yaşamlarının kaynağıdır.
Vatanın metalaşması emekçi ulusların sürüleşmesi, yok olmasını getirir. Emekçilerin Vatana gereksinmesi vardır. O yüzden Küresel Kapitalizmin saldırısına karşı korur. Vatanın da Emekçi Uluslara gereksinimi vardır. Çünkü Vatan sadece bir toprak parçası değil yaşamın, bir parçasıdır.
Korunmaya dayanışmaya ihtiyacı vardır. Vatan ve Emekçi Ulus birbiriyle dayanışır, bütünleşir.

Ulusun tanımını doğru yaparak Ulusal İradeyi de doğru tanımlamış oluruz.
Ulusun tanımını doğru yapınca da çok önemli bir olgunun farkına varıyoruz.
Günümüzde uluslar emekçilerden oluşuyorsa, ULUSAL İRADE; AYNI ZAMANDA EMEKÇİ İRADE ANLAMINDADIR. Bu, Küreselleşmenin getirdiği bir durumdur. Demokrasi ve demokrasi mücadelesine yeni bir boyut getirmiştir.
Belki de artık demokrasi, sınıfsal iktidar mücadelesinin bir aracı ve aşaması değil, sınıfsal iktidarın bizzat kendisidir.
Ulusal Burjuvazilerin bir varlık olmaktan çıkması Burjuva Demokrasilerini de somut, maddi bir olgu olmaktan, kavramsal düzeye indirgemiştir.
Burjuva demokrasisi somut, hayata geçirilebilir, hatta sürdürülebilir bir olgu olmaktan çıkmıştır. Yani Demokrasi mücadelesi, sınıfsal, hatta iktidar mücadelesi ile iç içe geçmiştir.
Artık Demokrasi, ne Burjuvazinin önderliğinde kazanılabilir ne de Sermayenin teminatında sürdürülebilir.

Ulus tanımında sadece burjuvazinin ulusun bir unsuru olmaktan çıkmasını vurgulamak yetmiyor..
Etnik aidiyet de günümüz koşullarında, ulus tanımındaki en önemsiz niteliklerden biri konumuna gerilemiştir. Tek bir etnik kimlik üzerinden yapılan tanımlar; bırakın "Ulusal iradenin" gerçekleşmesini, "ulusal birliği" bile gerçekleştiremez. Ulusun önemli bir kısmını ötekileştirir, dışlar.
Etnik aidiyet üzerinden yapılan ulus tanımı; Küreselleşen Sermayenin,ulusal birlik kavramını saptırmak, kapsamlı bir ulus tanımını engellemek için kullandığı argümandan başka bir şey değildir.
Bir etnik kimlik üzerinden yapılan ulus tanımı, -örneğin 'Türk Ulusu'- Küresel kapitalizmin çıkarları doğrultusunda, ülkeyi "Konfederalizm" sistemine götürme girişimlerine zemin sağlamaktır.
Bir yandan Anayasada, "Türkiye Cumhuriyetine Vatandaşlık bağıyla bağlanan herkes Türk'tür" deyip, diğer yandan Türklüğü Oğuz Boylarına bağlarsan, kendi kırmızı çizgini kendin çiğnemiş olursun.
Cumhurbaşkanlığı Forsuna, Anadolu'ya ayağı bile değmemiş devletler adına -örneğin Harzemşahlar- yıldız koyup, Ak-Saray'da kostümlü gösteriler düzenleyerek, "Ben Türküm ama Türkçü değilim" demek hiç de inandırıcı olmuyor. Anadolu'nun kadim tarihinin, herhangi bir aşamasında yer alan tüm medeniyetleri benimseyen ve zamanın dinamiğini yansıtan, Çanakkale Savaşının, Anadolu Devriminin ruhunu yaşatan bir tanım gereklidir.
Böylesine kapsayıcı bir tanım; Erdoğan'ın 'Rabia'sının ilki olan, 'Tek Millet' ülküsünün arkasındaki Ümmetçilik, Kürt Hareketinin öne sürdüğü "Demokratik Ulus" kavramının arkasındaki Modern Derebeylik özlemlerini teşhir edecektir.
Ulus tanımının; sadece etnik anlamda değil, yukarıda sözünü ettiğim Vatan ve Ulus bütünleşmesini de somutlayan diğer canlı türler açısından da kapsayıcılığı olmalı. Ekosantrik(*) bir ulus tanımı, sadece Küreselleşmenin sermaye üzerindeki etkisini değil, küresel ölçekte çevre ve yaşam üzerindeki etkisini de dikkate alan çağdaş bir ulus tanımıdır. Esasen bu ülkenin tüm yaşayanları, -sadece Anadolu'nun kadim tarihini oluşturan tüm medeniyetlerin kaynaşmışlığının izlerini taşıyan insanlarını değil- deresi, denizi, kurdu, kuşu, ağacı, havası ve suyu ile tüm canlıları ve çevresi de ulusun birer unsurudur. Ve bütün bu unsurlar da Küresel Kapitalizmin hedefindedir.
Küresel kapitalizme karşı direnmek ve dayanışmak zorundadırlar. Demek ki ulusun hemen bütün unsurları gibi, İçinde yaşayan tüm canlıları ile 'Vatan' da emekçidir. Bütün bu olguların ışığında, "Emekçi Anadolu Ulusu"; geçmişi, bugünü ve yarını temsil eden, gözeten somut ve çağdaş bir tanımdır.
Sürdürülebilir bir Demokrasi. Gerçek Ulusal İrade için mücadelenin geniş tabanlı ama sağlam bir zeminde yürütebilmenin yolu, bazı kavramların çağdaş tanımlarını cesurca yapmaktan geçiyor.

Nadi Öztüfekçi
31 Ekim 2018 (*) Ekosantrik: Doktora tezi üzerine çalışan, komşumuzun oğlu sevgili Poyraz'la konuşurken duydum bu kavramı. Meselelere insan merkezli (antroposantrik) değil, çevre merkezli (ekosantrik) bakan anlayış..
İnsanın kendini doğanın efendisi olarak görmek yerine doğanın bir parçası olarak bakması. Örneğin çevre mücadelesinde, çevre sorunlarının insana verdiği zarar noktasından değil, bir parçası olarak çevrenin gördüğü zarar noktasından mücadeleyi yürütmek. İlk defa duyduğumda benim öteden beri yaptığım, "Tüm Anadolu yaşayanları; İnsanı, ağacı, çiçeği, otu, kurdu, kuşu, böceği, havası, suyu, deresi, taşı ve toprağıyla, benim ulusum..." şeklindeki Emekçi Anadolu Ulusu tanımına çok benzediğini görünce çok mutlu olmuştum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.