21 Ekim 2018 Pazar

DANIŞTAY'IN KARARI ve KİMLİK SOLCULUĞU...

Erdoğan'ın Danştay'ın öğrenci andı ilgili karanına dair bir açıklaması oldu mu?
Ben duymadım.
Konjonktüre göre her an söylem değiştirebilen bir siyasi figür olarak, sanki tepkileri bekliyor gibi geliyor bana.
Tepkilere göre her an, "Zaten andımızın kaldırılması yanlıştı" diyebilir.
Böylece köpürtülen "Türkçü" tepkilerin siyasi rantını -yerel seçim üzeri- kendinde toplayabilir.
Elbette tam tersi de olabilir.
Erdoğan bu konuyu MHP ile ittifakını sonlandırma gerekçesi ve fırsatı  olarak da değerlendirebilir.
Zira MHP, bu olayı yıpranan milliyetçi imajını tazelemek için bir fırsat olarak değerlendirmekte. Erdoğan'ın 2013 yılında AKP grup toplantısında yaptığı, andımızın neden kaldırıldığı hakkındaki konuşmasına -onca zamandır ulusal onurumuzu zedeleyen tüm politikalarını körü körüne destekledikten sonra- cevap vermesi, sadece Devlete Bahçeli'nin ne kadar samimiyetsiz olduğunun değil, aynı zaman danışıklı bir ittifak bozma hazırlığının da göstergesi olabilir.
Eğer el altından yaptırdığı anketler, MHP'nin oy potansiyelinin Yerel Seçimlerde kendisi için yaşamsal bir önemi olmadığını gösteriyorsa, Erdoğan da MHP'nin bu tutumunu bir gerekçe olarak değerlendirebilir.
2013 yılında Öğrenci Andının kaldırılmasını hararetle savunmuş olması onun için sorun bile değil.
Uygun bir zamanda işine ne gelirse öyle konuşacak ve davranacaktır.
Erdoğan'ın suskunluğunu tedirgin bir bekleyişten daha çok bir 'zamanlama' olarak değerlendirmek gerekir.
Her ne olursa olsun Erdoğan Danıştay'ın bu kararından kendine siyasi rant çıkarmasını bilecektir.

Emin olun ki Danıştay'ın bu kararından, -hemen her gelişmede olduğu gibi- muhalefet cephesi zarar görecektir.
Hiç bir şekilde ortak bir tavır geliştirmeleri mümkün değil.
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, -siyasi geçmişine de uygun olduğundan- 'Türklüğe' vurgu yaparak kendi tarzındaki 'muhalefetini' yürütürken,  Saadet Partisi ortada konuştu.
HDP'nden de çok net bir tavır göremiyoruz.
Sola gelince...
Aslında, 'sol' derken Türkiye Solu anlaşılması gerekirdi ama ne yazık ki günümüz koşullarında fiili anlamda böyle bir olgu yok.
O yüzden reel duruma göre konuşalım.Türk Soluna gelince...
İki ayrı kategoride irdeleyebiliriz.
Birincisi; İdeolojik yetersizliklerini, "Atatürkçülük veya Kemalizm" kavramları üzerinden kapatmaya çalışanlar
Diğerleri de; İdeolojik yetersizlikleriniKürt Hareketinin yoluna baş koyarak gidermeye çalışanlar... 

Birinci gurubu ele aldığımızda;
CHP, büyük bir coşku ile olmasa da kararı olumlu karşıladığını açıkladı.
Öztürk Yılmaz'ın CHP adına yaptığı açıklamada daha çok AKP yanlılarının Danıştay'ın kararını eleştirmelerini eleştirmekle yetindi.
Vatan Partisi de beklendiği üzere, bu karardan adeta bir 'Milli Devrim çıkarmak' hayalinde.
Öteden beri Türk yargısına toz kondurmayan Vatan Partililer, Danıştay'ın bu kararını tarihi bir karar' olarak nitelediler.

Türk Solunun Kürt Hareketinin yoluna baş koymayı haza devrimcilik sayan kesimi ise tedirgin bir sessizlik içerisinde.
Danıştay'ın bu kararına karşı çıkarak Erdoğan'a muhalif görüntülerini zedelemek, ama destekleyerek de Kürt Hareketini gücendirmek istemiyorlar.
Yani Türk Solu her iki durumda da ırkçılığa tosluyor. Ya Kürtçülükleri  ya da Türkçülükleri halel görmüş olacak.
Konu netameli olunca muhalefet cephesinde ortak ve güçlü bir tavır ortaya çıkmıyor.

Komünist ideolojiye sahip bir solcu olarak 'Türk Solu'undan üçüncü şahıs üzerinden söz etmemin sağlam bir nedeni var.
Ben kendimi 'Türk Solu'nun bir unsuru olarak görmüyorum.
Kendi çapımda, ama ısrarla Türkiye Solunu işaret etmeye çalışıyorum.
Ulusu, yurtseverliği, solculuğu, herhangi bir etnik, aidiyet üzerinden tanımlayan anlayış bana göre  aklımızın Ebola Virüsüdür.

Nitekim Danıştay'ın bu kararının, Türk Solunu böylesi bir çıkmaza sokması, doğru, tutarlı ama en çok da cesur bir ulus tanımına sahip olamamalarından kaynaklanıyor.
Özellikle Türkiye gibi bir ülkede, Anadolu'nun on bin yıla uzanan kadim bir tarihinden, Dünyanın en gerçek ve en somut ulusunu, Anadolu Ulusunu tanımlayamamak yine Dünyanın en büyük basiretsizliğidir.
Eğer bu basiret gösterilse idi Erdoğan İktidarına algılarımızla bu denli oynama imkanı kalmayacaktı.
Erdoğan iktidarının Öğrenci Andını kaldırması belki de Türkiye Solunun bu konuyu gündeme getirmesi için önemli bir fırsattı.
Şu sıralar videosu dolaşan, Erdoğan'ın 2013'teki, AKP grup toplantısında yaptığı konuşmayı dinlemişsinizdir.
Erdoğan o konuşmada Öğrenci Andının kaldırılma nedenini açıklarken, "Her sabah Türküm demekle Türk olunmaz" diyerek, asıl meselesinin Türklük olmadığını ima yoluyla iddia ediyordu.
Böylece Atatürk'çü 'Türk' Solunun, "Türküm demekten neden rahatsız oluyorsun?" eleştirisini ustalıkla savuşturmuş oluyordu.
O dönemlerde Kürt Hareketine endeksli Türk Solu ise, Öğrenci Andının kaldırılmasının arkasındaki asıl amacı irdelemeden bu uygulamayı onaylamıştı. Onaylamak ne kelime öve öve bitirememişti.
Aslında Erdoğan, Öğrenci Andını kaldırmaktaki asıl nedeninin Türklük vurgusu olmadığını söylerken,  asıl hedefinin kapsayıcı bir üst kimlik olarak 'Ulus' kavramının bizzat kendisi olduğunu ustaca gizliyordu.
Erdoğan bir çok defa dile getirdiği gibi Ulusun yerine, Ümmeti koymak istiyordu.
Ve asıl tehlike de buydu.
Erdoğan'ın daha sonra ortaya attığı 'Rabia'nın dört ülküsünün başına koyduğu 'Tek Millet' söylemi de aslında bu hedefin çarpıtılmış bir tarifidir. Rabia oluşturan diğer üçü de 'Tek Millet'  kavramının gerçek anlamına bağlı olarak çarpıtılmış söylemlerdir.
Aslında dört kavram (Tek Millet, Tek  Bayrak, Tek Vatan, Tek Devlet) da Osmanlıcı, İslamcı bir Post Modern Derebeylik sistemi arzusunu dile getirmektedir.
Ve ne yazık ki bu Post Modern Derbeylik  sistemi, Kürt Sorununun çözümü adına Türkiye'ye önerilen Konfedaral Sistemle büyük ölçüde örtüşmektedir.

Ben öyle her gün değil ama, çeşitli durumlarda söylenecek ulusal bir andımızın olmasını sakıncalı görmüyorum.
Ancak Türk adının öne çıkarıldığı, hali hazırdaki bu metnin yeterli kapsayıcılığı yok.
Daha kapsayıcı bir ulusu tarif eden ve yurtseverliğin ön plana çıktığı bir ant metni bence daha iyi olurdu.
Çünkü 'Türk' adı ne yazık ki artık Türkiyeliliği ifade etmiyor.
Keşke, "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına  Türk denir" tanımı gerçek ve samimi olsaydı.
Ancak Meral Akşener'in ve Devlet Bahçeli'nin Türk tanımı on bin yıllık tarihin, en eskiden en yeniye çeşitli zamanlarında bu topraklarda yaşamaya başlamış tüm kesimleri, halkları ve kimlikleri temsil etmiyor.
Sadece onların mı..?
Ne Erdoğan'ın, ne Doğu Perinçek'in ne de Türk Solunun 'Türk' adıyla tarif ettiği ulus tanımı da aynı şekilde...
Aslında güya birlikteliği ifade etmek adına söylenen, "Bin yıllık kardeşlik" tanımı da, on bin yıllık kardeşliği ya da daha yakın zamanda bu topraklarda yaşamaya başlayan kimlikleri  yok sayarak büyük bir ayrımcılığı ifade ediyor.
"Biz Türklerin, Kürtlerden öğreneceği çok şey var" söylemleri Türkçülüğü, "Biz Kürtler Türklerle barış içinde yaşamak istiyoruz" söylemleri de Kürtçülüğü ifade ediyor.
Sanki Kürtler ya da Türkler kendi kimliklerinde sınıfsal bir çelişki yaşamaksızın, birer sürü gibi hareket ediyorlarmış gibi, bireyi değil de etnik kimliği özneleştiriyor bu söylemler.
Türkçülük Kürtçülüğü besliyor, Kürtçülük de Türkçülüğü...
Sonuçta Türk, Kürt, Laz ya da Çerkez demeden Emekçi Anadolu Ulusu kaybediyor.
Toplumsal katmanlaşma, eşitsizlik, sınıf çelişkisi göz ardı edilirken insanlar etnik kimliği ile gündeme geliyor.
Hiç biri benim ulusumu temsil etmiyor.

"Benim ulusum;
tek bir etnisiteyle adlandırılamayacak kadar büyük;
bilinen hiçbir tarihle başlatılamayacak kadar kadim;
tek bir canlı türüyle sınırlanamayacak kadar geniş;
Yaşamın düşmanlarını, kirletenleri, metalaştıranları, satanları, betonlayanları, ezenleri, sömürenleri, despotları, patronları, ağaları, aşiret reislerini, şeyhleri, kanaat dayatıcılarını bünyesinde barındırmayacak kadar ari bir ulus.

Tüm Anadolu yaşayanları; İnsanı, ağacı, çiçeği, otu, kurdu, kuşu, böceği, havası, suyu, deresi, taşı ve toprağıyla, benim ulusum...

Henüz adını koyamayacak kadar acemisi, ama somut, gerçek ve geçerli olduğunu Dünyanın tüm bilginleriyle tartışabilecek kadar bilgesi olduğum bir ulus.

Ne Çerkezliğimi, ne Türk, ne de Kürt, Laz, Gürcü, Rum ya da Ermeniliğimi inkar etmeden, ama dayatmadan, mensubu olmaktan gurur duyacağım bir ulus.

Ne inancımı saklamak zorunda olmadığım ne de dilimden sakınılmadığı, birlikte yaşamak için bölünmek gerekmediği bir ulus var, biliyorum.

Belki Anatolyan belki başka bir şey, adına ne denir bilemiyorum ama;
“Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan”
bu memlekette
"bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine"
yaşamak için;
birlikte mücadele edebileceğimiz, bir ulusun var olduğunu biliyorum." (*)


Nadi Öztüfekçi
22 Ekim 2018



(*) HEY KOCA YURT...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.