Facebook'a gireli tam 9 yıl olmuş.
17 Ocak 2010'da katılmışım.
İlk paylaşımlarına şöyle bir bakınca hatırladım.
Aslında Facebook'a katılma nedenim o zaman işlettiğimiz Selluka Yemek Evi'nin tanıtımını yapmaktı.
Uzunca süre Yemek Evi ile ilgili paylaşımlar yapmıştım. Zaten yoğun iş ortamından fazlasına vaktim olmuyordu.
Süreç içinde gençlik yıllarımızdan, aktif siyasi dönemlerimizden eski tanıdıklarımızla arkadaş olmaya başladık.
Bir çoğu o zamanların, etkili yetkili "kafa" adamlarıydı. Kimi geçen süre boyunca yurt dışında "Avrupa görmüş', hatta okullar bitirmiş, kendilerini yetiştirmiş kabul edilen solcu abilerdi.
Aralarında komünist Mescidi Haramlarda bulunmuş hacılar da vardı.
Bir çoğu da 12 Eylül Darbesinin on yılı aşkın suskunluk zamanlarından sonra hemen her derlenip toparlanma girişiminde 'ön ayak' olmuş "sol sosyetede" adlarını pekiştirmiş kesimlerdi.
Yani facebook'ta aynı ortamda bulunduğumuza göre o uzun, çorak yıllardan sonra, zihnimizin kurumuş filizlerini sulamakta o derin bilgi havuzlarından yaralanabiliriz diye düşünmüştüm.
Bir süre onların paylaşımlarını izledim.
İzledikçe şaşkınlığım arttı.
O havuzlarda biriken bilgiler oldukça değişikti.
Bizlere, "Bildiklerinizi unutun! Eski bildiklerimiz yanlışmış. Bakın biz sizlere yeni bilgiler getirdik." anlamında bir şeyler diyorlardı.
Şaşırdım. Ama yine de baktım o "yeni bilgilere". Zihnimi hemen her yeniye açtığım gibi onların dediklerine de açtım.
Yok ..! Zihnim kabul etmiyordu bu 'yeni bilgi' dediklerini.
Evet, zihnimin kapısı her yeni bilgiye açıktı elbet ama zihnimin kıvrımlarında ilerleyebilmesi, belleğime yerleşmesi için mantığım ve vicdanımın sorgusundan geçmesi gerekiyordu.
O yeni gerçekten bilgi olduğunu mantığım ve vicdanıma kanıtlaması gerekirdi.
Geçemedi. Zihnimin kıvrımları 12 Eylül 2010 referandumu yaklaştığı o günlerde bizlere dayatılan 'yeni'lerin belleğime doğru ilerlemesine izin vermedi.
Önce şaşkınlığımı dile getiren paylaşımlar yaptım.
Kısa sürede dışlandım. Dinozor muamelesi gördüm. (Bizzat söyleyenler oldu.)
Önce küçümsediler. Hatta alay ettiler.
Çünkü bildikleri Nadi'nin soru sorması, hatta düşünce belirtmesi onları güldürüyordu.
O da kimdi ki..?
İGD'nin hiç de güçlü olmadığı, karşıt siyasetin çok güçlü olduğu Yukarı Kampüste(*) de sürekli dayak yediği halde ısrarla İGD adına hareket etmeye devam etmekten başka bir niteliği yoktu.
Her halde, "kafasına çok demir yediği için, 'neden Evet denmesi gerektiğini' bir türlü anlamıyor." diye düşünüyorlardı.
Onlara göre 'değişimi' görmüyordum.
Önceleri "nasihatle" karışık alaysı yanıtlarla yetindiler.
Ancak zamanla, Nadi'nin, hatırladıkları Nadi'ye benzemediğini görünce şaşırma sırası onlara gelmişti.
Alaylara rağmen sormaya devam etmem, üstüne onlara yanıt vermeye kalkışmam bu şaşkınlıklarını kızgınlığa dönüştürdü.
Bu Nadi'ye bir şeyler olmuştu. Artık bildikleri Nadi değildi.
Oysa bana hiç bir şey olmamıştı.
Ben değişmemiştim. Ben eskiden de o bildikleri Nadi değildim.
Onlar beni yanlış biliyorlardı.
Onlar abilerinden seminerler alırken, ben Fen Fakültesinde 2 günde bir saldırıya uğruyordum.
Ne silahım vardı üzerimde ne de sopa.
Sadece İGD'li idim ve bir kaç arkadaşımla birlikte İGD adına hareket etmekte ısrar ediyorduk.
(Hepsini saygı ve sevgiyle anıyorum.)
Defalarca kurşunlandık, saldırıya uğradık.
Kimse bize, "Ne düşünüyorsun, ne biliyorsun?" diye sormuyordu. Gerek de duymuyorlardı.
Sanırım, "Nasılsa onların inancı sağlam, bilgilenmelerine gerek yok." diye düşünüyorlardı.
Hiç akıllarına gelmiyordu ki bilinç olmayınca inancın direnci olmazdı.
Kimse adına konuşmak istemiyorum ama kendi adıma; Benim direncim de sandıklarının aksine "İnançtan" daha çok, o zaman için edindiğim bilginin mantık, vicdan eşliğinde oluşturduğum kendi çapımda bilincimden kaynaklanıyordu.
Evet belki seminerlere katılmaya fırsatım ve vaktim olmuyordu. Ancak hemen bütün yayın organlarını okumaya çalışıyor ve sürekli kendime ve -benden daha çok bildiğini düşündüğüm- herkese sorular soruyordum.
Evet, sorular soruyordum!
Kendime, bildiğini düşünenlere, bildiklerini söyleyenlere, gazetelere, dergilere, kitaplara...
Toplumun sorunlarını kendime dert edindiğim 15 yaşından, 46 yılda önceden de, 18 yaşındayken, kurulduğu yılda, İGD'li olduğumdan bu yana da sordum.
Aldığım her yanıt yeni bir soruyu getiriyordu. Yine soruyordum.
Sormak bana kalırsa en sağlam öğrenme yöntemidir.
Facebok'ta bulunduğum 9 yıl boyunca da sordum ve kendimce bulduğum yanıtları -yeni sorular eşliğinde- paylaştım.
Şimdi düşünüyor ve görüyorum ki -benden daha çok bildiğini düşündüklerimin- büyük çoğunluğu aslında -benden daha iyi- bilmiyormuş.
Ama 'biliyormuş gibi yapmayı' benden daha iyi beceriyorlarmış.
Bu kanıya Facebook'ta geçirdiğin 9 yıl boyunca gözlemlediklerimin sonucu vardım.
Ama bir iki gün boyunca o 9 yıllık süre içinde Facebook paylaşımlarımı, yorumlarımı, girdiğim tartışmaları ve Facebook arkadaşlarımın yaptığı paylaşımları inceleyince bu düşüncem daha da pekişti.
Arkadaşlar, onların arkadaşları derken oldukça geniş bir çevrenin paylaşımlarına -fazla detaylı olmasa da- bakmış oldum.
Kısaca diyebilirim ki, bugünkü siyasal duruma varan süreç Türkiye Solu tarafından sosyal medyada desteklenmiş.
Kendi paylaşımlarımın, hatasız olduğunu, bütün öngörülerimin gerçekleştiğini söyleyemem elbette.
O dokuz yıl boyunca, bir dolu ıskalarım, karavanalarım olmuş. Pek çok konuda yanılmışım.
Şimdi pek katılmadığım, önünü ardını pek fazla düşünmediğim düşünceler öne sürmüşüm.
Ama olabildiğince nesnel olmaya çalışarak, şöyle bir sorguladığımda bugünün tek adam iktidarına giden sürecin hep karşısında yer almış olduğumu görebiliyorum.
Kapitalizme, AKP iktidarına, Tek Adam Rejimine(**), Fethullah Gülen yapılanmasına, Dinciliğe, Kimlikçiliğe hep karşı çıkmışım.
Ama en önemlisi soru sormayı hiç bırakmamış, yüksünmeden sürdürmüşüm.
Yakında 61 yaşıma gireceğim.
Ve benim hikayem -yukarıda da söylediğim gibi- 9 yıldan beri değil 46 yıldan beri devam ediyor.
Kendime baktığımda gördüğüm şu; bunca yıl boyunca elbette bir miktar bilgi biriktirmişim, ama yaşama ve dünyaya yönelik sorularım ve merakım çok daha fazla artmış.
Ve ben bilgi birikimimle değil ama biriken sorularım ve artan merakımla gurur duyuyorum.
Nadi Öztüfekçi
17 Ocak 2019
(*) E.Ü. Fen, Ziraat, Mühendislik Bilimleri Fakültelerinin bulunduğu kampüs.
(**) AKP iktidarı başladığından bu yana bu günkü Tek Adam Rejiminin planlandığını düşünmüş ve paylaşmıştım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.