9 Ağustos 2019 Cuma

ULUSAL DEVLETLERİN VAR OLMA REFLEKSLERİ

Ulusal Devletler Emekçi Ulusların Kalesidir!
En kararlı intihar girişimlerinde bile insan bedeni, egodan bağımsız olarak var olma, hayatta kalma refleksi gösterir.
Bu refleksin benzerini kendini tasfiye etmeye kararı veren kurumlarda da görmek mümkündür.
Tasfiye kararı bizzat o kurumun kendi kararı olsa da uygulamaya başlandığı aşamada kurumsal bir dirençle karşılaşırsın.
Şirketler, vakıflar, dernekler, partiler yani insanların oluşturduğu hemen her kurum tasfiye kararına -o kararı bizzat kendisi alsa da- direnir.
Buna devletler, özellikle ulusal devletler de dahildir.
Devletin en tepe yöneticisi dahil, en etkili yürütme mekanizmalarının karar ve çabalarına rağmen devletler, bölünmeye, parçalanmaya, tasfiyeye direnç gösterir.

Aslında her biri küreselleşme projesinin ürünü olan yöneticilerin Küreselleşmeye direnmesi, daha doğrusu direniyor görünmesinin temel nedeni, ulusal devletlerin de varlıklarını anlamsız hale getirecek küreselleşmeye karşı geliştirdikleri son var olma reflekslerdir.
Bu refleks yöneticilerden bağımsız olarak gelişir. Ancak en etkili yöneticileri bile etkiler.
Bazen yönetmek için uzlaşmak zorunda kalırsın.
Ulusal Devletin var olma refleksinin temel dinamiği ise emekçi ulusların kendi var olma refleksleridir.
Çünkü uluslar kendi varlıklarının maddeleşmiş hali gibi gördükleri ulusal devlete sahip çıkarlar.

Süreci, ister "ulusların emekçileşmesi, ister "emekçi ulusların ortaya çıkışı" olarak tanımlayın.
Küreselleşme anlaşmalarının (TISA, TTIP, vs.) aksamasının temel nedeni "emekçi ulusların" direnmesidir.
Bu sınıf kavgasının yeni bir görünümü hatta yeni bir halidir.
Ulusal devletlerin Küresel Kapitalizmin saldırısına karşı emekçilerin savaşım örgütlerine dönüşme potansiyeli vardır.

Denizin ortasında bir adada büyük bir ceza evini düşünün.
Mahkumların yaşam koşulları çok kötüdür. Bu koşullar böyle devam ederse yaşamları elden gidecektir.
Mahkumların bu adayı terk etme, kaçma imkanları yoktur, tek çözüm o hapishaneyi ele geçirip koşulları yaşanabilir hale getirmektir.
İsyan çıkar. Mahkumlar ceza evini ele geçirmeye kalkışırlar ve büyük bir mücadele başlar.
Yıllardır mahkumların özgürlüğünün kısıtlayan kalın duvarlar, demir kapılar, parmaklıklarıyla, artık o cezaevi, mahkumların yaşamsal direnişlerinin kalesi konumuna geçer.

Ülkeler çoktan küreselleşmiş sermayedarlar için, artık yaşamaktan sıkıldıkları, semirmelerinin hızını kesen, onlara dar gelen adalardır.
Devletler ise bir zamanlar gözünden kıskandığı ulusunun bütünlüğünü korumak, bir arada tutmak için hapsettiği ceza evleridir.
Artık sermayedarlar için ne ülkenin, ne ulusun, korunacak ve bir arada tutmaya değecek önemi kalmamıştır.

Oysa emekçi uluslar için bütün bunlar evleridir, aileleridir ve varlıklarını koruyacaklar kaleleridir.
Ne terk edebilirler ne de yıkılmasına izin verebilirler.
Tek çareleri, sahip çıkmaktır. Satıp savmak, yıkıp yakmak isteyenleri kovalamaktır ve bu mümkündür.

Her biri kendi ülkelerinin tasfiye memuru olan devlet yöneticilerinin ülkelerine, devletlerine sahip çıkar görünmeleri sizleri şaşırtmasın.
Onları böyle davranmaya iten emekçi ulusların var olma refleksleridir.
Tasfiye bitinceye kadar yönetmek zorunda olduklarıyla, -geçici olarak- uzlaşmak, uzlaşır görünmek zorunda olmalarındandır.
Kanmayın. Sahtedir, zorunluluktandır.

Tam bir yıl önce yazıp, Facebook'ta paylaştığım bu yazı; benim, Erdoğan'ın bir süreden beri ABD karşıtı görünümlü politikasının temelinde yatan -bana göre- nedenlerini özetliyor.
Bence Erdoğan'ın son zamanlarda izlediği -ya da izler göründüğü- dış politikayı  en iyi anlayabileceğimiz görüş açısını da bu noktadan bakarsak yakalayabiliriz.
Tümünü yukarıya alıntıladığım yazıda, "en kararlı intihar girişimlerinde bile insan bedeni, egodan bağımsız olarak var olma, hayatta kalma refleksi gösterdiğini, aynı refleksi tasfiye edilmeye çalışılan kurumların, örneğin devletlerin de gösterebileceğinden" söz ediyorum
Küresel Kapitalizmin bir projesi olan Erdoğan'ın ülkeyi soktuğu ölümcül yol da Türkiye Cumhuriyeti için bir intihar girişimi gibi bir şeydi ve devlet bu girişime var olma refleksi gösterdi.

Rusya ve Çin, Irak ve İran'la olan stratejik ortaklık Türkiye Cumhuriyetin var olma refleksinin sonucudur.
Erdoğan'ın tercihi değildir. Bu stratejik ortaklık Erdoğan'a rağmen gelişti.

Bu stratejik ortaklık gelişmeden önce Erdoğan'ın Irak, Rusya, İran'la olan söylemlerini hatırlayın.
Erdoğan'ın 180 derece değiş-ir görün-mesinin nedeni de işte bu var olma refleksiydi.
Bu ortaklıktan en fazla rahatsızlık duyan Erdoğan...
Sakın Erdoğan'ın kof efelenmelerine bakıp da Türkiye ile ABD'in arasındaki çelişkinin nedeni olarak görmeyin.
Erdoğan'a haksızlık etmiş olursunuz.
Asıl çelişki ABD ile Türkiye Cumhuriyeti arasında, daha doğrusu Erdoğan'ın tam denetimine alamadığı unsurları arasında, bu unsurların gösterdiği devletin var olma refleksi arasında sürüyor.
Erdoğan var gücüyle ABD'nin Emperyalist amaçları ile Türkiye'nin var olma refleksleri arasında ara bulmaya çalışıyor.
Eğer ABD'nin İran ve Suriye'ye yönelik operasyonlarında Türkiye'den istenenleri Türkiye Cumhuriyeti devletine kabul ettirirse bu kriz geçici olarak ertelenecektir.

Erdoğan yardımcılarının (bakanları) -ne yazık ki- Türkiye adına katıldığı Barış Koridoru zirvesinde varılan anlaşmaya da bu gözle bakın.
Bu zirvede varılan anlaşmanın perde arkasında kalan noktalarını iyi irdelemek gerekir.
Orada bize sunulduğu gibi PYD, YPG'ye karşı bir anlaşma olmadı.
Aksine, orada Suriye'nin bütünlüğüne karşı bir anlaşma oldu.

Ne muhalefet, ne de -Kürtçü Siyasete tam bir biat halinde olan- Türkiye Solu, bu konuya yeteri kadar açık bir tepki göstermiyor.
Erdoğan iktidarının bize verdikleri sınırında bilgilenme(!) üzerinden onay ya da tepki gösteriyor.
Oysa hemen güneyimizde, ABD emperyalizmi desteğinde modern silahlarla donatılmış bir Küresel Kürt Ordusu kurulmuş durumda.
Erdoğan Hükümeti bu durumu laf aralarında kof efelenmeler eşliğinde, "Stratejik İttifakımız" ABD'ne sitem ederek geçiştiriyor.
Böylece ayakları yere basan sağlam bir anti emperyalist kalkışmanın önününü almış oluyor.
Muhalefet ve Türkiye Solu ise bu durumu ya bir diplomasi hatası olarak görüyor ya da Kürtçü Siyasetin ağır vesayeti altında görmezden geliyor.
İşte tam bu noktada Emekçi Anadolu Ulusunun var olma refleksi devreye giriyor.
Küresel hegemonyanın her türlü sofistike algı çalışmalarına, Türkiye Solunun hatır için yediği herzelere ve aymazlığa rağmen anti emperyalist tepki dindirilemiyor.
Yukarıda da dediğim gibi; Ulusal Devletin var olma refleksi aslında Emekçi Anadolu Ulusunun var olma refleksi ile aynı dinamik.
Eğer hatır gönül dinlemeksizin, gerçeğe ulaşma kaygısıyla bu reflekse bakarsanız bu refleksin aynı zamanda muhalif, yurtsever, anti emperyalist, demokrasi ve emekten yana olduğunu da görebiliriz.
Şimdi soru şu; bu refleksi, Tek Adam Rejimine karşı muhalefetin temel bir unsuru olarak mı göreceğiz;
yoksa kafaları karıştıran, bin defa denenip bin defa başarısız olmuş klasik ittifak politikamız adına görmezden gelinmesi gereken bir ayrıntı olarak mı?
Bu sorunun yanıtı ne kadar bağımsız düşünebildiğimiz ile orantılı.

Nadi Öztüfekçi
9 Ağustos 2019

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.