6 Ekim 2019 Pazar

POST-TRUTH ERA ve 12 EYLÜL

Ben anma günleri hakkında yazmayı sevmem.
Örneğin siyasi tarihimizin en önemli kırılma noktası olan 12 Eylül Darbesi ile ilgili olarak çıkan yazılar söylenmesi gerekenleri -bana göre- zaten söylüyor olsaydı böyle bir yazı yazmayı düşünmezdim bile.
Ne yazık ki 12 Eylül Darbesi hemen hiç bir dönemde mantık ve vicdan eşliğinde "gerçekliğe ulaşma kaygısı" ile değerlendirilmedi.
Bunun önemli bir nedeni var. O da 12 Eylül'ün ta kendisi...
Mantık oyunu yaratmak istemiyorum ama durum tam da böyle.
12 Eylül'ün gerçeklik sınırları için kalarak irdelenmesine 12 Eylül Darbesinin en temel özelliği engel oluyor.
Bunu yazımda açıklamaya çalışacağım ama anlaşılabilmem için önce aşağıdaki videonun izlenmesi gerekiyor.



Videoyu izlediğinizi varsayarak devam ediyorum.
Her ne kadar, -Prof. Dr. Mustafa Çetiner'in de videoda anlattığı gibi- Post-Truth  tanımı ilk defa 1992'de kullanılmış ve literatüre de Ralph Keyes'in 2004'te yazdığı POST-TRUTH ERA (Gerçek Ötesi Çağı) adlı kitapla geçmişse de;
Bana kalırsa 1980 yılların başı hemen tüm dünya -bu arada Türkiye için- Gerçek Sonrası (Post-Truth) döneminin başladığı -daha doğrusu başlatıldığı- yıldır.
Evet, 80'li yıllarda henüz bu olgunun adı konmamış. Ama bu, Post-Truth çağına girişin başlamadığı  anlamına gelmiyor.
Zaten hemen her süreç, ortaya çıkışından bir süre sonra somutlaşıp kavramsallaşır.
Ayrıca bu dönemin bir sahibi var. Yani gerçek ötesi dönem kendiliğinden başlayan bir dönem değil.
Belli bir amaç ve gereksinim sonucu başlatılan bir dönem... Kimler tarafından mı?
Bu karanlıktan kimler yararlanıyorsa bu dönemi de onlar başlattı ve sürdürmeye çalışıyor.
Yukarıdaki -bu sayfaya HBT Dergisi'nden taşıdığım ve genel olarak çok beğendiğim- videoda tek, ancak çok önemli eksik de bence bu.
Sanki Post-Truth Dönemi kendiliğinden girilen mevsimsel dönemmiş gibi ele alınmış. Oysa Post-Truth dönemi başlayan değil başlatılan bir dönemdir. Nasıl, sabahın bir sahibi varsa karanlığın da bir sahibi var ve işte, o sahip vurgulanmamış.
Uzatmadan biz vurgulayalım; Kapitalizm...
Kapitalizmin içinde bulunduğu krizini öteleyebilmesi için uygulamaya koymak durumunda olduğu hiç bir yöntem, gerçekliğin hakim olduğu ortamlarda kolayca yaşama geçemez.
Ne savaşlar, ne aşırı ve yersiz tüketim(*), ne ucuz iş gücü, ne doğal kaynakların metaya dönüştürülmesi, -ki bunların her biri kapitalizmin krizini öteleyebilmesinin yöntemlerinden biridir- geniş kitlelerin kolayca rıza göstereceği şeyler değildir.
İşte Post-Truth Dönemi tam da bu 'rızanın üretilebileceği" ortamı sağlar.
Karanlık, Kapitalizmin içinde bulunduğu kronik krizini ötelemesinin olmazsa olmaz koşullarından biridir.
Ne var ki Kapitalizmin küreselleşmesi ile birlikte krizi de küreselleşmiştir.
Aslında Küreselleştirme Kapitalizmin krizini öteleyebilmesinin zorunlu yönelimlerinden biridir. 
80'li yılların başı Küreselleştirme çabalarının  somutlaşmaya başladığı dönemdir.
O yıllardan başlayarak "Kapitalizmin Krizi" tanımının, -günümüz konjonktürünü çok daha iyi vurgulaması açısından-  "Küresel  Kapitalizm Krizi" şeklinde ifade edilmesi daha doğru olacaktır.
Bu anlamda yukarıda vurguladığım Kapitalizmin Küresel Krizini öteleme yöntemlerini uygulanmasına yönelik toplumsal rızanın üretilebilmesi için gerekli olan Post-Truth dönemi de yerel boyutta değil küresel çapta bir dönemdir.
Yani Post-Truth Dönemi, Küreselleştirme ile endekslidir ve senkronize işler. Birbirini tetikler, destekler, ilerletir.
Aynı enstrümanları kullanır.  Her ikisi de teknoloji ve tekniklerin gelişmesinden ivmelenir ve teknolojinin gelişimini zorlar ve yönlendirir.
Teknoloji ve tekniklerin gelişmesinden ivmelenir, çünkü;
Post-truth döneminin temel özelliklerinden olan, gerçeğin önemsizleşmesi, gerçek dışılığın gerçek kabul edilmesi, hegemonyanın -teknolojinin de yardımıyla- geliştirdiği tekniklerin bir sonucudur.
İletişim alanındaki gelişim sıçraması bu teknolojiyi elinde tutan Küresel Sermayenin, algı ile gerçek arasındaki bağı denetleme gücünü -bunun bir sonucu olarak ikna etme gücünü- arttırdı.
Bu aynı zamanda hegemonyanın küreselleşmesini sağladı.
Küreselleşen hegemonyanın, algı ile gerçek arasındaki bağı denetleme gücünün artmasının diğer bir ifadesi -yine gelişen teknoloji ve tekniklerin sayesinde- gerçek üzerindeki hakimiyetinin yani, elde etme, saklama(barındırma, depolama), istediği gibi deforme etme, gizleme, aktarma ve yayma gücünün artmasıdır.
Diğer yandan, teknoloji ve tekniklerin gelişimini zorlar ve yönlendirir, çünkü;
Küresel Sermayenin içinden çıkamadığı, kronik krizini öteleyebilmesi ve Post-Truth Dönemi sürdürebilmesi için de; gerçek üzerindeki hakimiyetinin yani, elde etme, saklama(barındırma, depolama), istediği gibi deforme etme, gizleme, aktarma ve yayma gücünün artmasına ihtiyacı vardır.
İşte bu noktada teknolojinin gelişimini zorlar ve yönlendirir.
--)Nitekim, ilk olarak Amerikan Federal Hükümeti Savunma Bakanlığı' tarafından askeri amaçlı geliştirilen İnternet Teknolojisi, 1980'de uluslararası ticaret ve hükümet işlemlerinde kullanılma hedefine uygun olarak geliştirilme kararı alındı. Milyarlarca Dolar yatırım yapıldı. Bugünkü yapıya 1995'de, yaygın kullanıma ise 1998'de geçildiyse de bu zorlu sürecin, uluslararası kullanıma yönelik standartlara kavuşturma kararı 1980'de alındı. Bu amaçla, 1978'de 73'te denenen, geliştirilen çeşitli iletişim protokolleri, 1980'de bütünleştirildi.
--) Digital telefonların gelişmesi ve yaygılaşmasının önünü açan standartlaşma 1984'te başladı.
Bu, telefon hatlarından sadece ses aktarımının değil aynı zamanda görüntü ve diğer her türlü veri aktarımın da önünü açıyordu ki bir süre sonra İnternet teknolojisiyle bütünleşmesinin önünü açacaktı.
Bütün bunlar Küresel Hegemonyanın gerçeğe(bilgiye) ulaşmasını kolaylaştırdığı gibi, çarpıtma, istediği gibi yayma olanaklarına kavuşması demekti.
Yani, Post-Truth Dönemini başlatabilmesinin alt yapısını oluşturma hazırlığıydı.

Aynı dönemlerde Uluslararası sermaye Keynesçi politikalar yerine monetarist politikaları öne sürmüş, gelişmekte olan ülkelere dayatmıştır. Monetarist politikanın en önemli özelliği serbest ticaretin öne çıkarılması gümrük duvarlarını kaldırmasıdır ki bu da Küreselleşmenin dayatılmasıdır. (Bu, 24 Ocak Kararları ile 12 Eylül 1980 Darbesi arasında ilişkinin de açıklamasıdır.)

Özetle 70'li yılların sonu ve 80'li yılların başlarını kapsayan zaman diliminde; Küreselleştirmenin ve Post-Truth dönemin başlatıldığı zaman dilimi olmuştur. Bu iki süreç birbirini tetiklemiş ve diğerinden etkilenmiştir.
Aynı zaman diliminde iletişim ve bilişim teknolojileri sıçramalı gelişime zorlanmış, gelişimi yönlendirilmiş, bu teknolojilerin gelişimi ve yönelimi de başlatılan Küreselleşme ve Post-Truth Dönemini ivmelendirmiştir.

12 Eylül 1980, Darbesi Dünyada başlatılan bu iki sürecin Küreselleşme ve Post-Truth Dönemin Türkiye'deki yansımasıdır.
Bu darbe ile birlikte Türkiye, Küreselleşmenin gereksinimlerine uygun olarak yeniden yapılandırılırken, bu yapılandırmanın bir gereksinimi olarak da Post-Truth dönemine sokulmuş oldu.
Post-Truth Dönemin teknik ve teknolojik alt yapısı henüz oluşturulma aşamasında olduğu için de ağırlıklı olarak yine bir Post-Truth yöntem olan 'zor'a başvuruldu.
12 Eylül'ün; Atatürkçülük, Laiklik, Ulusal birlik adına uyguladığı baskı, haksız tutuklamalar, göz altındaki işkenceler, hukuksuzluklar Prof. Dr. Mustafa Çetiner'in anlattığı tipik Post-Truth uygulamalardır.
Darbenin ilk yıllarında öne çıkan kitlesel tutuklamalar, gözaltı, işkence gibi uygulamaların ana amacı da ülkedeki gerçeklik algısını temelden değiştirmek, yerine, -o yıllarda küreselleşme yolunda somut adımlar atan- sermayenin gereksinimleri doğrultusunda, inanca dayalı bir yeni gerçeklik oluşturmayı amaçlamış, bunu da büyük ölçüde başarmıştır.
Bu uygulamaların görünürdeki amacının tam tersi sonuçları olmuştur.
Tam da amaçlandığı gibi Atatürkçülük yerine isterik bir Anti-Kemalizm, Laiklik adına İslamcılık, milli birlik adına bölücülük gelişmiş ve büyümüştür.
Yukarıda değindim; 12 Eylül Darbesi ile başlayan post-truth dönemi, sonrasında darbenin mantık ve vicdan eşliğinde "gerçekliğe ulaşma kaygısı" ile değerlendirilmesine de engel olmuştur.
Bu, 12 Eylül Darbesinin en önemli, en yıkıcı ve en tehlikeli özelliğidir.
12 Eylül Cuntası'nın "Faşist" olup olmadığı hakkındaki tartışmaların, bu özelliği yanında hiç bir önemi yoktur.
Cunta, herhangi bir despotik yönetimin hemen tüm yöntemlerini gerektiği kadar, gerektiği yerde ve zamanda kullanarak, ülkede Post-Truth dönemi başlatmış, tıpkı tüm dünyada olduğu gibi süreç içinde derinleştirmiş ve yaygınlaştırmıştır.
Hegemonya için önemli olan toplumsal rıza üretmektir. Bu rızayı üretmek için kullanılan, zora ve dezenformasyona dayalı ikna yöntemleri her zaman iç içe geçmiştir.
Zaman içinde Post-Truth dönemim enstrümanları gelişip işlevi arttıkça zor, iknanın arkasına saklanarak ikincil, ama her ana kullanılmaya hazır bir enstrüman olarak yedekte tutulmuştur.
Örneğin yukarıda söz ettiğimiz bilgiye ulaşmanın kendisi için kolaylaşması, kendisine karşı mücadele eden güçler hakkında istihbarat edinmek amacıyla işkenceye daha az başvurmasını getirmiş.
Bu yöntemsel değişimin de geniş kesimlerin "demokratikleşme" olarak algılanması sağlanmıştır.
Oysa hegemonya zaman zaman zaten kolayca elde ettiği bilgiyi işkence ile elde etmeye ya da kolayca sahte delil üretebiliyorken zorla itiraf ettirmeye gerek duymayabilir.
Ancak bu konjonktürel bir durumdur. Dezenformasyonun ya da diğer post-truth uygulamaların yetersiz olduğu durumda, toplumsal rıza üretebilmek için dezenformasyona dayalı iknanın yanında 'zor'a dayalı yöntemler her zaman hazır tutulacaktır.
Aslında 'zor', post-truth dönemin en önemli unsurlarından biridir. (**)
Bu basit gerçek aynı zamanda 12 Eylül'de başlatılan Post-Truth Dönemimin derinleşerek sürdüğü günümüzde de geçerlidir.
Bunu kanıtlayan küresel ve ulusal çapta bir çok örnek vardır.

Önümüzde günlerde  Post-Truth Dönemi  elimden geldiğince detaylı ve 78 sonu, 80 başları döneminden günümüze kadar süredeki somut örneklerle irdelemeyi düşünüyorum.
Ancak kendimi anlaşılır kılabilmek adına  'zor'un ve dezenformasyonun bir arada olduğu bir kaç örnekle bu yazıyı sonlandırmak istiyorum.
Irak'ın işgali ve parçalanmasıyla sonuçlanan, 80 yıllarda Irak'ın İran'a saldırmasıyla başlayan, Körfez Savaşı 'zorun' (savaş ve şiddet) ve dezenformasyonun iç içe olduğu en önemli örnektir.
ABD ve Batı ülkeleri tarafından; önce, -"kimyasal silah kullandığı" konusunda Birleşmiş Milletler'de soruşturulması için verilen önergeye ret oyu verilecek kadar- desteklenen Irak, bir süre sonra aynı gerekçelerle, yine onu destekleyen aynı ülkeler tarafından işgal edildi, parçalandı.
Irak'a fosfor bombaları ile yapılan hava saldırısı, gelişmiş iletişim teknolojileri sayesinde, bütün dünyaya bir havai fişek gösterisi tadında izletildi.
O sırada aşağıda binlerce insan çoluk çocuk demeden ölmekteyken insanlık adete büyülenmiş gibi bu dehşet gösterisini izledi ve sustu.
Bu tipik bir Post-Trut uygulamasıydı. Şiddet ve zor, dezenformasyonla ustaca harman edilerek küresel çapta "rıza" üretilmişti.
Bugün ABD Emperyalizmine bağlı PKK'nın yarattığı şiddetin bir ulusal kurtuluş mücadelesi olduğu algısı da zor ve şiddetin, dezenformasyonla paçal edildiği bir post-truth uygulamasıdır.
PKK'ya karşı yapıldığı söylenen operasyonlar da pratikte, Fırat'ın doğusunda  kurulan Ulusal Kürt Ordusu gerçeğini "post" hale getiren, yani daha açık ifadeyle "öteleyen" bir Post-Truth uygulama işlevine düşmektedir.
"Neden böyledir, detayı ayrıntısı nedir?" önümüzdeki yazılarda irdelenecektir.
Belki size uzun gelmiş olabilir ama bu yazı "Post-Truth'a giriş" olarak bile yetersiz ve özettir.

Nadi Öztüfekçi
6 Ekim 2019



(*)Aşırı ve yersiz tüketime zorlamak-özendirmek, Küresel Kapitalizmin, kronik krizini öteleyebilmesinin en önemli yöntemlerindendir. Aslında savaşlar, yersiz ve aşırı -silah- tüketime zorlamak-özendirmenin temel yöntemlerinden biridir. Üstelik sadece silahlar değil, sermayenin bugün ürettiği bir çok kalem de ancak aşırı ve yersiz tüketime zorlamak-özendirilmek koşuluyla karlı olabilir.
O nedenle bu yöntem belki de Post-Truth döneme en fazla gereksinim duyar. Çünkü tüketim eninde sonunda iradi bir meseledir. Zordan daha çok -en azından şimdilik- rıza gerektirir.

(**)Bu noktada -yazının konusunun sınırlarına da taşarak- vurgulamak gerekir ki; işkence ve kötü muameleye karşı mücadele ve duyarlılık, her dönem ve her koşulda, hegemonya hangi sınıfsal kesim elinde olursa olsun gündemde tutulması gereken bir olgudur.














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.