25 Ekim 2013 Cuma

Hakan Fidan üzerinden koparılan fırtına

Küresel Sermayenin Ortadoğu ve Türkiye coğrafyası üzerine planları bitmedi.
Peki, her istediğini kolayca yapabiliyor mu bu "Küresel Sermaye" denilen meret?
Elbette hayır. Bu konuda defalarca yazmıştım.
"Dezenformasyon gölgesinde" adlı yazımdan bir alıntıyla özet olarak tekrarlayayım.
"Elbette Küresel Sermaye Ortadoğu ve bizim coğrafyamızı bir boyama kitabı kolaylığında şekillendiremez. Ama sermayenin en yüksek debide akışımını, dolayısı ile en hızlı yayılmasını sağlayabilmek için elinden geleni de yapar. Bilmemiz gereken bir şey de; bu "elinden gelenin" hiç de küçümsenmemesi gerektiğidir."
Ayrıca aynı yazıda; Erdoğan'ın "Vallahi biz İsrail'le anlaşamıyoruz. Siyonizm’e hala karşıyız" minvalinde oynadığı paçoz tiyatro ile ilgili görüşlerimi de anlatmıştım. Bkz. Dezenformasyon Gölgesinde 

Şimdi, benzer bir güncellik, karşılıklı paslaşmalarla yeniden pişirilmeye çalışılıyor. ABD deki gazetelerde çıkan Hakan Fidan'la ilgili yazılarda ve sonrasında, özellikle yandaş medyada yapılan polemiklerde çizilmeye çalışılan tablo; "AKP hükümeti İsrail'le anlaşamıyor" ya da "İsrail AKP Hükümetinden rahatsız" şeklinde…
Oysa herkes bilmekte ki; Suriye'de baş gösteren ayaklanma boyunca Esat İktidarının yıkılmasını en isterik olarak isteyen ve bu uğurda ne yapılması gerekiyorsa -Suriye'yi işgal dahil- yapılması konusunda en hevesli ülkeler İsrail ve Türkiye oldu.
Yine İsrail'in Türkiye hava sahasını kullanarak Suriye'yi vurduğunu bilmekteyiz.
Türkiye'ye yerleştirilen füze rampalarının birincil görevinin İsrail'e yönelik saldırılara karşı savunmak olduğunu da bilmeyen yok.
Yani İsrail devletinin Türkiye Hükümetleri ile olan "Kadim Kardeşliği" hala bütün somutluğu ile devam etmekte...
Peki sizce bu  "geçimsiz kardeşler" görselinin sürekli paylaşımı neden?
Niçin Küresel paslaşmalar eşliğinde internet medyasında, görsel ve yazılı medyada "Dış politikasını ABD ve İsrail'e göre belirlemeyen Afili Kasımpaşalı" tefrikası yayınlanıp durmakta?
Bunun yanıtı; “AKP hükümetinin en azından bir dönem daha iktidarda kalmasına neden küresel özen gösterilmekte?” sorusunun yanıtıyla aynı.

AKP'nin son zamanlarda izlediği politikalardan dolayı, gerek İslam coğrafyasında gerekse ülkede; İslamcı kimliğinden dolayı edindiği desteği azaldı.
Artık hem liberal kesimle hem de İslamcı çevreler ile yapılan flörtün birlikte yürütülmesi zorlaşıyor. Hem Siyonizm’i "en büyük şeytan" diye tanımlayan milli görüşün mirasına talip olup hem de İsrail'le aynı kaba “dış politika” ıkınmak da artık pek mümkün değil.
Hele hele; "One minute" gösterisinin getirdiği, -o zamanlar- tadına doyamadığı siyasi primin giderek tükendiğini düşünürsek…
Böylece AKP’nin bu azalan desteğinin sofistike yöntemlerle desteklenmesinin mantığı da açığa çıkmış oluyor. Çünkü kanımca; AKP’nin İslam coğrafyasındaki prestiji Küresel Sermaye açısından çok önemli. Meseleyi klasik ‘Enerji Politikaları’ meselesinden kurtarıp; Küresel Kapitalizmin bu bölgede “sermayenin en yüksek debide akışımını, dolayısı ile en hızlı yayılmasını sağlayabilmek için elinden geleni” yapmak zorunda olduğu üzerine odaklanırsak AKP iktidarının önemi daha belirginleşiyor.
Bir başka yazının ana konusu olması gerektiğini de vurgulayarak, çok kısaca “elinden geleni yapmak zorunluluğunu” açmak gerekirse; Kapitalizmin içine düştüğü krizin ancak, sürekli yayılmak ve derinleşmekle ötelenebileceğini vurgulamakla yetinelim. Mesele sadece petrolle açıklanacak kadar sade değil yani.

Balkanlarda yapılan operasyonun benzerini -aynı travmaları yaşamadan- İslam Coğrafyası’nda uygulamanın yolları aranıyor. Belleklerde yerleşmiş; kanlı, sahtekar, despot ve amacı doğrultusunda yapmayacağı şey olmayan, o yıpranmış “Batılı” görüntünün kolay silinemeyeceği bilinmekte. İşte o yüzden başka bir görüntünün, daha yerli bir figürün arkasına saklanmak gerekiyor. O figürün; sürekli işletilen, gelişmelere göre yönlendirilen bir projenin ürünü olarak AKP ve Erdoğan’ın olması da sürecin doğal sonucu.
AKP; 28 Şubat’ta düğmeye basılan, zamanın akışına göre, beklenmeyen gelişmeleri bir fırsata dönüştürme konusunda olağan üstü bir beceriyle uygulanan bir projenin ürünüdür. Adeta çok boyutlu bir holagram gibi sürüldü piyasaya… Öyle ki; her yönden farklı görünen, herkesin gönlüne göre bir ‘serap’ gibiydi.
Artık bu holagramın en azından bir kesim üzerinde etkisi ortadan kalktı. Bir kesim üzerinde de azaldı. O herkesin “gönlüne göre” olabilme özelliğinden vazgeçip belli bir kesimin gönlüne göre rötuşlamak gerekiyor. Gideni çevirmek imkansız ya da zorsa, o görüntünün etkisinin azaldığı kesime göre yapılan rötuşlardan söz ediyorum.

İşte, "Türkiye ve israil arasında her zaman varolan dostluk, karşılıklı anlayış ve güven temelindeki ilişkilerin son dönemde kazandığı ivmenin altını memnuniyetle çizmek isterim" söyleminin ve Amerikan Musevi Cemaatinin “Üstün Cesaret Ödülü” sahibi Erdoğan’dan, “Kasımpaşalı Mücahit” Erdoğan’a evirilmenin nedeni budur.
Aynı “eldekiyle yetinme ve kaybetmeme” politikası İslam coğrafyası için de geçerli. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi AKP iktidarının ve Erdoğan’ın Arap coğrafyasında da Şii ve Alevi kesimle arasının giderek açılması, Sünni kesimle daha yakınlaşarak telafi edilmeye çalışılıyor. Artık Arap çöllerinde yeni rötuşlandırılmış haliyle bir “serap”, bir hologram dolaştırılıyor.
Ben; son zamanlarda Hakan Fidan üzerinden sürdürülen Küresel(!) Polemikleri, bu hologramın oluşturulmasında İsrail ve ABD’nin ayna tersinden desteği olarak algılıyorum.  Davos’ta ki “One Minute” şovunun moderatörü Washington Post'un köşe yazarlarından David Ignatius, Erdoğan’a Davos’ta ayna tersinden verdiği desteği, Hakan Fidan polemiklerine de moderatörlük yaparak yine veriyor.  David Ignatius sayesinde Erdoğan, Siyonizm’in hedefindeki “Kasımpaşalı Mücahit” rolüne soyunabiliyor.
İslam Coğrafyasında Usame Bin Ladin'in kravatlı yeni bir versiyonu dolaşıyor. Önceki versiyonda yaşanan olumsuz deneylere göre modifiye edilmiş, ortaya çıkabilecek “ney mişim ben?!” sendromlarına tedbir olarak “remote control” özellikleri geliştirilmiş bir Usame Bin Tayyip…

Bu icazetli mücahidin komutasındaki AKP iktidarının küresel görevi çok:
İran’da belirtilerini gözlemlediğimiz ‘İslami Glastnos’un Küresel Sermaye ile yapılacak mutlu berberlikle sonuçlanmasında “çöpçatanlık” görevi tam da “ne kuş ne deve” modundaki Erdoğan’a uygun.
Şu sıralar İstanbul’u uluslararası finans merkezi yapma görüntüsü altında “İstanbul: Bölgesel Merkez, Küresel Aktör” konulu forum dizinleri sürdürülmekte. İlki, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın teşrifleriyle nedense(!?) ‘Washington’da düzenlendi.  Buradaki asıl amaç; bizzat kendilerinin dile getirdiği gibi İslam Sermayesinin Küresel Finans kuruluşlarıyla tam entegrasyonunu sağlamak. Öylesine bir entegrasyon ki; Küresel Finans mevzuatının İslami kurallara uyumu değil; İslami kuralların Küresel Finans mevzuatına uyumunu sağlamaktan söz ediyorum. Yani öyle Kuveyt Türk Katılım Bankası, Faisal Finans Kurumu gibi hülle bankalarına gerek duymadan, İslam coğrafyasından (Türkiye dahil) mütedeyyin bir yatırımcının gönül rahatlığıyla(!) parasını kafir bankalarına yatırabileceği köklü bir yapılanmadan söz ediyorum.
İşte bu noktada da “ne kuş ne deve” moduna büyük ihtiyaç var.


Dünya haklarının başında dolaşan yeni bela; 2012′de gündeme gelen TISA
GATS’tan daha kapsamlı ve tüm hizmet kollarını kapsayan bir piyasalaştırma anlaşması ve 2014’te bitirilmesi planlanıyor. Yerel seçimlerin temel gündemlerinden biri olması gereken Küresel Özelleştirme hareketi. Her türlü kolektivizme, her türlü kamusal faaliyete vurulması düşünülen son darbe… Çözüm süreciyle, şu sıralar pek revaçta olan “ulusal devlete ver gitsin” modasıyla, Yeni Osmanlıcılıkla, Demokratik Federalizmle, “Gerçek Misakı Milli(!)” ile tam anlamıyla tencere kapak uyumunda bir proje yürütülüyor. Eğitimi de kapsayan kamu hizmetlerinin küresel piyasaya açılması düşünülüyor. Suudi Arabistan’ın bile hem de eğitim alanında teşne olduğu bir proje bu. İslam pazarının dini nedenlerden dolayı çıkacak sorunların aşılmasında aracı olmak görevi kime düşer dersiniz?

Yukarıda çok kısa özetleme çalıştığım görevler(!), aslında Kapitalizmin Küresel sorunlarının ülkemiz ve bölgemize yansımasıdır.  Yani Küresel Sermayenin Dünya, bölgemiz ve ülkemizdeki varlığının devamı için uygulamak zorunda olduğu projeler bunlar ve Erdoğan-AKP iktidarı da bu projenin bir parçası... Elbette iktidarda kalması, hatta bu iktidarın güçlenmesi, Erdoğan'ın İslam Coğrafyasındaki prestiji de projenin parçası… Peki, AKP iktidarı bir şekilde son bulduğunda bu projeler iptal mi olacak? Elbette olmayacak. Bu projelerin hayata geçmesi için başka yollar, yeni AKP’ler ve Erdoğan’lar ya da bambaşka yeni yöntemler denenecektir. Ama şimdilik zarın adı Erdoğan ve bu zar atılırken hesaplanmış, yani zar tutulmuş. O yüzden bu zarı kendisi açısından en iyi şekilde oynayacaktır. 

Benim baktığım yerden bakınca, Hakan Fidan üzerinden koparılan, bir bardak sudaki fırtınanın arkasından görünenler böyle…
Belki durduğum yerle ilgili bir durumdur. Hani belki de yanlış yerde duruyorumdur.
....
Gezi Direnişinin uyandırdığı iyimser bakış açısını artık sürdüremiyorum. Nedense, bu direnişten herkesin çıkardığı derslerden bütünlemeye kaldım.
Küresel Kapitalizmin amansız saldırılarına karşı mücadelede Yerel Yönetimlerin rolünün yerel seçimler vesilesiyle gündeme gelmesini ummuştum. Aynı vesileyle, Gezi Direnişinin bağrından “Kapitalizme Karşı Direniş Komiteleri” çıkar mı diye düşünmüştüm.
Gezi Direnişinden yeni imkanlarda çok, yeni ev ödevleri çıktığını düşünmüştüm.
Yanılmışım.
Nadi Öztüfekçi
25 Ekim 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.