Kapitalizm Yaşam için habis bir tümördür. Yaşamın erişebildiği tüm hücrelerini kendi DNA’larına göre değiştiren, sürekli yayılma eğilimi gösteren, varlığı ile Yaşamı top yekun sağlıksızlaştıran habis bir tümör…
Burada “Yaşam” diye tanımladığım şey; insanı, hayvanı, ağacı, bitkisi, havası, suyu her türlü organizma, bilimi, kültürü, sanatı, medeniyet ve gelişimi, sevgisi, aşkı, inançları ve idealleriyle Dünya’da var olan her şeydir. Ve benim bunların topuna verdiğim bir addır.
Çoğu kez kullandığım gibi bir özne, hatta bir kişilikmişçesine özel adla tanımlayıp söz etmeyi yeğliyorum. Çünkü kendine özgü bir iç dinamiği, kendine özgü tercih ve davranışı olduğunu düşünüyorum.
Ve yine kendimce; çalışan ve emekçi sınıfların, yani insanlığın büyük çoğunluğunun, Yaşam’ın sağlıklılığı ile kendi gelişimleri ve varlıklarının birbirine organik bir şekilde bağlı olduğu kanısındayım.
Dolayısıyla bana göre Kapitalizm; insanlığın büyük çoğunluğunun düşmanı, varlığının en büyük tehlikesi olarak başta çalışan ve emekçi sınıflar olmak üzere mücadele edilmesi gereken birinci unsurdur.
Komünizm ve sosyalizm, devrimler, antiemperyalist kavgalar, grevler, sınıf partileri, teoriler ve ideolojiler vb. hepsi Yaşam’ın Kapitalizm’e karşı geliştirdiği savunma refleksleri, antikorlarıdır.
Çünkü ne yazık ki Kapitalizm de Yaşam’ın bir parçası ve bünyesinin yarattığı bir olgudur.
Yani bu kavga Yaşam’ın kendi bünyesinde gerçekleşir.
Yaşam dostlarının bu mücadeleyi Yaşam’ın kendisine zarar vermeden yapmak gibi bir yükümlülüğü ve zorluğu, ama kavgasını Yaşam’ın sürmesi için verdiğinden Yaşam’ın dostluğu ve desteğine sahip olması açısından da avantajı vardır.
Evet, kavga Yaşam’ın içinde sürmektedir.
Yaşamdan yana ve Yaşama karşı olanlar arasında… (Kapitalizme karşı mücadelenin günümüzde aynı zamanda Yaşamın savunulması anlamına geldiğini ve önemini vurgulamak açısından tarihsel diyalektiğin bir sonucu olarak karşı karşıya gelen -Kapitalizm, Sermaye- Burjuvazi ile Yaşam savunucularının öncü unsuru İşçi sınıfı arasındaki kavga, bu şekilde adlandırılmıştır.) Ama kavganın seyri bu kadar basit değildir. Aksine Yaşamın tüm karmaşıklığına sahiptir.
Yukarıda ideoloji ve teorileri (işçi sınıfı ideolojisi) de Yaşam’ın Kapitalizme karşı mücadelede geliştirdiği antikorlara benzetmiştim.
Yani yaşamın tüm özelliklerini, bu arada karmaşıklığını ve devinimini aynen taşırlar.
Taşımalı da…
Bu kavganın yürütülmesinde ideolojik ve pratik önderlik yapması beklenen, komünist hareketin bu anlamdaki en önemli görevi, teorinin Yaşam’la organik ilişkisini sağlamaktır. Yaşam’ın karmaşıklığını ve bir o kadar da zenginliğini ideolojinin içine taşıyarak…
İdeolojiyi gelişen durumlarda yapılması gerekenleri listeleyen bir “yönerge” olmaktan çıkarıp "Yaşamı anlama kılavuzu" olarak görmek gerek.
Çünkü komünistler gelişen yeni durumlarda yönergede uygun madde aramazlar.
Durumun gereğini yaparlar.
Teorinin sürekli karmaşıklaşan Yaşamla simbiyoz ilişkisini koparmaya kalktığınızda onu ancak Yaşamın paraziti haline getirisiniz.
Örneğin teoriyi sosyalizm ve komünizmin işlevleri konusunda tarihin ilerleyişine göre kavramlaşmada karmaşa yaratıp, Ekim Devrimi ve sonucunda kurulan “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği” ne saldırmak için argüman olarak kullanmak, yaşamla bağını koparmaktır.
Doğrudur. Marks ve Engels Sosyalizm ve Komünizm kavramlarını aynı anlamda kullanmıştır. (Bkz. I) Ancak Lenin bu kavramsallaşmayı Marks’ın teorik olarak ortaya koyduğu, Sosyalist toplumun (komünist toplum) her iki aşaması ile ilgili öngörülerini, yaşama geçiriliş sürecinde ortaya çıkan somut verilerin verdiği avantajla, sadece adlandırma konusunda değil, aynı zamanda somut tanımlarıyla yapmıştır.
Lenin; Marks’ın Komünist toplumun birinci aşamasını “Sosyalizm” olarak tanımlamıştır. (Bkz. II) Bu aynı zamanda Ekim Devriminin sosyalizme evrileceğine dair somut verilere dayanan kanaatin ve kararlılığın yansımasıdır. Aynı kanaat ve kararlılık Ekim Devriminden hemen sonra 7 Kasım 1917’de İşçi, Köylü, Asker Sovyet’inin kongresinde kurulan devletin adının Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti olmasında da görülmektedir. Beş yıl sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin kurulmasında da…
“Her şeyden önce, bize, ülkemize Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri adını verme hakkını ve nedenlerini veren, kapitalizmden sosyalizme geçişin doğasını incelemeliyiz.” (Lenin, /İşçi Sınıfı ve Köylülük/, AYNÎ VERGİ ÜZERİNE Sol Yayınları, Ocak 1977, Birinci Baskı)
Yani Lenin; “Ancak, dünya pazarında, dünya işçi sınıfının kuracağı bir egemenlikten sonra, halkların ortak hareketi olarak komünist üretimin birinci aşamasına geçilebilir.” gibi abuk ve şabloncu bir düşüncede olsaydı bu kadar kararlı olmazdı. Nitekim aynı alıntı (Bkz. II) dikkatlice okunduğunda Komünizmin birinci evresi için Lenin’in şartı bellidir: “Üretim araçları ortaklaşa mülkiyet durumuna geldiği ölçüde, bunun tam komünizm olmadığını unutmamak koşuluyla, "komünizm" (sosyalizm) sözcüğü bu evre için de kullanılabilir.” diyerek, Sosyalizmi, hiç de “dünya pazarında, dünya işçi sınıfının kuracağı bir egemenlikten” sonrasına ertelemediğini görüyoruz.
Cümlenin kuruluşu özel bir dikkati gerektiriyor. Eğer bir çeviri hatası değilse “ortaklaşa mülkiyet durumuna geldiği” ‘durumda’ değil de “ölçüde” denmesinin nedenini düşünmek gerekir.
İşte burada yazının girişinde belirttiğim “Teorinin Yaşamla simbiyoz ilişkisi” anlam kazanıyor. Çünkü Yaşam hiçbir zaman yönerge ve niyet niteliğindeki teorilerle uyuşmaz.
Lenin cümlenin devamında; “Marks'ın açıklamalarının büyük değeri, burada da, materyalist diyalektiği, evrim teorisini, tutarlı biçimde uygulamak ve komünizmi, kapitalizmden başlayarak gelişen bir şey olarak düşünmektir” diyerek Marksizm’in de Yaşam’la kurduğu simbiyoz ilişkiyi vurgulamaktadır.
Evet, ”proleter devrim” henüz sosyalizm değildir. “Sonuna dek devrimci tek sınıf olan” İşçi sınıfının iktidarı burjuvazinin elinden almasıdır. Ama bundan sonra ayrıca sınıfsal bir devrime gerek kalmaksızın “kapitalizmden başlayarak gelişen bir şey olarak” sosyalist evrimleşmenin de başlangıcıdır.
Esasen günümüzle ilgili tartışmalarda, özellikle güncel konuların analiz ve irdelemesinde argümanlarımı ustalardan alıntılarla yapmayı pek sevmem.
Bana, bugüne ait etik görev ve sorumlulukların, “haram ve helal” ikileminde, “ayet ve hadisler” üzerinden tartışılması gibi geliyor.
Ustaların bana kattıklarını; düşünce, analiz, mantık ve algı yetilerimi geliştiren bir unsur olarak görüyorum.
Bu düşünceyi birkaç yazımda da dile getirdim. (Benim Marksizm’im , PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ?! Şimdi sırası mı?)
Ben ustalardan alıntıları tezlerimin kanıtı olarak değil, bu alıntıların bağlamından koparılarak eklektik bir biçimde sunulup, ustaların söylediklerinin çoğu kez tersi yönde kanaat oluşturulmaya çalışıldığını düşündüğüm durumda kullanıyorum.
Ama görüyorum ki son zamanlarda Marksist, Leninist düşüncenin, sosyalizmin çarpıtılıp, giderek etkisizleştirilmesi çalışmaları Marks ve Lenin üzerinden yapılıyor.
Çok sevmediğim, “hadisler ve ayetler üzerinden delil getirerek” tartışma furyasına zaman zaman ben de katılmak zorunda kaldım.
Yakın zamanda;
Marks’ın Engels’le birlikte Marksist Düşünceyi oluştururken Hz. Muhammet’ten intihal ettiğini iddia eden tezlere karşı;
Sınıf kavgasının yerine ezilen kimliklerin etnik ve kimlik mücadelesini koyup, aynı anda Proletarya Diktatörlüğünü savunmak gibi absürtlükleri görünce;
dayanamayıp Lenin ve Marks’tan alıntılarla tartışmaya girmek zorunda kaldım.
Bu yazıda da “Lenin’in aslında Troçkist olduğu” minvalinde görüşlere karşı Marks ve Lenin’den alıntılarla tartışmak durumundayım.
Örneğin;
"Lenin; Nakliyat İşçileri Tüm-Rusya Birlik Kongresi’nde ki bir konuşmasında Kongre salonundaki 'İşçilerin ve Köylülerin Devleti Asla Sona Ermeyecektir' yazısı bulunan bir pankart görmesi üzerine, konuşmasında bundan söz ediyor. Diyor ki; 'Gerçekten, eğer işçilerin ve köylülerin devleti asla sona ermeyecekse, o zaman bu, hiçbir zaman bir sosyalizm olmayacağı anlamına gelir, çünkü sosyalizm sınıfların ortadan kalkması demektir'" diyerek, cümlenin sadece son kısmını, “…çünkü sosyalizm sınıfların ortadan kalkması demektir” söylemi alıntılanırsa, tartışma zorunlu olarak Lenin alıntıları üzerinden devam ediyor. (Bkz. III)
Lenin burada sosyalizmin nihai hedeflerinden birini vurgulamak istemiştir. Doğrudur “sosyalizm sınıfların ortadan kalkması demektir” ama cümle “fakat işçiler ve köylüler var olduğu sürece, çeşitli sınıflar da var olur ve dolayısıyla ‘tam’ sosyalizm olamaz.” şeklinde bitmektedir.
Yani Lenin ısrarla teorinin Yaşam’la kurduğu simbiyoz ilişkiyi korumaya çalıştıkça ‘birileri’ de bu bağı koparmaya çalışıyor. Lenin’in; “…komünizmi, kapitalizmden başlayarak gelişen bir şey olarak düşünmektir” cümlesini anlamsız bir dolgu malzemesi yerine koyuyor.
Kim bu ‘birileri’?
Aslında genel olarak “Ekim Devrimi Vurgunları Kulübü” üyeleri diyebiliriz.
Ekim Devrimi vurgunlarının başında sermayenin bizzat kendisi gelmekte.
Günümüz konjonktüründe Küresel Sermaye ya da Küresel Kapitalizm…
Bundan 97 yıl önce yedikleri vurgunun hala atamadıkları fizyolojik ve psikolojik etkilerini gidermeye çalışan küresel kapitalizm…
Marks’ın ‘Avrupa’da dolaşan hayalet’inin dünyanın her yerinde ortaya çıkabileceğini ve bir masal olmadığını anladığından beri korku ve kin içindeki Kapitalizm…
Ekim Devrimi kapitalizm için onulmaz bir yara oldu.
Bu yüzden, Dünyanın her yerinde ve Yaşam’ın her boyutunda, her boyada, değişik tarz ve türde, farklı adlarda, ama aynı amaçta birleşen kulüpler kurdu, kurulmasına yardımcı ya da vesile oldu.
İşlevlerinden önemli bir tanesi de; Bilimsel Sosyalist düşüncenin yaşamla bağlantısını koparmak, canlı, yaşayan, geçmişi, günümüzü ve geleceği kollayan bir sınıf ideolojisi yerine adeta demontable mobilyalar için hazırlanmış kurulum talimatları gibi cansız, boğuntulu, vesveseli, softa ideolojiler ikame etmek…
Kimisi; “Marksizm’i yeteri kadar devrimci” görmeyerek, Marksizm’in ışığında yapılan devrimlerin başarıya ulaşamayacağını söyleyip, köklere çalışmayı yeğlerken, kimisi de sureti Marks’tan görünüp; “Ekim Devrimi yapılmamalıydı. Bu Marksizm’e ihanettir” noktasında popülerlik kazanmaya çalışıyor.
Kimisi “Ekim Devrimi, Dünya Devrimine denk gelmedi sil baştan yapılmalıydı, Lenin Sosyalizmi kurmaya çalışarak hata etti” diyerek Lenin ve Marks’ın arasını açmaya çalışırken, kimisi de ar belasına “şimdilik” Lenin’i kollayarak aynı minvaldeki söylemleri tekrarlıyor, kendi utangaç Troçkistliğini Lenin’e yamamaya çalışıyor.
Hepsinin de ortak derdi; Ekim Devrimi Sendromu.
Yani, bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek küresel çapta faaliyet gösteren “Ekim Devrimi Vurgunları Kulübü” fahri üyeliğine soyunuyorlar.
Peki bu kulüpler nasıl çalışıyor? Bazıları bizzat kulüp olarak… Fikir üretiyorlar.
Toplumun değişik kesimlerinde yükselen -ya da yükseltilen- değişik trendleri tespit edip, o trendler doğrultusunda birbirinden çok farklı gibi görünen, ortak düşmanın Ekim Devrimi ve sosyalizm olduğu fikirler(!) üretiliyor.
Antikomünist ve faşist niteliğini gizlemeye gerek görmeden Ekim Devrimine kafadan saldıran tezleri geçiyorum.
Sosyalist ya da demokrat makyajlı tezleri kısaca irdelersek;
* Ekim Devrimi yanlış ya da zamansızdı. Avrupa’da oluşacak devrimi engelledi.
* Ekim Devrimi başarısız oldu. Lenin’den sonra yolundan saptı.
* Ekim Devrimi hemen ardından bir Dünya Devrimi gerçekleşmediği için zaten başarısızlığa mahkumdu
gibi tezlerin aralarına nüans farkları konularak olabildiğince geniş bir müşteri yelpazesine hitap ettiklerini görüyoruz.
Bu tezler farklı mahallelerin trendlerine göre ideolojik uyarlamaya tabi tutuluyor.
Kimi mahallelerde; saldırıya Marksizm’den başlayıp hata sınıf kavgasına ve Proletarya Diktatörlüğüne yüklenirken “Reel Sosyalizm” kavramı üzerinden sosyalizmin başarısızlığı bir kader olarak ilan ediliyor.
Burjuva semtine çok yakın bu sosyete mahallesinde Marks dahil tüm ustalara ve değerlere saldırmak adeta bir moda…
Ve ideoloji de kapitalizmin sol literatür kullanılarak yüceltilmesi üzerinden gelişiyor.
Marks'ın tarihsel bir kişilik olarak değer verildiği, henüz açıktan saldırılamadığı mahallelerde geliştirilen ideoloji; “Marks aslında kapitalizmi savunuyordu” gibi absürt bir takım iddialarla Kapitalizmin kendiliğinden sosyalizme evirileceğine dair bir telkin salıklarken, aynı tezin devrimci(!) versiyonunda; “sosyalist devrim ancak kapitalizmin gelişmesinin son kertesinde olabilir, sosyalist bir devrim yapacaksak kapitalizmi desteklemek gerekir” gibi komediye dönüşüyor.
Son zamanlarda popülerlik kazanan gedikli sosyalizm düşmanı Troçkistlerin mahallesinde geliştirilen ideolojiye göre de; sosyalizmin ancak tüm dünyada gerçekleşebileceği için devrimi yapsan bile “küresel piyasaları” gözleyip, sosyalizme o zaman geçmek gerekiyor.
Bu ideolojinin(!) Lenin’e saldırmayı göze alamayanlara özel ayrıca “utangaç versiyonları” da var.
Tüm bu düşüncelerin tipik bir telkini var; kapitalizme olan mücadelenin gereksizliği ya da zamansızlığı…
Sonuçta; sınıf mücadelesinin ulusal ya da Dünya konjonktüründe gelişebilecek momentlerde atılması gereken adımları olabildiğince fazla koşula bağlayarak bu kavgayı kadükleştiriyorlar.
Teoriyi prosedürleştiriyorlar.
Hepsi, Yaşam’ın bu habis tümörünün, yani Kapitalizmin savunma reflekslerinin yansıması. Yaşamın devinimlerine göre kendini konumlayan Kapitalizm, Yaşam savunucularının, “sonuna dek devrimci tek sınıf olan, burjuvaziyi iktidardan tamamen kovmak için, ona karşı savaşımda bütün emekçileri ve bütün sömürülenleri birleştirmeye yetenekli tek sınıf olan işçi sınıfının” ve onun kavgasına omuz verenlerin bu yeteneği göstermesini istemez.
Ve böylece işçi sınıfı ideolojisinin Yaşam’ı etkilemesini engellemeye çalışır.
Bilimsel Sosyalizmin ilkelerini, “materyalist diyalektiği, evrim teorisini, tutarlı biçimde uygulamak “ yerine, yaşamın devinimlerini o ilkelerin alçıdan mamul imitasyonlarıyla yönlendirmeye çalışmamızı salık verir.
Dolayısıyla kolayca kırılıp geçersizleşmesini ister.
Onların ansiklopedik bir bilgi haline dönüştürüp nostaljik bir hobi olarak kalmasını ister.
İşçi sınıfı mücadelesi Kapitalizm kanserinin pençesindeki Yaşam’a uygulanan kemoterapi gibidir.
Daha doğrusu radyoterapi, operasyon gibi sürekli gelişen yöntemleri de içeren, onkolojik bir tedavidir.
Kendi handikaplarını daima içinde taşımış ve taşımaya devam edecek olan ve o habis tümörün yok olmasına kadar sürecek, yaşamın kendi seyrinde sağlıklı gelişimini sürdürebileceği zamana kadar uygulanacak bir tedavidir.
Sürekli somut, titiz tahliller ve gözlemler eşliğinde, bilimsel ilkelere göre geliştirilmiş yöntemlerle uygulanan bir tedavi…
İşte, bu bilimsel ilkelerle geliştirilmiş ve gelişmeye devam eden yöntemlerin tümünün adı; işçi sınıfı ideolojisi, yani Marksizm’dir.
Kuru bir prosedür olmadığı gibi, alternatif tıp benzeri, bilimsellikten uzak, mistik bir öğreti de değildir.
Yaşam’ın zorluklarını, acımasızlığını hesaba katan, bilimsel olabilirlik içinde umut taşıyan bir öğretidir İşçi sınıfı ideolojisi…
O yüzden; umutsuzluk ve kof umutların aynı anda piyasa edildiği, sermayenin istek ve gereksinimleri doğrultusunda türetilen ideolojilerle, bu mücadelenin içinde yaşanan çelişki, yanılgı ve sapmaları birbirinden ayırmak gerekir.
Teorik kirlilikle mücadele edilecekse öncelikle bu türetilmiş Marksizm imitasyonlarını teşhir edip ayıklamalıyız.
Burjuva öğretisi, hayat tarzı, iddia ve vaatlerinin tam ortasına bir bomba gibi düşen Ekim Devrimi ve akabinde inşa edilmeye başlanan “Sosyalizme” yönelik, bu intikam, değersizleştirme ve olumsuzlama operasyonlarının bir parçası olmadan Sosyalist öğreti irdelenebilir.
Her türlü zorluğa, aksi yönde beklentilere rağmen Ekim Devriminden başlayarak gelişen bir şey olarak düşündüğümüz sosyalizmin kat ettiği yolu görmek gerekir.
Lenin’in; “Üretim araçları ortaklaşa mülkiyet durumuna geldiği ölçüde, bunun tam komünizm olmadığını unutmamak koşuluyla, "komünizm" sözcüğü bu evre için de kullanılabilir.” demesine, komünizmin iki evresinin evrimsel bir aşama olduğunu açıkça belirtmesine rağmen, bu aşamaları bir kitabın sayfasını çevirir gibi birinden diğerine geçilmesini beklemek nasıl bir anlayıştır?
Lenin’in aynı minvaldeki sözlerini her defasında öncül ve ardıllarından kopararak yazılara boca etmek neyi kanıtlayabilir ki?
Sovyetler Birliğinin Lenin’in tanımıyla “Komünist” evreye (Marksın tanımlamasıyla Komünizmin ikinci evresi) geçemediği doğrudur.
Doğrudur çünkü yıkılmıştır.
Ama 70 yıl boyunca Kapitalizmin karşısında direnmiş. Onun birçok kirli hesabına engel olmuş, tüm Dünya’da işçi sınıfı hareketlerinin, devrimlerin umut ışığı olmuş, geniş bir coğrafyada kapitalist yayılmanın önüne geçmiş bir ülkeyi sosyalist olarak değil de ne olarak niteleyeceğiz?
Sırf "Tüm Dünya’da Proleter devrimler olmadan sosyalizme geçilemez" inadı uğruna kapitalizmin biricik alternatifi olan sosyalizmi tıbbi bir ilaç terkibi oluştururcasına reçetelendirmek kapitalizme avans tanımaktan başka nedir?
Yukarıda yaptığım “Kapitalizm Dünya’nın habis bir tümörüdür” benzetmesi üzerinden devamla; erken teşhis ve tedavinin ne kadar önemli olduğu üzerine düşünelim.
Dünya kaynaklarının kapitalizmin önüne geçemediği ve yapısı gereği dizginlenemez olan büyüme güdüsü sonucu hızla tükendiğini görelim.
Sonuçlarını bir düşünelim.
Toplumsal gelişmelerin Dünyanın yaşamsal kaynaklarının tükenme hızını yakalayabileceği konusunda bir garanti yok.
Esasen Kapitalizmin gelişmesi ve büyümesinin Yaşamsal kaynakların tükenme hızını geometrik olarak arttırdığı da bilimsel bir gerçek.
Bu tükeniş anının giderek yaklaştığını unutmayalım.
İşte bu noktada kapitalizme değili Yaşam’ın kendisine avans vermek gerekir.
Bunun tek yolu bir an önce Dünya’da, olabilecek her yerde ve olabildiği ölçüde antikapitalist uygulamalardır.
Sosyalizmi Yaşam’dan kopuk laboratuvar ortamında hazırlanmış bir ilaç reçetesine çevirirseniz “üçüncü yol” arayışlarının zeminini bizzat hazırlamış olursunuz.
Oysa kapitalizmin tek ‘anti’si vardır o da “sosyalizmdir”.
Sonuna dek devrimci tek sınıf olan, İşçi sınıfının iktidarı burjuvazinin elinden almasıyla, kapitalizmden başlayarak gelişen bir şey olarak başlayan sosyalizmdir.
İşte Ekim Devrimine, Sovyetler Birliğinin varlığına ve sosyalizme olan düşmanlığın, aslında kapitalizmin bir savunma refleksi olmasının nedeni de bunlardır.
Anti-Sovyetizmin Sovyetler Birliğinin yıkılmasına rağmen hala sürmesi de bu nedenledir.
Çünkü Sovyetler Birliğinin tarihin belli bir dönemindeki varlığının yarattığı, “bir dolu hatalarına” rağmen sosyalizmin gerçekleşebilir bir somutluk olduğu olgu ve algısı Kapitalizmin en büyük kabusudur.
Ve çok doğal olarak burjuva ideolojisinin de en büyük hedefi…
Olguyu değiştiremiyeceğini biliyor zorunlu olarak algıya saldırıyor.
Bu yazı; önümüzdeki günlerde bir yukarıdaki paragrafta sözü edilen “bir dolu hatalar”, “meta ve meta üretimi”, “tarihsel diyalektiğin algılanması”, “bilimsel teknolojinin gelişmesi sonucu oransal olarak artan sübjektif etmen”, “Kapitalizmin içselleşmesi, küreselleşmesi ve bağlantılı olarak sosyalizmin tek tek ülkeler ve dünya çapında gerçekleşebilirliği" üzerine devam edecek.
İlk bölümü için sonuç yerine;
Kapitalizm Yaşam’ın –bir an önce yok edilmesi gereken- habis tümörüdür. Kapitalizm dünya çapında büyüdüğü ve yayıldığı sürece Yaşam’ın yok olma süreci durdurulamaz, hatta hızı kesilemez.
Bu kötü sürecin önüne geçebilecek tek şey sosyalizmdir.
Sosyalizm artık bir ideal olmaktan çıkmış insanlık için acil bir gereksinim olmuştur.
Ve sosyalizm sonuna dek devrimci tek sınıf olan 'İşçi sınıfının iktidarı burjuvazinin elinden almasıyla, kapitalizmden başlayarak gelişen bir şey'dir.
Bu durum, işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki kavganın aynı zamanda Yaşam’ın dostları ile düşmanları arasındaki kavga olmasını getirir.
Nadi Öztüfekçi
3 Ekim 2014
(I) Engels’in Manifesto’ya yazdığı 1888 tarihli Önsöz bu tercihin tarihsel nedenlerini açıklar:
“… 1847’de sosyalizm orta katmanların bir hareketi, komünizm işçi sınıfının bir hareketiydi. Sosyalizm en azından kıta Avrupası’nda “salon”lara kabul edilebiliyordu; komünizm içinse tam tersi geçerliydi. Ve biz en başından itibaren, “işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olmak zorundadır” diye düşündüğümüzden, bu iki isimden hangisini seçmek zorunda olduğumuz konusunda herhangi bir kuşku olamazdı. Dahası, o zamandan beri bu isimden vazgeçmek de aklımıza gelmedi.””
(II) “Ama sosyalizm ile komünizm arasındaki bilimsel ayrım açıktır. Genel olarak sosyalizm diye adlandırılan şeyi, Marks, komünist toplumun "birinci" [sayfa 129] ya da alt evresi olarak adlandırmıştır. Üretim araçları ortaklaşa mülkiyet durumuna geldiği ölçüde, bunun tam komünizm olmadığını unutmamak koşuluyla, "komünizm" sözcüğü bu evre için de kullanılabilir. Marks'ın açıklamalarının büyük değeri, burada da, materyalist diyalektiği, evrim teorisini, tutarlı biçimde uygulamak, ve komünizmi, kapitalizmden başlayarak gelişen bir şey olarak düşünmektir. (Sosyalizm nedir, komünizm nedir? gibi) "uydurulmuş", skolastik ve yapay tanımlamalarla, kuru sözcük çekişmeleriyle yetinme yerine, Marks, komünizmin ekonomik olgunluk aşamaları denebilecek şeyi çözümler. “
Lenin; Devlet ve Devrim Yazılış 1917 Ağustos ilk yayın 1918
(III)
Salonunuzdan geçerken üzerinde: "İşçilerin ve Köylülerin Devleti Asla Sona Ermeyecektir" yazısı bulunan bir pankarta rastladım. Alışılmış yerde değil, bir köşede duran —belki herhangi biri bunun başarısız bir pankart olduğunu gördü ve bir kenara itti— bu garip pankartı okuduğumda, kafamdan şunlar geçti: demek ki bizde bu tür en basit ve temel konularda yanlış anlamalar ve yanlış anlayışlar var. Gerçekten, eğer işçilerin ve köylülerin devleti asla sona ermeyecekse, o zaman bu, hiçbir zaman bir sosyalizm olmayacağı anlamına gelir, çünkü sosyalizm sınıfların ortadan kalkması demektir; fakat işçiler ve köylüler var olduğu sürece, çeşitli sınıflar da var olur ve dolayısıyla tam sosyalizm olamaz.
Lenin Seçme Eserler cilt 9 S. 161 NAKLİYAT İŞÇİLERİ TÜM-RUSYA BİRLİK KONGRESİ’nde konuşma.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.