17 Aralık 2014 Çarşamba

Türkiye'nin kötü alışkanlığı; AKP...

Sigara içenler bilir. Henüz başlamadığınız zamanlarda çevrenizde içenlerin dışarı üflediği,  yeni başladığınızda da içinize çektiğiniz duman bir süre için gırtlağınızda inanılmaz uyarılar yapar, gıcık, öksürük vesaire bir sürü soruna yol açar bu zıkkım.
Ama bir süre sonra alışırsınız.
Öksürükler kesilir, gıcık hissi kalmaz.
Gırtlağınızda yaptığı uyarıları özlersiniz neredeyse. Artık tiryakisinizdir. Sigara sizin için vazgeçilmezdir.
Aslın da gırtlağınızın size verdiği rahatsızlık sizi uyarmak için sağlıklı bir tepkidir.
Zamanla bu hisse alışmanız sigaranın gırtlağınızda yaptığı tahrişin kesilmesinden dolayı değildir.
Gırtlağınız sizin ona karşı yaptığınız hoyratlığa teslim olmuş, tepki refleksleri veren o uyarı mekanizmaları artık işlemez hale gelmiştir.
Tiryakiliğin, verdiği zarar aslında her geçen gün daha da artıyordur. Sadece vücudunuz artık tepki veremeyecek kadar sağlıksızlaşmıştır.
Siz aslında bilinçaltında bunun farkında olsanız da, öz savunma mekanizmalarınızı işleterek bu durumu görmezden gelir, çeşitli bahanelerle kendinizi avutursunuz. Sizi uyaranlara kızar, dostluklarınızı da bu eksende revize edersiniz.Onsuz yapamayacağınızı, işinize yoğunlaşamayacağınızı, keyif alamayacağınıza, düşünemeyeceğinize inanırsınız.

Sizi bilmem ama benim için öyle oldu. Sigarayı bırakmanın hemen öncesinde günde üç, üç buçuk pakete çıkarmıştım bu mazoşizmi. Ta ki akciğerlerim son bir refleksle bana isyan edip, beni oldukça radikal bir şekilde uyarıncaya kadar.
On yıl oldu. Neyse ki akciğerlerim bu uyarısını tam zamanında yapmış. Daha büyük felaketlere bir iki adım kala kurtulmuştum bu meretten.
Elbette akciğerlerim eski haline dönmedi.
Bazı zararlar kalıcı oluyor, bazılarının düzelmesi de uzun zaman alıyor.

Bilirsiniz, sigaraya başlama nedenlerinden önemli bir tanesi de özentidir.
Sigara reklamı yasaktır güya ama o kadar çok sözü edilir, çevrende o kadar çok vardır ki etkilenirsin.
En önemli etken de işte o ‘çevre’dir.
Arkadaş ya da aile çevresi ya da en geniş anlamda bulunduğunuz ortam….
Günümüzdeki yaygın ifadeyle “mahalle”…
İşte o “mahalle özentisi” birçok kişiyi; aslında ilk defa içtiğinde zevk almadığı, hoşlanmadığı, gırtlağında hiç de hoş olmayan, “bunun sevilecek nesi var” dedirten gıcık, ağzında kül tablası yalamış gibi tat oluşturan sigaraya başlamaya zorlar. O “mahalle özentisi” ya da “mahalle baskısı”, hoşlandığı konusunda ikna eder.
Henüz bağımlı olmadığı için her an bırakabileceğini düşünür, kendisinin “keyif tiryakisi”, “dudak tiryakisi” olduğu gibi garip kavramlar geliştirerek, bağımlılığa doğru hızla ilerler.
Bağımlılık oluştuktan sonra bırakmak hiç de kolay değildir.
Çeşitli bahanelerle; “Şu işleri yoluna bir koyayım” ya da “arabanın taksitleri bitsin”, “hele emekli olayım” gibi, kendini kandırdığını bile bile komik gerekçelerle erteleyip durursunuz bırakmayı.

AKP ve Erdoğan iktidarı da bu ülke ve birçok solcu için sigara bağımlılığı gibi bir şey...
Alışma süreci de buna benzer gelişti.
Erdoğan aynı sigara da olduğu gibi reklamı yapılmadan(!), hatta eleştirilerek(!) pazarlandı.
Çevrede, ortamda o kadar çok var oldu ki, “keyif tiryakisi” ağabeyler, aklı başında büyükler falan ağızlarından düşürmez oldular.
Gazetelerde, televizyonlarda ağızlarında Erdoğan ve AKP marka sigarayla profesyonelce poz verdiler.
Göğüs hastalıkları uzmanlarının, gedikli fanatik ‘Yeşil Ay’cıların sigara içerken görüntü vermeleri gibi etkili oldu bu manzara…
Erdoğan ve AKP üzerinde özenti (mahalle baskısı)böyle başladı. Liberal İslamcılar, muhafazakar demokratlar gibi kavramlarla, “vesayete iyi geliyor”, “Kemalizm mikrobuna birebir” gibi gerekçelerle “ihtiyaç” bile hasıl edildi.
Kimileri bu yeni geliştirilen gizli reklam tekniğinden çok çabuk etkilendi.
Önünü arkasını fazla düşünmeden, “abim bu işi bilir” diyerek balıklama atladı bu yeni trende.
Kimisi uzun süre direndi ama sonunda ortama uydu.
Kimisi de ortamda giderek artan yoğun sigara dumanından bir pasif içici olarak farkında olmadan etkilenerek bağımlı oldu. Sigara içmese bile sigara içilen ortamlarda özellikle bulunan gizli tiryakiler gibi pratikte AKP ile yol arkadaşlığı yapan kulübün üyesi oldular.
Bir süre sonra bilinçlerdeki “gıcık” yapan o his kayboldu.
Bilincimizdeki bizim biz olmamızı sağlayan temel özelliklerin duyarlılıkları yavaş yavaş körelmeye, duyarsızlaşmaya başladı. Düşünsel öksürükler, tepki refleksleri azaldı.
Belki bu yeni marka sigara da ilk başlarda sevilmedi ama o kadar ustalıklı bir gizli reklam çalışması yapıldı ki ağızlardan düşmedi.
Zamanı geldiğinde artık birer Erdoğan ve AKP bağımlısı oldular.
İşin kötüsü bu bağımlılık tüm ülkede yayıldı.

Artık ülkede bir AKP ve Erdoğan bağımlılığı var.
Fizyolojik ve psikolojik olarak iki yönlü bağımlılık bu… Tıpkı sigara bağımlılığı gibi…
Şu ana kadar tartıştığımız psikolojik yönü elbette bu kadar basit değil daha birçok yanı var.
Kesinlikle bir araştırma konusu.
Bu bağımlılığın fizyolojik, yani ekonomik yönü de öyle…
Yine de bu fizyolojik bağımlılığı bu yazıda kısaca tartışmaya çalışacağım.
İki ayrı kesim için farklı işlevi olan bir bağımlılık bu.
Bunlardan bir tanesi bu sistemin sömürgen ve semirgenleri…
Kapitalizmin içselleşmesinin getirdiği, en ufak değişiklikte darmadağın olabileceği korkusu üzerinde kurulan ticari denge bağımlılığı...
Ülkeye sıcak para girişi üzerine kurulmuş ticari büyüme ve hazine arazisi ve doğal-tarihi SİT alanları yağmasına dayalı inşaat sektörü, kamu ihaleleri üzerinden yürüyen müteahhitlik, ithalata dayalı montaj-üretim sektörü, çoktan Küresel Sermaye ile organik bütünleşme sağlamış ülkenin gedikli büyük sermayedarlar, tekeller… 
Ve de bu değirmenlerin artık suyundan tekerleklerini döndüren palaz sermaye.
Bu kesimle AKP iktidarı arasındaki ilişkiyi bir sigara bağımlılığı üzerinden benzetmek aslında pek uygun değil. Bu kesimle iktidar arasındaki ilişki bağımlılıktan da öte bir şey…
Tüm Dünyanın da olduğu gibi ülkemizin de bünyesindeki habis bir tümör olduklarından nikotin onlarda toksin etkisi yapmıyor. Aslında halkımız için toksin olan şey onların yaşam kaynağı…

Ama çok önemli bir diğer kesim var ki; AKP iktidarı ile olan ilişkisi tam da sigara tiryakiliği gibi bir şey…
Burada “tiryaki”  kelimesinin etimolojik kökenini hatırlatarak, “tiryaki” benzetmesine açıklık getirmek istiyorum.
Aslında tiryak, afyon demek… Dolayısıyla Tiryaki’de afyonkeş anlamına geliyor. Bugün kahve, daha çok da sigara bağımlılığına tiryakilik deniyor. Ancak yıllar önce afyon ilaç olarak kullanılırdı. Acıları hafifletmek için kullanılan, tedavi de ettiği düşünülen önemli bir tıbbi gereçti.
Yıllar sonra bilimsel tıp geliştikçe ‘tiryak’ın sadece uyuşturduğu, tedavi etmediği anlaşıldı. Üstelik sürekli kullanıldığında, hele bağımlılık haline geldiğinde ölümcül zararlara yol açıyordu.
İşte AKP nikotini;  bu yoksulluğun, acıların bizzat sebebi olanlar tarafından yoksul halkın, emekçi, işsiz, mülksüz milyonlarca acı çeken yığınların acısına çare olarak sunuldu.
Tıpkı sigaraya alıştırma süreci gibi, “hele bir dene, bir defadan bir şey olmaz” dercesine…
Ancak süreç öyle gelişmedi.
AKP bağımlılığı;
Yolsuzluk ve ülke kaynaklarının talanının bir kısmından finanse edilen,
kasıtlı yoksullaştırma ve arkasından körüklenen sadaka kültürü üzerinden felsefelendirilen,
ufak, ama yoksul insanlar için hayati öneme sahip, ilaç, yakacak gibi sosyal-sadaka yardımlar ve
kamu da geçici-kalıcı çok düşük ücretlerle de olsa iş imkanı ile kurulan damardan ilişki hayati bir bağımlılık haline geldi.
AKP iktidarının pompayla sömürdüğü kanının bir kısmını nikotinle karıştırarak enjeksiyonla damardan vermesi gibi trajik bir ironi…
10 Milyonun üzerinde bir nüfusu etkileyen, devletleşmiş parti örgütlülüğü üzerinden kurulmuş örgüt ağı ve elbette çok daha büyük bir kesim üzerinde etkili olan partileşmiş devlet-yurttaş ilişkisi

Tartışılmayan, sürekli es geçilen bu durum.
Ne durumun tespiti ve irdelenmesi açısından, ne teşhir, ne de alternatif çözüm üretme açısından yaklaşılmadı bu gerçeğe.
Görmezden gelinip, önemsiz bir ayrıntı olarak ele alındı.
Aslında AKP ve Erdoğan iktidarının irdelenmesinde dikkate alınması gereken en önemli noktalardan biriydi. Aynı zamanda AKP ve Erdoğan iktidarına karşı mücadelenin ekseninin oturtulması gereken çizgidir.
Sadece bir teşhir politikası sınırlarında değil, aynı zamanda alternatif mücadele yöntemi olarak düşünülmesi gereken bir olgu ve kapitalizm ile yakından ilişkili bir konudur bu…
Kapitalizmin küreselleşmesinin, içselleşmesinin, yaygınlaşmasının somut anlamda, çalışan ve yoksul kesimler için ne anlama geldiğini inceleyip tartışmadan, bu mücadelenin doğru bir zemine oturtulması zordur.
İşte ancak bu noktada; “salt AKP’ye karşı mücadele sınırlarında kalmamak gerekir  söylemi somutlaşır, samimiyet kazanır.
AKP’nin Küresel Kapitalizmle göbek bağını görmeden, yani işin sınıfsal yanını dikkate almadan “salt AKP’ye karşı mücadele” sınırlarının dışına çıkılamaz.
Kapitalizmin inancına, kimliğine, mezhep ve etnisitesine bakmadan, sömürdüğü, yaşamsal kaynaklarını yok ettiği, giderek mülksüzleştirdiği emekçi yoksul yığınların sessiz çığlığını işitmeden, tam da bu noktalarda yenilikçi, yaratıcı mücadele yöntemleri geliştirmeden yapılan muhalefet, sadece AKP temelli muhalefet sınırlarında hapsolmakla kalmaz, giderek AKP ile yol arkadaşı olur.
İstek üzerine, suni olarak oluşturulan yeni paradigmalar, diktatörlüğün yepyeni aşamalarına geçen yeni Türkiye, sınıf kavgasının göz ardı edildiği iyi niyet üzerinden kurulacağı umut edilen yeni yaşamlar, açılan yeni parantezler gibi her konuda “yeni “ oluşturma merakımızı o kadim kavgada, sınıf kavgasında yeni mücadele biçimleri geliştirmekte kullanmamızın zamanı geldi.

Küresel Kapitalizmin içselleşmesini çok kısaca tartışırsak;
Kapitalist ilişkilerin toplumsal yaşamın her alanı ve zerresine girmesi ve bu sürecin giderek hızlanması ve toplumsal algı ve kültürün de bu sürece uyumlu olarak evirilmesi diye tanımlanabilir.
Örneğin; İşçi kavramının giderek ‘işgören’e evirme çabalarıyla somutlaşan, nüfusun her bir bireyinin kapitalist bir birime dönüş(tür)me süreci kapitalizmin içselleşme sürecinin bir parçasıdır. Bu, aynı zamanda bu süreci durdurup tersine çevirecek olan yegane gücün, İşçi sınıfının, emek kardeşliğinin kapitalist rekabete dönüşme sürecini de amaçlar ve tetikler. Bu süreç henüz tamamlanmamış ve önüne geçilebilir bir süreç olsa bile, işlemeye devam etmektedir.
Tehlikeli ve önemli bir süreçtir.
Bugün milyonlarca yoksul, örgütsüz dolayısıyla bilinçsiz ve çaresiz yığınların giderek artan bir hızla çoğalması, -büyük oranda- işte bu sürecin sonucudur.
Küresel kapitalizm için AKP projesi, yaşanan bu süreçlerin kendileri açısından en uygun ve verimli yönetmelerinin bir gereği ve sonucudur.
Bu proje ile milyonlar sadece AKP ve Erdoğan tiryakisi değil; asıl olarak Küresel Kapitalizmin bağımlısı ve tutsağı edilmiştir. Üstelik bu bağımlılık sadece psikolojik değil daha önemlisi fizyolojiktir.
Bana göre ilgimizi, mücadelemizin odağını bu noktaya yönlendirmemiz gerekmektedir.
Yığınları bu fizyolojik bağımlılıktan nasıl kurtarabiliriz? Bunu tartışmalıyız.
Acilen ama üstün körü değil…
Yani hem ivedi hem de hassas bir konudur.
Kapitalizmle, onun yığınlar üzerindeki yıkıcı, parçalayıcı etkisiyle nasıl mücadele edebiliriz?
Biliyoruz ki bu sorunun yanıtlanmasının önüne çok engel konuldu şimdiye kadar.
Bırakalım “nasıl mücadele edileceğini”, bunca zamandır “mücadele etmeli miyiz”i tartıştırdılar bize.
Bunca zamandır aşağıdaki oyalayıcı sorulara yanıt arayarak gereksiz vakit kaybettik;
Kapitalizm geliştikçe, yığınlar üzerinde baskı ve zulmü arttıkça bizlere devrimci fırsatlar mı yaratır?
Kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişir ve güçlenir, o yüzden kapitalizmin gelişmesinin önünü mü açmak gerekir?

Kapitalizmin gelişmesi aynı zamanda “burjuva demokrasisini” geliştirir, mücadele olanakları de artar ve gelişir mi?
Kapitalizmin gelişmesi, teknoloji ve moderniteyi geliştireceğinden, kendisinin neden olduğu sorunları da çözeceğinden kapitalizmle değil yoksulluk ve cahillikle mücadele etmek mi gerekir?
Bütün bunlar tartışılabilir. Tartışıldı da… Ama bence artık vakit kaybı…
Ben bırakın bütün bunları tartışmayı vakit geçirmeden Anti-Kapitalist Mücadele Birimlerinin oluşturulmasından yanayım. Kapitalizmin bizzat kendisiyle ve de onun emekçi, yoksul kitleler üzerindeki yıkıcı, parçalayıcı süreçleriyle mücadele edecek birimlerden söz ediyorum.
Kapitalizm durağan, sabit bir sistem değil. Ne ekonomik ve kültürel hegomanyasını ne de varlığını değişmeden ve gelişmeden sürdüremez. Sürekli devinim halinde olmak zorunda.
Çünkü yaşam devingen ve bu devingenliğe karşı sürekli kendi konuşlanışını uydurmak zorunda… Yoksa varlığını sürdüremez. Burada yaşama karşı konuşlanma kavramını yaşama uyum gösterme şeklinde kesinlikle anlaşılmamalıdır. Daha çok; yaşama karşı mevzilenme olarak alınmalıdır.
Çünkü yaşamla uyumsuzdur.
Yaşamın her devinimi ona karşıdır. Dolayısıyla o da yaşama karşı…
Yani kapitalizmin yaşama göre konuşlanması onun varlığını sürdürebilmesi için bir gerekliliktir. Kapitalizmin hemen her devinimi yaşama ve yaşamın yanında olan güçlere saldırıdır.
Kapitalizmin işleyen çarklarının dişlilerine sokulacak her kama yaşamın ve yaşamdan yana güçlerin kendisini korumak için bir refleks, ama aynı zamanda onu yok etmek için vurulan darbelerden biri olacaktır.
Kapitalizmin neden olduğu birçok gelişmenin insanlık ya da işçi sınıfının yararına sonuçlanması, (örneğin teknolojik gelişme) yukarıda anlattıklarımla çelişen bir şey değildir. Yaşanılan her süreç geçmişte var olanların yerine başka şeyler koyar. Bunlardan bazıları insanlık lehine olabilir. Yani yaşanan her süreçte iyi bir yan bulabilirsiniz. Kapitalizmin kendisinin başlı başına bir süreç olarak ya da neden olduğu, tetiklediği süreçlerin olumlu yanları olabilir ya da oluşturdukları “kapitalizme rağmen” insanlık yararına kullanılabilir.
Ama bu; Kapitalizmin devingen bir olgu olarak İnsanlığın ve yaşamın karşısında bir süreç olduğu ve bu sürece insanlığın, emekçilerin, işçi sınıfının “direnmesi gerektiği” gerçeğini değiştirmiyor.
Fazla uzaklaşmadan konunun Türkiye ve AKP özeline tekrar dönerek; AKP iktidarının Küresel Kapitalizmle şimdiye kadar misli görülmemiş uyumunu vurgulayalım. AKP Hükümeti devingen bir olgu olarak Küresel Kapitalizmin Türkiye’ye yönelik hesaplarının yegane teminatıdır.
AKP iktidarı 28 Şubat post modern algı ve darbe operasyonunun, 2001 ekonomik krizinin ürünüdür. 28 Şubat 1997’de Refah Yol hükümetinin Post Modern darbe ile devrilip,  Refah Partisi’nin 16 Ocak 1998’de kapatılması, AKP’nin kuruluşuna yol açmış ve 19 Şubat 2001 krizi de AKP’nin iktidarını getirmiştir. 2001 Ekonomik krizi aslında küresel sermaye manipülasyonudur. Krizin ve akabinde Küresel Sermaye’nin tasfiye memuru Kemal Derviş eliyle uygulanan acı reçetenin faturası Ecevit hükümetine kesilirken, başarı primi 1. AKP hükümeti ve 3 ay sonra, senaryo gereği siyasi yasaklı Erdoğan’ın yasağının kaldırılıp milletvekili seçilmesiyle kurulan 2. AKP Hükümetine siyasi rant olarak ödenmiştir.
AKP hükümeti küresel Kapitalizmin Türkiye’deki yüzüdür.
AKP iktidarına karşı yapılan mücadele de Küresel Kapitalizme karşı mücadelenin önemli -günümüz konjonktüründe de başat- bir parçasıdır.

Bu yüzden; yukarıda sözünü ettiğim “Anti-Kapitalist Mücadele Birimleri”, AKP iktidarına ve onun oluşturmaya çalıştığı (oluşturduğu) sosyal sadaka devleti sistemine karşı yapılacak mücadelenin organik bir birleşiğidir.
Önümüzdeki yazılarda bu kavramları ve aralarındaki ilişkiyi detaylandırarak tartışmaya çalışacağım.
Kendimce, sınırlarım dahilince…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.