6 Şubat 2016 Cumartesi

Gezi Direnişinin Kodları ve Türkiye Solunun Disleksi Sorunu.

Gezi direnişi bir milattır.
Potansiyel bir enerji birikiminin oluşturduğu gerginliğin patlama noktasına varmasıydı.
Kimsenin, hiç bir gücün hesaplayıp üretebileceği bir kalkışma değildi.
Asla bir proje olarak başlamadı.
Ama daha ilk noktasından itibaren değişik kesimlerce bir projeye dönüştürülmeye çalışıldı.
Çok taraflı bir körling maçında, piste kendiliğinden düşen kaya gibiydi.
Yaşamın ve Ülkenin; eksiğiyle, fazlasıyla biriktirdiği toplumsal gelişimin geriletilmesine, toplumsal gerilemeye gösterdiği bir tepkinin ve o enerji birikiminin yol açtığı patlamanın tesiriyle, o buzdan piste düşen bir kaya...
Okumasını becerenlere yüzlerce mesaj içeriyordu.
Adeta bir gösteri maçı tadında seyreden oyunun seyrini bozmuştu bu piste beklenmedik zamanda düşen kaya.
Bu şikeli oyundan sıkılan seyircileri yeni bir taraf olarak maça dahil etmişti. Kendilerini bu kayanın bir parçası olarak gören bu gösteriye itirazı olanlar tribünlerden piste inmişti.
Oyunun gediklileri kısa bir şaşkınlıktan sonra bu beklenmedik duruma göre kendilerini yeniden konumlandırdılar.
Bir kesim, buz pistte kaymaya başlayan kayayı yerinde tutmaya, kırmaya parçalamaya çalıştı, diğer bir kesimi de kayaya sahip çıkar göründü çünkü piste giren seyirciler içerisinde kendi taraftarları olan kesim de vardı. Fırça darbeleriyle kendi takımları için en iyi konuma getirmeye, bir yandan da erimesini sağlamaya çalıştı.
Sonuçta oyun yeni koşullarda, daha gerçekçi bir görünüme dönüştürülmek zorunda alındı. Şikeyi saklamak için üzerine bol sürtüşme, polemik ve bir süre sonra da bu güne kadar giderek artan çatışmaya ve savaşa dönüştü.
 
Bu çok taraflı körling maçında kimin en kazançlı çıktığını söylemek zor. Ama en az kazançlı çıkanlar belli.
AKP ve o zamanki ittifakları Cemaat o kayayı (Gezi Direnişini) ve ona sahip çıkanları şeytanlaştırarak, tepki üzerinden taraftarlarını kemikleştirerek kendine siyesi rant sağladı.
Kürt Ulusal Hareketi kısa bir şaşkınlıktan sonra pek de içine sindiremedikleri bu kayaya sahip çıkar göründüler ustaca fırça darbeleriyle "safralarını" temizliyerek kendi evlerine çekmeye çalıştılar.
Bunda önemli bir başarı sağladılar.

Gezi Direnişini yani o buzdan piste kendiliğinden düşen o kayaya en fazla sahip çıkması, o kayanın bir parçası olması, bu oyunu gerçek bir mücadeleye çevirmesi gereken Türkiye Solu ise bu oyundan en az kazançlı çıkanlar oldu..!
Zarar demiyorum. Yaşam her şeye karşın kendinden yana olanlar ya da olduğunu sananlara bir fırsat tanır. Kendisi adına yaptıkları mücadelede kullanabileceği bir potansiyeli onlar için hazır tutar.
Ama şurası da bir gerçek ki samimiyetlerine rağmen acemilikleri yüzünden oyunun gedikli taraflarının gerisinde kaldılar.
O potansiyelle birleşemediler.
Yaşamın, son bir gayretle kendilerine uzattığı eli şöyle yüreklice kavrayamadılar. Kendilerini o kayanın bir parçası olarak gösterenler arasında kaynadılar. Hatır güttüler, çekimser kaldılar. Sürekli gelgitler yaptırarak o kayanın erimesine göz yumup, katkı sağladılar.
Gezi Direnişinin kodlarını okuyamadılar.

Neydi o Gezi Direnişin kodları?
O potansiyel enerjiyi biriktiren, o sıkışmayı, o tepkimeyi yaratan gelişmeler nelerdi?
Hemen söyleyeyim kendimi bir analist ya da uzman bir kod çözücü olarak görmüyorum.
Sadece samimi acemilerden biri olarak o potansiyelle bütünleşmenin bir yolunu arıyor yüksek sesle düşünüyorum.
O kodlara gelince; elbette Mehmet Ali Alabora’nın da dediği gibi ‘mesele iki ağaç değil’di.
Ama Erdoğan’ın bu sözlerin üzerine atlayıp çarpıtarak piyasa ettiği, Demirtaş’ın da desteklediği gibi darbe yapmak da değildi.

Gezi Direnişini Haziran Direnişine dönüştüren temel itici güç; her türlü birikimini onu varlığı, dirliği ve bütünlüğü sayesinde yapmış bir ülkede, adı konmamış, görmezden gelinen Emekçi Anadolu kardeşliğinin yaşama güdüsüydü.
Ne darbe, ne de devrimdi. Adı üzerinde, direnişti. Saldıran değil, savunandı.
Bunca zamandır kanıyla canıyla var ettiklerine, maddi ve kültürel birikimlerine, aksak ve eksikleriyle de olsa oluşturduğu toplumsal gelişmesine yapılan saldırıya karşı bir savunmaydı.
Ağaçlar ve gezi parkı bütün bunların simgesi olmuştu.

Nelerdi savundukları bu, "aksak ve eksiklikleriyle de olsa toplumsal gelişim"..?
Laik ve çağdaş yaşam tarzı örneğin
AKP ve Erdoğan iktidarının işbaşına geldiğinden beri hallaç pamuğu gibi attığı, sürekli değiştirerek adım adım yerleştirilen gerici eğitim sistemiyle başlayan saldırıya karşı bir direnişti
Yandaşları ve taşeronu oldukları küresel sermayeye peşkeş çekilen maddi birikimlerinin, kültürel varlıklarının yağmalanmasına karşı bir direnişti.
Anadolu Kardeşliğine olan saldırı belki o potansiyel enerji birikiminin son aşamasıydı.
Bir anlamda “Toplumsal Gerileme” olarak tanımlayabileceğimiz Geziden önceki son saldırının hücum borusu 29 Mart 2013’te, yani Haziran Direnişinin başlamasından bir ay önce Erdoğan tarafından çalındı. CNN Türk- Kanal D ortak yayınında Erdoğan şöyle diyordu:
Dünyada gelişmiş güçlü ülkelere bakarsanız, bunların hiçbirinde eyalet korkusu diye, eyalet endişesi diye bir şey yoktur. Tam aksine eyalet yapılanmaları o güçlü ülkelerde çok daha süratle kalkınmayı getirir ve demokraside özellikle siyasi rekabeti getirir. Bu, güçlenme alametidir. Gelelim bizim kendi tarihimize. Osmanlı'ya baktığımız zaman, o güçlü Osmanlı'da mesela çok daha enteresan Lazistan eyaleti var, Kürdistan Eyaleti var. İniyoruz güneye yine aynı şekilde eyalet sistemleri var. Niye Osmanlı güçlü ve oralarda hiç çekinmeden rahatlıkla bunları vermiş. Şimdi ben MHP'ye endişeyle bakıyorum. Haydi CHP'yi bu konuda farklı düşünürüm de. Ama MHP bir taraftan 'Osmanlı'nın devamıyız' diyecek veya 'Osmanlı'yız' diyecek. Öbür taraftan Osmanlı'nın bu devlet yapısındaki yaklaşım tarzını görmezlikten gelecek.''

Erdoğan  “ etnik temellere dayanan” bir eyalet sistemini gündeme getiriyordu yıllarca sürecek etnik rekabet ve kaçınılmaz bir iç savaşa yol açacak bir planın lansmanını, pazarlamasını yapıyordu.
Ama aynı zamanda Osmanlıcı niyetini de ortaya koyuyor, “Milenyum Enver Paşası” rolüne soyunuyordu.
Erdoğan bunları dile getirdiği tarihten yaklaşık yüz yıl önce başlayan I. Dünya Savaşının, Emekçi Anadolu Ulusunun hafızasında bıraktığı izleri hesaba katmıyordu.
Tıpkı; yaptığı kirli ittifaklarla güç peşinde koşan Enver Paşaya benzeyen yüzünü açığa çıkarıyordu.
Esasen I. Dünya Savaşının getirdiği acılar pekiştirmiştir Anadolu Kardeşliğini.
On binlerce yıllık tarihin içinden süzülen, I. Dünya Savaşı ve sonrasında pekişen Anadolu Ulusu, varlığına yönelik bir saldırı niyeti olarak gördü bu sözleri.

Nitekim bir ay sonra Gezi Direnişi başladı ve kısa sürede Haziran Direnişine dönüştü.
Dünyada ender görülen bir kitleyi ayağa kaldırdı Haziran Direnişi.
Ancak kütlesi oranında bir dönüşümü sağlayamadı. Bunun birçok nedeni var.
Bunlardan önemli bir tanesi Türkiye solunun yaşadığı, şaşkınlık, içinde bulunduğu patolojik psikolojik durum.
Kendisine uzanan o eli yüreklice kavrayamadı.
Yazının başında örneklediğim; o buzdan pistin üzerine düşen kayanın içindeki potansiyel ile kendisini bütünleştiremedi. Çekimser kaldı, hatır güttü…
Haziran Direnişinin kodlarına şaşı baktı.

Diğeri de AKP iktidarı ve Erdoğan’ın taşeronluğunu yaptığı Küresel Güçler. 
Emperyalizm ve Küresel Kapitalizm…
Ülkemiz ve Bölgemizin ihtiyaç ve çıkarları açısından kendileri için taşıdığı önem…
Türkiye Solunun uzun zamandan beri yaşadığı disleksi(*) sorununa karşın Küresel Kapitalizmin teknoloji ve finansla güçlendirilmiş o kadim deneyimi Haziran Direnişinin kodlarını çok iyi okudu.
Erdoğan ve AKP iktidarının yıkılması hesaplarının aksamasına yol açacaktı.
Erdoğan’a bırakılsa arızalı ruh haliyle bu direnişi büyütebilirdi.
Böylece küresel birikim ve deneyim devreye girdi. Bunca zamandır kitlesel hareketleri büyütüp, turuncu devrimler kotaran küresel algı baronları ve Occupy uzmanları kitlesel hareketleri sönümlendirmede de deneyimliydi elbet.
Bir şekilde maniple ettiler. Giderek toplumsal desteğini azaltacak, içerisine şiddet bulaştırılmış ritüellerle ve abartılı beklentilerle gereksiz uzamasını sağladılar.
Böylece toplumsal desteği azalttılar. Esnafı kışkırtıp polisin uyguladığı vahşi şiddeti destekler hale getirdiler.

Haziran Direnişi yazının uzamasına yol açacak, daha birçoklarını sayabileceğimiz nedenden dolayı sönümlenmiş ve sönümlendirilmiş olabilir.
Bu direnişin bir parçası olması gereken Türkiye Solu tarafından yeterince okunmamış olabilir.

Her ne olursa olsun Gezi Direnişi bir milat oldu.
O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı ve olmayacak.
Bir takım hesaplar Gezi Direnişinden sonra karıştı alt üst oldu.
Şu an yapılan bütün hesaplar 2013 Haziran Direnişine endeksli olarak yapılıyor. Olası yeni Haziranları hesaba katarak, Gezi Direnişinin kodlarını dikkatlice okuyarak sofistike, sinsi, fırsatçı ve acımasız stratejiler geliştirdiler.
Erdoğan’ın Gezi Direnişinden bir ay önce Osmanlıcılık ve eyalet sistemi hakkında söyledikleri bugün şiddetle inkar ettiği Dolmabahçe Mutabakatının aynısıdır.
Kendisine misyon edindiği, Küresel Kapitalizmin kendisini bir proje olarak ortaya sürmesine neden olan bir plandır.
Ne Küresel Kapitalizm ne de onun ülkemizdeki taşeronu Erdoğan ve AKP iktidarı bu plandan vazgeçmediler.
29 Mart 2013’te yapılan röportajın tam metni AKP’nin resmi sitesinde hala durmaktadır.
https://www.akparti.org.tr/site/haberler/gelismis-ulkelerde-eyalet-endise-yoktur/42345#1
Ayrıca yapılan anayasa tartışmalarında kendi danışmanları bu planı zaten dillendirmekteler.
Bugün bu plandan vazgeçmiş, hatta tam karşısında gibi görünüyorsa Anadolu Kardeşliğinin Haziran Direnişiyle gösterdiği tepkiden dolayıdır.
Diyarbakır ve birçok Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgede oynanan bu kanlı oyun, dökülen bunca kanın temel nedeni bu kardeşliği bozmaktır.
Erdoğan ve AKP iktidarı bu kanlı oyunda kendisine düşen rolü oynamaktadır.

Kürt Sorunu anayasadan önce Emekçi Anadolu Ulusunun vicdanında çözülmelidir.
Kürtlerin özgürce tercihlerini belirleyeceği, barış ve demokrasi atmosferinde, silahlı güçlerin her türlü vesayetinden arınmış bir ortamın sağlanması lazım.
Açık ve şeffaf bir tartışma ortamında özgür iradeleriyle edecekleri tercihlerine Emekçi Anadolu Ulusu kardeşlik hukuku gereği saygı gösterecektir.
Ancak Emekçi Anadolu Ulusunun on binlerce yıllık kardeşliğine de saygı duymak gerekir.
Ve elbette biriktirdiği akıl ve deneyimine, var olma çabasına da…

Bu ulusun bir parçası olan halkları önce bölüp, birbirine karşı konuşlandırmaya çalışırken Halkların Kardeşliğini savunur görünmenin samimiyetsizliğini anlayacak, bunu kabullenmeyecektir.

Türkiye Solu bu disleksi hastalığından bir an önce kurtulup , zaman aşımına uğramadan, belleklerde izleri henüz silikleşmeden Haziran Direnişinin kodlarını okuyup çözmelidir.

Nadi Öztüfekçi
7 Şubat 2016


* Okuma bozukluğu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.