12 Ekim 2016 Çarşamba

LOZAN, OSMANLICILIK, BAŞKANLIK SİSTEMİ, MUSUL ve ORTADOĞU BATAKLIĞI...

Lozan, Osmanlıcılık, Fırat Kalkanı Operasyonu ve başkanlık tartışmalarının birbiri ardına gündeme gelmesini bir tesadüf olarak görebilir miyiz?
Bütün bu tartışmalarının arkasında sizce ne var?
Örneğin aniden Lozan konusu neden gündeme taşındı? Musul civarlarında hır çıkarmak için dolaşan bir külhanbeyi edasıyla dolaşmamızla, Lozan'ın bir zafer değil de bir hezimet olduğunu dillendirmenin bir ilişkisi olmadığını söyleyebilir misiniz?

Erdoğan'ın, 24 Temmuz'da Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasının 93. yıl dönümü münasebetiyle yayımlanan mesajında şöyle deniliyordu;
"...Aziz milletimizin inanç, cesaret ve fedakârlıkla elde ettiği zafer, Lozan Antlaşması ile diplomasi ve uluslararası hukuk alanına taşınarak tescil edilmiştir...
Bu anlaşma, yeni kurulan devletimizin tapusu niteliğindedir."

Ardından 29 Eylül'de, 'Külliye'de, "Geleneksel Toplu Muhtar İşkencesi Etkinliği"nde ise,şöyle diyor:
"Birileri de Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştı. Her şey ortada.
İşte şu an Ege'yi görüyorsunuz değil mi? Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan'da verdik. Zafer bu mu?"

Bu iki söylem arasındaki çelişki bunca zamandır alıştığımız, sıradan bir Erdoğan tutarsızlığı olarak değerlendirilebilir.
Mesele keşke bu kadar basit olsa...
Değil yazık ki.
Bu ifadedeki, tarih bilgisi açısından bir danışman faciası olarak tanımlanacak skandal hataları bir yana bırakalım.
Hatta bu iki farklı söylem ve tutumun, -zaten ayakları havada bir zorlama olan- 'Yenikapı Ruhu'nun çoktan 'tuz ruhuna" dönüştüğünün kanıtı olması da çok önemli değil.
Bu söylemin arkasında, bütün bunlardan çok daha önemli konu ve gelişmeler, hepimizi ilgilendirecek tehlikeli küresel çapta planların misyon edinilmesi var.

Örneğin yandaş medyada sürekli işlenen ve adeta bir kampanya ile öne çıkarılan Osmanlıcılık..!
AKP'nin militan vurucu gücü ve gençlik kolu olarak kurulan Osmanlı Ocakları da bu trendin bir parçası.
Ve Uşşaki Tarikatı'nın "Fatih Nurullah Efendi" isimli liderinin Erdoğan'ı padişah ilan ettiği videonun piyasaya sürülmesi de aslında bir tesadüf değil.
Öteden beri inceden inceye işlenen, benimsenmesine çalışılan bu lanetli yutturmacanın şimdi daha açık ve yüksek sesle dile getirilmesi, sadece giderek artan bir cesaretin ve kendine güvenin sonucu değil, aynı zamanda Küresel Sermayenin dayatmasının sonucu.
Belki de AKP'nin bir proje olarak ortaya çıkarılmasının ana nedeni olan, Küresel Kapitalizmin artık iyice acilleşen gereksinim ve çıkarlarının Türkiye'ye yönelik beklentilerinin hayata geçirilebilmesinin yolu Osmanlıcılıktan geçiyor çünkü...
Aslında Osmanlıcılık bir tuzak. Hayata geçirilebilmesi imkansız Türkiye insanına pazarlanmaya çalışılan, etik dışı şehvetli bir hayal, lanetli bir macera, ulusal bir intihar...
Hazır elinin altında tanker sahibi evlatlar, enerji şirketi sahibi damatlar varken, Musul-Kerkük petrollerinden nemalanmaya duyulan şehvet ve arzunun bir yansıması.
Emperyalist devletlerin Osmanlı İmparatorluğuyla arasındaki, ulusal kurtuluş savaşı sonucu yarım kalmış hesabının tamamlanması için adeta yeniden diriltilmesi çabası gibi bir şey.
O yarım kalan hesap Anadolu'nun parçalanmasıydı. Ve bu hesabın tahsilatına ise Erdoğan memur edildi.
Erdoğan yakın zamana kadar bu memuriyetini açıkça dile getiriyordu.
Biraz gerilere gidelim. 2013 yılına...
Erdoğan'ın bir röportajda söylediklerini bir izleyin.


Bakınız CNN Başbakan Özel Programı

Bu röportajda Erdoğan'ın Başkanlık Sistemi, Eyalet Sistemi ve Osmanlıcılık kavramının birbiri ile ilişkisini nasıl kurduğunu ve 2023 hedefinin ne olduğunu görmek mümkün.

Biraz daha geriye gidelim.
Bu defa 2008'de Abdullah Öcalan'ın İmralı görüşmelerinden bir alıntı:
"Benim asıl söylemek istediğim şey, Kürtlerin Lozan'ıdır. Lozan'a gidilirken iki Kürt milletvekili götürülmüştü. Orada 'Türklerin ve Kürtlerin temsilcisi olarak buradayız" denilmişti ama gereği yapılmadı. Türkler açısından Lozan tamamlanmıştır. Kürtler açısından bugün tamamlanması gerekiyor. Ben buna İkinci Lozan veya Lozan'ın Tamamlanması Süreci diyorum. Lozan'ın tamamlanması Cumhuriyet'in demokratikleşmesiyle olacaktır. Ben Konfederalizm derken yanlış yorumlayıp ulus-devletin, üniter devletin parçalanacağını düşünüyorlar. Cumhuriyete de karşı değilim.

Konfederalizmden kastım Suriye, İran, Irak, Türkiye içindir. Suriye dâhil olmasa da Suriyeli Kürtler, İran da bu birlikteliğin içinde olabilir. Konfederalizm, Türkiye'deki Kürtlerin kendi demokratik örgütlenme biçimidir, ayrı bir devlet değildir. Lozan'la Cumhuriyet kuruldu. Konfederalizmle içi doldurulacak, Kürtlerin hakları tanınacak. Böylece Lozan tamamlanacak. Musul ve Kerkük de misak-ı milliye dâhildi. Konfederalizmle bunları da dâhil ediyorum. Misak-ı Milli önemlidir. Burada Kürtlerin haklarına saygılı olunacağı belirtiliyor. Kürtler ayrılmak istemiyorlardı. Zorla ayırdılar. Benim kastım Kürtlerin haklarıdır. Osmanlı nasıl ki altı yüz yıl boyunca bu bölgede bir güç olarak yönettiyse, eğer böyle bir çözüm geliştirilirse Cumhuriyet de buna öncülük ederek bunu devam ettirebilir."

Erdoğan'ın CNN'deki o röportajda ve 29 Eylül'de Muhtarlar toplantısında söylediklerini, ardından Öcalan'ın yukarıdaki söylemlerini birbiriyle ilişkilendirin.
Her ikisinin de söylemlerinde Osmanlı övgüsü var ve sorunlara önerdikleri çözüme Osmanlı modeli öne çıkıyor.
Erdoğan'ın eyalet sistemi ile Öcalan'ın konfederalizmi özünde aynı. Üstelik Lazistan ve Kürdistan isimleri örnek verildiğine göre, etnisite temelli bir eyalet sistemi söz konusu.
Yani bütün bu konularda Öcalan ve Erdoğan, uzun bir süre "kalp kalbe karşı" oldular.
Erdoğan'ın 7 Haziran seçimlerinden sonra aniden kılık değiştirmesi kimseyi aldatmasın.
Söylemler değişse de bu "kalp kalbe karşı" duruşları aslında hala devam ediyor.
Şu an Öcalan'dan haber alınamıyor ama Erdoğan'ın Lozan çıkışı bu duruşun hala devam ettiğini gösteriyor.
Şöyle bir baktığımızda, Lozan Antlaşması her ikisi açısından yarım ya da eksik kalmış bir antlaşma olarak görülüyor.
Erdoğan şimdilik Lozan'ın bir hezimet olarak tanımlamasının nedenini -tarih bilgisi açısından bir skandala imza atarak- Yunan adalarına bağlasa da aslında dilinin altında Musul baklası vardı.
Şimdilik o baklayı çıkarmıyor ama eş zamanlı olarak Musul'u kurtarılmaya(!) kalkışılması bu baklayı kısa bir süre sonra çıkaracağını söylüyor.
Öcalan'ın yukarıdaki söyleminden bir iki cümlesine dikkatimizi yoğunlaştıralım.
"Lozan'la Cumhuriyet kuruldu. Konfederalizmle içi doldurulacak, Kürtlerin hakları tanınacak. Böylece Lozan tamamlanacak. Musul ve Kerkük de misak-ı milliye dâhildi. Konfederalizmle bunları da dâhil ediyorum."
Öcalan, ta 2008 yıllarında Türkiye'yi Musul'la yemlemeye çalışarak Küresel Sülün Osmanların ayakçılığını yapmış.
Aslında Çözüm Sürecinin pazarlanmasında da en fazla kullanılan argüman Musul yemlemesiydi.
O dönemler, Çözüm Sürecinin Türkiye için bir fırsat olduğu sürekli yazılıp dururken de ima ederek ya da açık açık hep Musul Petrolleri işaret ediliyordu.
HDP eş başkanı Figen Yüksekdağ CNN'de bir kaç gazeteci ile yaptığı bir programda Çözüm Sürecinin,Türkiye'nin Ortdoğu'da topa giren bir ülke olmasının bir fırsatı olduğunu söylerken de Öcalan'dan esinlenmiş, aynı şeyi işaret etmişti.
Bugün Erdoğan müridi medyaşorlar "yurtta Sulh, cihanda sulh" ilkesini miadı dolmuş olarak değerlendirirken de kast ettikleri buydu.
O günlerden bu yana çok gelişmeler oldu. Çözüm Sürecinin ilk başlarında "analar ağlamasın" argümanı üzerinden Erdoğan'ın giydiği "barış güvercini" kılığı üzerine olmadı.
Güvercin, bir süre sonra Musul-Kerkük imaları ve jöleli danışman Yiğit Bulut'un piyasaya ettiği "Emperayal Türkiye" masalı ile dolandırıcı Sülüne(*), sonra şahine dönüştü.
7 Haziran seçim sonuçları Erdoğan'ın kazıklandığı hissine kapılmasına neden olmuştu.
HDP'nin CHP'den oy transferiyle barajı geçmesi, AKP'nin de tek başına iktidar olması üzerine yapılan hesaplar tutmadı.
Demirtaş'ın yıldızı parlatılarak, CHP'den ana muhalefet rolünü kapması için, "Seni başkan yaptırmayacağız" çıkışı CHP'den çok AKP'den oy çalmasına yol açtı.
Erdoğan, çevresi ve hatta arkasındaki Küresel güçler, öteden beri taşınan ve zaten üzerilerinde eğreti duran "mülayim güvercin" kılığının sorun çıkardığını gördüler.
Zira Musul-Kerkük vaatleri eşliğinde Anadolu'nun eyaletlere bölündüğü ve Türkiye Cumhuriyetinin bir sultanlığa dönüştüğü bu planı gönül rızasıyla, sorgulamadan kabullenebilecek kesim Erdoğan'a verilen destekle aynı orantıda değil.
Erdoğan'a destek veren geniş kesimler bu desteği bir takım koşullar karşılığında veriyorlar... Bu koşullar kısaca ülke bütünlüğü ve cumhuriyetin varlığı, devamlılığı ve en çok da ülkede ve bölgede ve barış.
Erdoğan ve arkasındaki Küresel odak bunu çok iyi biliyor. Çünkü AKP adına çalışan şirketlerin yaptığı kamuoyu araştırmaları bunu gösteriyor.
Erdoğan'ın şu sıralar taşıdığı "savaşçı şahin" kılığı üzerine döktüğü milliyetçi ve anti emperyalist sos bir zorunluluk.
ABD ve AB ülkelerine yönelik külhani çıkışları, aslında Küresel Kapitalizmin gözetim ve kabul edilebilirlik sınırında karşılıklı oynanan tehlikeli bir tiyatrodan başka bir şey değil.
Evet, karşılıklı oynanan tehlikeli bir tiyatro..!
Çünkü Küresel Kapitalizmin çıkarları, Erdoğan'ın Yavuz Sultan Selimi oynadığı bu  tiyatronun inandırıcılığına çok bağlı.
Erdoğan'a bir Osmanlı Sultanı edasında Türkiye'yi Ortadoğu bataklığına sürüklemesi, Türkiye'nin giderek Irak ve Suriye'ye dönüştürebilmesi için Erdoğan'a güç ve zaman gerek.
Bu yüzden Küresel Kapitalizm, Erdoğan'ın kendisini başkanlık sistemi tartışmaları ve Musul operasyonu çerçevesinde anti-emperyalist külhan olarak pazarlaması için  kendi üzerine düşen rolü oynuyor.
Öteden beri istediği şeyi, Türkiye'nin Ortadoğu bataklığına girmesini, sofistike bir taktikle, Erdoğan'ın zorlamasıyla kerhen kabul etmiş görünerek gerçekleştiriyor.

Erdoğan'ın despotik ve güç biriktirme eğilimleri, emperyal bir lider olma arzusu, Küresel Kapitalizmin fedaisi, Yuvarlak Masa Şövalyeleri Emperyalist devletler tarafından kutsal davaları adına kullanılıyor.
İktidarı boyunca Osmanlıcılık, Lozan, başkanlık sistemi curcunası eşliğinde Ortadoğu bataklığına dizlerimize kadar battık.
Bu seviyenin giderek yükselmesi olasılığı çok yüksek.
Demokrasi ve anti emperyalist güçlerini anti kapitalizmi de içeren zorlu bir mücadele bekliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.