12 Mart 2017 Pazar

BİR ORTAK YAPIM TİYATRO ve ONUR KIRICI BİR SENARYO...

Budunculuk ve dincilik yani inanç ve etnik kimlik üzerinden yapılan siyaset, dış politika, ticaret bütün Dünyada en popüler, en verimli ve en kolay kazanım aracıdır.
En kolay yoldan en hızlı şekilde siyasi rant, güç, itibar ve para kazanmak isteyenlerin küresel ölçekte bir meslek grubudur.
Diğer tüm meslek gruplarının hepsinden fazla uluslararası dayanışma içinde olanıdır.
Örneğin en fazla olmasını beklediğimiz doktorların bile küresel ölçekteki dayanışmaları, budunculuk ve dincilik erbapları kadar değildir.
Türkçülük Kürtçülüğü, Helenizim Türkçülüğü, Germenizm Siyonizmi, Siyonizm, Arap Milliyetçiliğini besler...
Arap yayılmacılığı, Haçlı Seferlerine yol açmış, Haçlı zihniyetini geliştirmiş, o da İslamcılığı beslemiştir.
İslamcılık, İslamofobiyi, İslamofobi, İslami Terörü tetiklemiştir.
Dünyanın her yerinde bütün buduncu ve dinci meslek erbapları birbirleri sayesinde ayakta dururlar.
Bu, bütün gün savaşanların, mola verdiklerinde silahlarını birbiriyle çatması gibidir.
Birbirlerine dayanırlar. Dayanmasalar yıkılırlar.
Bu bir anlamda meslek dayanışmasıdır.

Son 10 gündür böylesi, küresel çapta bir dayanışma örneği görüyoruz.
Avrupa ülkelerinin Erdoğan'a ve bakanlarına bir İslamofobi furyası içinde ambargo koymaları işte böyle küresel çapta dinci bir meslek dayanışmasıdır.
Erdoğan ya da AKP'li bakanlar Avrupa ülkelerinde yapamadıkları konuşmalardan alacakları "Evet" rantının çok fazlasını Türkiyeli seçmenden alacak.
Bu hesaplanabilir bir durumdu.
Uygulamaya kondu.
Avrupa ülkelerinin yöneticileri de yükselen şovenizmden siyasi rant edindiler.
Erdoğan'ı antiemperyalist renge boyama operasyonuna küresel destek gelmiş oldu.

Avrupa ülkelerinin yöneticileri İslamofobiden beslenen Haçlı zihniyetini yükselterek  siyasi rant kazanırken, bir yandan  Küresel kapitalizmin uygulamalarına karşı yükselen, ulusal tepkileri; ırkçı, şoven bir kanala akıtarak etkisizleştirmeyi hedefliyorlar.
Türkiye bu amaçla kullanılan elverişli bir hedef tahtası.
Türkiye ve AB ilişkisi çoktan çıkmaza girmiş durumda.
Bu, aynı zamanda AB'nin kendi çıkmazının da bir yansıması.
Küresel Sermaye için artık bir yük haline gelmiş AB de yıkılma ya da ya da bambaşka bir şeye evrilme süreci içerisinde.
AB ülkeleri arasında ticari bütünleşme bütün hızıyla sürmekte aslında.
Bu küreselleşmenin bir sonucudur. Geriye döndürülmesi imkansız.
Üstelik küreselleşme bu ticari bütünleşmeyi Atlantik ötesi boyuta da taşıdı. TTIP (Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı) bunun en büyük örneği.

Ancak AB salt ticari bir birlik değil.
Sosyal yanı olan ve bir parlamentosu olan bir birliktelik. Devletlerin yanında Avrupa ülkeleri vatandaşlarının da etkisi olan bir kuruluş.
Sosyalist, çevreci, sosyal demokrat partilerin şu ya da bu ölçüde etkisi olması kaçınılmaz.
Hemen bütün Avrupa ülkelerinde, yurttaşların kamusal haklarını, devletlerin kamusal görevlerini "hizmet ticareti" adı altında birer ticari kalem haline getirilmesi anlamına gelen, Hizmet Ticareti anlaşmasına (TISA) karşı emek tabanlı tepkiler yükseliyor.
Üstelik bu anlaşmanın uygulamasını kolaylaştırmak için devreye sokulmaya çalışılan TTIP'a karşı ulusal temelde ve çapta gösterilere dönüştü.
Artık emekçileşen ulusların Küresel Kapitalizme karşı mücadelesi söz konusu.
AB'nin bu tepkilerin "emekçi ulusların dayanışmasına dönüşmesine" zemin hazırlaması tehlikesi var.
Avrupa ülkelerinde İslamofobi temelinde yükselen şovenizmin kaynağı bu tehlikenin önünü alma çabası.
Bu çaba gerektiğinde AB'nin dağıtılması anlamına da gelir.

İngiltere'de AB referandumunda ayrılmayı savunanların en büyük argümanı Türkiye'nin AB'ye kabul edilme olasılığıydı.
Kalmayı savunanların argümanı ise, bunun yalan olduğu, böyle bir tehlikenin olmadığı yönündeydi.
Yani Avrupa Devletleri hükumetleri Türkiye'yi  ülkelerindeki  gelişmelere  yön vermek için bir umacı olarak kullanırken, aynı zamanda Türkiye'de Erdoğan-AKP iktidarına da pas vermiş oluyorlar.
AKP'nin iktidara gelmesinde en büyük etmen, AB'nin Erdoğan'a yaklaşımındaki olumlu tavrıydı.
AKP'nin AB'ye katılma yolunda neden olduğu umut onu  iktidara taşıdı.
Şimdi  Avrupa Devletleri Erdoğan-AKP iktidarının pekişmesine, hatta referanduma götürülen anayasa değişikliği ile diktatörlüğe dönüşmesine bambaşka yönden, yine destek oluyor.
Referandum öncesi yaratılan, bu gereksiz yapay gerilim, apayrı blokların ülkeleri arasında oluyor gibi bir hava yaratılıyor.
Oysa bu gerilim, her iki ülke yöneticileri arasında, Fenerbahçe-Galatasaray çekişmesinden daha derin bir çelişki yaratmıyor.
Bütün Avrupa ülkeleri ve bu arada Türkiye de, Küresel Kapitalizmin enterkonnekte ekonomilerinden biri.
Türkiye, bu ekonomik bütünleşmenin tam göbeğinde.
2016 yılının sonunda uygulamaya konmasını da içeren TISA, çoktan imzalanmış durumda.
Bundan sonraki hükumetleri de bağlayan çok güçlü bir anlaşmadan söz ediyoruz.

Ortada büyütülen gerilime baktığınızda normal koşullarda, bağımsız bir ülkenin bu anlaşmaları bozması gerektiğini düşünürsünüz.
Örneğin Bursa'da açılan Hollanda&Türkiye Ticaret Odası'nın kalıcı olarak kapatılması gerekir.
Ama tek bir Alman, Avusturya ya da Hollanda kökenli şirkete yaptırım yapılamayacaktır.
Bu, ortadaki 6.1 Milyar dolarlık Ticaret Hacminin gözden çıkarılması gerekir.
Hep birlikte göreceğiz ki, bir iki söylenti dışında hiç bir somut adım ve yaptırım olmayacaktır.

Bu her iki ülke açısından da geçerlidir.
Örneğin Hollanda'ya bir Türk bakanı değil de bir iş adamı gitseydi, -örneğin Hollanda'dan Türkiye yapılan 3,2 milyar dolarlık ithalatın bir kısmını gerçekleştiren bir iş adamı- böyle bir davranışla karşılaşmazdı,
Eğer TISA maddeleri yürürlüğe girdiyse Hollanda yetkilileri isteseler de böyle bir davranışta bulunamazlardı.
Bulundukları anda mahkum olurlardı.
Yine aynı anlaşma gereği Türkiye de iş adamlarına böyle bir misillemede bulunamayacaktır.

İşte Türkiye'nin açmazı bu noktada.
Türkiye yönetilme şeklini belirleyen  demokratik kamu oyunu, kendi iç dinamiklerinin sonucu olarak, AB'ye endekslenmeden geliştirebilseydi, ne böyle şarlatan, ezik, ev kabadayısı yöneticilerimiz olur ne de böyle onursuz bir davranışa muhatap olurdu.
Evet bu ülkemiz için onur kırıcı bir davranıştır.
Avrupa'nın Türkiye'yi  demokrasiye zorlamak gibi bir amaç taşıdığı falan yoktur.
Esasen kimsenin Türkiye'den böyle bir performans beklediği yok.
Çünkü demokratik bir kamu oyu aynı zamanda bilinçli bir kamuoyu demektir.
Küresel Kapitalizm zaten Avrupa ülkelerinde giderek yükselen emek tabanlı muhalefetten rahatsız.
Kendisi için en gözde ülkelerden biri Türkiye...
Ve Erdoğan rejimi...
Avrupa ülkelerinin bu tutumu Erdoğan'ın anayasa referandumunda elini güçlendirecektir.
Amaçlanan da budur.
Bu bir anlamda Hayır cephesine karşı yapılmış sofistike bir saldırıdır.
Hayır cephesi aklı ve vicdanını kullanarak, sadece gerçeklere dayanarak göstereceği duruş, bu saldırıyı savuşturabilir.

Nadi Öztüfekçi
12 Mart 2017



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.